Duydum ki Thomas Bernhard özyaşamını beşleme ile yazıya dökmüş. Hemen internetten siparişimi verdim, beş kitaptan dördünü aldım. İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatının en önemli isimlerinden biri Bernhard. Daha önce de bazı kitapları hakkında yazmıştım. Aykırı, kendisiyle ve dünyayla kavgalı, melankolik bir yazar. Ee tüm bu özellikler tam benlik ve ilk kitabından beri zevkle okuduğum yazar. Evet ben sıkı bir Thomas Bernhard okuruyum.
Ona ait ne bulursam okuyorum, bu beş kitapta kendi ağzından kendini anlatıyor. Bu da oldukça ilgi çekici. Soğuk ilk okuduğum kitabı bu beşleme de. Diğerlerini de okudukça yazmaya çalışacağım. Bu kitapta 18 yaşında ki hastalıklarla savaştığı dönemi yazmış yazar. Grafenhof denilen sanatoryuma yatıyor ve burada aylarca süren verem hastalığıyla yaşıyor. Bu esnada her zaman ki gibi etrafını gözlemliyor, kendisini, ailesini, geçmişini sorguluyor. Niye hastalandım, niye ölen bu insanlarla beraberim diye isyan etmeyip durumu her haliyle kabullenip şunları söylüyor:
“Doğanın ilerleyişine karşı koymaya çabalamanın bir anlamı yoktu, burada hüküm süren gri renge dayanabilmek için onu olduğu gibi benimsemeliydim.”
“Ömür boyu, intihar edenlere büyük bir hayranlık duydum. Onların hepsini benden çok daha ileride gördüm. Ne kadar korkunç, değersiz, cansız, ucuz ve aşağılık olursa olsun hayatına sıkıca tutunan beş para etmezin biriydim ben.”
Hastalığının umutsuz dönemlerinde söylüyor bunu, neden böylesine karamsar olduğunu sorgulayıp yıllar önce evini ateşe verip bir trene atlayıp giden babasını çözmeye çalışıyor. Yıllar sonra 18 yaşında akciğer hastaları ile dolu umutsuz bir koğuşta kalırken kendini onlar gibi hastaneye de ait görmüyor. Evde bırakıp gittiği kanserin son aşamalarını yaşayan annesine karşı sonsuz merhamet ve vicdan azabı duyuyorken bile babası hiç aklından çıkmıyor.Koyu bir Nazi ve Katoliklik karşıtı olan yazar, tecrübelerinden yola çıkarak dünyayı ‘mide bulandırıcı bir yer’ ya da ‘lağım çukuru’ olarak nitelendiriyor.
Hastane de ki rutin işleyen işlerin çıplaklığını, hastaların nasıl insanlıktan çıktığını içinde oluşan öfkeyle dışa vuruyor. Kitaplarında ki uslübunun ve yazı dilinin neden böyle acımasız oluşunu anlıyorum her satırda. 18 yaşında böylesine kuvvetli gözlem gücünün olması başka şekilde yazmasına zaten olanak vermezdi diye düşünüyorum. Dünyaya karşı tutumlarımızın benzerliği belki benim onu bu kadar çok sevmeme neden. Hastalığı belki de yakında gelecek olan ölümü her haliyle kabul etmesine rağmen yaşama isteği daha fazla ağır basıyor.
Kendine göre bir çıkar yolu buluyor bu ölümcül yerden kurtulmaya dair. Ama artık tüm hayatı boyunca onunla olacak karamsarlık, sert bir dil, eleştirel bakış açısı hep onunla olup böylesine harika kitaplar yazdırıyor.
Diğer kiaplarında yaşamında önemli rol oynayan büyükbabasını , çocukluk yıllarını, hastalık ve yoksullukla geçen seneleri, devamlı suçladığı okul hayatını, hiç sevmediği derslerdeki başarısızlığını anlatıp duruyor devamlı. Tabi yine hiç nefes almadan, hiç paragraf yapmadan, uzun solukta..
