'' Bizim kendimizde kaybolmaya değil, şu koca kalabalık içinde kendimizi bulmaya ihtiyacımız var.
Bizim lafın cambazlığını yapana değil her kelimesi bir yaraya merhem olan söz tabiplerine ihtiyacımız var.
Bizim dünya kargaşasını büyüten değil, içimize sükûnet aşılayan söze ihtiyacımız var.''
Cuma yazıma defterime not aldığım Gökhan Özcan yazılarından biriyle başlıyorum bugün. Gerçekten ihtiyacımız olan güzel bir söz, içten verilmiş bir selam, okuduğumuzda içimizi ısıtan satırlar. Bir de merhem gibi bir arkadaşınız, yakınınız varsa çok şanslısınız. Olmasa da dert etmiyorum artık, ilaç gibi gelen kitaplar var diyorum. Onlarla birlikte bir evde yaşıyorum ya bana yeter.
Hafta başında bahar yaprakları yerlere dökülürken, yeşil yeşil başlarını uzatan bitkilerimi her sabah merdivenlerimden inerken görmek çok iyi geldi.
Geçen cumartesi 48 yaşın kutlamasını yaparken buruk bir tat vardı üzerimde. Ruhumun neşesine ve çocuksuluğuna uymayan bir bedenle yarım asıra gelme duygusu yabancılaşmanın doruk noktası. Bundan sonra ki yıllarda da katlanarak gidecek olan bu duygu ile beden ilişkisinin çelişkisi işte, insanın kendisi. Yaş aldıkça çılgınca bedenine kendini ispatlamaya çalışan insanlardan olmayacağım kesin. Değişen şey daha çok içe dönme ve tecrit olma isteği olacak.
Sağolsun dostlar çeşit çeşit hediyeler verdiler. Hediye almayı ve vermeyi çok severim. Böyle günler de mutlaka olmalı :)
Pazar günü fırına gitme gibi bir ritüelim var. O mis gibi ekmek kokusu öyle güzel ki. Beş on dakika tezgahın önünde dikilir hangi ekmeği alacağıma karar vermeye çalışırım. Eşim de bu sırada çayı koymuştur ocağa.
Cuma günü pazardan çiçek almadım bu sefer okuldan eve gelirken bir bahçede gördüğüm çiçekleri toplayarak eve getirdim.
Okuduğum kitaplar...
Okulda yapılan çalışmalara devam..
Okulun arka tarafına küçük bir bahçe yaptık. Çocuklarla marul, soğan, patates ektik. Hem bu mevsimde ekilebilecek şeyler hem de kısa zamanda ürün alırız diye düşündük. Her okulda keşke böyle bir imkan olsa. Bu çocuklar köyde yaşamasına rağmen bu çalışmayı çok sevdiler..
Biz çalışırken minik bir köpek de geldi yanımıza.
Biz bahçeye o gün bir sürü şey ektik, çevresine de küçük çitler boyamaya başladık. Ertesi gün okula çıktığımızda köye kar yağmıştı. Manzaramız harikaydı yine.
Kar yağınca yürümek , düşünmek hatta kendi kendine konuşmak .. Oğuz Atay demiyor mu Tutunamayanlar'da;
'' Çok konuşuyorum kendimle bugünlerde. Ne yapayım? Başkalarının sohbetinden hoşlanmaz oldum.''
Sınıfımıza sabah girdiğimiz anlar. Belki yıllar sonra burada olmadığımda ne çok özleyeceğim..
Özleyeceğim şeylerin başında sobada demlediğim bergomatlı çaylar, yağmurun cama vurması, mutlu yuva misali içeride ki çocuklarım gelecek.. Hizmetlimiz ara sıra cama gelip bir isteğin var mı hocam diye soruyor, zil sesiyle dışarı koşan öğrenciler, karşı kahveye erkenden gelen amcalar, dedeler, öğlen okuyan ezanla camiye gelen tek tük yaşlı..
Ne güzel her şey. Çok şükür!
Bir kaç gündür yağan kar bahçemizi de kapladı. Bahçemiz de son durum bu. Haftaya hava ısınıyormuş, bakalım marullarımızın akibeti ne olacak.
Hayati İnanç'ın bir sözü var, çok severim ;
"Beden almakla doyar, ruh vermekle." Okulda olduğum zamanlar ruhumun en huzurlu zamanları bu yüzden. Okulların açık olduğu bu zamanlarda gelip gitmelerim çok keyifli kendi açımdan. Ama artan vaka sayılarıyla tekrar kapanabilir gibi geliyor. Umarım bu zamanları en hasarsız atlatabiliriz.
Mutlu haftasonları, hayırlı cumalar !