Ne çok severdim aslında mağaza mağaza gezip dolaşmayı. Bir gün nefret edeceğim aklıma gelmezdi ama evet ediyorum artık. Geçen gün gittiğim büyük avm katlarında dolaşırken bu düşüncem iyice pekişti. Üst üste insanlar, çocuklarıyla gelen kadın çoğunluğu, her yandan gelen çığlık ağlama sesleri...Tamam benimde çocuğum oldu ve küçükken gezdik bizde buralarda ama herşeyin bir yaşı var demek. Benimde alışveriş çağım kırk yaşında bitti.
Hele öğrenciyken paramız olmasa da ne gezerdik Ankara çarşılarında. Özellikle pasajlarda. Ankara'da okuyanlar, oturanlar bilir pasajların önemini; hele ki Zafer Çarşısını. Özellikle kitapçılarını gezer gezer dururduk, fazla para da yok ya belki bir dergi alırdık içimiz tüm kitaplarda kalarak. Konur ve Karanfil pasajlarından da ucuza giyim bulmaya çalışırdık. Off bir ruhu vardı tüm bu alışveriş yerlerinin.
Geçen gün okuduğum Ayça Örer yazısı bunları düşünmeme neden oldu. Öyle güzel anlatmış ki bu durumu. İstanbulda ki pasajların nasıl avm ye yenik düştüğünü, insan kitlesinin bile alışverişlerde değiştiğini, dükkanların tek tek kapandığını yazmış. Aznavur Pasajında dükkanını kapatan Emin Bey bu durumu şöyle anlatmış:
'' Kimse artık gönül rahatlığıyla caddelerde gezemiyor. Birincisi korku var. İstiklal güvenilir bir yer olmaktan çıktı.ikincisi yoksulluk.Sokakta yürürken en az beş kişi yanınıza gelip para istiyor. Birisi sizden para isterken cebinizde ki parayı o kadar rahat harcayamazsınız. Üçüncüsü zebil gibi alışveriş merkezi açıldı. ''
Gençliğimizde yaptığımız alışverişler, gittiğimiz pasajlar, orada ki dükkanlar ne yazık ki geri de kaldı. Geçen hafta Ankara'ya gittiğimde tekrar Zafer çarşısına gidip eski günleri hatırlamak istedim ama keşke gitmeseydim. Çok üzüldüm son haline.
Bir zamanlar yani 40 yıl önce Cahit Zarifoğlu'nun Akabe Kitapevine ev sahipliği yapan mekanın kapısından girer girmez Gündoğdu Marşı çalınırmış. Sonra bu ses yerini bozuk oyuncak seslerine , sonra porno kasetlerine nihayetinde Ankara Büyükşehir Belediyesi eliyle mermer bir mezarın eziciliğine bıraktı diyor Ayça Örer. Ve burada 30 yıl müzik dükkanı işleten Dürdane Hanım'a sözü bırakıyor:
'' Zafer Çarşısı da, Karanfil pasajı da, Konur pasajı da, Adil iş Hanı da Ankara için bir mayalanma merkeziydi. Memurlar, öğrenciler bu pasajlarda vakit geçirir,gün sonunda ellerinde bir kitap, bir kaset, bir dergiyle evlerine dönerdi. Artık kimse ne kitap ne dergi alıyor. Ankara da anlatılan bir zamanın okur yazar insanlarına rastlamak imkansız. Her tarafta kulak tırmalayan bir elektro saz eşliğinde Ankaranın bağları türküsü çalınırken sokaklar, pasajlar cep telefoncularının işgaline uğradı. Ne Kızılay, ne Tunalı, ne de kentin ilk merkezi Ulus'ta yaşayan bir şey görmek mümkün değil. Çürümüş, kangren olmuş ve kesilip atılmayı bekleyen birer uzuv buralar artık. Onların yerine de alışveriş merkezleriyle ikame edilmeye çalışılan protez azalar sunuluyor.''