Bu beşleme özyaşam öyküsüne bayıldım, sevdiğim bir yazarın hayatının ilk yıllarını ağzından okumak benim için çok kıymetliydi. Tüm Bernhard severlere önerimdir..
28 Şubat 2017 Salı
21 Şubat 2017 Salı
Paterson Diye Bir Adam
Geçen gün saat ikide toplantım vardı ve bir saat vaktim olduğundan sahile gidip oturayım dedim. Bir çay bahçesinde değil de bankta oturmayı seçtim. Yaşlı bir teyzeden izin isteyip yanına oturdum. Böyle bir durumda beş on dakika sonra konuşmaya başlamak kaçınılmaz. Benim de yaşlıların dertlerini dinlemeye yatkın bir yapım var. Sonrasında da üzüntü içinde kalıyorum o da başka. Onun da başından geçenler ve sonucunda hayatta yapayalnız kalması hayatta ki acımasızlığın en büyük örneğiydi. O birşeyler anlatırken aklıma bir gece evvel seyrettiğim Jim Jarmusch filmi Paterson geldi.
Jim Jarmusch karakterileri sıradan hayatın sıradan karakterleridir. Son filmi Paterson'u izlediğim gece aynı şeyi romanlarında yapan yazarları düşündüm. Böylesine basit ve rutin hayatları anlatıp ciğerimizi sızlatan kaç kişi var ki. Paterson kasabasında yaşayan benzer adlı otobüs şöförü Paterson kendi yaşamımızda ki zavallıllığı gösteriyor. Her gün aynı saatler de kalkıp aynı şeyleri yaptığı iş hayatı, kendine göre seçtiği siyah-beyaz yaşam stiliyle daha renkli olan sevgilisiyle olan rutin aşk hayatını görüyoruz günlere böldüğü filmde. Onu yaşama tutunduran, diğer şöförlerden ayıran yine sanat aşkı. Elinde ki deftere her gün şiirler yazıyor. Filmde ki sevgilisi olan kıza sinir oluyorum tüm film boyunca. Bu kadar mı iyimserlik olur, bu kadar mı elindekiyle yetinir insan. Tüm gün evin içinde kalıp böylesine yaratıcı ve mutlu olamazdım herhalde. Jarmusch yalnız karakterler yaratmada usta. Bu kızın Paterson'u hayata bağlama çabalarını meleksi yetkelerle yapması sinirimi bozuyor tüm film boyunca. Acaba bir ben mi bunu hissettim ?
Daha yaşlanmadan ve başıma kötü olaylar , kayıplar gelmeden böylesine hüzün dolu olmamı açıklayamıyorum. Sonumuz bankta karşılaştığımız teyze gibi olacaksa bunca çaba neden? Niye böylesine kötümserlik içindeyim? Okuduğum kitaplarda bunu yazan yazarlarla karşılaşınca bu konuda tek olmadığını anlamak insana biraz teselli veriyor belki de. Bir hafta önce bitirdiğim Nazan Bekiroğlu kitabı Cümle Kapısı'nda bu duygulara rastladım. Şöyle diyor yazar :
''Her şeyden vaz mı geçmişim? Kasvet mi sirayet etmiş içimin her yerine. Şimdi ben, ömrümün zula ustura ağzı, bıçak sırtı yerinde. Yazı, çizi, bilim, düşünce. Ne yapsam yetmiyormuş. Ne hissetsem daha ilerisi ölüm , diyormuşum da ileri geçemiyormuşum.''
Eksiklik duygusu hep bizle. Paterson'un yalnız karakteri neler açtı başıma..
