Eylül ayı bitip ekime girerken sonbaharın sesini yavaş yavaş duymaya başladık. Bizim buarlarda gündüzler hala sıcak ama çok da bunaltmıyor. Gece artık battaniye örtüyorum ama bazen sıcak bastığından yatak odamın penceresini açıyorum, içeri giren gece serinliği iyi geliyor, uykumu daha derin yapıyor. Yaz bitmesin, soğuklar başlamasın diyenlerden değilim çünkü serin havayı daha çok seviyorum. Yazın o aşırı sıcaklığında da bir şey yapamadık, eve hapistik. Eylül benim için geçiştir, yazın rehavetinden çıkarak artık kışa doğru yapılan yolun başıdır. Bol koşturmacası da vardır; okulların açılışı, yeni öğrenciler ve veliler, yapılacak bir sürü iş, evde kışa hazırlık işleri, büyük temizlik, halıların, kilimlerin yıkanması, kışlık giysilerin ve ayakkabıların çıkartılması, yazlıkların yıkanıp dolaplara kaldırılması, domates suları, turşular, tarhanalar ve bu yıl kızımın yuvadan uçuşu...
Kızımdan ayrılmaya iki gün kala yüreğim buruk.. Canım da sıkkın hissediyorum ama bir yandan üniversite gibi bir dönemece sağlıkla geldiği içinde mutluyum.
Sabahları evden çıktığımda beni karşılayan kabağıma bir günaydın!
Okula gitmek üzere yola çıktığımda bazen sahil yolunu yürüyorum. Deniz kenarına gittiğimde ilk bu güzel ağacı görüyorum. Mevsim değişikliklerini gözlüyorum bu ağaçta. Yavaş yavaş saramaya başlayan yapraklar salına salına düşüyor altına.
Sonra simit almak için Maviş fırına uğruyorum. Ayaküstü Maviş teyzeyle laflıyoruz, her seferinde niye köye öğretmen olarak gittiğimi soruyor.Şehirde onca okul varken hiç mi üşenmiyormuşum :)
Okula gittiğimde zaman olunca biraz okul çevresinde dolaşıyorum. Bu hafta içinde Peygamberimizin doğum gününü kutladık. Aslında kutlamak demek biraz bana herşeyde olduğu gibi bu haftaları ya da özel anları günümüz ölçeğinde cilalayıp ifşa etmek gibi geliyor. Ama tamamen sessiz kalmayı da inancıma ters buluyorum. Yoksa paygamberi sevmek demek onu anlamak, öğrenmek, hayat görüşünü kendimize uyarlamak demek. Bu yüzden Riyazüssalihin kitapları hep elimin altındadır. Yaşam koçudur benim için.
Peygamberimiz ( sonsuz selam ile ) çevre korunmasının sağlam bir savunucusudur. İnsan ve doğa arasında uyumlu bir dengeyi sağlamaya çalışan ve bu konu da örnek olan bir insandı. Şöyle bir hadisi vardır;
“Müslüman bir ağaç diker, tohum eker, sonra da ondan bir kuş veya bir insan veya bir hayvan yerse, bu onun için hayırsever bir hediye sayılır. ”
Hz. Peygamber atıkların en aza indirilmesi, hayvanların insanca muamele edilmesi, doğal kaynakların korunması ve yaban hayatının korunmasına yüksek derecede önem vermiştir. Toprakları, ormanları ve yaban hayatını korumak için Haram ve Hima olarak bilinen kaynaklarda el değmemiş bölgeler oluşturdu. Yeraltı sularını aşırı pompalanmadan korumak için kuyuların ve su kaynaklarının etrafına haram alanlar çizildi.
Kandil günü bana gelen hediyeler :)
Bağa dolu süs kabağı ekmiştim. Tüm yaz çiçek verdi ama bunlar meyveye dönüşmedi ne yazık ki. Sadece bu iki kabak oldu. Onlar da yeşil çıktı ama çok mutlu oldum yetişince. Bazıları çiçekten kabağa dönmüştü, sonradan çürüyüp gittiler. Domateslerde fazla büyümeden kurudular. İlk yıl hasadı bu kadar..
