30 Eylül 2022 Cuma

Hoşgeldin Cuma

                           Geçen cumartesi gününden başlayalım. Hava öyle güzeldi ki hafta boyunca dışarıda zaman geçirmemek olmazdı. Sabah erken yürüyüşler yapıldı, deniz kokusu mis gibi çekildi, gökyüzü seyredildi. İyi ki insanların çoğu sabah kalkmaya üşeniyor da şu sokaklar boş kalıyor. Öğle saatlerine doğru etraf kalabalıklaşıyor. O sırada zaten evde oluyorum .
Ah canım evim!
Korunaklı dünyam, sığınağım etrafta ki bir çok çirkinliğe karşı. Bahçemde ya da balkonumda geçirdiğim saatleri hiç bir şeye değişmem. Bir çok buluşmayı askıya alır hale geldim. Ailemle vakit geçirmek yeterli geliyor. Canım evden çıkmak istemiyor çoğu zaman.


            Cumartesi ve pazar sabahları saat on civarı kahvaltı yapıyoruz. Bu saatleri de kaçırmak istemiyorum. Hele şimdi sonbahar serinliği de sabahlara ayrı bir güzellik veriyor. O saatlerde demlenmiş çayın kokusu evi kaplıyor ya, off Allahım enn sevdiğim. Balkonumun önünde ki ağacın güzelliği, seyretmelere doyamıyorum.


                         Sonrasında prefabrik evin hazırlıklarına bakmak üzere yola çıktık. Yürüyerek mahalle aralarında gezdiğim için bir çok insana rastladım. Özellikle bu teyzeye şaştım kaldım. Küçücük bir toprak parçasını kazmakla meşguldü. Selam verdiğim de işini bıraktı ve yaşlıların çoğunluğunda olan insanla konuşmaya özlemle başladı hayat hikayesini anlatmaya. 38 yıl önce eşini kaybetmiş. 3 oğlu varmış, biri İsviçre'de yaşıyormuş. Diğerleri buradaymış. Üç gündür burayı kazıyorum dedi. Yaşını duyunca inanamadım , 84 dedi.


         Biraz daha yukarı yürüyünce bir amcayla teyze bahçelerini  temizliyorlardı. Kolay gelsin diye selam verince ''gel, gel üzüm verelim '' dediler. Sonrasında bahçeyi gezdirdiler. Ektiklerini gösterdiler. Elma, nar ve üzümde toplayarak beni uğurladılar :)


                    Bir selam, bir hatır sormayla her zaman bu başıma gelir. İnsanımız aslında çok verici, düşüncelidir. Yeter ki güzel bir iletişim kurmaya çalışalım, değer verelim. Nereye gidersek gidelim hep böyle insanlarla karşılaşıyoruz.


                  Sonrasında eve gittik. Taş ustası bahçe duvarını örüyordu. Aslında ev yoldan bu kadar yüksekte değildi, nasıl bu hale geldi anlamış değilim. Ön taraf yani duvarın iç tarafı bu sefer boş kaldı. Bakalım oraya da kamyon kamyon ntoprak atmamız gerekiyor. Bu da ekstra maliyet demek. Sağ tarafta bir zeytin ağacım vardı, kepçe taşları atarken yarısını götürmüş. Çok üzüldüm çünkü en başından beri bu 4. ağacımızın yok olması oldu. Hiç birine zarar vermeden bir ev yapmak istedik ama ne yazık ki planlarınız dışında bir çok şey oluyor.


                      Pazartesiyle birlikte sabah okul yoluna koyuldum. Gördüğünüz bu taş yığınından kaçarcasına köye gidiyorum. Eskiden bu yolda araç olmazdı doğru düzgün, şimdi anayol gibi oldu.


Bu hafta çocuklarla okulda kuşburnu konusunu işledik.


                 Eve dönünce zihnimi dinlendiren işlerime yöneliyorum. Bunların başında okumak geliyor. Ruhlar Evi bu hafta da devam edeceğe benziyor. Güzel bir kitap ama bu kadar da ayrıntıya boğulup beşyüz sayfa olmasına gerek yokmuş bence. 


