İşte beklenen tatilimiz geldi ve geçti. Bizim açımızdan mutlu ve rahat bir tatil oldu. Pelin doğduğundan beri klasik otel merkezli, gidip tüm gün otelde vakit geçirilen tatil anlayışımız var. Çocukla yorulmayı, eziyet çekmeyi göze alamadığımdan bu böyle. Ama bunu da seviyorum. Yılboyunca yaşanan yorgunluk, gürültü, koşturmacadan sonra lüks bir tembelliği seviyorum , ne yapayım :))
Tatil fotolarım merak edenler için gelecek, biraz zaman. Ama döner dönmez blog arkadaşlarıma merhaba diyeyim dedim..Biraz tatil kısa kısası da yapacağım :)
* İlk gittiğimiz otel, çok keyifliydi. Nerdeyse hiç çocuk yok, gürültü yok, haydi eller havaya yok, süperdi yani.
* Çevreye baktığınızda çoğunluk evli erkeklerin şişman, şortlardan taşan göbekler, yemiyecekleri kadar yiyecek tabakları ellerinde , genel de boş boş şezlongta yatar vaziyetteydi. Kadınların durumu daha iyi, evli de olsa formunu korumuş, bu da çocukları peşinde koşturmalarından olsa gerek, ama suratlar asık, devamlı çocuklarıyla didişir durumdalar.
* Güneşlenirken , sahilde, havuz başında kitap okuyan oranı azalmış bence..Geçen yıllarda daha çoktu sanki. Okunan kitaplar da çoğunluk best-seller ..Nedense - bana ilginç geldi- erkekler D. Steel okuyorlardı :)
* Gittiğimiz otel gelenler açısından maddi durumu iyi olanlara hitap ediyordu ama insanların birbirleriyle, çalışanlarla konuşmaları beni iğrendirdi. Bu kadar savsaklanmış, saygı elden gitmiş, düzeyin iyice düşmüş olan ilişkiler karşısında canım çok sıkıldı.
* Otel çalışanları da ayrı bir konu. Sizle yapmacık bir nezaket sonrasında kendi aralarında lan lı , küfürlü konuşmalarını duyunca iyice sinir oluyordunuz. Yada ben böyleydim, tahammülüm yok dizilerden çıkma konuşmalara, saygısızlığa..
* Akdeniz devamlı dalgalı galiba. Denizin düzgün, berrak, içini cam gibi görüldüğü bir yapısı yok. Deniz kum ama dalgadan birşey gözükmüyor.
* Tatile 3 kitap götürdüm, birde orada bulduğum bir kitabı okudum.. Bunlar da :
- Bir Gemide ( Ferit Edgü )
- Do Sesi ( Ferit Edgü )
- Sessiz Bir Ölüm ( Simone de Beauvoir )
- Engereğin Gözündeki Kamaşma ( Z. Livaneli )
31 Temmuz 2011 Pazar
17 Temmuz 2011 Pazar
MUHTEŞEM GEZİ
Eşimin çalıştığı fabrika bugün İstanbulda Muhteşem Yüzyıl gezisi yaptı. Yani Süleymaniye Külliyesine ve Topkapı Sarayına çok güzel bir gezi oldu. Şimdi geldim, sıcağı sıcağına fotolar :))
İlk olarak Süleymaniye Camiisine gittik.
Süleymaniye Camisi’nin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, ölümünden sonra yapılmış..Restorasyon çalışması olduğundan böyle uzaktan baktık. Hürrem Sultan Türbesi de arka tarafta..
