Yeni bir yıla çok az kala içinizi ısıtacak görüntüler paylaşacağım şimdi. Her gün kötü şeyler olurken iyi insanları ve ürettiklerini görünce azalan umudunuz yerine geliyor kimi zaman. Benim de neşemi yerine getiren, şahane şeyler üreten, mahallemize renk katan bir arkadaşım var. Elinin tersiyle bir çok olanağı iten, iç sesini dinleyen , bizim cesaret edemeyeceğimiz bir hayat yaşayan arkadaşım ve dükkanı. Öyle Bodrum, Marmaris vs. yerlerde ki dükkanlar gibi çok kazanmıyor. Küçük bir kasaba da olduğumuzdan yaptıkları ilgi çekmiyor ama o durmadan üretiyor.
Benzer zevklere ve ilgiye sahip insanlar buluşuyor dükkanında. O kadar güzel ve özgün ürünler yapıyor ki, her gidişim de '' aa nasıl yaptın bunu '' diyorum. Facebookta 1 Güzel Şeyler Dükkanı diye bulup her gün yaptıklarını adım adım takip edebilirsiniz. Şimdi dükkandan görüntüler..
Ve işte bunca güzel şeyi yapan .. Benim arkadaşım, iyi ki böyle insanlar çevremde, mahallemde. Adı gibi özel insan.. Binlerce öpücük :))
30 Aralık 2015 Çarşamba
24 Aralık 2015 Perşembe
Yağmur Varsa Islan..
Hafta içi sabah kalkış zilim çalınca birçoklarımız gibi yataktan çıkmak istemiyorum. Biraz haftasonunu hayal ediyorum çok uyumak için. Neyse ki çok çok erken kalkmıyorum. Saat 7.40 . Kızımı uyandırıp onu gönderip saat 8.10 evden çıkış. Yürüyerek köy minibüsüne yetişme. Neredeyse 1,5 km bir yol. Herkes yürümenin zor olacağını söylüyordu ama ben oldukça memnunum. Sabahın ayazı ile karşılaşınca derin bir nefes alıyorum , yürümeye başlıyorum. Bu bana öyle iyi geliyor ki. Virajlı yollardan deniz seviyesinden yükseğe çıkıp uzakta kalan kasabamıza bakıyorum. Bazen her yer sis içinde oluyor, bir şey göremiyorum.
Okul sonrası çoğu zaman kendimi deniz kenarında buluyorum. Denizi görmek, koklamak, martılar, dalgalar, mavinin tonları, bulutlarla bir araya gelmesi öyle güzel ki, içimin sesini belki bastırdığım yerlerden biri.
Can Yücel'in bir şiiri vardır, şöyle der :
Bir güzel kahve ısmarla kendine
Seni mutlu eden sesi duymak için "alo " de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın hatta üşü hava soğuksa..
Banklarda otururum , dediği gibi Can Yücel'in biraz da üşürüm kıyısında denizin. Ne büyük nimettir diye düşünürüm yaptıklarım için. İçim sevinç dolar. Çirkinlikleri görmeyeceğim derim bugün, arkamda birikmiş arabalardan gözlerimi kaçırarak. Doğanın güzellikleriyle sıkıntılarımı atmaya çalışırım. Yazdıklarım, paylaştıklarım, yaşantım ile dertsiz tasasız görünürüm ama her insan gibi benimde sıkıntılarım var. Yaptıklarım zaten bunalımlarımı bastırmak için. Bu kadar şeyi yapmasam, gezmesem, hobilerim olmasa, hayatın estetik yönünün peşinde olmasam daha çok dibe batarım gibi gelir.