Anneciğimle buluşamadık bu hafta. Yoğun geçen bir hafta oldu çünkü. Dedemizin tekrar hastaneye yatması gerekti. Kayınvalidemde bunama çok hızlı ilerlemeye başladı. Artık yataktan kalkamıyor. Yanında kalacak bir bayan bulduk mecburen. Arada onları da ziyaret ediyorum. 
Aynı zamanda farklı podcastler de dinliyorum. Merdiven Altı Terapi ilgimi çekti. Anlatan kızın geçmişle hesaplaşması, kıvrak zekası ve seri bir şekilde anlatımı dört, beş bölüm dinlememe neden oldu. 
Geçmişle hesaplaşmalarda yeni bir moda başladı biliyorsunuz. Şimdi ki depresyonumuzun günah keçisi hep ebeveynler gösteriliyor. Beni rahatsız eden bir akım bu. Fatma Barbarosoğlu'nun bir yazısı düşüncelerime tercüman oldu. Bakın şöyle diyor ;
''Günümüzde “toksik ebeveyn” ifadesi giderek yaygınlaşıyor. Evlatların “şimdi burada” yaptığı bütün hataların sorumluluğu ebeveynlerin geçmişteki yanlış davranışlarına, özellikle de annelerin yanlış davranışlarına yükleniyor. Neredeyse bütün ebeveynler “yanlış”. İşin ilginç tarafı Instagram üzerinden bütün dünyada binlerce ve belki de milyonlarca ebeveyn, çocuklarını sömürerek çocukları üzerinden para kazanırken onların çocuklarının bedenlerini ve duygularını sunuma çıkarması hiç dert edilmiyor da geçmişin anne-babalığı bugünden geriye ne kadar eksik ve yanlış oldukları üzerinden karnelendiriliyor.''
Yazının devamını mutlaka buradan okuyun.


        Anneme gidemedim bu yüzden. O da kendi manzarasını çekmiş bana göndermiş, Cumamızı bu güzel pencereden bakarak başlatalım. Hafta sonumuz güzel, huzurlu geçsin diyelim. Hayırlı Cumalar!






27 Eylül 2022 Salı

Joie De Vivre *





               * Dünün Dünyası Kitabında S. Zweig bahseder. Yaşama Sevinci anlamına geliyor. 
Not etmişim kitabı okuduğumda. Bu sabah saat 8'de işe gitmek üzere yola çıktım. Yolumu biraz uzatıp sahil kenarından yürüdüm otogara. Deniz nasıl güzel, nasıl dingin, eylül güneşi sızmış beyaz bulutlar arasından nasıl tatlı. Ah biraz daha erken kalksam da yürüsem uzun uzun. Sonra işe gitsem dedim. Ama bir türlü başaramıyorum bunu, uykuya yenik düşüyorum. 
              Yine de sabah on beş dakika yaptığım bu yürüyüş ne iyi geliyor. Sanki dün gece ailece bir kavgayı yaşamamış gibi, sanki dün gece kanımı donduran o Bağcılar'da yaşanan olay videosunu görmemiş gibi yaşamak istedim sabahı.  Roland Barthes'in dediği gibi ''Yaşadıklarımla kötümserim, İrademle iyimser.''
 Jole De Vivre'mizi kaybetmemiz lazım ne olursa olsun.