Dediğim gibi bunlar iyice batıyor bana. İyi ki bu büyük şehirler de yaşamıyorum, bu yozlaşmaya tanık olmuyorum. Artık üç aydan aya yaptığım alışverişler de bitecek gibi..
30 Kasım 2017 Perşembe
24 Kasım 2017 Cuma
Teşekkür Cuması
Bu hafta birşey yazmam diyorum sonra hafta boyunca çektiğim fotoğraflara bakıp Allahım ne çok güzel şey olmuş diye düşünüyorum. Sanmayın ki hep pozitif insanım, polyanna bir nevi demeyin. Tam tersi çok karamsarım, tam bir bunalım insanıyım. Ama hayatın güzelliklerini yakalayarak savunma hattı oluşturdum kendime. Şu güzel anları kayda geçirirsem sorumluluğum yerine gelir gibi geliyor.
Bakalım bu bir hafta boyunca neler olmuş.
Hayatta en büyük şükürüm sağlıklı olmamız. Yürüyorum, konuşuyorum, kimseye muhtaç değilim. Okul yolumda sarı bir denize dönüşen yapraklar ve mutluluğum..
Evin dış kapısını açar açmaz beni karşılayan çiçeklerim...
Okul sonrası biraz köy içinde geziyorum. Bakın ne buldum bir evin bahçesinde. Ne güzelde duruyorlar..
Benim kabak düşkünlüğümü öğrenen ve anlam veremeyen köyde ki teyzeler bana bir süpriz yapıp sınıfıma kadar gelip ne getirdiler :) Şükürler olsun gün içinde böyle küçük süprizlerle karşılaşıyorum..
Evde en sevdiğim köşem; kabaklar, taşlar ve örgüm..
Şükürler olsun ki eğlendiğim, temalı partiler yaptığım zevkli arkadaşlarım var. Sonbahar partimizde altı kız güzel bir masa etrafındaydık. Yedik , içtik, hediyeler verdik, konuya uygun giyindik, daha ne olsun küçük kasabanın can sıkıntısında ki Desperate Housewives :)
Bisikletimle gezmeye çıktığımda bu yolun en güzel halinle karşılaştım.
Yanından geçerken her mevsim farklı olan ağaçlara şükrettim..
Ve son olarak kahve - kitap - kurabiye keyfim için, ağız tadımız devam ettiğinden şükretmek istiyorum. Balkabaklı kurabiye tarifini Damyskitchen blogundan almıştım, oldukça hafif bir kurabiye. Bu hafta da böyle geçti, cuma ne çabuk geldi anlamadım yine. Bir taraftan bu hızlı akışa üzülüyorum, nasıl günler geçiyor,elde ne var diyorum diğer taraftan böyle şükür edecek bir sürü olay var diyorum kendime. Bugün 24 Kasım yani öğretmenler günü. Tüm öğretmen arkadaşlarımın gününü kutlarım.
Haftasonumuzun güzel geçmesi dileğiyle..
22 Kasım 2017 Çarşamba
Yoksa Asosyal miyim ?
Truffaut'nun Ray Bradbury' nin aynı adlı romanından uyarladığı Fahrenheit 451 filminde Clarisse itfaiyecilerle karşılaşır. Topladıkları kitapları düzenli bir şekilde yakan itfaiyeci Guy Montag'a üç soru sorar :
'' Fahrenheit 451 nedir? ''
'' Kağıdın yanmaya başladığı sıcaklığın derecesi..''
İkinci soru gelir sonra :
'' İtfaiyecilerin eskiden kitapları yakmadıkları, tam tersine ateşi söndürdükleri doğru mu? ''
Montag şaşırır, böyle düşünmek hatalıdır der. Çünkü zaten tüm evler ateş-korumalı. Ardından son soru gelir.
