29 Ocak 2019 Salı

Taşları Yemek Yasak

                       Harika bir İsmet Özel kitabı okudum. Yurdumuzun en büyük aydınlarından biri bence. Tüm kitaplarını satır satır, iyice anlamaya çalışarak, özümseyerek okumaya niyetliyim. Taşları Yemek Yasak kitabının sonunda bu adı niye verdiğini yazmış yazar. Tüm kitap boyunca inancımı, imanımı sorguladım, düşündüm düşündüm. Alıntı yaparak Taşları yemek yasak ne anlama geliyor açıklamak istiyorum. Çünkü aşağıda ki bölüm kitabın son bölümünde ki yazı.


               '' Ormanın derinliklerinde yürümekte olan bir avcı ağaçlardan biri üzerinde bir levha görmüş. Levhanın üzerinde şu sözler yazılıymış: “Taşları Yemek Yasaktır !” Bu alışılmadık uyarı karşısında avcı meraka kapılmış. Levhanın asılı olduğu ağacın önündeki ayak izlerini takip etmeye başlamış ve izlediği yol onu bir mağaraya götürmüş. Mağaranın ağzında bir derviş oturmaktaymış ve avcı yeterince yaklaştığında konuşmaya başlamış: -Zihnine takılan soruyu biliyorum. Şimdiye kadar taşları yemeyi yasaklayan bir uyarı levhası hiç görmedin, çünkü insanların taş yemeye zaten ihtiyaçları yok. İnsanları zaten yapmaya eğilimleri olmayan bir konuda uyarmak niye ? İnsanlar arasında taş yeme adeti yoktur, onlara yapmayacakları şeyi yapma demenin ne anlamı var ? Ancak şuna dikkat et: İnsanlar arasında adet haline gelmiş öyle davranışlar, öyle alışkanlıklar vardır ki, bunlar insan için tıpkı taş yemek gibidir. Eğer zararı bakımından düşünürsen taş yemekten daha çok zarar veren işlerdir bunlar. Bunlar taş yemek kadar budalaca, insanın öz niteliklerine yabancı tutum ve davranışlardır.Eğer insanlar acınacak haldeyse,insanlar arasında zulüm, haksızlık, merhametsizlik, yozlaşma ve ihanet hüküm sürüyorsa bunun sebebi; insanların sanki yermişcesine yedikleri bunca nesneden, taş yemeye mümasil ( benzeyen) tavırlardan doğmaktadır. Senin levhayı gördüğün yerde bir pınar olmuş olsaydı ve ben oraya “Su Zehirlidir” yazsaydım sen bunu manalı bir söz sayacak, yerinde bir uyarı kabul edecektin. Büyük bir ihtimalle de benim ayak izlerimi takip edip buraya gelmeyecektin. Çünkü yasaklanan şey aklına uygun gelecekti. Gerçekte suyun zehirli olduğunu yazan insanın emrine uymuş olacaktın.
                      Kendi aklına uyduğunu sanarak benim keyfime uygun davranmış olacaktın. Ama orada taş yemeyi yasaklayan bir levha gördün ve acaba bunun hikmeti nedir diye kendine bir yol açtın. Ben de sana gerçekte insanların yaptıkları birçok işte taş yemeye benzer davranışlar gösterdiğini ve aslına bakılırsa taş yediklerini söyledim. Eğer söylediklerimi anladıysan aramızda hakikatin bir parçası tecelli etti. İşte Allah’ın insanlar için gönderdiği emir ve nehiyler (yasaklar) böyledir. İnsan ancak bu emir ve nehiylerle hakikatin nasıl tecelli edebileceğini öğrenebilir.Eğer Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeylerle ilk karşılaşan insan bunu tabî karşılarsa, aklına uygun bulursa bu emir ve nehiylerden hiçbir şey öğrenemez. Ama bazı izleri takip edip bu emir ve nehiylerin nelere tekabül ettiğini öğrenebilirse hakikate varabilir.
                İnsanın taş yemeye ihtiyacı yok diyorsun. Öyleyse şunu düşün: İnsanın ihtiyacı olandan fazlasını elinde tutması kendisi için taş gibidir. Bu yalnız mallar, servet, güç gibi nesnelerde geçerli değil. Merhamet, şefkat, tevazu gibi şeyler için de böyle. Bilgi için de böyle. Eğer herhangi bir şey insanların istifadesine açıksa ancak istifade edildiği kadar o “şey” olur. O şeyden istifade edilmezse artık o taştır ve gerçekten onu istifadeye konu etmeksizin kullananlar taş yemiş olurlar. Sana yaramıyorsa bırak başkasına yarasın. Sana yaramadığı halde sende olan hem senin hem başkasının aleyhinedir. Taşları yeme, taşları yemek yasak.''