                  “İnsanın enerjileri kullanılmak isterler ve insan bunların başarısını bir biçimde algılamak ister. Ancak, bu açıdan en büyük doyum, bir şeyler yapmakla, ister bir sepet, ister bir kitap olsun bir şeyi tamamlamakla sağlanır; insanın, bir yapıtın her gün kendi ellerinde geliştiğini ve sonunda tamamlandığını görmesi ona dolaysız bir mutluluk verir. Bir sanat yapıtı, bir yazı ve hatta bir el işi bile bunu sağlar; elbette, yapıt ne denli soylu bir türdense, alınan haz da o denli bü­yük olur. Bu açıdan, en mutlu olanlar önemli, büyük ve tutarlı yapıtları ortaya koyma yeteneklerinin bilincinde olanlardır. Çünkü böylelikle daha yüksek türden bir ilgi onların tüm varoluşu üzerine yayılır ve bu varoluşa ötekilerde bulunmayan bir çeşni katar.” 
                Arthur Schopenhauer  Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalarda böyle diyor. Enerjimizi üretmeye harcamalıyız, güzel işler yapmaya ve güzeli, iyiyi görmeye yöneltmeliyiz. Doğaya yönelmeli, sanata odaklanmalı ve şükretmeliyiz çok kere. 
Bu günümüzün güzel geçmesi dileğiyle!
 
                             Not: İnstagrama sabah videomu da koydum :)


23 Eylül 2022 Cuma

TATLI CUMA

                   Ne de hızlı geçti değil mi bu hafta?  Eylülü yavaş yavaş uğurlarken yeni mevsime ayak uydurmaya çalışıyorum. Bir kaç gün aşırı sıcak oldu sonrasında üşüten akşamüstleriyle birlikte pikeden battaniyeye geçiş yaptığımız bir hafta oldu bizde. Aşırı başımın da ağrıdı günler yaşadım. Okuldan çıkışta hep bir işim oldu, yok belediye işleri yok ustalarla sürüp giden yorucu çalışmalar yok kızımın evde oluşuyla bir türlü planlanamayan günler kabus gibi geçti.

                Bu işler bitmez hiçbirimiz için. Herkesin kendine göre bir yoğunluğu var. Ve günümüz insanı her ne kadar hayatını kolaylaştıran alet edavatla çevrili olsa da bence yükü hafiflemiyor. Hayatımızdan doyum sağlayamıyoruz, hep bir şeylere yetişmekle geçiyor günler, yorgunluktan başka bir şey kalmıyor geride. 

          Geçen gün okuduğum oksijen gazetesinde Japon Akademisyen Kohei Saito haberi ilginçti. Tokyo Üniversitesinde doçent olan Saito '' Kapitalizmin sınırsız kar talebi gezegeni mahvediyor, ortaya çıkan hasarı gidermek için de büyüme değil, toplumsal üretimi yavaşlatıp serveti paylaşarak küçülme gerekli '' diyor. Saito küçülmeyle kapitalizmi eskiye götürmeyi değil ötesine geçmeyi hedefliyor. Önerilerine göre seri üretime son vermek, mesai sürelerini kısaltmak ve bakıcılık gibi temel 'emek yoğun' ile öncelik vererek karbon salımını azaltmak var. 

           Zaten islam anlayışına göre mal, mülk biriktirme değil ihtiyacından fazlasını bölüşme var. Ne yazık ki bunu uygulayan müslüman bir toplum yok hatta bireysel olarak bile bunu yapamıyoruz. Hep güvence olarak biriktirme, lüks içinde yaşama, daha fazla harcama üzerine kurulu hayatımız var. Kendi hayatımda bunu farkederek yavaş yavaş bir şeyleri değiştirmeye başladım sanırım. En başta şu 50 metrekare eve geçip, eşyalarımı yarıyarıya azaltıp yaşama planlarım var, Bakalım nasıl olacak?


Ceren karşısına çıkan kalpleri paylaşıyor ara sıra bloğunda. Benimde hep çıkar karşıma. Belki de herkese çıkan kalpler vardır, bakmak gerek. Deniz kenarında yürürken gördüm birini. Diğeri de bahçemde duruyormuş meğer.


                     Bu hafta içi okul bahçemizi düzenledik. Geçen baharda ektiğimiz patatesleri çıkardık topraktan. Toprağı da kazıp otları temizledik biraz. Çıkan patateslerle salata yapıp bahçede tüm okul öğrencileriyle yedik. Okulumuzda ki tüm öğrenci sayısı 20'ye düştü ne yazık ki. Diğer öğretmen arkadaşımla güzel bir eğitim yılına başladık. İnşallah hayırlısıyla, sağlıkla devam ederiz. 