'' Kitapları niçin yakıyorsunuz? ''
İtfaiyeci çok normalmiş gibi omuzunu silker, diğerleri gibi bir iş işte der.Sonra da hangi gün hangi yazarın kitaplarını yaktıklarını sıralar. Montag hiç kitap okumuş değildir. Ama bir gün '' yaktığınız kitapları hiç okudunuz mu'' diye bir soruyla karşılaşıp tüm yaşamı değişecektir. İnsanı nasıl yoksadığını kitaplardan sonra farkedecektir. Montag'ın karşılıksız bıraktığı sorunun cevabını itfaiyecilerin başı verecektir ;
'' Kitaplar insanı mutsuz ediyor. ''
Bunun üzerine Montag niye diye sorar.
'' Çünkü kitap okumak onları toplum-karşıtı ( anti-sosyal ) yapıyor.
Filmi tekrar izleyince daha önce farketmediğim noktaları yakaladım. Yukarı da yazdığım diyalogları düşündüm ve hak vermemek imkansız. Kitap okurluğum okumayı öğrendiğim ilk çocukluk yıllarıma rastladığı düşünülürse bunca geçen zamanda kendimi bunca yalnız hissetmem, yalnızlığı sevmem, artık beni destekleyecek insanlara ihtiyaç duymamam bununla açıklanabilir belki de.
Çünkü kitap okumak bireysellik duygusunu arttırıyor. Bu arttıkça yabancılaşma
arzusu güçleniyor. Öte yandan da toplumsallaşma içgüdüsü azalıyor. Bu da insanlardan kopmaya, kalabalıklara tahammül edememeye varıyor bence. Kitap dünyasında varolmaya başlıyorsunuz belli bir süre sonra.Gerçek insanlardan çok onların varlığı sizi tatmin ediyor. Böyle ben'm gibi olan var mı acaba?
Bunları yazarken sipariş verdiğim , gelmesini dört gözle beklediğim yeni arkadaşlarım içimi kıpır kıpır ediyor. Okudukça ruhumda büyük uçurum oluşuyor kimsenin yardım edemeyeceği. Bundan da şikayetçi değilim zaten. Ne mutlu dünyası, işi gücü, tek derdi kitaplar olan insanlara...
'' Fahrenheit 451 nedir? ''
'' Kağıdın yanmaya başladığı sıcaklığın derecesi..''
İkinci soru gelir sonra :
'' İtfaiyecilerin eskiden kitapları yakmadıkları, tam tersine ateşi söndürdükleri doğru mu? ''
Montag şaşırır, böyle düşünmek hatalıdır der. Çünkü zaten tüm evler ateş-korumalı. Ardından son soru gelir.
'' Kitapları niçin yakıyorsunuz? ''
İtfaiyeci çok normalmiş gibi omuzunu silker, diğerleri gibi bir iş işte der.Sonra da hangi gün hangi yazarın kitaplarını yaktıklarını sıralar. Montag hiç kitap okumuş değildir. Ama bir gün '' yaktığınız kitapları hiç okudunuz mu'' diye bir soruyla karşılaşıp tüm yaşamı değişecektir. İnsanı nasıl yoksadığını kitaplardan sonra farkedecektir. Montag'ın karşılıksız bıraktığı sorunun cevabını itfaiyecilerin başı verecektir ;
'' Kitaplar insanı mutsuz ediyor. ''
Bunun üzerine Montag niye diye sorar.
'' Çünkü kitap okumak onları toplum-karşıtı ( anti-sosyal ) yapıyor.
Filmi tekrar izleyince daha önce farketmediğim noktaları yakaladım. Yukarı da yazdığım diyalogları düşündüm ve hak vermemek imkansız. Kitap okurluğum okumayı öğrendiğim ilk çocukluk yıllarıma rastladığı düşünülürse bunca geçen zamanda kendimi bunca yalnız hissetmem, yalnızlığı sevmem, artık beni destekleyecek insanlara ihtiyaç duymamam bununla açıklanabilir belki de.
Çünkü kitap okumak bireysellik duygusunu arttırıyor. Bu arttıkça yabancılaşma
arzusu güçleniyor. Öte yandan da toplumsallaşma içgüdüsü azalıyor. Bu da insanlardan kopmaya, kalabalıklara tahammül edememeye varıyor bence. Kitap dünyasında varolmaya başlıyorsunuz belli bir süre sonra.Gerçek insanlardan çok onların varlığı sizi tatmin ediyor. Böyle ben'm gibi olan var mı acaba?