Sonra öğle yemeği için Piyer Loti 'ye gittik. Rehberimizin anlattığına göre Piyer Loti İstanbul'da yaşayan bir Fransız subaymış. Asıl adi Julien Viaud olan, P. Loti bir denizci olarak ilk kez Selanik'e oradan İstanbul'a gelmis. Eserlerinde Türkleri savunmuş bir türk dostu aynı zamanda..Burası gerçekten çok güzel ama yemekler rezaletti. Köfteler tam pişmemiş, piyaz denen mayonez gibi bir sosla verilen şeyde lezzet yoktu. Garsonların böyle büyük bir grup karşısında sıcağında etkisiyle aşırı sinirlenmeleri vs. etkenlerden ben de kötü bir etki bıraktı. Bir de insanların sırf buraya keyif yapmaya gelmeleri için büyük çabalar sarfettiklerini görünce ( çoğunluk arabalarıyla geliyor çünkü, park yeri arama eforundan sonra insan da zevk kalır mı bilmem ) sevgili kasabamı bir kez daha sevdim.
Sonra da Topkapı Sarayına gittik. Ama o kadar kalabalıktı ki, çok iyi gezemedim..
Saray hazineleri..
Saraydan güzel kesitler..
Günün sonunda bir İstanbul klasiği..Boğaz Turu...
AA bu arada söylemeyi unuttum. Yarın tatile gidiyoruz , 15 gün gibi yokuz. Görüşmek üzere...
İlk olarak Süleymaniye Camiisine gittik.
Osmanlı külliyeleri içinde Fatih külliyesinden sonra ikinci büyük külliye Süleymaniye külliyesiymiş. Külliye İstanbul yarımadasının Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi'ni gören ortadaki en yüksek tepesinde inşa edilmiş.
Süleymaniye Camisi’nin avlusunda bulunan Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, ölümünden sonra yapılmış..Restorasyon çalışması olduğundan böyle uzaktan baktık. Hürrem Sultan Türbesi de arka tarafta..
Sonra öğle yemeği için Piyer Loti 'ye gittik. Rehberimizin anlattığına göre Piyer Loti İstanbul'da yaşayan bir Fransız subaymış. Asıl adi Julien Viaud olan, P. Loti bir denizci olarak ilk kez Selanik'e oradan İstanbul'a gelmis. Eserlerinde Türkleri savunmuş bir türk dostu aynı zamanda..Burası gerçekten çok güzel ama yemekler rezaletti. Köfteler tam pişmemiş, piyaz denen mayonez gibi bir sosla verilen şeyde lezzet yoktu. Garsonların böyle büyük bir grup karşısında sıcağında etkisiyle aşırı sinirlenmeleri vs. etkenlerden ben de kötü bir etki bıraktı. Bir de insanların sırf buraya keyif yapmaya gelmeleri için büyük çabalar sarfettiklerini görünce ( çoğunluk arabalarıyla geliyor çünkü, park yeri arama eforundan sonra insan da zevk kalır mı bilmem ) sevgili kasabamı bir kez daha sevdim.
Saray hazineleri..
Saraydan güzel kesitler..
Günün sonunda bir İstanbul klasiği..Boğaz Turu...
AA bu arada söylemeyi unuttum. Yarın tatile gidiyoruz , 15 gün gibi yokuz. Görüşmek üzere...
14 Temmuz 2011 Perşembe
BOL MEYVELİ YAZ PASTASI
Yaz mevsiminin en güzel yanlarından biri bol meyve ve sebzeleri içermesi..Pazardan aldığım meyveleri bu pasta da kullandım. Hazır pasta tabanı meyve suyuyla ıslatılır.Çilekli puding pişirilerek araya sürülür. Araya çikolata rendesi de yaptım. Üzeri de zevke göre meyvelerle süslenir..
Daha önce de yine yaz pastası yapmıştım. Çok güzel olup herkes tarafından beğenildi. Lorlu ve limonlu pasta...
Tuzsuz lor, krema, hindistan cevizi ile bir krema hazırlanıyor. Araya sürüldükten sonra limon rendelenir. Sonra diğer kat konur ve krema sürülür. üzerine de çok ince kesilmiş dilimler...
Eee yanında da şöyle naneyle hazırlanmış ev limonatası olursa ....