Güzel günler oldukça bahçemizde ki ceviz ağacının altında oluyoruz çoğu zaman.
   
 

Hafta içi annemle deniz kenarında vakit geçirdik. İlk olarak kütüphaneye giderek hafta boyunca okuyacağım kitapları aldım. Sonra balık çorbası içtik bir balıkçıda. Hava da güzel olunca denize sıfır bir kafede oturduk.


                       Ev işlerimiz devam ediyor. Bu hafta iç ve dış boyası oldu. Ahşap ya da taş evleri çok seviyorum ama maddi olanaklar el vermeyince prefabrik yaptırdık. Yine de çok şükür diyorum daha ne olsun. Prefabrik betopan dış duvarların ahşap görünümlü olmasını istedik. Sonrasında bu duvarları ahşap rengine boyatmaya karar verdim. Ama  kime sorduysam bana renk numarası veremedi. Çünkü böyle boyayan yok çevremde. Gelen boya ustasına sorduğumda o da beni herkesin şu sıralar gri tonlarda boyadığını söyledi. Kahverenginin kötü olacağına ikna etmeye çalıştı. Tabi ki ikna edemedi. Kafama koyduğum gibi kahverengi boyattım. Çok çelişkiye düşerek kahverengi tonu seçtim. Çünkü çok fazla seçenek var ve boyamadan ne çıkacak bilemiyorsunuz. 


               Ama çıkan sonuç güzel oldu. Hatta boyacı ve prefabrik şirketi  sahibi adam gelerek fotoğraflarını çekti boy boy :)
Şimdi bahçenin ön duvarları yapılıyor. Ön tarafta yükselti farkı var ve bu bizi zorluyor. Daha su, doğalgaz ve elektrik tesisatları yapılamadı. Belediye de sıra bekliyoruz , bir ay geçti ne gelen var ne giden. 
                 Taşları taşıyan kepçe bir zeytin ağacımı daha kökünden çıkarmış biz yokken. Valla bu ev yapılana kadar ağaç kalmayacak şu bahçede. Hiç bir şey istediğimiz gibi olmuyor böyle işlerde.

                


                      Kütüphaneden aldığım ilk kitap her yerde sıkça gördüğüm Isabelle Allende romanı. İlk elli sayfasını okudum . Ama karar verdim ben bu güney Amerika yazarlarını, romanlarını, o halkın karmaşık hayatlarını sevmiyorum. Tamam başkasına çok renkli ve çeşitli gelebilir bu hayatlar ama beni sadece yoruyor. Yine de bitirmeye çalışacağım.
Bugün Gökhan Özcan'ın şu yazısını size hediye ediyorum. 
          ''Dünya her şeyin en iyisini bilen, her şeyden herkesten çok anlayan milyarlarca insanın hır gür içinde yaşadığı ve aslında hiçbir şeyin doğru gitmediği bir gezegen mi olacak?

              Herkesin zenginlerin dünyasıyla sarhoş hale geldiği bu dünyada, hiçbir şeyi olmayanlar ihtiyaç fazlası olarak görülüp denize mi dökülecek?                                                             İnsan harcamak, küresel ekonominin en fazla kâr getiren ticari faaliyeti haline mi gelecek?

                              Yazının tamamı burada












16 Eylül 2022 Cuma

Merhaba Cuma!

