31 Ekim 2011 Pazartesi
BAKMALI İNSAN...
Vapur beklerken, ne kadar ayaz olursa olsun hava , iskelelere tıkılan, kalabalıkta, ağır bir sigara dumanını, ister istemez koklayarak zamanını öldüren insanlara şaşarım. Gün dediğimiz şey ne kadar kısa .On dakika , on beş dakika gibi bir zamanı vapur beklemeye ayıran, on, on beş dakikasını bomboş geçip gitmesine aldırmayan , zamanının ölüp gitmesine nasıl katlanır. Oysa , insan her an bulabildiği kadarıyla yaşamalı. Gelen geçen insanlara bakmalı. Dükkanlara, vitrinlere bakmalı. Başını omuzlarının arasına kısarak m, bir şeye bakmadan, bir şeyi görmeden dolaşmalı. Gidip denize bakmalı. Ağaç , su, rüzgar bizi tadın, diye bağırıyorsa, doğrusu vapur beklerken de olsa, iskeleye tıkılmayı anlamam..
...Şimdi bütün bunlar geçmiş zamanlardı. Bütün bunlardan iki yıl sonra ben yine aynı meydanda , geciken bir vapuru beklerken, bütün geçmiş zamanlarımı, beni çıldırtan bu güzel havayı, insanları,sandalları, karşıdaki telefon direğine tüneyenkuşları, şu bir kenara çekilmiş saman yüklü arabayı,uzaktan geçen deniz motorlarının tekdüze sesini, İstanbulu ne kadar seviyorum. Bütün bunların halinden, derdinden, neşesinden anlıyorum. Yukarıda söyledim ya , sırasında, geciken bir vapur da , insanın hatıralarının içinde bir zaman için avunmasına vesile oluyor da , neredeyse adına mutluluk diyeceğim bir duygu içimizde beliriveriyor.
Sabahattin Kudret Aksal 'ın Meydan adlı hikayesinden....
25 Ekim 2011 Salı
ılık bir sonbahar gecesi...
Havalar aniden soğusa da geçen hafta kızlar bir araya gelip bahçede yemek yedik. Nasıl olsa bir kış evlere kapanacağız dedik. Bahçede üşüsekte bir yemek yiyelim diye karar verdik. Böyle gecelerde ev sahibine yüklenmiyoruz. Herkes bir şeyler yapıp getiriyor. Bu gece de balık gecesi olsun dedik.
Bahçe de olunca, konu da balık olunca ağaca balık temalı süsler yaptım.
Bu arada ağaca astığım su kabağından lambayı da ben yaptım :)
Masamız mumsuz düşünülmezdi. Bol sohbetli bir gece geçirdik. Gerçi üşüdüğümüz için gecemiz erken bitti...
18 Ekim 2011 Salı
YENİDEN
Ben yaptım diye demiyorum, çok seviyorum hem şarkıyı, hem görüntüleri...Geçen sene yaptığım klibi yeniden izleyelim istedim..
16 Ekim 2011 Pazar
KİTAP ve TATLI
.....kitabı alıp koltuğa geçti ve büyük merakla sayfaları bir bir çevirmeye başladı. kendi gözlerine doğru bakan, masum, günahkar, iyi, kötü, erkek, kadın yüzlerce insan... hepsi de çok korunmasız görünüyordu. kendilerini koruyan görünmez zırhı çıkartıp teslim olmuş bir halleri vardı. başlarına geleceklerden habersiz, gülümseyerek bakıyorlardı; dudaklarına -muhtemelen fotoğrafçıların zorlamalarıyla- yerleştirilmiş gülücüklerle. erkeklerin çoğu hiçbir zaman sahip olamadıkları kravatlar takıyorlardı. saçların çoğu fotoğrafhanedeki başka müşteriler tarafından defalarca kullanılmış taraklarla taranmıştı. çoğunun üzerinde ceketler bile iğretiydi. en az kendi olabildikleri bir anda en çok kendileriymiş gibi durma emri almış gibiydiler.