11 Temmuz 2011 Pazartesi
HAFTASONU DAĞDAYDIK
Şimdi bana yine mi bir yerlere gittin dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü herkes öyle diyor zaten :)) Ama ne yapayım , tüm fırsatları değerlendireyim diyorum. Kocaelinde trekkinglere katılmaya çalışıyorum. Yaz gelince kamp yapılıyor bir gecelik ..Ne zamandır istiyordum ve çok merak ediyordum..Bu kampa katıldım nihayet.
13 Kişilik bir grupla yola çıktık. Ve başladık dağlara doğru yolculuğa..İnönü Yaylasıydı gittiğimiz..Ama yolda şöförün elinde minibüsün vites kolu kaldı. Yani yolda kaldık :) Bizde çevredeki tek eve sığındık.Daha şimdiden macera başlamştı. :))
Bütün gece sabaha kadar ateş yandı, çaylar içildi, közde patatesler yapıldı...
Artık yavaş yavaş gece oluyor, havada aniden soğudu..Ateş var ama nereniz dönükse orayı ısıtıyor.Arkanız buz gibi..
13 Kişilik bir grupla yola çıktık. Ve başladık dağlara doğru yolculuğa..İnönü Yaylasıydı gittiğimiz..Ama yolda şöförün elinde minibüsün vites kolu kaldı. Yani yolda kaldık :) Bizde çevredeki tek eve sığındık.Daha şimdiden macera başlamştı. :))
Tüm bu fotolar yaklaşık iki saat bizi misafir eden Karadenizli bir teyzenin bahçesinden..Sonra minibüs tamir edildi ve yola çıktık.Sonunda yaylaya geldik.Çadırları kurduk, odun topladık.Gece çok soğuk oluyormuş, hazırlık yaptık bu yüzden..
Bütün gece sabaha kadar ateş yandı, çaylar içildi, közde patatesler yapıldı...
Çadırlar kuruldu, yemekler hazırlandı..Etrafta pikniğe gelen aileler vardı. Tek şikayetim sonuna kadar açılmış damardan şarkılar, sabaha kadar havaya sıkılan kurşunlar..Dağda bile rahat yok.Öyle oturucağım yıldızların altında kafamı dinleyeceğim sanmayın..
Artık yavaş yavaş gece oluyor, havada aniden soğudu..Ateş var ama nereniz dönükse orayı ısıtıyor.Arkanız buz gibi..
Gece saat 1 gibi ben yattım, arkadaşlar dörde kadar oturmuşlar.Aslında gürültüde uyuyamam ama komaya girdim sanki. Bu arada silah atışları son sürat devam etti. Gece uyku tulumum iyiymiş, hiç üşümedim ama yerde yatmakta zormuş :)) Sonra sabah oldu.Güneşin doğmasıyla çadır hamam gibi oldu.Hemen fırladık çadırlardan..
Kahvaltıdan sonra ormanda yürüyüş yaptık Çok iyi geldi bu da..Eve dönüş vakti gelmişti...
8 Temmuz 2011 Cuma
İKİ FİLM : TARKOVSKY FİLMLERİ
ANDREİ RUBLEV
15. yüzyılda yaşamış ikona ressamı Andrei Rublev'in öyküsünde sanatçı-toplum ilişkilerini ele alır. Ortodoks kilisenin paganları yakıp katlettiği, bilimle ugraşanların şeytanla özdeşleştirildiği, toprak beylerinin köylüleri ezdiği ve birbirleriyle çarpıştığı, göçmen Tatarlar'ın Ruslar'a saldırdıkları bir dönemde yaşayan Rublev'in yapıtlarında görülen duygu, saflık ve insana olan inanç, Tarkovski'ye göre toplumsal dehşetin olumsuzlanmasından başka bir şey değildir. Rublev, kilise içindeki ikiyüzlülüğe, sanatçılar arasındaki kıskançlığa dinsel konuların nasıl yapmacık işlendiğine tanık olur. Tarkovski belki de Rublev'de kendi gölgesini görmüştür, çünkü kendisi de Sovyet yönetimince fiziksel bir cezaya çarptırılmadığı halde yakın arkadaşları sık sık tutuklanmış, hapsedilmiştir.