Bağ evinde olduğumuz gün ekmek, şeftalili kek pişirdim. Hava da çok güzeldi o gün. Ağacımızın altında oturup dinlendik. Dayım yani yan komşum bahçesinden topladığı üzümleri ikram etti.
Hafta içi canım Sonat'la buluştuk. Ankara'ya dönmeden bir araya gelmek istiyoruz. Bana bütün yaz kitap verdi, sayesinde çok güzel kitaplar okudum. Neler seyrettiysek paylaştık birbirimizle, yaz gecelerinde de bir araya geldik hatta bir arkadaşla da tanıştı. Bu buluşmaları uzun kış aylarında çok özleyeceğim.
Kütüphaneden üç kitap aldım. Sartre çok severim tekrar okumak istedim. Duvar öyküsü öyle etkileyicidir ki yıllarca anlatmak istediği o varoluş acısını tüm şiddetiyle hissedersiniz. Bir de İskandinav edebiyatından okumadığım bir yazarı alıp okudum. Matias Faldbakken'in Beş Kişiyiz adlı romanı baştan oldukça akıcı geçti ama sonradan fantastik olayların eklenmesiyle ilgimi kaybettim. Bu iskandinav ülkelerinin özelliği galiba troller, garip yaratıklar falan. Hep farklı bir bilinçaltıları var gibi geliyor.
Diğer kitabı da okumaya başladım ama neredeyse 600 sayfa ne zaman biter bilmiyorum.
Bu hafta da böylece kapandı. Sevgili dostlar, kendinize iyi bakın!
Her gün aradığım türden iyi işi bulmak. Gece açık havada uyumak. Besseggen dağına tırmanmak, Bir filmde ya da ulusal tiyatroda rol almak.
Piyangoda milyon kazanmak. Faydalı işler yapmak.
ve sevilmek istiyorum...
Minik kuşum yuvadan uçmak üzerre. Kızım 6 yaşındayken bu blogu açtım, yıllarca yazdım, Pelin blogta büyüdü sayılır. Özellikle çocukken sık sık onu anlatıyordum, yaptıklarmızı çokca paylaşıyordum, sonrasında büyüdü genç kız oldu ona dair yazılarım azaldı. Büyüdükçe benden bağımsızlaşmaya, kopmaya başladı. Özellikle liseden itibaren bu kopuş hızlandı ve bu benim için sancılı oldu her ne kadar bu sürecin normal olduğunu bilsem bile.
Kopuş dediğim kendi sevdiklerini artık bizsiz yapmak istemesiydi. Daha çok özgür olmak istiyor, onu kontrol altında tutmamdan nefret ediyordu ki hala da böyle. Ah biz anneler! Ne kadar öngörülü, eğitimli olsak da duygularımızın önüne geçemiyoruz. Yani benim gibiler böyle belki de. Küçükken daha kolaydı hayatını yönetmek, şimdi onun alanına saygı göstermem gerek, ayakları üzerinde durması için artık kollarını serbest bırakmam gerek. Tamam biliyorum böyle olması lazım ama kafamda her türlü paranoya fikirle bunu yapmaya çalışmakta ne zormuş.
Artık evden ayrılmanın zamanı geldi çünkü başka bir şehre üniversiteye gidecek. Onsuz gecelerimiz, günlerimiz olacak artık off kalbim sıkışıyor ama böyle olması lazım.
Cumartesi günü üniversite okuyacağı şehre doğru yola çıktık. Tüm gün yurt aradık. Hiç bir şey tam istediğiniz gibi olmuyor tabi, bulduk yine de. Ne yazık ki yurt, apart işleri de sektör olmuş, kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor.
Yurt aramalarına ara verdiğimizde ailece güzel saatler geçirdik, sohbetimize umutlarımız eşlik etti. İstanbul'un deli kalabalığını gençler seviyor, kızımda heyecanlı. Ama bizden geçmiş, istediği kadar güzel olsun bu şehir bunca kalabalık beni boğuyor. Akşama kadar ayaklarımıza kara sular indi, işlerimizi kısmen halledip eve döndük. Allahtan Kocaeli yakın, uzak diyarlarda bu işler çok daha zor.