Hemen evimin alt tarafında ki bu bank oturduğum, soluklandığım, etrafa bakındığım yer. Kaç mevsim gelip geçiyor üzerinden şu ağacın. Önünden öbek öbek kaç kez bulutlar geçiyor. Zaman ne kadar tuhaf bir olgu. Mevsimlerle, saatler, günlerle sınırlanmasına rağmen bütünün içinde ne kadar da yok edici. Durmadan bunları düşünmek, düşünmek..Koşturmacalarımızın farkında olmadığımız zamanları özlüyorum. Anlamsız gelmediği zamanları özlüyorum. Ne değişti? Yıllar geçti ve zamanın nasıl beni yuttuğunu farkettim. Tüm yaptıklarım, işlerim, çabalarım eridi gitti içinde. Yalom'un Günübirlik Hayatlar'ını okuyorum şu sıralar. İnsanların bir umut doktor Yalom'a gelmesi , hayatlarına şahit olmak ağır. Canım daha da sıkılıyor okurken. Kitabın başlangıç yazısı özetliyor her şeyi .
Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius sözleriyle bitiriyorum yazımı..
"Hepimizin ki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın."
Okul sonrası çoğu zaman kendimi deniz kenarında buluyorum. Denizi görmek, koklamak, martılar, dalgalar, mavinin tonları, bulutlarla bir araya gelmesi öyle güzel ki, içimin sesini belki bastırdığım yerlerden biri.
Can Yücel'in bir şiiri vardır, şöyle der :
Bir güzel kahve ısmarla kendine
Seni mutlu eden sesi duymak için "alo " de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın hatta üşü hava soğuksa..
Banklarda otururum , dediği gibi Can Yücel'in biraz da üşürüm kıyısında denizin. Ne büyük nimettir diye düşünürüm yaptıklarım için. İçim sevinç dolar. Çirkinlikleri görmeyeceğim derim bugün, arkamda birikmiş arabalardan gözlerimi kaçırarak. Doğanın güzellikleriyle sıkıntılarımı atmaya çalışırım. Yazdıklarım, paylaştıklarım, yaşantım ile dertsiz tasasız görünürüm ama her insan gibi benimde sıkıntılarım var. Yaptıklarım zaten bunalımlarımı bastırmak için. Bu kadar şeyi yapmasam, gezmesem, hobilerim olmasa, hayatın estetik yönünün peşinde olmasam daha çok dibe batarım gibi gelir.
Hemen evimin alt tarafında ki bu bank oturduğum, soluklandığım, etrafa bakındığım yer. Kaç mevsim gelip geçiyor üzerinden şu ağacın. Önünden öbek öbek kaç kez bulutlar geçiyor. Zaman ne kadar tuhaf bir olgu. Mevsimlerle, saatler, günlerle sınırlanmasına rağmen bütünün içinde ne kadar da yok edici. Durmadan bunları düşünmek, düşünmek..Koşturmacalarımızın farkında olmadığımız zamanları özlüyorum. Anlamsız gelmediği zamanları özlüyorum. Ne değişti? Yıllar geçti ve zamanın nasıl beni yuttuğunu farkettim. Tüm yaptıklarım, işlerim, çabalarım eridi gitti içinde. Yalom'un Günübirlik Hayatlar'ını okuyorum şu sıralar. İnsanların bir umut doktor Yalom'a gelmesi , hayatlarına şahit olmak ağır. Canım daha da sıkılıyor okurken. Kitabın başlangıç yazısı özetliyor her şeyi .
Roma İmparatoru ve filozof Marcus Aurelius sözleriyle bitiriyorum yazımı..
"Hepimizin ki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın."
15 Aralık 2015 Salı
Çocuklar İçin Filmler
Çocuklar dediysem 9-15 yaş civarı. Çünkü kızımla birlikte her haftasonu film saati yapıyoruz ve onun için seçtiklerim bu filmler. Günümüz filmleri yok aralarında. Nedense kendi zevkime göre filmler seçiyorum, bunlarda bir zamanlar seyrettiklerim oluyor. Tekrar eski günlere dönmek, keyifli bu filmleri seyretmek ilaç gibi. Eğer bu yaş civarı çocuklarınız varsa zevkle seyredin derim.