                         Eylülün yarısı, yeni bir cuma ve hafta sonu geldi bile. Bu ayın gelmesiyle okullar açılıyor, sene başı sınıf hazırlıkları yoğun oluyor, ilk gelen çocukların adaptesi, okul kurallarına uyması zaman alıyor, haliyle de bunlar biz öğretmenler için oldukça yorucu oluyor. Sınıfın boya badanası, temizliği derken ikinci haftayı da geçirdik. 
Bu hafta boyunca bir taraftan işle ilgili meseleler diğer taraftan ölümler çok canımı sıktı. Aldığımız vefat haberleriyle hayat motivasyonumuz gün geçtikçe köreliyor. Bunları yaşarken artık daha fazla duyarlıyız yaşla birlikte. Ama yaşam sevincimizi kaybetmemeliyiz diye düşünüyorum yoksa dibe batmamak imkansız. Süleyman Unutmaz bloğunda ki son yazısında ne doğru söylüyor;
''Zaman köpek gibi geçiyor bileklerimi kemire kemire.''
                  Bu günlerde devamlı dinlediğim italyanca bir şarkı var. Şimdi burada da paylaşacağım bu şarkıyı, hatta yazımı okurken bir taraftan onu da açın, gidin bir bardak çay alın kendinize. Umarım umutlu ve mutlu bir post olur. İhtiyacımız var çünkü...
                 Lucio Dalla mutluluktan bahsediyor bu şarkıda. Mutluluğu geceyarısı istasyona gelen bir trene benzetiyor. Acılar ve üzüntüler daha çok iz bırakıyor sanki hayatımızda. Oluşan her acı çörekleniyor içimize ve üst üste yığılıyor. Taşımak zorlaşıyor yaşla.. Ama mutluluk bir anda gelen hızlı bir tren gibi, biraz duruyor istasyonda sonrasında çekip gidiyor. Hep diğer treni bekliyoruz..



Sabahları ilk hafta bu durakta bekledim. Sebze ve meyve satan bir amca vardı benden önce gelen. Köyden kasayla ürünlerini getirip diziyordu. Sonra da etrafı süpürüp taburesine oturuyordu. Burası çocukluğumun geçtiği sitenin önü ayrıca. Durakta beklerken bu evlere bakıyorum , kırk yıl önce yolun başında bir çocukken burada geçen yıllarımı düşünüyorum. Öyle bir yabancılaşma yaşıyorum ki her seferinde bu ağır geliyor. Büyüdüğün yerlere yakın yaşamak iyi bir şey değil aslında.


               Aslında okul hayatı bakımından mesleğimin en güzel zamanları. Gittiğim köyde ki hava bile değişik ve şifalı geliyor. Geçen hafta yağmurlu ve sisliydi. Nasıl özlemişim bu havayı. Daha sokaklarında yürüyüşe başlamadım ama okulda bile bu hava öyle iyi geldi ki. 
Okulun ilk günü gelen o mavi çiçek hele..



                    Bizim marketlere süs kabağı gelmezdi normalde. Bir arkadaş geldiğini haber verince hemen gidip aldım. Kendine çiçek ve kabak hediye eden kaç kişi var acaba? Ama evimde onları görmek, yavaş yavaş yazdan çıkmaya başlamak, renklerinin içimi ısıtması yeter bana.

                                         




                          Bahçemde, sokaklarda da sonbahar yüzünü göstermeye başladı. Yapraklar sararıp dökülüyor artık, ortancalar çoktan soldu, aylardır toplamadığım  limonları sonunda topladım. Yenileri gelmeye başlamış çünkü. İçleri geçmeye başlamış ama yine de ince dilimler halinde keserek buzluğa koydum. Taze zencefilde aldım, bir litre suya bunları koyarak gün boyu içmeyi planlıyorum. 

                        

                  Kütüphaneden üç kitap almıştım. Onları da okuduğum bir hafta oldu benim için. Okul sonrası eve gidip kendime okuma zamanı ayırmasam çıldırırdım herhalde. Öylesine seviyorum bu saatleri. Beni dinlendiren tek şey okumak. Tuğba Baş'ın şu dizelerini okudum ve çok sevdim bir de;
                                                      
"Farkında mıyız..
Sabahların güzelliğinin
Nefesin azizliğinin
Toprağın bereketinin
Suyun nimetinin
Gökyüzünün
Mevsimlerin
Dikenin ucunda açan çiçeğin
Denizin dibindeki incinin
Karıncanın hikmetinin
Farkında mıyız.."