1966’da filmin çekimleri tamamlandığında , Tarkovsky bu filmiyle komünist yönetimin çok sert tepkisini çekmiş ve gösterimi de yasaklanmış. Tarkovsky, 1967 yılında Cannes Film Festivalinde ödül alınca film gösterimi girmiş. Tarkovsky' nin filmi kafasında tasarlaması 4-5 yıl sürmüş, çekimler de bi o kadar. Bu yüzden neredeyse 3,5 saat süren bu filmi seyretmeyi fazla görmemek gerekiyor.
Tarkovsy'nin kendisi bu film için kardeş katlinin ve Tatar istilasının hakim olduğu dönemde milli kardeşlik özleminin doğabildiğini, bunu da rublev'in üçlemesi "kardeşlik, sevgi ve inanç" idealiyle anlattığını söylemiştir. Aynı zamanda film 1400-1423 arasında rus ortaçağını değil sanatsal üretim özgürlüğünün de kısıtlanışını gösterir.
STALKER
15. yüzyılda yaşamış ikona ressamı Andrei Rublev'in öyküsünde sanatçı-toplum ilişkilerini ele alır. Ortodoks kilisenin paganları yakıp katlettiği, bilimle ugraşanların şeytanla özdeşleştirildiği, toprak beylerinin köylüleri ezdiği ve birbirleriyle çarpıştığı, göçmen Tatarlar'ın Ruslar'a saldırdıkları bir dönemde yaşayan Rublev'in yapıtlarında görülen duygu, saflık ve insana olan inanç, Tarkovski'ye göre toplumsal dehşetin olumsuzlanmasından başka bir şey değildir. Rublev, kilise içindeki ikiyüzlülüğe, sanatçılar arasındaki kıskançlığa dinsel konuların nasıl yapmacık işlendiğine tanık olur. Tarkovski belki de Rublev'de kendi gölgesini görmüştür, çünkü kendisi de Sovyet yönetimince fiziksel bir cezaya çarptırılmadığı halde yakın arkadaşları sık sık tutuklanmış, hapsedilmiştir.
1966’da filmin çekimleri tamamlandığında , Tarkovsky bu filmiyle komünist yönetimin çok sert tepkisini çekmiş ve gösterimi de yasaklanmış. Tarkovsky, 1967 yılında Cannes Film Festivalinde ödül alınca film gösterimi girmiş. Tarkovsky' nin filmi kafasında tasarlaması 4-5 yıl sürmüş, çekimler de bi o kadar. Bu yüzden neredeyse 3,5 saat süren bu filmi seyretmeyi fazla görmemek gerekiyor.
Tarkovsy'nin kendisi bu film için kardeş katlinin ve Tatar istilasının hakim olduğu dönemde milli kardeşlik özleminin doğabildiğini, bunu da rublev'in üçlemesi "kardeşlik, sevgi ve inanç" idealiyle anlattığını söylemiştir. Aynı zamanda film 1400-1423 arasında rus ortaçağını değil sanatsal üretim özgürlüğünün de kısıtlanışını gösterir.
STALKER
Bir bilim kurgu hikâyesini çıkış noktası olarak seçen Tarkovsky, bu çıkış noktasından hareketle insanın en temel ruhsal çatışmalarına, krizlerine ışık tutar. Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir ülkede bir yere meteor düşmüştür. O meteorun bulunduğu alana bir takım inceleme ekipleri gönderilmiş, ama hiçbirisi geri dönmemiştir. Bu alan “Zone- Bölge” olarak adlandırılır ve ziyarete kapanır. Çünkü burada oraya giren her insanın isteğinin gerçekleştiği bir yer vardır : “Room- Oda”. Stalker, bu bölgeye istekli kişileri götürüp onların isteklerinin gerçekleşmesini sağlayan kişilerden birisidir. Filmde, birisi ilhamını kaybetmiş bir yazar, diğeri bir bilim adamı olan iki kişiyi bölgeye götürür Stalker. Film, Stalker, Yazar ve Bilim Adamı’nın yolculuğudur bu anlamda.