Sonrasında pazartesiyle birlikte işe devam. Okul günleri güzel geçiyor, yeni kitaplar geldi sınıfa. Çocuklara her gün mutlaka bir kitap okuyorum. Okurken mutlaka sorular soruyorum, kitap hakkında konuşuyoruz. Bu kitapta ki bir ayrıntıyı çok sevdim. Baba algısı! Bakınız şuna.
Benim çocuklarla güzel havanın keyfini çıkarıyoruz okulda...
Bu hafta iki güzel kitap okudum. Beşir Ayvazoğlu'nu severim. Bu kitabını okumamıştım, kütüphane de bulunca hemen aldım. Enis Batur zaten en beğendiğim yazarlardan. Gölyazı kenarında kurulan yazar evi günlerini kendine has uslübuyla anlatmış, her zaman ki gibi bayıldım.
Live to 100 belgeselini seyrettiyseniz bilirsiniz uzun yaşamanın sırlarından biri sevdiklerinle vakit geçirmek, onlarla görüşmek, sohbet etmek, dertleşmek. Bu hafta canım Sonat'la ve bir arkadaşımla uzun uzun oturduk.
Okul çıkışında bir gün de kuzenlerle pastalı börekli ev oturması yaptık, çok iyi geldi bunlar bana.
Roy Andersson filmleri seyrettiniz mi hiç? Ben İnsanları Seyreden Güvercin, Sonsuzluğa Dair, İkinci Kattan Şarkılar filmlerini seyretmiştim. Bu sefer de A swedish Love Story seyrettim. Yönetmenin kendine has bir dili var, fil onun ilk filmi 1970 yılında çeklimiş.
Bu hafta çok tatlı bir süpriz posta geldi bana. Sevgili Alkım'ı bilenler, hatırlayanlar var mı blog dünyasında. Yıllar önce blog arkadaşlığımız instagramda da devam ediyor. Ne yazık ki artık bloguna devam etmiyor. Aslında Nezleli Karga'da öyle güzel yazıyordu ki onun devam etmemesiyle çok severek okuduğum bir blog daha sona erdi. Yeni bir öykü kitabı çıkararak imzalayarak bana göndermiş, nasıl duygulandım. Onca tanıdığı insan arasında beni de özerkleştirdiği için çok mutlu oldum.
Alkım yıllar önce TRT'ye bloglarla ilgili 6 bölümlük belgesel yapmıştı. Çok çok güzel bir belgesel, siz blogçularında seveceğine eminim.
Bir cuma daha gelmiş, haftasonu tatiline girmek üzereyken herkese iyi dileklerimi gönderiyorum!
Her şeyden biraz kalır diyor ya Turgut Uyar ne yaşarsak yaşayalım gerçekten de böyle.
diyor birileri, çoğulluk haklılıktır. kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı. insanda biraz mutluluk..."
Bir haftanın sonundan her duygudan azar azar kaldı. Okulların açılmasıyla yoğun işlerin içinde bulduk kendimizi. Yaz tatilinin getirdiği rehaveti havanın sıcaklığı yüzünden tam atamıyoruz. Yavaş yavaş işler yoluna girmeye başladı gerçi kendi açımdan. Diğer öğretmen arkadaşımın tayini çıktı gitti ne yazık ki. Beni tatil dönüşü gören veliler şaşırdı tabi ki çünkü onlar da emekli olduğumu sanıyordu. Giden arkadaşımın yerine erkek öğretmen geldi ve bir çok işin içinde buldu kendini. Allah yardımcısı olsun başı baya bir kalabalık.
Benim çocuklar bu sene bir yaş daha küçük. Bu yüzden daha fazla emek istiyorlar. İlk gün resmi yaptılar, tarihini attım sonra ki aylarda gelişimi görmek için. Hava güzel olunca okulumuzun bahçesinde, ceviz ağacının altında çalışmalarımızı yaptık. Yeni okulöncesi programında açık havayı kullanma arttı. Biz şanslıyız, bahçemiz sakin ve güzel.