Jim Jarmusch karakterileri sıradan hayatın sıradan karakterleridir. Son filmi Paterson'u izlediğim gece aynı şeyi romanlarında yapan yazarları düşündüm. Böylesine basit ve rutin hayatları anlatıp ciğerimizi sızlatan kaç kişi var ki. Paterson kasabasında yaşayan benzer adlı otobüs şöförü Paterson kendi yaşamımızda ki zavallıllığı gösteriyor. Her gün aynı saatler de kalkıp aynı şeyleri yaptığı iş hayatı, kendine göre seçtiği siyah-beyaz yaşam stiliyle daha renkli olan sevgilisiyle olan rutin aşk hayatını görüyoruz günlere böldüğü filmde. Onu yaşama tutunduran, diğer şöförlerden ayıran yine sanat aşkı. Elinde ki deftere her gün şiirler yazıyor. Filmde ki sevgilisi olan kıza sinir oluyorum tüm film boyunca. Bu kadar mı iyimserlik olur, bu kadar mı elindekiyle yetinir insan. Tüm gün evin içinde kalıp böylesine yaratıcı ve mutlu olamazdım herhalde. Jarmusch yalnız karakterler yaratmada usta. Bu kızın Paterson'u hayata bağlama çabalarını meleksi yetkelerle yapması sinirimi bozuyor tüm film boyunca. Acaba bir ben mi bunu hissettim ?
Daha yaşlanmadan ve başıma kötü olaylar , kayıplar gelmeden böylesine hüzün dolu olmamı açıklayamıyorum. Sonumuz bankta karşılaştığımız teyze gibi olacaksa bunca çaba neden? Niye böylesine kötümserlik içindeyim? Okuduğum kitaplarda bunu yazan yazarlarla karşılaşınca bu konuda tek olmadığını anlamak insana biraz teselli veriyor belki de. Bir hafta önce bitirdiğim Nazan Bekiroğlu kitabı Cümle Kapısı'nda bu duygulara rastladım. Şöyle diyor yazar :
''Her şeyden vaz mı geçmişim? Kasvet mi sirayet etmiş içimin her yerine. Şimdi ben, ömrümün zula ustura ağzı, bıçak sırtı yerinde. Yazı, çizi, bilim, düşünce. Ne yapsam yetmiyormuş. Ne hissetsem daha ilerisi ölüm , diyormuşum da ileri geçemiyormuşum.''
Eksiklik duygusu hep bizle. Paterson'un yalnız karakteri neler açtı başıma..
16 Şubat 2017 Perşembe
Kayseri Gezimiz
Kış tatilimizin son durağı Kayseri oldu ve burada 3 gün kaldık. Kayseri oldukça büyük bir şehir ve gezecek çok yer var. Gittiğimiz sabah kar yağdı ve kar manzaralı bir Kayseri ile karşılaştık. Şehir içinde büyük parklar var. Kışın gerçek tadı burada çıkıyor. Harika bir gün geçirdik. Soğukta nasıl geziyorsun diye çok soruyorlar ama aslında soğuk fazla gezmemizi etkilemiyor. Üşüdükçe kafelerde mola verdik, camiler sıcacıktı girip bu tarihi yerlere hayran kaldık.
Şehirde kümbetler görmeye değer. Kayseri ve civarında 40 kadar kümbet bulunuyor. Kayseri Talas Caddesi’nde bulunan Alaca Kümbet’in kitabesinden Emir Cemaleddin bin Muhammed adına 1280 yılında yaptırıldığı öğrenilmiş. Ancak bu kitabenin bir bölümü tahrip olmuş.
Gidilmesi gereken yerlerden biri de Milli Mücadele Müzesi..
1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanan ve 2 yıl görev yapan şair Faruk Nafız Bey, savaşta şehit düşen öğrencilerin anısına "Kayseri Lisesi Marşı"’nı yazdı. Okulda, ileride tanınmış bir şair olacak Behçet Kemal’in öğretmeni oldu.
1923 yılında okulun adı "Sultani"'den "Lise"'ye dönüştürüldü. 14 Ekim 1924'te Mustafa Kemal Paşa, eşi Latife Hanım ile birlikte çıktığı yurt gezisinde Kayseri’yi ziyareti sırasında Kayseri Lisesi’ni de ziyaret etti. Okulun öğrencisi Behçet Kemal’in yaptığı konuşma ile açılan törende Mustafa Kemal’i çok duygulandıran bir müsamere sergilendi. Mustafa Kemal Paşa, memnuniyetinin ifadesi olarak okula bir yağlıboya tablosunu hediye etti.