Bunları yazarken sipariş verdiğim , gelmesini dört gözle beklediğim yeni arkadaşlarım içimi kıpır kıpır ediyor. Okudukça ruhumda büyük uçurum oluşuyor kimsenin yardım edemeyeceği. Bundan da şikayetçi değilim zaten. Ne mutlu dünyası, işi gücü, tek derdi kitaplar olan insanlara...
16 Kasım 2017 Perşembe
Cuma Şükür Günü
Uzun zamandır cuma günü yazısı yazmamıştım, bugün biraz heyecanlıyım. Tekrar rutinime dönmek iyi geldi, bir haftanın özetini yazacak dinginliğe ulaşmışım demek ki. Cuma inancımıza göre şükür, talep, iç sesi dinleme, muhasebe yapma günü gibi geliyor bana. Bir hafta boyunca yaptıklarımı gözden geçiriyorum böylece.
Bu hafta okulumuza sağlıkla gidip geldik, kızım büyüdü işte. Burada ara sıra izledik , altı yaşından beri takip edenler bilir. Zaman geçmiş hoyratça, şimdi orta sonda yakında liseye de gidecek. Teog maduruyuz ama bu sene bir rahatlık geldi ki üstüme anlatamam. Ne olursa olsun diyorum hatta kabul etse dağlara köylere gitsek yaşasak. Bizimle aynı fikirde değil tabi ki istemiyor fikirlerimizi. Çatışmalarımız, benim sinir krizlerim olsa da iyi ki bir kızım var , şükürler olsun..
İşte kasabamız, tepeden kızımın okulundan görünüş. Biz denize yakın bir evde oturuyoruz. Bu bina kalabalığının içinde kurtarılmış bir bölge de ağaçların ortasında oturduğumuz için şükürler olsun..
Bu yol her sabah işe giderken yürüdüğüm yol. Çekerken bu fotoğrafı ilginçtir sağ taraf anayol olmasına rağmen bir tane bile araç çıkmamış. Yoksa vızır vızır geçer. Gürültüden durulmuyor ama hele şu sonbahar mevsiminde yapraklı bir yolda yürüyorum ya şükürler olsun..
Vee 3 yıldır iş hayatında huzuru bulduğum köy okulum , sınıfım. Çocuklarımla sanat, müzik, sevgi içinde mutluyuz .
Pazar günü Kocaeli Yuvacık barajına yapılan gezi bize sonbaharı tam anlamıyla yaşattı. Turuncu, sarı, kırmızı Allahım ne güzel renkler . Saatlerce yürüdük, hava mis gibiydi, şükürler olsun tüm bunları gördüğümüz, hissettiğimiz için.
Okul yolunda evimden çıktığımda beni karşılayan portakal ağacı...
Vee huzurla oturduğunuz, zaman geçirdiğiniz eviniz sizin en büyük zenginliğiniz. Mutlaka her cuma aldığım mevsim çiçeklerim, taşlarım, kabaklarım, büyük bir emekle örülmüş battaniyeler, okunmasa bile yanı başımda ki sehpada bulunan kitaplar, dergiler, balkonumda ki kaktüslerim, elimde kahvem..
Şükürler olsun ki bir hafta sonuna daha ulaştık, sağlık ve huzurla kalın..
13 Kasım 2017 Pazartesi
Hayatın Bedava Hazları
Geçenlerde Hayalkahvem de okudum , öyle de hoşuma gitti ki bu terim ben de birşeyler yazmalıyım dedim. Şöyle düşünürsek hayatta bedava olup aslında devamlı yapıp bizi mutluluk ve hazla kuşatan ne çok şey var. Hayalkahvem bunların başında '' çay içmek'' ten bahsediyor. Çeşitli zamanlarda ve yerlerde içilen taptaze, sıcak ve tavşan kanı çayı ince belli bir bardaktan içmenin paha biçilmez zevkini anlatıyor. Çok çay sever olmasam da bu bahsedilen hazzı çoğu zaman yakalarım. Otobüslerde, ayak üstü bir yerlerde kağıt bardakta içilen sallama çayları içenleri hiç anlamam. Çay sever birinin bunu hiçbir zaman yapmayacağına inanırım.