Okulumuza yeni bir çocuk geldi. Babasıyla annesi ayrılmış. 4 kardeşler; bire başlayan bu çocuk, ondan küçük 4 yaşında kız kardeşi, iki de liseye giden ablası var. Anne babası ayrılınca baba tüm çocukları yanına alıyor çünkü anne yeniden evleniyor. Yeni damat çocukları istemiyor bu yüzden hepsi babaanneye gidiyor. Öyle üzüldüm ki bu olanları duyunca. Ablalar dahil tüm çocuklar çok mahsundu. Anne olup terk edilmek kadar bu hayatta insan yaşamını kötü etkileyecek çok az şey vardır herhalde.
Bizim okula başlayan çocukla da resim yaptık ilk kez. Diğer çocuklardan farklı, ayrıntılı düşünüp resim yaptığını farkettim. Ne yaptığını sorunca. büyük bir çimenlik ve mantarlar yaptı. Güneş çok büyük olmalı dedi bir de :)
Chagall'ın kendi yazdığı hayat hikayesini okudum. Ne çileli bir yaşam; çok çocuklu ailede süren çocukluk, savaş yılları, okulda ki başarısızlıkları, resimle tanışması , bu yolda ilerlemek için şehirler değiştirme, sanat içinde hayat sürme çabaları.. Ne zorluk yaşıyor bu insanlar dedirten, zorluklar büyük insanları doğuruyor önergesini haklı çıkaran bir kitap.
Bir filmden de bahsetmek istiyorum; özellikle orta yaşa gelmiş, kariyer yapmış, belli bir kültür birikimi içinde ki -biz benzer kadınların çok seveceği film bu. Mia Hansen Love çok sevdiğim bir yönetmen oldu. Bergman Adasından farkedip Güzel Bir Sabah'la perçinlenen beğenim Gelecek Günler'le devam ediyor. 60'lı yaşlarında ki felsefe öğretmeni Nataliyi İsabelle Hubbert mükemmel oynuyor. Natali akademeik kariyerinin doruğundayken bir taraftan iyice yaşlanan annesinin sorunlarıyla uğraşıyor. Diğer yandan 25 yıllık evliliğinin rutinliğini kanıksamış şekilde yaşıyor, bir fare çmberinde dönüp duruyordur. Hepimizin bildik duyguları, yaşantıları aslında bu. Coğrafya farketmiyor hep aynı yazgı kadınlarda..
Eylül demek yaz tatilinden dönen öğretmen arkadaşlarımın evlerine dönmesi demek. Bu ay bir arkadaşımızın hem doğumgünü ayı. Onun 45. yaşını kutladık hep beraber. Şöyle bir italyan sofrası hazırlayalım dedik. Hava da güzeldi, okul sonrası buluşup masamızı hazırladık.
Güzel bir masanın etrafında sohbet muhabbet harikaydı..
Adımıza özel hazırlanmış hediyeler...
Yemek sonrası leziz bir tiramisu..
Güzel geçen bir haftayı da arkamızda bıraktık. Cumartesi gününe bakan bu çalışma günümüz çok tatlı çünkü yarın tatil. İşe başlayınca haftasonunu iple çeker olduk. Neyse ki sağlık ve güzellikle geçiyor günler. Bunca yaşanan felaketleri sonradan öğreniyorum çünkü tv seyretmiyorum, haber takip etmiyorum. Yine de bir şekilde öğreniyorum. Yüreğim de kocaman bir kaya oturmuş gibi oluyor her seferinde. Yaşanan mutluluklarımız hep utanca bürünüyor. Dünya böyle bir yer işte..