Okul, 1935-1936 ders yılında kız ortaokulu ile birleştirildi. 1959 yılında bünyesinde bir Akşam Lisesi açıldı; 1982’de Akşam Lisesi kapatıldı. 1994-1995 öğretim yılında bünyesinde “Yabancı Dil Ağırlıklı” bölüm açıldı. 2005-2006 yılında "Anadolu Lisesi haline geldi.
Gezerken mola verdiğimiz yerlerden biri de Radisson Blu otelinin alt tarafında bulunan bir kafe. Pastası ve kahvesi harikaydı çok beğendik.
Şehrin Arkeoloji müzesi gezmeden olmaz. Kayseri çevresinden toplanan pek çok eser Kayseri Lisesinin bir odasında koruma altına alınmıştır.
1928 yılında Milli Eğitim Bakanı Esat Bey, Kayseri’ye yaptığı bir ziyaret sırasında, bu eserleri görür ve Kayseri Valisi Fuat Bey’le bir müze kurulması konusunu görüşür. Vali Fuat Bey’in çalışmalarıyla, Hunat Hatun Medresesi’nin onarımı yapıldıktan sonra, 1 Mart 1930 tarihinde açılan müze 1937 tarihine kadar “Depo Müze” olarak faaliyette bulunur. Bir sonra ki durağımız Seyyit Burhaneddin Türbesi oldu. Ömrünün son yıllarını Kayseri'de geçiren Mevlana Celaleddin Rumi'nin hocası Seyyid Burhaneddin hazretlerinin türbesi çok etkileyici.
9 yıl boyunca Konya’da Mevlana’nın hocalığını yapmış ve Konya’ya geçmeden önce 2 ay Kayseri’de kalmıştır.
Seyyid Burhaneddin Mevlana’nın eğitiminden sonra Kayseri’ye dönmüş ve ölümüne kadar 9 yıl burada yaşamıştır. Ölümüne yakın Kayseri Moğollar tarafından işgal edilip, yağmalanmıştır. Kayseri'nin Moğol ordusu tarafından işgal ve talanı esnasında Mevlana'nın hocası Seyyid Burhaneddin, tüm olayların tanığı olmuştur.
Yine bu türbenin yakınlarından kalkan minibüslerle Erciyes Dağına çıktık. O gün oldukça tipi varmış , yollar karla kapanmış ama minibüsle kolaylıkla çıktık. Kayak yapmasanız da karlı dağda gezmek güzeldi.
Karda dolaşıyorsunuz ama kısa süre de donmaya başlıyorsunuz. Biz de Magna Pilot otelin kafesine girip kahvemizi içtik.
Gece de şehir güzel, her yer ışıl ışıl.
20. yüzyıl başında Sultan II. Abdülhamit zamanında tüm büyük şehirlerde birer saat kulesi ve muvakkithane yapılması için ferman yayınlanmış. Kayseri Saat Kulesi de bu fermanın sonucu olarak 1906 yılında inşa edilmiş.Kayseri'ye çok yakın olan Talas mutlaka gezilmeli.Kayseri il merkezine çok yakın, içinde villalar ve bağ evlerinin bulunduğu şirin bir yer. Bu nedenle, yazın buranın nüfusu hızla çoğalır, kışın ise azalır. Bunun yanında, Erciyes Üniversitesine yakın olması da, bu yörede, yaklaşık 15 bin civarında öğrencinin hareketliliği görülmektedir.
Yukarı mahalle de eski evler görülmeye değer. Burada bir zamanlar yaşayan Ermeni ve Rumların evleri birbirinden güzel.