Akıl, filmde daha çok Bilim Adamı ile görünür hâldedir. “Soyutlamayla düşünmeyi bile beceremiyorsun''.Tam bir iman insanı olan Stalker ise kendisini başkalarının hizmetine adamış acı çeken birisidir. Yazar, sanatın gücüne inanır, ancak şüphecidir. İman etmeyi, dua etmeyi kusur olarak görür.Stalker’ın konusu hakkında konuşabilmek çok zordur, konuşmaya her teşebbüsün de başarısızlıkla sonuçlanması doğaldır. Nefes kesici görüntüler eşliğinde suyun altındaki mikro dünyaya yakından bakıp, onlarla temaşa ederken, Eduard Artemyev’in olağanüstü müziğinin bir duyulup bir kesilen sesi eşliğinde derinlere dalmak ve İncil’den, Kur’an’ın “Kıyamet Sûresi”ndeki ayetlere çok benzeyen ayetleri dinlemek. Daha bir çok ayrıntı bu filmde...
5 Temmuz 2011 Salı
KINIK ÇÖMLEKÇİLİK ŞENLİĞİ
İstanbuldaki seramikçi arkadaşım Şenay minibüs tuttuk, Bilecik'in Pazaryeri ilçesine bağlı Kınık köyüne gidiyoruz deyince hemen ben de atladım. İlçenin güney batısında ilçeye 7 km. uzaklıkta 493 nüfuslu evlernini ve sokaklarının temizliği ile dikkat çeken bir köy. Kınık Köyü Bulgaristan'dan göç edenler tarafından kurulmuş. Köyün toprak yapısının uygunluğu ve köy halkının geçmişte Bulgaristan'dan getirdiği seramikçilik sanatının gelişmesine yol açmış, zamanla köye halkı bir şöhret kazandırmıştır. Her evin sokağa bakan yüzünde genellikle o evde üretilen seramik türlerinin sergilendiği bir vitrin pencere yer alır. Ne yazık ki, gün geçtikçe bu geleneği uygulayan evler, ya da "ocaklar" azalmış..
Kınık ve çevresinin sarı renkteki demir oksit bileşimli toprağı son derece kalitelidir. Bu toprak pişince kırmızı renge dönüşüyor. Önceleri, günlerce elle yoğurulmuş seramik hamuru. Kınık seramiği her dönemde tophane seramiğine yakın bir yoğunlukta, sertlikte ve gözeneksiz görünümündedir.
Kınık Köyü Çömlekçilik ve El Sanatları Derneği' nin girişimleri ile de Üniversitelerin Güzel Sanatlar Fakültelerinde okuyan öğrenciler için yaz stajı niteliğinde Çömlekçilik Eğitimi düzenlenmektedir. Katılımlar Üniversiteler aracılığı ile sağlanmakta olup konaklama ve yiyecek içecek dernek tarafından belirlenen ve kar amacı gütmeyen bir ücretle sağlanmaktadır. Bu sayede öğrenciler köydeki ustaların bilgi ve becerilerinden faydalanmakta ve ustalara da kendi bilgilerini aktarmaktadırlar.
Bütün gün köy evlerinin arasında dolaştık, avlulara girdik, çamurları elledik, çömleklere baktık. Neredeyse her evin bir çamur atölyesi var ve neler yapılıyor neler ...
4 Temmuz 2011 Pazartesi
İki Conrad Kitabı daha..