Geçen hafta cuma yazımı yazdıktan sonra blog dünyasına giremedim zira okulların açılmasıyla kendimi yoğun işlerin içinde buldum. Her ne kadar yarım gün olmasına rağmen toplantılar, yeni öğrenciler ve veliler, sınıf temizlikleri, çocukların okula alışma çalışmaları derken bir hafta geçti. Okullara hizmetli verilmesi geciktiğinden temizliği velilerle birlikte yaptık. Okula pazartesi gittiğimde daha kimse gelmemişti, bahçe de dolaştım ,etrafa baktım. Haziranda bıraktığımız bahçenin yerinde yeller esiyordu tabi ki. Otlar her yeri sarmış, ağaçlar yapraklarını dökmüş, çocuklar bol bol çöp atmış, şişe kırmışlar. Bir kovanın yarısına kadar su dolmuş, içine de bir kirpi yavrusu düşmüştü. Hemen kovayı yana devirdim, sular boşaldıktan sonra korkmuş ve ıslanmış kirpi yavrusu titreye titreye çıktı içinden. Allahtan her tarafta kuru yapraklar vardı, çabalaya çabalaya içine girdi. Bir saat sonra iyice kurumuştu.
Cahit Zarifoğlu'nun şu paragrafını beğendiğimden not etmiştim, tekrar okudum ;
''Fakat insanlara tavsiyem şudur ki, nasıl “zenginin parası, parasızın çenesini yorarsa”, başkalarının mutlu görünümü, insanı kendi mutlu olma imkanını, kabiliyetini görmekten alıkoymamalı. Filmler, resimler birer hayaldir. Başka insanların dış görünümleri de bizi aldatmasın. İnsan kendi mutlu olma imkanını görebilmeli. Mutluluksa filmlerin, romanların içinde değil, kendi yaşadığımız basit hayatın içindedir. Ve önemli olan yaşanılan “an”dır. Onu ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir. Yoksa deniz kenarında fotoğrafçılar tarafından düzenlenmiş bir mutluluk tablosu sahtedir ve bazı saf kimselerin duygularını istismar etmekten başka bir şey ifade etmez. Acaba anlatabiliyor muyum?
Mutluluk ve huzur bana göre de bunlarda. Aileyle yapılan kahvaltı, etrafta ki yeşillik, rüzgar, gökyüzü halleri, sağlıkla aldığımız her nefes, daha binlerce şey. Önemli olan bunları görmek, minnet duymak, şükretmek, dünyaya bir şeyler verebilmek..
Ailemle geçirdiğim anlar en en değerli zamanlarım. Annem ve babam hayattalar, sık sık onlara gidip vakit geçiriyoruz, planlarımızın içine dahil ediyoruz.
Ben iyi olsam ne olur demeyelim, yapılan bir iyiliğin bir çok güzel yola açılacağını, bir çok insana değeceğine inanıyorum. Hiç bir şey yapamıyorsan gülümse karşındakine, selam ver hatta. Şaşırsa bile etkisi büyük olacaktır. Senin güleryüzün iyi hissettirecektir çevrendekilerini. Gülümsemek sadakadır diyen Peygamberimize sonsuz selam ile..
Cemil Meriç'in zamana dair yazdıkları vardır, şöyle;
''Günler senden birer parça götüren haramiler, kırk haramiler, kırk bin haramiler. Günler Şam yeli, sen çöl, sen kumdan bir tepecik. Günler yaramaz birer çocuk, sen çerden çöpten kurdukları bir evcik… Günler geçiyorlar, geçtiler… Her biri bir parçanı kopardı, koparacak…''
Günlerin bu kadar hızlı geçişine hayreti bıraktığım çok oldu. Sürüklenip gittiğimi iliklerime kadar hissetmediğim saat yok. Belki diyorum yapmaya çalıştığım bu kadar çok iş, belki de, zamana direnme. Bir gün gelecek tamamiyle dünyaya tepkisizde kalacağım diye bir düşünce de yok değil zihnimin diplerinde. Bu yüzden çok çok okuyorum. Okumadığım bir gün yok. Yaşama asılmanın en güçlü eylemlerinden biri okumak benim için.
Hafta boyunca okuduklarım ve okumaya devam ettiklerim.