Biz de haftasonu arkadaşlarla son bahar günlerini kaçırmayalım, denize martılara eşlik edip şu hayatın bedava hazzını yaşayalım dedik. Sahilde bir kafe de elimizi ısıtan, içimize sıcaklığıyla mutluluk veren , sohbet eşlikçisi çayımızla harika bir zaman geçirdik. Hayatın bedava hazların en başında simit - çay geliyor bence. Sizce başka neler olabilir ?
Biz de haftasonu arkadaşlarla son bahar günlerini kaçırmayalım, denize martılara eşlik edip şu hayatın bedava hazzını yaşayalım dedik. Sahilde bir kafe de elimizi ısıtan, içimize sıcaklığıyla mutluluk veren , sohbet eşlikçisi çayımızla harika bir zaman geçirdik. Hayatın bedava hazların en başında simit - çay geliyor bence. Sizce başka neler olabilir ?
"ne garip bir sıvıdır bu ateş suyu.. ugh!. ve fakat en güzeli sahilde, denize karşı içileni olsa gerek.. salaş tahta masalarda ve pek tabii hava da az biraz rüzgarlı olacek.. çay da hep sıcak olacek.. laflayarak, denize ve martılara bakınarak.. ciddi gibi içilecek.. garson rahatsız etmeyecek ama.. hem çayın dostlukları da başka başka.. hem çay bizim ömrümüzün bitkisel ateş suyu.. ama kız belli bardakta olacak.. avucunuzla kavrayacaksınız bardağı.. tabağa koymayacaksınız.. diğer yuduma kadar.. ama tekrar, kaynamış değil.. ama kokusu da aklını alacak.. bir çay marş'ımız niye yok.. bir çok şeyden daha mühim bu sıvı, oysa.. ımmmh, nefis.. "tazeler misiniz usta, benimki demli olsun lütfen.." aynı bardakta çay gibiyiiz"
metin üstündağ
7 Kasım 2017 Salı
Yazın Sonu Hazandır..
Ekim nasıl geldi geçti anlamadan kasımı bile yarılamak üzereyiz. Sonbahar muhteşem bir mevsim. Her sene tekrar tekrar doğaya hayran kalıyorum, renklerinde kaybolmak istiyorum. Büyük şehirler de bu mümkün değil. Yurt dışında ki şehirler gibi doğanın olduğu kaçış noktaları çok az. Bu haftasonu arkadaşlarımla Ankara'da bir buluşma gerçekleştirdik. Üniversite yıllarında ki Ankara'dan iz kalmamış. Dağ taş gökdelen olmuş. Böyle bir yerde mecburen yaşamak zorunda olmadığım için içim minnet doldu.
Yaşadığım kasaba da oldukça kalabalık olmaya başladı. Her yere binalar arka arkaya dikiliyor ve buna canım çok sıkılıyor. Neyse ki bu binaların arasında sıkışmış bir bahçem var. Ve mevsiminde coşan kasımpatılarım..
Her köşesinde emeğim var ve bunu çok seviyorum..
Havayı güzel bulduğumuzda, bir de kuvvetli rüzgar yoksa soluğu bisikletle sahilde alıyoruz. Bu yolu iki üç yıldır yeni yaptılar. Sağlı sollu ağaçlar diktiler. Bazen belediyeler böyle güzel işler yapıyor işte. Bisikletimle buradan geçişimde bu ağaçların kocaman olup koyu bir gölge yapacaklarını hayal ediyorum.
Buradan yan kasabaya geçiyoruz bisikletle. Bizim buradan oraya 6 km gibi.
Eski evleriyle meşhur ama ne yazık ki zamana teslim olmak üzereler. Belediyelerin bir gün kendilerine el atmalarını bekliyorlar.