KARANLIĞIN YÜREĞİ
Talih'ten sonra Conrad'ın bu kitabına başladım ve bitirdim. Talih'te bulamadığım duygusal derinliği bunda bulduğum için daha çok sevdim . Conrad gerçekten de zorlayan , ilgiyi devamlı üzerinde isteyen bir yazar. Okuyupta zevk almak için çaba harcamak gerekiyor.
Conrad bu kitabında da yine Marlow karakterini kullanıyor. Yaptığım araştırma da Joseph Conrad’ın “ KARANLIĞIN YÜREĞİ”ni eleştirmenler kişinin kendi benliğini bulma adına yapılan manevi bir yolculuk olarak değerlendiriyorlar.. Bazı eleştirmenler Conrad’ın simge ve sembolizmini Vergil’in Aeneid’inkine benzer geleneksel epik bir yolculuğu yansıttığını, kimisi de bazı bölümlerin Dante’nin İnferno’sunu yankıladığına dikkat çekerler. Kimi eleştirmenler ise kitabın psikolojik sembolizmle yüklü olduğunu vurgularlar. Bu görüşü paylaşanlar beyaz adam Kurtz’un ve roman kahramanı Marlow’nun bir eşi olduğunu ve Freud’un “ id” veya Jung’un gölgesini temsil ettiğini açıklarlar. Eser bir başka boyutta ele alındığında ise emperyalizmin eleştirisi olarak gözümüze çarpar.
Roman kahramanı Marlow’nun Belçika Kongo’suna yaptığı yolculuk Thames nehrinde başlar ve yine orada biter. Kongo'da yaşananlar karanlık bir yönüdür insanlığın. Günümüzünde ayıbı olan sömürgecilik karşısında Marlow , bir de insanın kalbinin kötü tarafına da yolculuğa çıkar.
Son olarak Conrad bu kitapta hem Afrikanın derinliklerine hem de insanın kara yüreğine yolculuk yapar.
NARCISSUS'UN ZENCİSİ
1897'de yayımlanan Narcissus'un Zencisi, bazı eleştirmenlere göre Condrad'ın "büyük romanlar" dönemini başlatan kitaptır. Bombay'dan Londra'ya giden Narcissus gemisinde, James Wait isimli zenci bir tayfayla diğer mürettebat arasında geçen bu gerilimli hikâyenin, aslında temel olarak bugün "ötekilik" diye adlandırdığımız sorun hakkında olduğu söylenebilir. Gemilerini ve hayatlarını tehlikeye atarak, tüberküloza yakalanan zenci bir tayfayı kurtarmaya çalışan bir kısım mürettebat, karşılarında "zenci tayfayı" umursamayan bir kaptan bulurlar .
Heybetli vücudu, insanı ürküten konuşması ve sesine rağmen ters giden bir şeyler vardır Wait’te. Daha sonra anlaşılır ki, Wait tüberkülozdur.
Hep ölümden dem vuran ve ölümle dost olduğu havasını yaratan Wait, cüssesinin tam tersine iş yapmaktan kaçınan ve ölümü bekleyen birisidir. Bir süre sonra patlayan korkunç fırtına ve sonrasında onu kurtarmak için canını tehlikeye atan mürettebat, karşılarında zenci tayfayı hiç de umursamayan bir kaptan bulurlar. Her şey bundan sonra daha da karışacaktır, zira bencillik ve bir arada yaşamanın ahlaki boyutları birbirine karışmaya başlar.
“Yemek yiyemiyorum kâbuslar görüyorum
ve karımı korkutuyorum. Bitsin artık şu kitap.”
Conrad’ın kitabı bitirmeye çalışırken Edward Garnett’a yazdığı bir mektuptan...
Talih'ten sonra Conrad'ın bu kitabına başladım ve bitirdim. Talih'te bulamadığım duygusal derinliği bunda bulduğum için daha çok sevdim . Conrad gerçekten de zorlayan , ilgiyi devamlı üzerinde isteyen bir yazar. Okuyupta zevk almak için çaba harcamak gerekiyor.