One fine Morning seyrettim, etkilendim tabi ki. Bilmediğimiz şeylerden bahsetmiyordu ama insana dokunan tarafları çoktu. Profesör babası elden ayaktan düşünce yaşlı bakım evine yatıran kızı, birinci eşi, ikinci eşi eşyalarını hemen elden çıkarmaya başlıyorlar, aralarında paylaşıyorlar. Duvardan duvara kitaplarını almak isteyen çıkmıyor ama. Hatta atmaktan bahsediyorlar. Yıllardır kitap alan, biriktiren ve onlara gözü gibi bakan biri olarak içime oturan bir sahneydi bu. Ben de çok düşünürüm eğer ölüp gidersem bir gün, bunca kitap ne olacak diye. Sizin bu kadar önem verdiğiniz bir şeyi koruyacak insan varsa etrafınızda çok şanslısınızdır. Gözünüz arkada kalmayacaktır. Ama gözlemlediğim kadarıyla sizle aynı dili konuşan ev ahalisinin olması düşük bir ihtimal.
Neyse ki kızının aklına babasının öğrencilerine vermek geliyor kitapları. Onlara verirken de şöyle diyor;
'' Babamın kitaplığının yok olmamasına sevindim. Kitaplarının yanında, babama daha yakınım. Bakımevindeki kişinin aksine kitaplığı daha çok şey anlatıyor. Ruhunun cisimlenmiş hali gibi. Ve bu kitapları o seçti. Bu kitaplar aracılığıyla kişiliği kendini anlatıyor. Her biri ayrı renk. Hepsi birlikte onun portresini oluşturuyor.''
Kendi alıp evine götürmüyor ne yazık ki ama böyle de faydalı bir iş yapıyor. Kitap kurdu her ebeveynin en büyük isteği bir miras gibi bunu çocuğuna devretmesi. Hayat ne yazık ki isteklerimizin tam tersini veriyor bize genelde. Kızıma devretmek isterdim ama şimdi ki haline bakınca umutsuzum.
Dün bağ evine gidip annemle domates suyu yaptık. 15 kilo domates ve 4 kilo kırmızı biber kesilip pişirilip kavanozlandı. Umarım bozulan olmaz. Dün çok yorulduk bunları yaparken. Bugün biraz kitap, biraz dergi, biraz blog derken akşam oldu bile. Haftasonumuzda bitti arkadaşlar!
Ben yarın sabah okul yolunda olacağım kısmetse. Anlık paylaşımlar instagramdan yapıyorum bazen. Gelin buradayım
2023 yılının eylülü başladı. Zaman ne tuhaf bir şey; bizi yaşatıyor, aldatıyor, hapsediyor, kafamızı karıştıryor. Anlamaya çalışıyoruz ama yetersiz kalıyoruz belki de ben böyle hissediyorum. Elli kez eylülü yaşamama rağmen tüm rutinliğine, özelliklerine bıkmadan umutla bağlıyım. Yazın gelmesini ne çok istiyorduk soğuk ve yağışlı geçen haziranda. Daha iki ay önce ah bir yaz gelse, güneşe doysak diyorduk ama aşırı nem ve sıcaklık anında bezdirdi bizi. Sonbahar habercisi eylüle bir ümit sarılıyoruz. Dün 1 eylüldü ve bizim burada uzun bir aradan sonra şakır şakır yağmur yağdı. Ortalık iyice yıkanıp pırıl pırıl oldu. Yazın bu koyu sıcaklığı her şeyimi engelledi. Hiç bir hobimi yapamadım, dışarı çıkmak bile istemedim, arabayla bir yere gitmek nasıl işkence gibiydi -ki bunu da yapmadım zaten.
Eylül aslında tam yaz tatili yapma zamanı. Bir hafta sonra çoluk çocuk okula gidecek, insanlar evlerine dönecek, sahiller yarıyarıya boşalacak. En büyük hayalim bu zamanlarda yolculuğa çıkmaktı, emeklilik iptaliyle bu da bitti.Neyse yapacak bir şey yok , bakalım daha kaç yıl daha çalışırım..