Tayfun Pirselimoğlu 2002 yılında “Kayıp Şahıslar Albümü” adında bir roman yayınladı. O zamanlar kayıplar, özellikle de gözaltında kayıplar gündemdeydi. Cumartesi anneleri vardı, kayıpların resimlerini taşıyan otobüsler vardı. Romanda birbirinden farklı sebeplerle ortadan kaybolan pek çok insan ve saplantılı şekilde onları arayan bir matbaa işçisi var. Matbaa işçisi Cezmi Kara, çalıştığı yerin kuytu bir köşesinde bulduğu Kayıp Şahıslar Albümü'ndeki yüzlerin peşine düşünce tuhaf bir girdaba kapılır. Altı ve üstü karmakarışık bu memlekette yaşadığı ve hiçbir şeyin farkında olmadığı için, merak denen canavarın nasıl tehlikeli ve ölümcül olduğundan habersizdir...
Pirselimoğlu kendisiyle yapılan bir röportajda, böylesi bir roman yazışının gerekçesini şöylece anlatmış: “İçişleri Bakanlığı'nın çıkardığı bir kitap var 'Kayıp Şahıslar Albümü' diye. Bende de var bu kitap. Bu korkunç bir şey. Kitabı açtığınız zaman yüzlerce suretle karşı karşıya geliyorsunuz, her birinin ayrı bir hikâyesi var ve bu insanlar o fotoğraf çekme anındaki masumiyetlerinin çok uzağında bir yerdeler ve biz onlara ne olduğunu bilmiyoruz. Ve bundan yola çıkarak 'Kayıp Şahıslar Albümü' oluştu, fakat bu coğrafyada geçen bir hikâyeyi anlatıyoruz ve bu topraklardaki kaybolmanın neye tekabül ettiğini düşünme adına bir işe yarasın isterim bu kitap. Biraz da buna hizmet ediyordur diye umut ediyorum. “
12 Ekim 2011 Çarşamba
YİNE İSTANBUL...
İstanbul da ki gezime devam....Gece Bakırköy'de ki kuzenim de kaldık. Amacım sabah herkes uyurken , erkenden yola çıkmak, ev de fazla vakit kaybetmemekti. İstanbul' a gelince ne kadar yer gezersem, ne çok şey görsem kardır diyorum. Ama sabah güzel bir kahvaltı masasıyla karşılaştık :)
Bienal den çıkınca şu yıldızları biz de görelim dedik. Biraz da pasta....
Kahvaltı sonrası hemen Antrepo da ki Bineale gittik..Bu yıl ki binealin en dikkat çeken yanı 'belirsizliği' , bilinmezliği ...Binealde bir çok kadın sanatçı var. Kadın sanatçılar Peru, Brezilya, Meksika, Hindistan, Macaristan, gibi ülkelerde doğmuşlar.
Bunlardan biri fotoğraf sanatçısı Claudia Adujar. 1931 İsviçre doğumlu..1970 lerde Amazonlarda yaşayan Yanomami yerlileriyle tanışması hayatını değiştirmiş..Yanomami halkının barınma, sağlık, güvenlik gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması için fotoğraflarını çekip hikayelerini paylaşmış..
Diğer bir isim de Martha Rosler...1943 doğumlu New York'lu sanatçı ...Bienal de ünlü fotomontaj serisi '' Bringing the War Home: House Beatiful' dan bir seçkiyle yer alıyor. 1967 deki Vietnam Savaşı ile 2004 teki Irak Savaşını n görsel imajlarını montajlamış..
Bienal den çıkınca şu yıldızları biz de görelim dedik. Biraz da pasta....
Beyoğlu'na geri dönerek merak ettiğim sinema ve tiyatro müzesine gittik. Türker İnanoğlu Vakfı (TÜRVAK) tarafında 2001'de kurulan Türvak Sinema - Tiyatro Müzesini gezdik.
Daha sonra da Arter ' deki Kutluğ Ataman "Mezopotamya Dramaturjileri'' deydik..Mezopotamya Dramaturjileri, moderniteyle ilişkisi gerilim üzerine kurulu bir coğrafyada müzakere alanları açmanın, bu ikiliklerin ötesine geçmenin zorluklarını araştırıyor..
9 Ekim 2011 Pazar
İSTANBULDA YİNE BEN !
