4 Aralık 2014 Perşembe

İnsanın Acısını İnsan Alır

                              '' İnsana  verilen en büyük  ceza  ,  sınırlı bir  hayatla  sonsuzluğu  kavrama  yetisi  olsa  gerek. O ,  bilinçli  ya da  sezgisel  bir  algıyla  ,  kendi  yarattıkları  da  dahil,  dünyanın  tüm  nesnelerinin  kendinden  daha  ömürlü  olduğunu  görmüştür. Binlerce yıllık bir  geçmiş,  küçücük  bir  taş  parçasında  sürmektedir. ''
                            Okuduğunuz  bu  satırlar  altını  çizdiğim Şükrü  Erbaş'ın  kitabı  İnsanın  Acısını İnsan Alır 'dan.  Her  okuduğum  satırdan  etkilendim, hoşuma gitti ve  not aldım. Buraya  yazdığım onlardan biri. Yıllardır  içimde olan, beni  mutsuzluğa  sürükleyen, kaosun  nedenini  şimdi yazacağım  paragrafta buldum. Bu  kitabı yudum yudum okumak  iyi  geldi .  Hatta  havalar  iyice  soğumadan  , hani şu  pastırma yazını  yaşadığımız  günlerden  bir  gün  öğlen  işe gitmeden  önce  aldım kitabımı,  gittim  sahile.  Bir  masaya  oturup  sakin denize karşı,  durgun  bir  havada  sayfalarca okudum.


                              Yazacağım  paragrafa  zıt  düşen  bir  sevinç  vardı  havada. Yazılanlar  doğruydu  tüm  çıplaklığı  ve  acımasızlığı  ile. Ama  işte  ben de  oturmuş  içimi  kaplayan pırıl pırıl  aydınlıkla  karşı  koyuyordum her şeye,  Şükrü Erbaş'a  ..Yine  de  komik ve  korkunç buluyordum bu kesin  gerçekliği.  Elimden bir şey  gelemeyeceğini  bilmek  ve  tekrar  kavramak hızla  sürükledi eski  karamsarlığıma..Ve  şu  satırları  okudum :
                             ''  Uyanıyoruz , gün  ışığının o dingin,  bakir  saltanatı;  bir  anne  soluğu  gibi ta  içimize  işleyen  bir  mavi  serinlik...Sesler, nesneler,  kokular...Bizimle  birlikte  usul usul  uyanan bir  müthiş yalnızlık.  Birden birgün  açıklanamaz  biçimde  yaşadığımızı  duyumsuyoruz. Musluktan akan su,  camlarda  şakıyan  gökyüzü,  uzandığımız  kapıkolu,  bir  bayram  gibi  dört  yanımızdan  akan  çarşılar, ağaçların  düğünü  rüzgarda olanca  görkemiyle  kendini  bir kez daha  bize  sunan  doğa...Bütün bunların  varolması,  bizim onları  görmemiz ,  onlarla  kendi  varlığımızı  duymamız,  bizi vareden, yaşamı  sevdiren  bu  görkemin derinden  derine  ölümü  duyurması,  bu  şenliğin  bizden  sonra da  süreceğini  bilmemiz,  tüm  bunlara  karşın derin bir  tutkuyla  yaşamakta  ayak  dirememiz...Düşündün mü  hiç,  tuhaf  değil mi  sence de ?  ''

                          Bunun  üzerine  başka  bir şey yazamam ki...
















4 yorum:

  1. Çok güzelmiş Şükrü Erbaş'ı severim zaten.
    Blogunuz da çok güzel takipteyim artık, sevgiler :)

    YanıtlaSil
  2. Çok güzelmiş Şükrü Erbaş'ı severim zaten.
    Blogunuz da çok güzel takipteyim artık, sevgiler :)

    YanıtlaSil
  3. Çok çarpıcı.. sanırım yaşamaya devam ediyor oluşumuz yaşadığımızın farkında olmayışımızdan. Hep bi telaş hep bi koşturmaca..

    YanıtlaSil
  4. Kitabı merak ettim gerçekten :)

    YanıtlaSil

Cuma Gelmiş!

                     Bir cuma akşamı daha birlikteyiz. Kasım geldi geçiyor bile. Her cuma ne ara bitti bu hafta diyorum, koca bir girdaba gi...