Yaman Dede Camii: 1886’da inşa edilen kilise 1925’te camiye çevrilmiş. Bugün kaybolmuş olan kitabesinin Karamanlıca olarak yazıldığı bilinmekte. Talas’ın en güzel yapılarından biri olan bu caminin adının ilginç bir hikayesi var. 1877’de Talas’ta doğan Kayseri Rumlarından “Dyamandi”, çocuk yaşlarından itibaren İslamiyete ilgi duyar. Eğitim için gittiği İstanbul’da bu ilgisi artar, gönlünce Müslüman olur. Bunu uzun yıllar gizledikten sonra açıklar. Adını da “Yaman Dede” olarak değiştirir. 1962’de vefat eder. Kiliseden camiye çevrilen ibadethaneye de Talaslı olması nedeniyle onun adı verilir.
Talas'ta methini duyduğumuz Yeşil Künefe de künefe yedik. Yanında bir de soğuk süt verdiler. İlk başta nasıl olur dedik ama gerçekten tadını tamamlıyormuş.
Yemek için Talas'ta bulunan Bereket Develi Cıvıklısı'na gittik.
Kayseri içinde bulunan Elmacıoğlu mantı, yağlama, pide çeşitleri muhteşemdi.
11 Şubat 2017 Cumartesi
Sivas'ta Yapılması Gerekenler
Kurtalan Ekspresi ile yaptığımız yolculuğun ikinci şehri Sivas'tı. Sivasın bu kadar güzel olacağını tahmin etmiyorduk. Bir gece trenden iner inmez geldiğimiz Sivas'ta otel olarak seçtiğimiz Buruciye Otel den çok memnun kaldık.
Otelde ki yöresel ürünlerinde bulunduğu harika kahvaltıyı yaptıktan sonra dışarı çıkıp şehri gezdik iki gün boyunca. Bu şehir de de vaktimiz kısıtlı olduğundan yalnızca şehrin içini gezebildik. Ama bu bile bizi iki gün boyunca yordu. Hakkıyla gezmek istiyorsanız 3 gün boyunca kalmak gerekiyor.
Otele yakın olduğundan ilk şehir meydanında bulunan yerden başladık. Çifte Minareli Medrese ilk gittiğimiz yerdi. Sivas’ın sembol tarihi eserlerinden biri zaten. 800 yıldır ayakta kalan Çifte Minareli Medrese, yapılan tadilatların ardından yeniden hizmete açılmış. İçerisinde bir çay bahçesi var.
Taç kapının hemen üzerinde üç yönden akan yazıttan medresenin, İlhanlı veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271/ 72 yılında yaptırıldığı anlaşılmakta.Yapının günümüze ulaşan tek özgün yanı, Anadolu’nun en yüksek taç kapısına sahip görkemli ön cephesi. Taç kapı üzerinde yükselen iki minare ise adeta Sivas’ın sembolü olmuş. Anadolu’da yapılmış en abidevi medreselerden biri olup, Dârü’l-hadis adıyla da biliniyor.
Sivas Şifaiye Medresesi görülmesi gereken diğer yapı. Sultan İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan medresede yine Sultanın kabri de yer almakta. Saltanatı sırasında hastalanan Sultan İzzettin Keykavus, bu medresenin yapılmasını emretmiş. Şifaiye Medresesi içerisinde yer alan önemli notlar, Sultan’ın kendi yazdığı şiirler ile dikkat çeker. Süslemeleri çok güzeldi. Bu yapı, Selçuklu Devrinde hastaların tedavi edildiği ve aynı zamanda tıp tahsilinin de yapıldığı en önemli medreselerden biriymiş. Günümüze ulaşabilen bölümü, Anadolu’nun en büyük şifahanesi. 1217/18 yıllarında 1. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır.