23 Ocak 2019 Çarşamba

Filmler, Belgeseller ve Ev Halleri

                       Okullar kapandı, tatil başladı ve biz ilk defa tatilde ev de oturmaya, hiç bir yere gitmemeye karar verdik. Neredeyse beş gündür bir şey yapmadan ev de oturuyoruz. Niye mi böyle? Yurt dışına gitsek euro, dolar malum , bu hakkımızı kısmetse yaza kullanalım dedik. Yurt içi gitmediğimiz Doğu ve Güeydoğuda bazı şehirler kaldı, e onlara da bu karda kışta gitmeye hiç hevesim yok. Kar istesek yakın çevrede Kartepe ve Uludağ var. Onlarda malum sömestr tatili, çoluk çocuk herkes orada. Artık kalabalık yerleri hiç istemiyorum. Yani anlayacağınız kendimizi kapattık eve. Çokta memnunuz, daha canım sıkılmadı bu durumdan. 
                       Biz de bol bol film seyrediyoruz evde. Kitap, dergi okuyoruz, tv de sevdiğimiz programları açık tutuyoruz tüm gün. Sanki karı koca emekliyiz ve ömrümüzün geri kalan yıllarını yaşıyoruz. Bir kaç yıl sonra böyle olacak kısmetse. Ve bir şey yapmadan  sıkılmadan aylarca oturabiliriz gibi geliyor. Seyrettiğimiz bir kaç belgeselle vay be ne ilginç olaylar oluyor şu dünyada dedik. Bunlardan ilki Röntgenci..

                           


                           Gerald Foos adında bir adam Colarado eyaletinde Monar House adında bir motel alıyor. Odalardan birinde uzun süren tamiratlar sonucu gözetleme yeri yapıyor. Sonra da müşterileri bekliyor. Gelen müşterileri uzun yıllar odanın tavanında bulunan havalandırma boşluğundan seyrediyor. Kim ne yaptıysa kayıt tutuyor. Sonra 80 yaşlarına gelince kendi gibi yaşlı gazeteci Gay Talese'i bulup ona yaptıklarını anlatıyor.
                   Bu bana daha önce seyrettiğim Peeping Tom'u hatırlattı. Michael Powell'ın yönettiği 1960 yapımı film dönemin gerilim filmlerinden..

                                

                        İlginç belgesellerden biri de First contact lost tribe of the Amazon..2016 yılı yapımı 50 dakikalık bu belgeselde çok ilginç. Dünya da keşfedilmemiş bir yer, insan topluluğu var mıdır diye sorulsa yok deriz herhalde. Ama varmış.  35 kişilik Sapanawa kabilesini bu belgesel de gördüm. Brezilya da ki vahşi doğa da saklanarak yaşayan insanlardan dördü uzun zaman yağan yağmurlardan ateş yakamadıklarından aç kalıyorlar ve yakınlarında ki köye bir şeyler almak için inince keşfediliyorlar. Dilleri, görünümleri, hareketleri çok değişik ve yabaniler. Hayretle seyrettiğimiz bu belgeselden bir diğerine geçiyorum.