12 Aralık 2015 Cumartesi
Rakım Sıfır
'' Montale, 1950 de ziyaret ettiği Strasbourg hayvanat bahçesinde , şehirde kalakaldıkları için koruma altına alınmış leyleklere ayrılan bölmelere açıklama levhaları iliştirildiğini aktarır. Göç için pek zayıf, yuvasından düşmüş, bir meczup tarafından yaralanmış, hastalanmış... Sonra da Alsace 'da ve Rhein bölgesinde neredeyse kutsandığına değinir leyleğin. İnsanlar , kolay yuva yapabilsinler diye evlerinin çatılarına tahta araba tekerlekleri yerleştirirler, leylekler onları oluşturacakları yuvanın temeli sayarlarmış. Serçelerle paylaşıyor yuvasını leylek, her yıl aynı noktaya dönüyor ve yuvasını sahiplenen bir hemcinsi olmuşsa , ikisinden birinin ölümüyle sonuçlanacak kıyasıya bir kavga başlıyor.''
Denizin üzerinde ki tahta iskelede okumuştum bunları bir yaz günü. Özledik bile yazı. Ama kışı da doya doya yaşamak istiyorum bir taraftan. Bir akşam üstü kitabımı alıp sahile gitmiş masaya oturmuştum. İskelenin ucunda genç kızlar koşturup duruyorlardı. Masayı süsleyip fotoğraflar çekip gülüşüyorlardı. Okuduğum kitap çok sevdiğim Enis Batur Rakım Sıfır kitabından . Hemen buraya yazma ihtiyacı duydum. Çünkü leylekleri seven, koruyan , kutsal bilenlerin yaşadığı Alsace bölgesini kısmen de olsa gezme imkanı bulmuştum. Leylekleri seven bir köy halkı düşünün.İlkbaharla köye gelen leylekleri kutsalmışcasına koruyan , seven köylüler. Tertemiz sokaklarda, evlerde leyleklere dair herşeye rastlıyorsunuz. Burada gezerken bile hep bizim insanımızı, sokaklarımızı düşünmüştüm. Niye bunu bile yapamıyoruz. Bozgunculuk, çirkinlik , vurdumduymazlık içinde nasıl da yaşıyoruz. Bu paragraf beni Alsace gezime geri götürüp hayallere daldırmıştı. Özlem duydum oralara. Bir bacam olsun isterdim üzerinde yuva olan, çocukluğumda bıraktığım leylekler olsa üzerinde...
Öyle çok seviyorlar ki leylekleri kapı tokmakları bile bakın nasıl..
Bir paragraf yazı ile yakında olsa geçmişe dönmek, hatırlamak, özlem duymak ne güzel.
Günlerimizi küçük ama güzel ayrıntıların doldurduğunu farkına varalım ya da bu ayrıntıları biz yaratalım..Güzel haftasonlarına..
7 Aralık 2015 Pazartesi
Yaşadığım Yerde
Kocaman bir yalnızlıktır İzmit
istasyon önlerinde sabah ağartısı
yürüyen telaş yarım kalmış bir şiir
terk edilmiş ölü martılar kıyısı
der şiirinde Sivas'ta katledilen Behçet Aysan. Çocukken ortasından tren geçen kentimize gitmek ne mutluluktu. Adapazarı'nda ki halamın ziyaretine gitmek için kullanırdık treni. İzmit'te ki gar küçük ve filmlerden çıkmış haliyle gerçekten yalnızdı.
Şimdi ne mi oldu? O da mazide kaldı, yerinde kafe var galiba şimdi. Allahtan İzmit'in gri ve karmaşık halinden bağımsız bir ilçesinde oturuyorum. Avunacak çok şey var. Kalabalık şehirleri sevmiyorum, yaşadığım yerde mutlaka deniz olmalı. Bakın vapurumuz gelmiş bile iskeleye. Sait Faik Mahalle Kahvesi adlı hikayesinde vapuru görünce şöyle der :
''Vapur bekliyordum. Hayır vapur da beklemiyordum. Evime gitmek için, yanlış söyledim, gitmemek için vapurun kaçmasını bekliyordum. Bu gece sessiz, kimsesiz köyümde patlayacağım içime doğuyordu. İstanbul'da kalmak, geceyi içki içip sizi düşünerek geçirmek, daha münasipti...Ne çare ki, daha vapur iskeledeydi. o gitmeden, ben de bulunduğum yerden ayrılamzdım. Nihayet vapur kalktı, ben de ferahladım...''