Sivas Müzesi
1896-99 tarihleri arasında, Sivas Valisi Reşit Akif Paşa tarafından Sanayi-i Mektebi olarak yaptırılan bina, 1916 yılında Demircilik ve Marangozluk atölyesine dönüştürülmüş. 2009 tarihinde ise Arkeoloji Müzesi olarak hizmete açılmış. 4 ana bölümden oluşan müzeyi çok beğendim.Burada Hurri ve Şerri çok ilginzi çekecektir. Hititlerin baştanrısı Teşub'un kutsal boğalarıymış. Bazı betimlerde Tanrı Teşub'un arabasını çekerken de görülmekteymiş. Hemen hemen bütün kutsal içerikli tasvirlerde Tanrı Teşub'un yanında görülmekte.. Boğalardan biri geceyi, diğeri gündüzü simgeler. Bu eserlerin aslı Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmekte.
Tepecik Köyü Mozaiği
2002 yılında Sivas ili Gürün ilçesi Tepecik köyünde bir evin ahır tabanında bulunmuş. Geç Roma dönemine tarihlenen mozayik'te kanatlı hayvanlar, bitkisel rozetler, geometrik motifler bulunmakta. Mozayik 6 metre uzunluğunda ve 2.50 metre genişliğinde.
SİVAS ATATÜRK KONGRE VE ETNOGRAFYA MÜZESİ
Bağımsızlık mücadelemizin ilk başlangıç durağı olduğunu biliyorsunuz. Eski Sivas Lisesi olarak anılan bina milli mücadeleye 108 gün ev sahipliği yapmış, “Manda ve Himaye Kabul edilemez” gibi önemli kararlar burada alınmış. Bu sebeple Sivas tarihi ile son derece önemlidir.Mülki İdadi olarak 1892 yılında hizmete giren ve 1911 yılında Vilayet-i Sultani olan bu bina milli tarihimizde müstesna bir yere sahiptir.Mustafa Kemal Atatürk’ün daveti ve düzenlemesiyle yapılan ve ilk milli kongre olma özelliğine sahip Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde burada toplanmıştır.
Sivas Eğri Köprü
Eski Sivas-Kayseri yolu üzerinde bulunan Kızılırmak üzerindeki köprü iki kısımdan meydana gelmiş , birinci köprü yuvarlak ve sivri kemerli 17 gözden oluşmuş. İkinci bölümü yaklaşık10 muzaklıkta olup yuvarlak kemerli iki gözden oluşmuş. İkinci kısım, altından su akmamasına rağmen birinci köprünün devamı olması nedeniyle kullanılmakta.Sivas’ın güneybatısında, eski Sivas-Şarkışla-Kayseri yolunda Kızılırmak üzerindedir.
Sivas ta ki camiler hep tarihi ve içleri çok güzel . Kışın ortasında gitmemize rağmen içleri sıcacıktı. Mutlaka her tarihi camiye girilip gezilmeli.
Soğuk olduğundan her an gezemedik tabi . Ara ara molalar verdik. Sivas'ın ana caddelerinden birinde olan Hakan Pastanesi herşeyi ile çok güzeldi.
Bazen de genelde amcaların oturduğu kahvehanelerde oturup çay içtik.
Eğri Minareli Cami
Anadolu'daki mimarlık tarihinde, cami iç mekân fikrinin gelişmesinde önemli bir yapıdır. Avlusuna üç yönden girişi ve düz damlı, dikdörtgen planlı, kufe tipli cami sınıfına giren ender örneklerdendir. Kubbe fikrinin henüz gelişmediği bir dönemde yapılmış.
Sivas Ulu Cami
Merkez’de bulunan Sivas Ulu Camii, Anadolu’nun en eski camilerinden. Camilerin mekân fikrinin gelişmesinde önemli bir basamağı teşkil etmekte.Danişmendliler 1085–1178 yıları arasında Sivas, Kayseri ve Malatya’ya yerleşmişler.
Danişmendliler 1178’de Selçuklulara bağlanmasına rağmen adlarına yapılan yapılar yüzyılın sonuna kadar uzanmakta. Sivas Ulu Camii’ni de Danişmendli döneminin önemli eserlerinden saymak mümkün.