                              first contact lost tribe of the amazon ile ilgili görsel sonucu

                                    Bu seyrettiğimiz belgesel de Mormonlar hakkında. Daha önce Mormonları duymuş muydunuz ? Belgeselin adı  3 Kadın 1 Erkek.. Dört bölümden oluşan belgesel Utah Eyaletinin Rockland Ranch'te yaşayan Mormonların bir yılını gösteriyor. 2017 yapımı belgesel  büyük bir kayanın dibinde evler yapmış insanların dini inançları gereği birden fazla kadınla evlenip yaşamlarını konu ediyor. Belgesel 4 bölüm. Farklı erkekler ve evli oldukları kadınlar arasında ki ilişkiyi seyredip nasıl olur da kadınlar bunu kabul edebiliyor diye uzun uzun düşünüyorsunuz , bitene kadar da sorunuza cevap arıyorsunuz.
                          Belgesellerden başka bir de Bookshop filmini seyrettim. Konu olarak benzerleri çok ama kitap kurduysanız bir de güzel ve sakin kasaba da çekilmiş kasabaları seviyorsanız keyifle bu filmi de seyredersınız.  

                                           bookshop filmi ile ilgili görsel sonucu


                                     Ellili yılların İngilteresinde geçen film de bir kitapçı dükkanı açan kadının yaşadıklarına şahit oluyoruz. Dediğim gibi konuyu anlamadan etrafa, raflarda ki sıra sıra kitaplara bakmak bile insanı rahatlattırıyor.
Şu 4 güne baya bir film sığdırmışız, ilerleyen günler de neler seyrederiz bilmem ama önerilerinizi de alabilirim. 







18 Ocak 2019 Cuma

Mutlu Cuma

                                            Herkese mutlu, huzurlu, ışıl ışıl bir cuma dileyerek başlıyorum bu güne. Biz öğretmenler ve öğrenciler için ayrıca güzel bir gün çünkü on beş günlük tatile çıkıyoruz. Bu kış tatilinde hiç bir yere gitmeyerek tamamen evde oturarak geçireceğimiz günlerimiz olacak. Bunun için sabırsızlanıyorum. Sabahtan temizliğe gelen bayan gelerek tüm tül ve perdelerimi yıkayacak, evi süpürüp silecek ve bana tertemiz bir ev bırakacak . Bunu bile düşününce çok mutlu oluyorum. 
Öğlene doğru karneleri vereceğiz, öğrencilerimizle vedalaşacağız. Dün küçük bir karne partisi yaptık benim miniklerle. Neredeyse koskoca dört ay bir çırpıda geçip gitti. Kısmetse yaz tatili de böyle gelecek. 
Bu hafta da oldukça yoğun geçti. Kısa kısa neler yaptık , neler şükran oldum yazacağım ama en başta ailem, aile büyüklerimizin sağlığı, bizle olan birlikteliği için sonsuz şükür etek istiyorum . Şükrettikçe ya da bunun farkında oldukça olumlamış olduğumu hissediyorum yaşamı. Güzellikleri böyle etrafıma çağırdığıma inanıyorum çünkü. 


Bu hafta en yakın arkadaşımızın doğum günüydü, o ve diğer arkadaşlarıma sahip olduğum için, 


Tek tek çarpı yapa yapa oluşan örtümün güzelliğine,


Hayatta en çok sevdiğim okuma saatlerime,


Sabahları çocukluğumdan beri değişmeyen ekmek fırınından kepekli ekmek almaya, 


Anne evine ansızın yapılan sabah baskınında hemen hazırlanan kahvaltıya,


Blog arkadaşlarımdan en özeli Macerakitabım Özlem'den gelen süprize,


Sımsıcak dostlu kahve saatlerine,


Buz gibi havanın güneşle birleştiği günlerde deniz kenarında yapılan yürüyüşlere,


Mandala çizdiğim saksıların sonucuna baktığı anlara,


Okulda içilen sabah çaylarına,


Renklerin içinde kaybolduğum örgü saatlerine,


Evimin en sevdiğim köşelerine,


Farklı arkadaş buluşmalarına, içilen kahvelere ve çaylara sonsuz şükür ediyorum. Hayat farkında olmakla, şükretmek, paylaşmak, güzellikleri göstermekle çekilir hale geliyor bence. Yoksa can sıkıcı o kadar çok şey var ki..
Hayat iyiye yönelmekle güzel olacaktır, herkese hayırlı cumalar..






