Oturup denizle uzun uzun zaman geçirdiğimiz çay bahçelerimiz var bu kasabada . Kalabalık akşam saatlerini seçmiyorum genelde. Ne kadar az insan o kadar huzur. Özellikle sabah saatleri , vapurun İzmit'e yola çıkmadan önceki halini seyretmek, martıların sessiz bekleyişleri, çınar ağaçlarının altında çayınızı yudumlamak şu dünya da ki en güzel şeylerden biri. Ayrıca en sevdiğim saatler de güneşin yavaş yavaş batmaya başladığı zaman. Ne yazık ki bu sıralarda insanların akın akın sahile geldikleri vakit .
Sait Faik '' Harita da bir nokta'' öyküsünde ne güzel anlatır. Bir adadır anlattığı ama ben kendi yaşadığım kasabaya uyarlarım bu sözleri.
Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havalı isimlerinden hemen mavi sahile kayar...Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. Hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk abalar giymiş bir balıkçı, yırtık bir muşamba kokusuyla beraber küpeşte tahtaları kararmış, boyası atmış ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırakmayan bir kuş, ağ, balık, pul, sahilde harikulade güzel çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar, sisli bir deniz.."
Küçük bir koyumuz var böyle. Sıra sıra kayıkların olduğu.. Yine Sait Faik gelir aklıma. Her geçişimde öykülerinden birini düşünürüm. Kayıkçılar, balıkçılar , kediler ile olan yakınlığını hatırlarım. Hani şapkası başında , bir kayıkta oturup poz verdiği fotoğraf aklıma gelir. Buradaki balıkçıları ona benzetirim. Sanki karşıma çıkacak gibi heyecanlanırım. Yıllar önce babamın babası yani dedemde kayıkla meyve - sebze götürürmüş adalara. Özellikle Büyükada'ya. Burada satarmış bunları. Belki Sait Faik'e de birşeyler satmıştır diye hayal kurarım. Sait Faik ' Berber Dükkanının Açılma Merasimi ' adlı hikayesinde şöyle der :
'' Şu Marmara kıyılarında, o sene bol meyve yetişmişti. Karamürsel'den armut, erik, kiraz, vişneler, Bursa 'dan bol bol şeftaliler , Tekirdağ'dan karpuz, bilmem nereden iki aylık çocuk büyüklüğünde kavunlar geliyordu. ''
Bu fotoğrafı ilkbaharda çekmiştim. Yeni yeni doğa canlanırken. Aralık ayının ortalarına geldiğimiz şu günlerde içimi ısıttı bahar. Kış halini de çekmek isterim yakında.
Son olarak yine Sait Faik:
''Şu karşı ki sandalı görüyor musun? Bakın sahile yaklaşıyor. Onu yürüten şey nedir? Kürekleri değil mi? Ya şu uçan martılar! Kanatları yolunsa artık uçabilir mi? Düşünce de böyledir. Dört duvar arasına kapatılmak istenirse kanatsız kuş, küreksiz sandal oluverir ve bütün manasını kaybeder”
3 Aralık 2015 Perşembe
KÖYDE SONBAHAR
Şehre yirmi dakika uzaklıkta olsa da çalıştığım yer köyde. Güzel ve güneşli havalar geldi geçti. Okul sonrası yürüyüşler yapıyorum minibüs gelene kadar. Mis gibi havası var, sessizliği var, fazla insan yok. Doğa çepeçevre etrafımda. Gezerken gözlemliyorum da Avrupa da gördüğümüz köylerden çok farklı. Oralar masalsı, evler, bahçeler tertemiz ve düzenli. Bizim köylerimiz de bir karmaşa, bir düzensizlik, özensizlik var.