Eşimin izni varken şöyle bir gezelim dedik. Cuma günü işten çıkışım saat öğle 1 de. Otobüse bindik 1.10 da. İki gün devamlı gezdik dolaştık. Pelin'i merak edenler için söylüyorum ananesindeydi. İstanbul Haremden Beşiktaşa sonra da Ortaköy'e geçtik. Öğlen de birşey yemediğimden karnım çok acıkmıştı. Ama otobüs, vapur , taksi üçlemesinin bunaltısından ağır şeyler yemedim.
Bu arada küçük fotoğraf makinemi götürdüğümden iyi görüntüler yok, tarihi de yanlış , uyarı!!
Bu arada küçük fotoğraf makinemi götürdüğümden iyi görüntüler yok, tarihi de yanlış , uyarı!!
Sonra fazla kalabalık olmayan Ortaköy sahilinde, ikindi güneşinin tadına vararak oturduk. Dondurmasız hayat düşünemem, devamlı yerim, onsuz da olmazdı :)
Sonra da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde olan IV. Uluslararasi Özgün Baskı sergisine gittik. Yarışmaya bu sene Japonya’dan Hindistan’a kadar pek çok farklı ülkeden 500’e yakın sanatçı katılmış bulunuyor.
Birincilik ödülü Avustralya’dan Rew Hanks’ın eserine, İkincilik ödülü Hindistan’dan Jayanta Naskar’in işine, Kale Kilit Özel Ödülü ise Hollanda’dan Herman Noordermeer’in eserine verilmiş... Daha sonra Nişantaşında merak ettiğim bir sergiye gittik. Fotoğraf sanatçısı Joanna Andraos'un RUNA adlı sergisi. Çektiği fotoğraflarla karanlık odada oynayarak ilginç sonuçlar almış. J.Andraos aynı zamanda tiyatro oyuncusu..
Sevgili sycorox beni mimlemiş. "hayattaki en büyük lüksleriniz" diye. Şimdi denk geldi de cevaplamış olayım. Herhalde en büyük lüksüm çikolatadır. Çok severim ve en güzellerini bulmaya çalışırım. Yurt dışına giden arkadaşlara mutlaka ısmarlarım. İstanbula her geldiğimde mutlaka godiva ya uğrarım. Araştırmalarım sonucu yeni bir yer bulup bu sefer oraya da gittim. işte burası da bu güzel çikolataların yeri ...
EE bitmedi..Akşam yemeği ve romantik kahveli dakikalarda, hemen Galata Kulesi yanındaki Anemon oteli terasındaydı. Hava güzel, manzara güzel, yanımda aşkım daha ne olsun :) Gece İstiklal caddesinde yürüyüş ve Babylon' a uğramayla sona erdi. Durun bitmedi, bir de cumartesi var ama bugünlük bu kadar !
5 Ekim 2011 Çarşamba
ÇAY SAATİ
Durmadan çalışmak olmaz değil mi? Arada sırada şöyle dostlarla bir araya gelmek, sohpet etmek, gülmek, eğlenmek...Eee pasta börek olmadan ,çay saati yapmadan olur mu :) Biz de işte böyle bir gün geçirdik. Arkadaşlarım da çok beceriklidir. Neler vardı neler ...
Yedik, içtik , tarifleri aldık. Belki bir gün yazarım :)
Yedik, içtik , tarifleri aldık. Belki bir gün yazarım :)
Sonra da bazı arkadaşlar akşam üzeri olan sporlarına gitti :)
3 Ekim 2011 Pazartesi
MAGNET YAPTIK
Kırtasiyeden aldığımız hazır seramik hamurları ile bir şeyler yapalım dedik. Pişirme gerekmediğinden oldukça pratik. İstediğiniz şekillerde yapıp boyuyorsunuz, sonra da bir kaç gün kurumaya bırakıyorsunuz. İyice kuruyunca boya ve vernik işi kalıyor geriye...En son olarakta arkasına mıknatıs yapıştırılıyor...
İlk önce balıklar yaptık kızımla. Sim ve boncuklarla süsledik..
Sonra aklıma dondurma geldi .
Cupcake olmadan olmaz !!
Bu da kızımın tasarımı bileklik :))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Cuma Geldi
Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...