                          
                                                    

                             Kitaphaber sitesi beni yazarlarının arasına aldı bu hafta. Daha önce üç dört yazımla misafir köşesine katılmıştım. Kısmet olursa gezi yazılarımla bu edebiyat sitesinde devam edeceğim. Son yazımı okumak isterseniz buraya

                          

              Bağ evimden haber vereyim biraz. İşler çok ağır işliyor çünkü bir usta işini bitirmeden diğeri gelemiyor, gelecek olanında gelmesini beklemekle geçiyor, bir de işini yanlış yapan olursa telafisiyle uğraşıyorsunuz. Son olarak şap üzerine ve evin etrafına siyah bir izolasyon maddesi sürüldü. Sadece buna bile 7 bin tl verdik. Düşünün artık herşey ne kadar pahalı. Şap üzeri zaten iki kez kalekimle düzeltildi. Evin elektrik projesinin yapılıp elektrik kurumuna verilmesi lazım. Onu da yapacak elektrikçi bulduk. O da mimardan elektrik projesini istemiş ama söylediğine göre o da yanlışmış. Şimdi sil baştan her şey. Su için başvuralı 2 ay olmak üzere, sadece logar kazdılar gittiler. Daha doğalgazda var ama o zaten 6 ayda bir geliyormuş buralara. 
                    Bu hafta belki içi dış boya olacak bakalım..

                                      

                                            Bisiklet sürdüğüm gün ...


                 Çok sevdiğim yazar ölmüş geçen gün. Üzüldüm..
Artık o güzel kitaplarından birini daha yazamayacak. Okuduklarım, ben de olanlar neler diye baktım kitaplığıma. Tekrar okurum belki yine..
Ve başka bir sanatçı daha göçtü dünyadan. Jean-Luc Godard  13 Eylülde 91 yaşında vefat etti. Aklıma Faces Places belgeseli geldi. Ne güzel bir belgeseldir o, yine dünyadan ayrılan Agnes Varda'ın sokak sanatçısı JR ile yaptığı o muhteşem yolculuktan bahseder.
 Agnes Varda eski dostu yönetmen Jean-Luc Godard'ın kapısına gelir ve Agnes'in orada olduğunu bildiği halde kapıyı açmayacağını anlar. Evin camına şifreli bir mesaj yazmıştır Jean-Luc Godard. Agnes, Agnes'in hayatta olmayan eşi Jacques ve Godard'ın beraber yemek yedikleri restoranı yazar ve sadece Agnes'in anlayacağı özel bir cümle ekler.
Agnes de Godard'ın kapısından ayrılırken not yazar. 
''Güzel hatıraların için teşekkürler, kötü misafirperverliğin için değil '' der.


               Hayat bir öyle bir böyle işte. Her hafta içi anneciğimle okul sonrası vakit geçirmeye niyetliyim. Yazın tabi daha çok birlikte oluyorduk ama iş hayatı engelliyor ne yazık ki. En son bir pastane de Boşnak böreği yedik, gelen geçeni seyrettik. 

                Cuma yazımı Özgür Bacaksız'ın Yaşamak Sakinlik İster kitabından bir paragraf ile bitirmek istiyorum.

            "Sen yavaşladığında her şey düzelecek"

                Ne kadar hızlı olursan hayatı o kadar erken ve kuvvetli yakalarsın gibi geliyor. Ne kadar hızlı olursan o kadar başarılı ve kazançlı olacağına inanıyorsun.
                Hayatta kalabilmenin tek çaresi, çağın hızına ayak uydurabilmek diye düşünüyorsun.

               Oysa sen hızlandıkça, stres ve kaos artıyor sadece...
               Sen hızlandıkça çözümsüz görünen sorunlar, kaygı ve belirsizlik çoğalıyor.
               Çözmek için daha da hızlandığında, çözümsüz bir hal alıyor her şey...