Bu ağaç altı da yazın hep geldiğim , bisikletle mola verdiğim yer.
Minik çarşısı ..
Dönüşte bizim plajdan geçiyoruz. Yazın tıka basa olan yer şu an en güzel haliyle ..
Daha da ileriye gidince balıkçı barınağı. Sahil şeridimiz oldukça uzun. İster bisikletle ister yürüyerek gidin bu saatlerinizi alıyor. Sonbaharın güzelliklerinden biri de gökyüzünün bulutlarla dolu olması bence.
Yağmurda olsa biz bu rotadayız. Hele yağmur yağdı mı kimse kalmıyor ortalıklarda.
Sonra da eve dönüş. Hele ev de kek ya da kurabiye varsa değmeyin keyfimize. Ispanaklı kek en güzel ve bu mevsim renklerine uygun. Hayatınıza bu renkleri bol bol sokun bence. Sehpanızda turuncu, kırmızı yapraklarınız olsun, topladığınız kozalakları, pelitleri saklayın bir kabın içinde, küçük kabaklar bulursanız bir yerlerde mutlaka alın !
Akşama akıyor ışıklar artık.
Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazandır
M. C. Rûmi
Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazandır
M. C. Rûmi
1 Kasım 2017 Çarşamba
Haftasonu Kaçamağı ; AYVALIK
Ayvalık bir çok insanın severek gittiği, yaz aylarında nüfusunun oldukça arttığı , tarihi ve dokusuyla kendine has bir yer. Yıllar önce gittiğimizden farklı gelen, bana tatlı anılar ve lezzetler bırakan bir kasaba oldu ve çok sevdim orayı. Amacımız haftasonu gidip iki günlükte olsa bize tatil yaşatacak bir yer bulmaktı. Otobüs saatleri çalışma saatlerimize uygundu ve 5 saatte varabiliyorduk. Ayvalık'a bir gidelim dedik.
Sabahın 6 sında otogardaydık. Buradan şehre giden minibüse gidip merkezde ki otelimize eşyalarımızı bıraktık. Tüm gece yoldaydık, yorulmuştuk ama otelde uyumamayı seçtik. Saat 8 gibi otelden çıkıp merkezde ki çay bahçelerinden birinde aldığımız böreklerle kahvaltı yaptık.
Ekim ayı olmasına rağmen hava sıcaklığının 27 derece olduğu günlerdeydik. Sabahtan denize gidip biraz da olsa girmeyi kafaya koymuştuk. Meşhur Sarımsaklı plajı değilde Badavut Plajına gittik. Burada öğlene kadar denize girdik. Çok soğuk değildi , girilebilir gibiydi ve fazla insan olmadığından harikaydı.
Merkezdeki plajlardan sonra en güzel plaj ise Badavut Koyu. Sarımsaklı’nın batısında kalan bu koy, Sarımsaklı’ya oranla çok daha sakin. Burada gecelemek için bütçenize uygun otel veya pansiyon bulmanız mümkün. Badavut Koyu’nun toplam uzunluğu 1800 metre civarında. Sahilin her noktasından denize girilebiliyor. Şezlongların yer aldığı, en çok kullanılan alan ise yaklaşık 300 metre uzunluğunda.
Denizden sonra merkezde ki otelimize gelip duş alıp tekrar çıktık. Fazla kaybedecek vaktimiz olmadığından bu iki günü dolu dolu geçirmek istiyorduk. Öğlen yemeğini çarşıda yedikten sonra meşhur Ayvalık tatlılarını denemenin zamanı gelmişti. Bu lezzzetleri iki yer de tadabilirsiniz. Biri meşhur İmren Pastanesi diğeri Güler Tatlıhanesi..
