'' Dün bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar. Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kararlı, hızlı adımlarla yürüyordum rüzgarda, her sabah olduğu gibi. Oysa yatağıma geri dönmek ve uzanmak istiyordum, hareketsiz, hiç kıpırdamadan , isteksiz ve hiç düşünmeden, ta ki o sesi olmayan , tadı olmayan, kokusu olmayan ''şey'' bana yaklaşıncaya kadar. Yani belleğin sınırlarını aşıp gelen o uçucu anı bana dokununcaya kadar. ''
Agota Kristof Dün adlı kitabına böyle başlıyor. Kitabın zor bir çocukluk geçirmiş, sevgi şefkat görmemiş ve bu yüzden yersiz yurtsuz kalmış kahramanı Sandor orta yaşa gelmiş, on senedir bir saat fabrikasında hep aynı işi mekanikleşmiş şekilde yapıyor. Hayatının bir amacı olduğuna inanıyor ama bunun ne olduğunu bilmiyor sadece bekliyor. Kitabın ilk cümlelerinde ki o bekleyiş, kendisini saran o buhranı çok tanıdık buluyorum okuyunca. Kitapları işte bu yüzden çok seviyorum, bunca insan arasında bana gerçeği hissettiren, beni yalnız bırakmayan, kaçınılmaz esaretliği azalttığı için..
20 Mart doğduğum gündü. Yarım yüzyıldır bu dünya üzerinde olmak çok kavranabilir bir duygu değil, boşluk hissediyorum sadece, onca şey yaşamama rağmen. Yıllar üst üste bindikçe bu boşluk artıyor. Yine de tutunmaya çalışıyorum olaylara, güzelliklere, umutlar yeşertmeye çalışıyorum hayatımda. Bir çabanın içindeyim, mutlu olmaya çalışmak için değil. Başka bir şey var bu dünyada ki varoluşumun diye hissediyorum ve cevap olarak inancımı koyuyorum yerine. O ruhumu doyuran tek duygu özde. Bu ramazan içe dönmek, şu aldatıcı bir çok işten uzaklaşmak çok iyi geldi. Beni yavaşlattı, huzurla doldurdu, manevi bir doygunluk yaşadım kısmen. Tüm olumsuz şartlara rağmen hayatta kalmama neden oluyor, iyi ki inançlı bir insanım diyorum kendime. İç huzura sahip olmak kolay değil, bunun için çabalayıp duruyoruz ama bir çok faktör yüzünden süreklilik olmuyor.
Kendime hediyem her seferinde kitap oluyor.Gideyim çarşı pazar gezeyim de kıyafet falan alayım hevesim de yok artık. Ama kitap deyince akan sular duruyor..Bu yaş eşiğinde de iyi hissetmek için 5-6 tane kitap satın alıp hepsini okudum. İlki Agota Kristof'un Dün ve Okumaz Yazmaz oldu.
Sonra bir blog yazısında karşılaşıp merak ettiğim Juli Zeh oldu. Temize Havale adlı kitabını almışım, onu okudum ama kurgusal ütopik dünyalar bana göre değil. Yazarın dili gayet akıcı, sizi sıkmıyor ama dediğim gibi ne bilim kurgu, ne tarihi ne polisiye, sevemedim.
Kitapta tasarlanan konu temizliğin uç noktası, devlet eliyle herkese dayatılmış sağlık ve temizlik kurallarından oluşan sistem. Şöyle anlatıyor kendini;
''Geçmişin tüm sistemlerinin tersine, ne piyasaya ne de bir dine itaat ediyoruz. İfratlı, tefritli ideolojilere ihtiyacımız yok. Sistemimizi meşrulaştırmak için halkın egemenliğine bel bağlamış bağnaz inanca da ihtiyacımız yok. Doğrudan biyolojik yaşamın varoluşundan ihtiyacından bir dayanarak salt salt akla boyun eğiyoruz. Zira her canlıda ortak bir özellik vardır. Her hayvanı, her bitkiyi özellikle de insanı farklı kılar; mutlak birey sel ve kolektif hayatta kalma arzusu. İşte bu arzuyu toplumumuzun dayandığı o büyük uzlaşmanın temeli olarak yüceltiyoruz. Bir YÖNTEM geliştirdik ve bu YÖNTEM her bireye mümkün olduğunca uzun , sorunsuz, başka deyişle sağlıklı ve mutlu yaşam garantilemeyi hedefliyor.''