Kale Cami
Sivas Kale Camii, 3. Murad’ın veziri Sivas Valisi Ali Beyoğlu Mahmud Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılmış. Kare planlı, tromp geçişli kubbesi dıştan on ikigen tambur ve üzerinde onaltıgen kasnaklı. Caminin beden duvarlarıyla, kasnak tamburu kesme taştan ve mermerden yapılmış. Mihrabı ve minberi mukarnas süslemelidir.
Gittiğimiz gün kar yağdığından gece Sivas'ın ayrı bir güzel olduğunu gördük. Tüm meydanlarda insanlar geziyor, kartopu oynuyorlardı.
Sivas'ta ne yenir? Sivas köftesi denemeye değer. İç malzeme kullanmadan , etin iki kez çekilmesiyle yalnızca tuz eklenerek yapılıyormuş.
İkinci gittiğimiz Lezzetçi Lokantası idi. Şehirde modern görünüşüyle baya bir güzel ve işlekti ama yediğim yemekleri beğenmedim. Keşke yine esnaf lokantası seçseydik dedik.
Sivas'ta görmediğmiz yerler çok fazlaydı. Yakın çevreye hem vakitsizlikten hem de kış şartlarından gidemedik. Ama bu şehri çok sevdik. Buradan Kayseri'ye geçtik.
5 Şubat 2017 Pazar
Malatya'da Yapılması Gerekenler
Kurtalan Ekspresinin gece 3 buçuk sıralarında durduğu istasyon Malatya'da inerek konaklayacağımız Demiryolu Misafirhanesine hemen geçerek bu şehirde ki tatilimize başlamış olduk. Tam kışın ortasında gidince normal olarak hava çok soğuktu. Misafirhane öğretmenevleri gibi. Beklenti yüksek olmamalı. Kaloriferler yanmazda geceleri donarız diye korkuyordum ama öyle sıcak oldu ki camları zaman zaman açtık.
Ertesi gün hemen şehir turuna çıktık. Malatya da iki gün kalacaktık ve dolu dolu geçirmek istedik. İstasyondan yürüyerek merkeze gidiliyor zaten. Yürüyüş yolları geniş geniş. Oldukça ferah bir şehir. Hrant Dink, İsmet İnönü, Mehmet Ali Ağca bu şehir de doğmuş.
Malatya merkez de ilk olarak Yeni Cami gezdik.
1912’de kesme taştan yaptırılmış, büyük bir kubbesi ve güney duvarının her iki yanında iki şerefe ve iki minaresi bulunuyor. Malatya merkezinde bulunan bir diğer cami de, Çarşı Cami. 17. yüzyılın sonlarında yapılmış olup, kiliseden camiye dönüştürülmüş.
Şehrin gezilecek noktalarından biri de kanal boyu. Etrafta gençlerin çok takıldıkları kafeler, pastaneler ve restoranlar var. Kanal şehre canlılık vermiş, insanlar ileriye doğru yürüyerek şelale park denen yere doğru gidiyorlardı. Gençleri daha çok bu bölgede gördük çünkü çarşı içinde daha çok esnaf ve etrafta gezen yaşlı amcalar vardı.
Malatya da yapılacaklardan biri de eski Malatya yani Battalgazi denen yere gitmek. Buraya giden otobüslerle onbeş dakika da gidiyorsunuz. Daha bir otantik, eski evler ve camiler olan bir yer. Burada bulunan eski Malatya evini gezdik. Etnografya müzesi gibiydi, ben çok beğendim. Burada ayrıca harika mavi çinileri olan Ulu Cami mutlaka görülmeli. Selçuklu hükümdarı A. Keykavus tarafından 1219 yılında yapılmış.
Şehir içinde Hollanda yeldeğirmenlerini hatırlatan parkta gezilip Kanal boyunda yürüyüş yapılabilir. Sonra da kafelerden birinde oturabilirsiniz.
Dernek mahallesinde ki Beşkonaklar gezilecekler listesinde. Eski Malatya’yı yansıtan bu yapı 1900’lü yılların başlarında inşa edilmiş ve bu sokak boyunca toplam 12 konak bulunuyor. Beşkonaklar ile birlikte Niyazi Mısri Mahallesi’nde bulunan ve 110 yıllık bir konak olan Karakaş Konağı da restore edilerek ziyarete açılmış.