                Ne zaman çözümcü, üretken, başarılı, kazançlı ve en önemlisi de sağlıklı olursun biliyor musun?

               Yavaşladığında...

               Çünkü sakinliğin içinde çözüm vardır, çare vardır, yaratıcılık ve fikir vardır. Sakinlikte bilgelik, bilgelikte anlam ve değer vardır.

              Sakinlik “detay” demektir ve unutma ki farkı yaratacak olan da yine detaylardır. Çünkü detayda fırsatlar vardır.




















2 Eylül 2022 Cuma

Eylülün İlk Cuması

                      Kitap okurken beğendiğim yerlerin altını çizmem, yan taraflarına notlar almam, kitaplarım ilk alındığı gibi tertemizdir. Sayfalarının birinin bile ucundan kıvrılmamış, ön kapakları kırılmamış, kütüphanemde askeri nizamda dizilmiş dururlar. Herkesin huyu farklıdır işte.. Ama okurken kendi işlediğim defterlere not alır, kimi zaman burada kimi zaman instagramda paylaşırım. Paylaştığım her paragraf bir zamanlar okuduğum  bir kitaptandır.

Bugün de bloguma yazımı yazarken bir alıntı yapayım bakalım şansıma ne çıkacak deyip defterimi açtığımda 9-10 sene önce okuduğum İsmet Özel'in Henry Sen Neden Buradasın kitabından;

                 ''Dünyada olmadığını bildiğimiz şeyi niçin dünyada arıyoruz? Yaşadığımız sürece ele geçirmemizin imkansız olduğundan emin olduğumuz şeyin peşini niçin bırakmıyoruz? Bu sorunun cevabını içinize sindirebilen bir kişiyseniz, bir müjde daha vereyim, en büyük ikramiye size isabet etmiştir. Ele geçirmemiz imkansız olan şeyin peşini aradığımız o şeyi bulmaya layık bir kişi durumuna yükselebilmek için bırakmıyoruz. Ömrümüzde hasretini çektiğimiz şeye asla kavuşamayacağız, bu kesin; ama ömrümüzü o şekilde sürdüreceğiz ki her aşamada aramayı göze aldığımız şeyi hak eden biz olacağız.''
                  Ele geçirilmek istenen şey nedir, herkese göre farklı mıdır yoksa mutlak bir olgu mudur?  Bence ne yaparsak yapalım içimizde tatmin olmayan bir arayış var. Dediği gibi yazarın,  bu dünyada ele geçmez ama onun içinde çabalamaktan vazgeçmeyiz.
                 Benim için bir çok dünyevi duygunun gelip geçici olduğunu görmem bir kaç sene önceye rastlar. Şu an dünyanın getirdiği görevleri yapıyorum, umutlar besliyor, hayaller kuruyor, hayattan yine de zevk almaya çalışıyorum. Ama bütün bunların faydasız uğraş olduğunu söyleyen bir iç sesimde var. Asıl olana doğru çabalamam lazım. 
                Artık en tatmin edici duygum ne iş, ne mal mülk ne de eğlence. En yakınlarımla geçirdiğim anlar bu dünyada ki hediyem. Bu yüzden daha fazla annemle babamla vakit geçirmeye çalışıyorum, eşimle ortak hayaller kuruyoruz gün içinde ki tüm zamanın kendimize ait olduğunu ve şunu şunu yaparız beraber diye. Kızımla ne yazık ki bu gençlik dönemi yüzünden uzak kalıyoruz, hep arkadaşları, odası, telefonu öncelikli olan. Buna alışmaya çalışıyorum bir kaç yıldır, çok ağladım, kötü davrandım ona ama artık onun dünyasının da oluştuğunu kabul ettim. Hala çok üzülüyorum buna ama yapacak bir şey yok..
             "Hayat bir yokuş. Tırmandığı sürece doruğa bakan insan kendisini mutlu hissediyor; ama en tepeye vardığında aniden inişin ve ölüm demek olan sonun farkına varıyor. Tırmanış ağır ağır, ama iniş hızlı oluyor. Sizin yaşınızdayken, şen şakraktır insan. Asla gerçekleşmeyecek olsa da bir sürü şey umut eder. Benim yaşımda ise hiçbir şey beklemez olur... ölümden başka."