Burada yazılanlar kitapta ki kurgusal yaşamı özetliyor. Sağlığı bile yönetimlerin idaresinde bir dayatma olarak insana sunulduğunda sanıldığı gibi mutluluk veriyor mu vermiyor mu sorusu baz alınarak bir roman yazılmış. Aslında tartışılacak çok yönü var.
Diğer aldığım kitaplar Rachel Cusk'ın Diğer Ev ve Geçiş. Rachel Cusk ilk defa okuduğum ve işte bu diye heyecanlandığım bir yazar oldu. İnsana, kadına dair gündelik meseleleri öyle güzel dile getirmiş, yormayan anlatımıyla derinliklere inebilmiş biri. Kenara not ediyorum, okumadığım diğer kitaplarını bulmalıyım diye..
''Kutuyu kafaya geçirdiğimde, o zaman, sahte ben gerçek beni yok etmektedir. Ama, bende sahtekârlığa karşı bağışıklık oluştuğundan, artık hiç balık rüyası görmeyi beceremiyorum. Kutu-adamlar, sayılamayacak kadar çok defa rüyalarından uyanmışlar, her defasında da, hep oldukları gibi yani kutu-adam olarak kalmışlardır.''
İlginç bir okumaydı Kutu Adam.
Masumlar romanı şu cümle ile başlıyor: “Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde.”
Kewe, Brani Tawo ve Feruzeh İngiltere'de birleşen hikayeleriyle geçmişe yolculuk yapıyor, o dönemin 'masumlarını' anlatıyorlar bize. Kitabın sonunda '' İnsan İnsanın en iyi sığınaydı.'' diyor.
Tolstoy okumayı çok seviyorum. Aile Mutluluğu'nu okumamışım. İnsanı, insan doğasını, ilişkileri en iyi anlatan yazarlardan biridir Tolstoy. Yine keyifle okuduğum kitap oldu.
Ramazan bir ay boyunca bereketi, huzuruyla beni sarıp sarmaladı. Kuran-ı Kerim'i tekrar okumaya başladım, hala da sürüyor. Her sayfasında yeni bir şey görüyor, öğreniyorum. Hayatta bu kadar kılavuz olacak, yaşam amacını gösterecek başka bir kitap görmedim. Tutulan oruçla geçen her günde yemeden içmeden uzaklaştıkça ruhum hafifledi. Boşuna eren evliya az yemiyor, az konuşmuyor hayatlarında. Çok yedikçe, yemekten çok keyif almaya başladıkça ruh kendini kaybediyor gibi geliyor. İnsanız tabi ki, güzel yemekler, masalar bizi cezbediyor ama en azından yılın bir ayı başka bir arınmaya geçmek lazım. Okula gidip geldik mart ayı boyunca. Öğrencilerin o sıcak dokunuşları günlerimi renklendirdi.
Köyümüze bahar geldi..
Annem penceresinden gün sonu ışıklarını yakaladı yine...
Beni üzen bir şey yaşadım okulda bu ay. 5-6 sene önce bize gölge olsun diye okul bahçesine ektiğimiz ceviz ağacını köydekiler kesmiş. O gün okula gelince inanamadım. Kim niye yaptı diye arayınca aşılamak için kestiklerini söylediler. Biz o ağacı bize çok ceviz versin diye ekmedik, okul bahçesinde başka da ağaç yok. Yaz sıcağında altında oturuyor, dersler yapıyorduk ama ne yazık ki yurdum insanı hiç sormadan, kendi kafasına göre her şeyi bozmayı sevdiğinden böyle bir şey yaşadım. Bir de buna en çok üzülen ben oldum, ne güzel işte bedavadan aşılama yapılmıştı!
Nisan ayının başında erkek kardeşimin doğum günü vardı. Ona sürpriz yaptım, yakınlarımı bir araya getirerek güzel bir gece geçirdik. Ama erkek kardeşler hep böyle sanırım, o benim doğum günümde sosyal medyada kutlama mesajı yazarak her sene olduğu gibi geçiştirdi. Biz erkeklerden farklı hissediyoruz galiba, özel günler de kutlama, ziyaret, ilgi alaka bekliyoruz ama olmuyor işte. Bence özel günlerle şu sıradan hayatlarımıza renk geliyor, ailece bir araya gelme bahanemiz oluyor..