Conrad bu kitabında da yine Marlow karakterini kullanıyor. Yaptığım araştırma da Joseph Conrad’ın “ KARANLIĞIN YÜREĞİ”ni eleştirmenler kişinin kendi benliğini bulma adına yapılan manevi bir yolculuk olarak değerlendiriyorlar.. Bazı eleştirmenler Conrad’ın simge ve sembolizmini Vergil’in Aeneid’inkine benzer geleneksel epik bir yolculuğu yansıttığını, kimisi de bazı bölümlerin Dante’nin İnferno’sunu yankıladığına dikkat çekerler. Kimi eleştirmenler ise kitabın psikolojik sembolizmle yüklü olduğunu vurgularlar. Bu görüşü paylaşanlar beyaz adam Kurtz’un ve roman kahramanı Marlow’nun bir eşi olduğunu ve Freud’un “ id” veya Jung’un gölgesini temsil ettiğini açıklarlar. Eser bir başka boyutta ele alındığında ise emperyalizmin eleştirisi olarak gözümüze çarpar.
Roman kahramanı Marlow’nun Belçika Kongo’suna yaptığı yolculuk Thames nehrinde başlar ve yine orada biter. Kongo'da yaşananlar karanlık bir yönüdür insanlığın. Günümüzünde ayıbı olan sömürgecilik karşısında Marlow , bir de insanın kalbinin kötü tarafına da yolculuğa çıkar.
Son olarak Conrad bu kitapta hem Afrikanın derinliklerine hem de insanın kara yüreğine yolculuk yapar.
NARCISSUS'UN ZENCİSİ
1897'de yayımlanan Narcissus'un Zencisi, bazı eleştirmenlere göre Condrad'ın "büyük romanlar" dönemini başlatan kitaptır. Bombay'dan Londra'ya giden Narcissus gemisinde, James Wait isimli zenci bir tayfayla diğer mürettebat arasında geçen bu gerilimli hikâyenin, aslında temel olarak bugün "ötekilik" diye adlandırdığımız sorun hakkında olduğu söylenebilir. Gemilerini ve hayatlarını tehlikeye atarak, tüberküloza yakalanan zenci bir tayfayı kurtarmaya çalışan bir kısım mürettebat, karşılarında "zenci tayfayı" umursamayan bir kaptan bulurlar .
Heybetli vücudu, insanı ürküten konuşması ve sesine rağmen ters giden bir şeyler vardır Wait’te. Daha sonra anlaşılır ki, Wait tüberkülozdur.
Hep ölümden dem vuran ve ölümle dost olduğu havasını yaratan Wait, cüssesinin tam tersine iş yapmaktan kaçınan ve ölümü bekleyen birisidir. Bir süre sonra patlayan korkunç fırtına ve sonrasında onu kurtarmak için canını tehlikeye atan mürettebat, karşılarında zenci tayfayı hiç de umursamayan bir kaptan bulurlar. Her şey bundan sonra daha da karışacaktır, zira bencillik ve bir arada yaşamanın ahlaki boyutları birbirine karışmaya başlar.
“Yemek yiyemiyorum kâbuslar görüyorum
ve karımı korkutuyorum. Bitsin artık şu kitap.”
Conrad’ın kitabı bitirmeye çalışırken Edward Garnett’a yazdığı bir mektuptan...
1 Temmuz 2011 Cuma
KÜÇÜK BİR TATİL
Devamlı gittiğimiz, kaçamak yaptığımız bir yer Sapanca.. Yine gidip yaz sezonunu açalım dedik. Sapanca'da bulunan Güralsapanca Otel hizmeti, kalitesi , temizliğiyle favori yerlerimizden biri..Otel de SPA , 2 büyükler için 2 de çocuklar için açık havuz var.. Arkasında da dağlara uzanmış bir orman...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Cuma Geldi
Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...