Çavuşoğlu mahallesinde bulunan Taşhoron Kilisesi görmek isterseniz tadilatta olduğunu söyleyeyim. Doğu Anadolu bölgesinde ki tek kubbeli kiliselerden biri olması nedeniyle önemli.
Mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Arslantepe höyüğü. Arslantepe Höyüğü, Malatya’nın 7 kilometre kuzeydoğusunda, Fırat Irmağının yani Karakaya Baraj Gölünün batı kıyısında, Türkiye’nin en büyük höyüklerden biri. MÖ. 5000 yıllarından MS. 11.yüzyıla kadar yerleşimin olduğu höyük, bir dönem Roma köyü olarak kullanılmış ve daha sonra Bizans Nekropolü, yani mezarlığı olarak yerleşimini tamamlamış.
Burada Kral Tarhunza görmeden dönülmemeli.
Şehir içi Bakırcılar çarşısı renkleri, sesleri, esnafı ile apayrı bir dünya. Bunca şey niçin yapılıyor, kimler kullanıyor diye düşünmeden edemiyorsunuz..
Tabi ki Malatya'ya gelince kuru kayısı almadan dönülmez. Kayısı satan o kadar çok yer var ki. Seçmek size kalmış. Halk kayısıya '' mişmiş'' diyormuş. Kayısıdan bir çok tatlı da yapılmış. Kayısı çekirdeği de ayrıca değerli bir yemiş.
Kapalı çarşı içinde birçok pideci dükkanına rastladık. Hemen yoğrup sıcak sıcak satış yapıyorlardı. Özellikle tırnak pidesi denen biraz yağlı pidelere bayıldık. Her geçişte bir tane alıp yedik.
Kimi zaman çarşı içinde ki kahvelerde aldığımız halka tatlıları ya da pidelerle oturup yaşlı amcaların meraklı bakışları altında çayımızı içtik. Herkes bayan olarak orada oturmamı garip karşıladı sanki. İçeriye davet edenler çok oldu ama biz hava buz gibi olsa da sıcak çaylarımızı küçük taburelerde içmeyi tercih ettik.
Yemek nerede yenir derseniz biz iki gün boyunca çok lezzetli kebaplar, köfteler yedik. Bakırcılar çarşısında ki Güngör Kebapçısında kebap mutlaka yenilmeli . Etin lezzeti , zırhla çekilişi, yanında verilen ayranıyla harika bir yemekti.
Şehir içi oturup güzel tatlılar yiyeceğimiz bir kafeye rastlamadık. Kanal boyunda Osmanlı Tulumbacısında biraz soluklanmak iyi fikir olabilir..
Yemek için önerebileceğim ikinci yer Hacı Baba Et Lokantası. Burada insan ne yiyeceğini şaşırıyor. Aslında kuzu kaburga dolması yiyecektik ama bitmiş. Biz de ortaya karışık istedik böylece herşeyin tadına bakmış olduk.
Eğer güzel bir döner yemek isterseniz de adres Cici Kebap. Çarşı içinde , üç katı da tıka basa insan dolu olan bu dönerci de dönerler ikindiye doğru bitiyor, bilginize..
Malatya da yapılacaklar bu kadar değil ama biz şehir de aheste aheste gezdiğimiz için iki gün içinde bunları gördük, gezdik. Yaz olsaydı görmek istediğimiz yerler vardı özellikle yakın çevre de . Ama hem zaman azlığından hem de kış mevsiminin olumsuzluklarından bunları yapamadık. Buradan Sivas'a geçtik. O yazı da yakında..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Aralık Ayının İlk Cuması
Kara cuma mı Kara Kasım mı ne varmış, mutlaka eksikler bu dönem alınmalıymış, her şey yarı yarıya ucuzluyormuş, heme...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...