Sakızlı Kurabiyeden sonra en çok ilgi gören ürünleri Lor Tatlısı... Bunun yapımında da özel yöntemler kullanılıyor ama önemli olan bu bölgedeki lorun tadı. Yanında mutlaka sakızlı dondurma yemenizi tavsiye ederim. 1947 yapımı makinede yapılan sakızlı dondurmanın lezzeti mükemmel. Lezzetin sırrını sorunca makinenin yanı sıra Kozak yaylasında beslenen Keçi, İnek ve Koyun sütlerinin tadının etkili olduğunu söylüyorlar.
Ama Ayvalık denince akla gelen tatlardan birisi de Güler Pastanesi'nin sakızlı kurabiyesi ve lor tatlısı. Ayvalık'ta çarşının girişinde sağda yer alan dükkanda muhteşem lezzetler sunuluyor. 1946 yılından beri hizmet veren bu pastanede kalite hiç değişmiyor. Dükkan ufak ama özellikle sakızlı kurabiye için uzun kuyruklar oluşuyor. Ayrıca havası otantik. hatta dondurma makineleri bile 1947 yapımı ve İtalya'dan gelmiş.
Şehir içini gezmeyi ertesi güne bırakarak merkezden kalkan minibüslere binerek Cunda adasına gittik. Hemen sahilden tepeye doğru yürüyerek Agios Yannis kilisesini gezdik.Aşıklar tepesinde bulunan tarihi kilise, oldukça ilginç mimarisi ile ilgi çeker. İçerisinde oluşturulan kütüphaneyi de gezebiliyorsunuz.
Bu kilise Koç ailesi tarafından oldukça güzel bir müze haline getirilmiş. Müzeye giriş ücretli. Tam: 5 TL iken öğrenci indirimli fiyatı 2 TL .
Sonra da Cunda sokaklarında gezip sahildeki birbirinden güzel kafelerde oturduk.
Türkiyenin dördüncü büyük adası olan eski adı ile Cunda’ya, bugünkü Alibey adası ismi, Kurtuluş Savaşında ‘’Yunanlılara teslim olun ‘’ emrine karşı gelerek silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya’ya ithafen verilmiş.
Akşam üzeri pek methedilen Teos Lokantasındaydık.
Akşam otelimize dönerek dinlendik. Ayvalık merkezde ki otelimiz Sızmahan Butik Hoteldi. Odalarında pencere olmaması benim için dezavantajdı ama ertesi gün iskelesinde yaptığımız kahvaltıyla telafi oldu.
Otelin içinden..
İkinci gün Ayvalık sokaklarında biraz gezdik. Tarihi dokuyu her yerde görmek çok güzeldi. Keşke daha fazla itina göstersek, daha korusak.
Ayvalık sokaklarında kaybolmak, üst üste aynı yerlerden geçmek, binaların estetiğinde hayallere dalmak sizi buraya tekrar getirecek ayrıntılar. Çok üzüldüğüm konu Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi bu kasabayı da büyük bir başıboşluk almış.İnsanların ne tarihe, ne güzelliğe, ne de sanata ilgisi kalmış. Her yeri plastiklerle, atılan çöplerle, yıkımla mahvediyoruz.
Öğleden sonra belediye otobüsüne binerek yeni yeni adı duyulmaya başlayan boşnak köyüne gittik. Yeniçarohori ya da Küçükköy..
Osmanlıya vergi vermeyi reddeden Midilli’deki sorunu çözmek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından görevlendirilen Mahmut Paşa, 200 gemilik donanması ile 1462 yılında Midilli adasını fethetmiş. Korsan tehlikesi ve benzer sorunların tekrarlanmaması amacıyla Midilli’yi en iyi gören yerlerden biri olan Küçükköy’e yeniçeriler yerleştirilmiş. Yeniçeri köyü anlamına gelen söyleyiş, Rumların ifade ediş biçimiyle Yeniçarohori‘ye dönüşmüş. Zaman içerisinde Yeniçarohori Küçükköy olmuş. Uzun yıllar Rumların da yaşadığı köyde ilk nüfus hareketliliği 1893 yılında Karadağ’dan gelen Boşnaklar ile yaşanmış. 1913 yılından itibaren ise Boşnaklar, Midilli ve Serez göçmenleri köye gelenler arasına katılmış.