             Diyor  Guy de Maupassant Güzel Dost'ta.


                         Ah annem.. Gezmeyi, güzel yaşamayı, üretmeyi çok sever. Ama ne yazık ki eşi de hiç evden çıkmaz, seyahat etmez hele şimdi yaş yetmişi de geçti sadece market , pazar için evden çıkıyor. Bunca senedir sadece bir kez onları tatile götürebildim, hatırlıyorum onda da günlerce yalvarmıştım babama. Fırsat buldukça annemi yakın yerlere ben götürürüm. Sahilde yürürken fotoğraf peşinde koşan genç kız kalpli anacığım :) İnstagram ve feysbuk ondan sorulur. Gün içinde dolu gönderi paylaşır, altlarına da içinden ne geliyorsa yazar. Çok seviyorum bu hallerini..


Bu tarz fotolara sinir olanlar çok ama ben çok seviyorum :) 
Evimden yirmi adım aşağıda, deniz kenarında otururlar annemler. Tatilin en güzel tarafı sabah kahvaltılarında birlikte olmamızdı. Kızı, torunu, oğlu gelecek  diye mutfaktan çıkmayan bir bizimki mi acaba? 
Sabah çarşı, belediye işlerini yaptım bu hafta içi sonra saat 10 gibi kahvaltıya annemlere gittim. İşte bu beraberlikler dünyaya bedel. En büyük zenginliğim.


                               Giderken parktan geçtim, çınar ağaçları yapraklarını yavaş yavaş dökmeye başlamış. Hava hala çok sıcak ve aşırı nemli. Yağışlar olacağı söyleniyor, hava kararıyor, bulutlar yoğunlaşıyor ama bizim buralara bir kaç damla düşüp gidiyor. Sonrasında daha da yapış yapış rutubetli bir hava kalıyor. 


Balkonumda otururken bu bulutları görür görmez kahve yapıyorum kendime. Hele fırtına çıkıp gök gürül gürül gürlerse değmeyin keyfime. En sevdiğim havadır. Köye gideceğim günler yakındır, orada da sisli havalara kavuşacağım diye şimdiden mutlu oluyorum.





       Bu hafta içinde kütüphaneden üç kitap aldım. Sadık  Yalsızuçanlar'ın Deli Tomar'ını okumaya başladım ilk. Daha önce yazarın hiç kitabını okumamıştım. Dili güzel, okunması kolay ama sayfalarca delilerin, meczupların hikayelerini okumak sıkıcı geldi. Bu yazılanlar kurgu mu gerçek mi bilmiyorum ama etraftan duyduğumuz hayat hikayeleri genelde. 
Diğer Fatma Barbarosoğlu kitabı daha önce okumadıklarımdandı. Her kitabı gibi bu da güzel ve okunası bir kitap. 
Üçüncü kitap Claudio Morandini Kar, Köpek, Ayak.. Kitabın başlar başlamaz İtalya Alplerinde geçmesi, dağlarda yaşayan yalnız bir adama ait olmasıyla zaten baştan sempatiyle başladım. Güzel, hızlı okunan , fena olmayan bir kitap.


Bahçemde beni mutlu eden bir köşe ..


Bu sıralar seyretmeye başladığım dizi. Güney Kore de bir anda patlama yapmış, tüm dünya da 400 milyon kez seyredilmiş. Otizmli avukat bir kızın hikayesi. Hoş ve kafa dinlemelik bir dizi. 
Bir hafta daha biterken bugün sabah erkenden pazara gittim son kez. Haftaya artık okullar açıldığından erken pazara gitmelerim bitecek ne yazık ki. 
Herkese bu hafta sonunun mutlu ve huzurlu geçmesi dileğiyle.
























Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...