14 Ocak 2019 Pazartesi

En Uzun Yoldur İnsanın İçi *


Soğuk havanın insana huzur veren tarafı var. Dünyaya sakinlik çökmeye başlar, hayat durgunlaşır. Kuşlar etrafta fazla gözükmez yalnızca kargalar büyük gruplar halinde çığlık çığlığa uçuşurlar . Ağaçlar son yapraklarını da dallarından bırakmışlardır. Rüzgar esmiyorsa zaman donmuş gibidir. En sevdiğim şeydir bu hava da uzun uzun yürümek. Soğuk diye işi gücü olmayan dışında kimse yoktur sokaklarda. Yazın kalabalık olan sahil şeridi terk edilmiştir. Sessiz yürüyüşlerin zamanı gelmiştir.


                                                  Sırtını dünyaya dön
                                                  kendin kadar yürü
                                                  sonra yönünü dünyaya dön,
                                                     aradaki mesafe yabancılıktır 
 diyen Cahit Zarifoğlu'nu anlamaya çalışırım. Bu havada yapılan yürüyüşte çıkar yabancılaşmanın mahiyeti ortaya. Daha çok kendinizle olursunuz, daha çok düşünürsünüz..


Bir de deniz kenarındaysanız böyle, içiniz uçsuz bucaksız  yalnızlıkla dolar. Mutlu musunuz yoksa mutsuz mu karar veremezsiniz. Çevrede ki durgunluk içinize işlemiştir, düşünceleriniz donmuştur. 

                         ''Ah şu yalnızlık kemik gibi, ne yana dönsen batar! ''

diyen  yine Zarifoğlu. Yine de seçilmiş yalnızlıksa yaşadığım, memnun olurum içten içe. İş güç, hayatın içinde ki insan kalabalıkları, girmek zorunda olduğum toplum katmanlarını bırakmak ne iyi geliyor şu anlarda. 
                    Bir zamanlar Anadolunun bir kasabasında çiçeği burnunda öğretmenken aklımı kaçıracakmışım gibi gelirdi. Çok yalnızdım,çevre de benim gibi öğretmen arkadaşlarım vrdı elbette. Uzun yıllar Ankara gibi bir büyükşehir de üniversite de okumak, yaşın getirdiği hareketlilik, geniş arkadaş çevresi, okul ayrı kalabalık yurt ayrı kendi kendine istemesende kalamama hali sonucu daha 22 yaşlarında atandığın bu kasaba da tek başına kalınca ne olduğumu şaşırmıştım. Çok üzülüyordum. Ankara'ya arada giderdim , Kızılay meydanına gider o akan insan selinin ortasında dururdum hareket etmeden. Ne iyi gelirdi o kalabalık..


Nerden nereye diyorum. Şimdi köşe bucak kaçıyorum kalabalıktan, insanlardan. Daha fazla evdeyim, daha az ilişki kuruyorum. İçimde ki yolda yürüdüğümü hissediyorum. Beni besleyen kaynaklar var. Medyayla karşı karşıya kalan insanın yalanlarla dolu olduğunu söylüyordu bazı insanlar dün gece ki programda. Şu blogta bile süslediğimi düşünüyorum mevcut durumumu. Kendi gerçekliğimizi olduğu gibi yansıtma, düşünme,  ahlaki yetkinlik,huzur duyma, olanı kabullenme peşindeyim.  
Şairin dediği yoldayım ve bu çok uzun..


*Cahit Zarifoğlu




















11 Ocak 2019 Cuma

Tatlı Cuma

                           Şu cumayı ne çok seviyorum. Ne de hızlı geliyor ve bir o kadar da gidiyor. Bir hafta boyunca neler yaptım anlatacağım az sonra. Yeni bir yıla başladık hatta on gün de geçti. Bu on gün sıkıntılıydı bizim için. Pelin'in son sınavları, sözlüleri, ödevleri derken strese ben daha çok girdim. Sağolsun kızım rahattır, başında durmasam çokta çalşmaz ama şükür çalışmalarımızın karşılığını aldık, notları yükselttik. Lisenin ilk yılı bu sene, gerçeklerle yüzleşiyoruz. Dersler dolu  ve zor, öğretmenlerin notları kıt, sınavlar alıştıkları test sistemi değil. Neyse ki atlattık sayılır ilk dönemi.