Bayram üzeri yolculuğa çıkmadan halamı ziyaret ettim elimde menekşeyle. Menekşeleri çok sever. Hemen yeni yerine yerleştirdi, büyüyenleri bana gösterdi. Halam babamla birlikte ailemizde ki en yaşlılarından.Başka büyüğümüz yok, onlara hep hürmet etmeye çalışıyorum, arıyorum soruyorum. Birlikte daha çok zaman geçirmek için imkan yaratıyorum. Evde kendi kendine yeterli olup yaşıyor çok şükür.
Halam 83 yaşında babam 79. Allah sağlık, güç kuvvet versin, başımızdan eksik etmesin. Bu bayram eşimin anne ve babasının olmaması, evin son zamanlarında ki gibi aynı şekilde zamanda asılı kalması, oraya gittiğimizde ki o koca boşluk ve yas öyle ağır ve üzücü ki. Babaanne ve dedemizi çok özlüyoruz, anılar hep bizimle...
Biraz da bayram tatilinde gittiğimiz gördüğümüz yerlerden bahsedeyim. Bayram tatili olunca kızımda eve geldi üniversiteden. Almanca hazırlık gördüğünden özellikle konuşmada konuşuyor. Çünkü lisede dili ingilizceydi. Ama yine de iki kuru verdi, yakında üçüncü kur sınavı olacak. Oldukça stresliyiz biz anne-baba olarak.
Ama bu uzun bayram tatilinde bir yerlere gidelim dedik ve çok uzak olmayan, daha önce gitmediğimiz şehirlere gitmeye karar verdik.
Pelin artık 19 yaşının içinde olduğundan tüm gençlik enerjisiyle şehirde, kafelerde, avm'lerde gezmek istiyor. Bizim iç Anadolu şehirlerine yapacağımız gezide morali bozuldu:) ama ailece bir arada olmamızın verdiği mutlulukla -ara ara alışverişte yapınca- keyfi yerine geldi.
İlk olarak sabah yola çıkıp Kütahya Tavşanlı ilçesine uğradık. Küçük bir kasaba ve leblebisi meşhur. Biraz çarşısında gezip, leblebi alıp yola devam ettik.
Sabahtan beri çok aç olduğumuzdan yol üstünde gördüğümüz bir düzlüğe masamızı kurup, sabahtan hazırladığım kahvaltıları çıkardık. Artık bir yerlerde kahvaltıya fahiş fiyat vermek istemiyorum. Nehre yakın yerimizde bir saat keyif yaptık.
Arabayla ilerleyip çok görmek istediğim Çavdarhisar Aizanoi Antik Kentine gittik.
Akşama doğru konaklayacağımız Uşak'a ulaştık. Merkezde uygun fiyatlı Esila Pansiyona yerleştik, iki gece burada kaldık. Ertesi gün yaklaşık olarak bir saat uzaklıktaki Kula bölgesine gittik. Akşama kadar öyle yoğun gezdik ki burada ki gezimiz çok iyi geldi bize. Kula coğrafi olarak çok farklı bir yer. Kula peri bacaları, Dilvit Jeoparkı, Bazalt Sütunları, Taşyaran vadisi, Kula evleri.. Her şey o kadar güzeldi ki..
Tarihi evler.. Çok az kalmış ve yıpranmış...
Bazalt Sütunları.. Köyün arkasında ki dağlar boyunca..
Kula Peri bacaları.. Müthiş bir coğrafya, yürüyüş yollarıyla tam keşfedilecek bir bölge. Ama çoğu insan arabalarla gelip kıyısında köşesinde foto çektirip gidiyor.
Peksimet diyorlar sanırım. Burada katmer ve bükmesi de meşhur. Biz denedik çok beğendik..
Tarihi camileri çok güzel, içlerinde ki işlemeler, hat yazılarına hayran kaldım..
Uşak gezimizi video yapıp kanala koydum. Aboneyseniz zaten biliyorsunuz. Seyretmek isteyenler haydi buyrun..
Uzun zamandır yazmamıştım, bloglara açıp bakamamıştım. Çok teşekkür ederim beni merak edip soranlar da olmuş. Onların mesajlarını yayınlamadım ama okudum. Zaman oldukça yazmaya devam edeceğim, bana iyi gelen bir şey bu. Şunu bunu yaptım diye tekrara dönüyor ama bir tür sohbet gibi geliyor bana.
En kısa zamanda bloglarınızda görüşmek üzere !