Geçmişte Ayiu Athanasiu Kilisesi olarak kullanılan yapı, günümüzde köyün camisi. Caminin bahçesinden ulaşılabilen manastır binası ise Göç Müzesi olarak değerlendirilmiş. Köyde yaşayan insanlardan toplanan eşyaların sergilendiği müzede büyük emek var.
400’e yakın rum evinin restore edilmesi ile başlayan süreç hızla ilerliyor. Düzenlenen festivaller, açılan sanat atölyeleri, kurulan müzelerle, pek çok sanatçı için yeni bir adres olmaya başlamış. Eskiden Sarımsaklı mevkiine göç eden köylüler artık geri dönerek köylerine yatırım yapmaya başlamışlar. Kadınlar köyün meydanında el işlerini ve boşnakların yöresel yemeklerini, ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlere sunmaya başlamışlar.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen sanatçılar, atolyelerini bu köye taşımaya karar vermişler. Elbette bununla birlikte, küçük işletmeler, butik otelellere de ihtiyaç artmış ve girişimciler rum evlerini aslına sadık kalarak butik otellere ve kafe tarzı işletmelere dönüştürmüşler.
Harika kahveler içebileceğiniz Coffee Shelter
Bu köye gelmişken yapılacak en güzel şey tabi ki boşnak böreği yemek. Köyün meydanında ki çay bahçesine oturup bir börek ve çay ısmarlayın kendinize. Bir boşnak olarak biz daha iyilerini yapıyoruz ve yiyoruz diyeyim :)
Çınarlı Cami, Ayvalık’ın merkezinde Hamdibey Mahallesi Alibey caddesinde yer almakta. Kilise Ayvalık halkının ekonomik ve siyasal yönden en güçlü olduğu dönem olan özerklik döneminde inşa edilmiş.Yapı 1923 yılında camiye çevrilmiştir.
Hayrettin Paşa Camisi Hayrettin Paşa Mahallesi’ nde yer almakta. Eski bir kilise olan cami 1850 yılında inşa edilmiş. Ayvalık’ın ilk kiliselerden biriymiş. Cumhuriyet Döneminde camiye çevrilerek Hayrettin Paşa Camisi ismini almış. Panayia ismi Ortodoksların Meryem’ e verdikleri bir isim. Zamanında dini nitelikte eğitim veren okulların kilisesiymiş.Günümüzde kilise cami olarak kullanılırken eğitim binaları ise ilköğretim okulu olarak kullanılmaktadır.9. yy’ ın ikinci yarısında yapılmış olan kilise daha sonra camiye çevrilmiş.
Yorulduğumuz zaman Şeytanın Kahvesinde oturup bir adaçayı içtik. Burası 1950 den bu yana Midillili Halil Bey tarafından işletilmiş. Muzipliğinden dolayı kendisine böyle bir lakap takılmış. Şimdi torunları işletiyor kahveyi. İçeri de kitaplığı da var. Aslında mevsiminizdeyseniz kendi yapımları koruk suyu içmelisiniz.
Daha sonra kendine has dükkanların, kahvelerin ve lokantaların arasında gezerek akşamı ettik.
Son olarak tavsiye edilen bir çok lokantanın aksine sahilde, biraz ara sokaklarda bir balık lokantası bulup kendimize olan balıklardan ve mezelerden söyleyerek akşam yemeğimizi yedik. Müptela Balık hem keseye uygun hem lezzetli aklınızda bulunsun..
Ve bir haftasonu daha bitmek üzereydi. Otobüs saatimize az kalmıştı , biraz daha güzel deniz havasından faydalanalım deyip kıyıda ki çay bahçelerinden birine oturup yorgunluk kahvelerimizi içip hayallere daldık. İki gün boyunca bir çok şeyi yapmış, yaşamış haftasonuna belki de bir hafta içinde yapılacak etkinlikleri sığdırmıştık. Yaza doğru tekrar buralara gelmek üzere kendimize söz verdik..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Cuma Geldi
Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...