Her işe giden gibi sabahın köründe çıktık  yollara Ben şanslıyım üstelik, sekizi on geçe yollara dökülüyorum. Günlerden bir gün gökyüzü böyleydi. Bir hafta boyunca dört mevsimi yaşadık zaten.


Sisli ve soğuk gün oldu..


Kar yağdı çalıştığım köyde, çok sevindik çoluk çocuk..


Derse başlamadan kartopu oynadık sonra sobanın yanında ısındık, eldivenlerimizi kuruttuk..



Öğrenciler kardan adamlar yaptılar.


Okul çıkışı umreye gidecek bir arkadaşımıza gittik , güle güle git güle güle dön demek için..


En yakın arkadaşlarımdan birinin doğum gününü kutladık


Köyde yaşlı bir teyzeyi ziyaret ettiğimde  tek katlı evine girişte karşılaştım bu sardunyalarla. 


Sabahları karşılaştığım mis gibi ekmek kokusu..


Bu hafta iki kitap okuyorum. Biri bitmedi daha ..


Hafta sonu keksiz olmaz. Her daim kahve ve kek diyorum..


Bu cuma yazısını geceden yayınlıyorum. Şu an  günün ilk saatleri, bir kaç saat sonra işlerimize,okullara doğru yola çıkacağız sonra kısmetse evlere. Özlemle beklediğimiz haftasonu işte geldi, herkes için sağlık ve huzurla dolu iki güzel gün diliyorum. 
Şükürler olsun ki sağlıkla, esenlikle geldik tatile. 


                          

4 Ocak 2019 Cuma

Yılın İlk Cuması


Yeni bir yılın ilk cuma yazısı ile buradayım. Zamanın hızla akıp gitmesine hep şaşırıyorum ama alışamıyorum. Yıllar önce 2000 yılında kaç yaşında olacağım diye hesaplar 25 olduğunu bulur sonra da bu yaş o kadar büyük gelirdi ki anlatamam. 25 geldi geçti üstelik neredeyse yirmi yıl eklendi üzerine. Ne yapalım bu böyle sürecek, sağlık olsun yeter..
Yeni yılda güzel arkadaşlarımla bir araya gelip harika vakit geçirdik. Altı kişi olunca her kafadan ses çıkıyor, bir de güzel hediyeler ortadaysa çıkan cümbüşü siz düşünün.


Pastacılıkta uzmanlaşan arkadaşımızın yeni yıl için hazırladığı pasta..



Öyle güzel hediyeler aldım ki her gelen paket mutluluk kaynağı oldu bana..


Bu hafta içi okuldan koşa koşa eve gelip işlerimi de hemen bitirip battaniye altında aldığım vaziyet işte böyleydi. Oturduğum koltuğun hemen karşısında balkon var. Çam ağacım ve kaktüslerim manzaram. Bir de şu sıralar gökyüzünde topluca uçan kargalar..


Yılın ilk kitapları. Natali ve Zeynep'ten gelenler. Hemen okumaya başladım..


Deniz kenarında havanın durgun olduğu gün uzun uzun yürüdük. Sevdiğim ağaçları görmek  iyi geldi bana. 


Arkadaşımın kahvesi de bir harika..


Bu hafta köyümüze tekrar kar yağdı. 


Okuduğum bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Çocukların masum halini kendimizde bulundurmaya çalışmanın önemini anlatıyor, buyrun ..
İmam Suyûtî hazretleri “Ebdâldan olmak istesen çocuklar gibi ol” buyurmuşlar; “çünkü onlar da beş haslet vardır ki, onlar büyüklerde olsaydı evliya olurlardı: “Rızık için endişe etmezler. Hastalandıklarında Allah’ı kimseye şikâyet etmezler. Yemeği birlikte yerler. Korkunca hemen gözlerinden yaş dökülür. Kavga ettiklerinde kin tutmaz hemen barışırlar.


Aralık Ayının İlk Cuması

                        Kara cuma mı Kara Kasım mı ne varmış, mutlaka eksikler bu dönem alınmalıymış, her şey yarı yarıya ucuzluyormuş, heme...