Yine de fotoğrafçı gözü diyorum, bir yeri güzelleştiren unsur. Bu evi bir tepede masmavi bulutların altında görünce hemen çektim. Yapraksız kalmış ağaç rüzgarın yönünü almış. Pavese '' Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir,'' diyor. Böyle gezsem daha iyi zaten. Kıyaslamalar yapmadan o anı hissederek..
Bu ağaçta her gün şekilden şekile giren; siste ,yağmurda, güneşli, yapraklı, yapraksız. Güzel havalarda gidip altında oturdum . Sessizlik yoğun, tam istediğim gibi. Manzaram körfez , aşağıda bizim evler. Minibüs gelince az sonra oraya ineceğim. Gündelik koşturmaca başlayacak.
Aklımda Tezer Özlü'nün cümleleri var. Şu günlerde tekrardan okuyorum Yaşamın Ucuna Yolculuk'u. Ne kadar bana yakın düşünceler ..Üzülüyorum da bir taraftan.
'' Artık o genç insanın korkutucu arayışı içinde değilim. Ne yaşantıları, ne de insan sıcaklığını arıyorum. Bugün, hem insan sıcaklığını, hem de sevgiyi yalnız içimde taşıyorum. Yani sevgisizim. Ve soğuk. Kent resimlerini kendimle taşıyorum. Bütün yolculuklarımın, yolculuklardan oluşan yaşamımın bütün insan resimlerini. Ya da sürekli kalışımın… Sağnak da benim. Esintiler de. Ve ardından güneş çıkınca, gökyüzü bulutsuz olunca, o zaman kentlerle, tren raylarıyla, toprak yollarla, bozkırla, denizlerle, gecelerle, sabahlarla, insan gövdeleriyle, yalnızlığımla bağlantılı anıların ne acı verici, ne de mutlu kılıcı duygularını taşıyacağım. Bomboş var olacağım. kendi doluluğumun boşluğunda. Ve bir başıma. Ve bağımsız, Ovadaki yalnız ağaç gibi. Yaşlı ve büyük. Ve yalnız. O vadide. Bir yamaçta. Başıma buyrukluğuma hayranım.”
Bir ev daha görüp yaklaşıyorum, etrafta kimseler yok. Ama şu traktör kasası bile beni yıllar öncesine taşıyor. Teyzemler, ananemler, torunlar köye gidişimiz , köy evinde kalışımız, sabah erkenden kalkışımız, bahçede ki köpek, sabah pişen ekmek kokusu, köy çeşmesine gidip su taşımamız, tepenin eteğinde ki ceviz ağacının altında uzun uzun oturuşum ( taa o zamanlar bile böyle garip hallerim varmış demek ki )
Yıllar öncesine gitmek, ne garip. Sanki şimdi ki ben değil de 10 yaşında ki o halim asıl gerçek olan..
Sonbahar bitiyor bu köyde. Hurma ağaçlarında hiç yaprak kalmadı. Hurma mevsimi şimdi. Yakında kar yağar .
''Gitmeliyim. Ben giderken, ben ya da tren görünümlerin içinden, kentlerden, köylerden, mısır tarlalarından, dağ sıraları önünden, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı boyunca ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, her görüntüyle birlikte benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaşıyorum yaşamın sonundan. ''
''Ağaçların tepeleri görünüyor. Bugünlerde yavaş yavaş çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçların. Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan daha güçlü duyuyorum, ama kendimi aynı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. Özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda. Ya da ikisi bütünleştiğinde. Ve birdenbire, şimdiye dek hiç algılamadığım bir duygu gelip beni buluyor: Bırakılmışlığın Tadı''
Ve son söz Tezer Özlü'nün çok sevdiği Pavese' ye ait :
''Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Cuma Geldi!
İki haftadır yani eylülün başlamasıyla beraber yerde miyim gökte mi bilmiyorum. Uzun bir yaz tatilinden sonra işe b...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...
-
Hangimiz karışık duygular içinde şu hayatı sürdürmüyoruz ki? Gün içinde bile inişli çıkışlı ruh halleri, temelde ki m...