Evde ki rutinler hep aynı. Cuma günleri bizim buranın pazarı. Böyle olunca en büyük heyecanımız sabah erken saatlerinde pazara gitmek oldu. Allahım ne hallere geldim diye de bir tarafımda bir yandan kendine gülüyor :)
Yılın ilk güz kabağını pazarda bulma sevinci bu yılda var şükür :)
Bahçeme dolu kabak tohumu ekmiştim, süs kabağı su sever sulamazsan hemen kurur. Devamlı suladım ama çiçek verdikten sonra kabağa dönmedi, hep döküldü. Uzun uzun her yeri sardı ama iki tane kabak çıktı, onlara da gözüm gibi bakıyorum.
Yeni evimize geçiş yapamadık henüz. Kızımı okula yerleştirip evde ki kalış zamanımızı ayarlamamız lazım. Bakalım okulun yurdu çıkacak mı? Çıkmazsa ne yapacağımızı bilmiyorum, zorlu bir zamana gireceğiz. Şu Beykoz bölgesini bilen birine de rastlamadık, orada okuyan çocuklar genelde evlerde kalıyorlarmış ama daha ilk yıldan tanımadığı insanlarla eve çıkmasını da istemiyorum Pelin'in..
Bağ evimizde gidip günü geçirdiğimiz zamanlar oluyor. Ağaçların altında, sessizlikte oturmak kitap okumak çok güzel. Hatta kitap okurken taş sedirime yatıyorum , dalları ve gökyüzünü seyrediyorum uzun uzun. Yılan falan da gelir diye de korkuyorum bir taraftan.
Bahçede ki naneleri kurutmuştum, onları da kavanozlara doldurdum.
Hafta içi arkadaşlar, kuzenler bahçemde buluştuk ve gece yarılarına kadar süren sohbetler yaptık. Hatta günlerdir başım ağrıyordu; şu basınçlı beyin ağrılarından. İlaçta alsam geçmeyen. Onlar geldiğinde de sürüyordu ama ilerleyen saatler de ağrı kesicinin kesmediği ağrım ortamın enerjisinden azaldı resmen. Bu insanın sevdikleriyle geçirdiği zamanlar gerçekten şifalı. Artık beni huzursuz ve mutsuz eden insanlarla görüşmüyorum zaten. Bu yıllardır böyle. Ama bana iyi gelen ne çok sevdiğim var diye de düşünüyorum. Onlara güzel yaz pastaları yapmak en sevdiğim..
Sevgili Sonat bana kitap vermeye devam ediyor; ben de onları okuyorum. Kasabamızda yeni açılan kütüphaneyi de keşfettim. Sıfır, el değmemiş kitaplar okunmayı bekliyor..
Bir şeyler seyretme yaz günlerinde çok zor oluyor benim için. Ama yine de güzel iki film seyrettim. Biri Bergman'ın seyretmediğim belgeseliydi, nasıl keyifle seyrettim. Bunda bile gözlerim buğulandı, bir zamanlar Bergman varmış bu dünya da. Liv Ullmann belgeseli de çıkmış Road Less diye nasıl merak ediyorum onu da. İnternete düşse de seyretsek. Şimdi 84 yaşında ki haliyle kalbim acıyor nedense. Bergman'la ikisinin kızı Linn Ulmann'ın kitabını okuyunca kafam iyice allak bullak olmuştu. Okumadıysanız mutlaka!
Şöyle bir şey var; ben nereye gitsem kitap okurum. Telefonu alıp bakanlardan değilim. İnternetim dışarı da kapalıdır. Beklediğim bir zaman dilimi varsa mutlaka birşeyler okurum ya da yolculuk yapıyor yoldaysam. Geçen gün kuaföre gittiğimde de kitabımı açıp bol bol konuşan kadınlar arasında kitabımı okumaya çalıştım. Böyle zaman ve yerlerde benim gbi okuyana hiç rastlamıyorum okuyan. Binde bir çıkıyor ve ben bile buna çok şaşırıyorum. Artık böyle rastladığım biri olursa ona yaptığım ayraçlardan hediye ediyorum :)
Balkonumdan..
Yazımı Peygamberimizin bir duasıyla bitiriyorum;
”Allahım! Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar da onları devamlı kıl.”