29 Temmuz 2022 Cuma

Temmuz da Bitiyor

                         Yavaş yavaş blogları okumaya başladım ama gündemi yine de yakalayamıyorum. Hızlı bir şekilde blog listeleri akıyor sağdan. İnstagramı da severim, bakarım ama çok zamanımı alsın istemem. Yine de bir çok şey eksik kalıyor hayatımda. Geçen gün , Ceren blogunda şöyle yazmış;

''Hayat çok değişken. İnsan bir andan diğerine öyle kolay, öyle hızlı geçiş yapabiliyor ki, umudu yitirmek ve hayattan vazgeçmek asla mümkün olmamalı.''

Ne kadar doğru, şunun şurasında on gün mutlu , mesut bir tatil geçirdik sonrasında evimize döndük. Tüm çamaşırlar yıkanıp paklanıp yerlerine konur konmaz uzuun tatilime devam edecek, sadece evimde olacağım, fazla sosyal ilişkilerde de bulunmayıp kendimi nadasa alacaktım. Ruhumu, vücudumu dinlendirecek, yaz tatilinin hakkını verecek, tamamen arınacaktım bir çok şeyden. İki gün sonra gündemimize üniversite sonuçları düşünce kendimden de hiç beklenmedik olumsuz durumla karşılaştım. Çok üzüntü vücuduma zarar vermiş, psikosomatik ağrılarım geri gelmişti. Bu olaylara alıştım derken dedemiz bir anda tekrar hastalandı ve Süreyyapaşa hastanesinde entübe oldu. Neredeyse bir hafta oldu, yanında kimse kalamadığından doğru düzgün haber bile alamıyoruz. Canımız çok sıkıldı tekrardan. Biz bunlarla uğraşırken kızımın gezme tozma istekleri bizi öyle bunalttı ki evde yeniden ergen krizi koptu. 

Pazartesi günü akşama doğru ani bir mide ağrısı yaşadım. Bacaklarımla birlikte midemde saatlerce süren çok şiddetli bir ağrıydı. Hastaneye gitsem ne olur sanki, hemen bir serum veriliyor diyerek bir bakayım duruma dedim. Ertesi güne kadar ağrılar bitmedi. Salı da az şiddetli devam etti. Ceren'in dediği gibi hayat çok değişken. Bir iki hafta da ne yoğun duygular yaşadım bir anda. Ağrıları çekerken her şey önemini yitiriyor, şu an ölsem bunca yaşanmış şey bir an da bitecek ve ne kalacak sanki geride diye düşündüm. Bir kaç ay en yakınların üzülür sonra onlarda hayata devam. Hayatın ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu görüyorsun ve anlam arayışın çoğalıyor. İnancımdan dolayı yaşam gayem belli ama burada da bu amaca ne kadar uygun yaşıyorum diye başka bir üzüntü devreye giriyor.

                        Neyse ki hayata anlam katan dış etkenler ve şükür bunları gören gözlerimiz var. Bahçemde çiçeklerimi sulamak, kuruyan yaprak ve çiçekleri temizlemek, yavaş yavaş çıkan tohumları ümitle seyretmek, meyve ağaçlarında ki minik meyveleri görmek, mevsimine göre çiçekleri gözlemlemek ve çok şükretmek. Kalbimi yatıştıran şeylerden bazıları. 

                      Kur'an yeryüzünün güzelliklerinin, onun 'süslerinin' insanlığa bir hatırlatıcı olduğunu söyler; güzelliğin kaynağına ve amacına dair bir hatırlatıcı. Çevremizde gördüğümüz her yeşilde, canlıda, deniz, gökyüzünde Allah'ı hatırlatırız. Onu hisseden kalpler büyük bir minnet ile dolar.

                        Bugün cuma olduğundan erken kalkıp pazara gittim. Sabah pazara gidip alışveriş yapmayı çok seviyorum. Rengarenk meyve ve sebzelerin mevsimindeyiz şu sıralar.

                   Bilge Karasu Kılavuz kitabında şöyle der;

'' Asıl mutluluk bu olsa gerek, ulaşmağa can attığımızın biraz öncesi..''  

Şu sıralar bir hayalimiz, rüyamızın inşasındayız. Tabi daha çok benim hayalim. Kırsalda bir kulübe. Kırsal kısmı olsun diye çok köylere baktık, araştırdık. Herkes gibi Ege'de olsun isterdik tabi ki ama malum çok pahalı oralar. Bizim burada ki köylere baktık ama çoğu şehre uzak ve eşim hiç istemiyor böylesini. Sonrasında bir zamanlar yatırım yapıp bizim şehrin çıkışlarında küçük bir arsa almıştık. Niye buraya yapmayalım ki dedik. Arsa küçük olduğundan toprak kaybetmemek için  45 metre karelik prefabrik ev yaptırmaya karar  verdik. Ne yazık ki proje , imar işleri 4 ay sürdü. Yeni biten bu işler sonucunda bu hafta içinde beton temelimiz atıldı.


                              Mimarlık ve belediye işlerinin bezdirici tarafı yüzünden çok sıkıntı çektik. Bir çok sıkıntı devam edecek biliyorum çünkü ne isterseniz tam tersi oluyor. Kimse işini doğru düzgün yapmıyor arkadaşlar! Okumuş etmiş insanların bile bunu yaptığını görünce daha da soğuyorum insanlardan. Bir an önce emekli olayım da şu kulübemde yaşayayım istiyorum, inanın.


Balkonumdan görünen şu karşı apartmanın üçüncü katında yaşlı karıkoca çift yaşıyor. Tanışmıyoruz ama ön balkona çıktıkları zaman birbirimize el sallarız. Pandemi döneminde akşam üzeri sadece amca balkona çıkıp sigara içmeye başlayınca kapılarına gidip sormuştum teyzenin nerede olduğunu. Evde ve iyi olduğunu söylemişti amca. Yaşlılık hastalıkları ve ağrılarıyla yaşayıp gidiyorlardı. Geçen gece evleri insanlarla dolup taşınca yoksa ? 
Amca vefat etmiş, aslında sağlıklı olan oydu. Öyle üzüldüm ki. Balkona her çıkışımda bakıp da gördüğüm köşe boş şimdi.


                Hafta içi böylesine üzüntüler yaşayınca şiddetli bir mide ağrısı yaşadım. İki gün boyunca bir şey yiyemeden içemeden ağrıya dayanmaya çalıştım. Sonraki gün biraz iyi olunca sabah erken saatlerde  bisikletime atlayıp yola çıktım. Hastalık sonrasında yaşadığımı daha iyi hissetmek için yola çıkmayı seviyorum. Evlerin önünden geçerken bahçelere, balkonlara, dairelere bakmaya burada yaşayanlar hakkında ipuçları toplamaya çalışırım. Yine böyle baka baka giderken bu ağacı gördüm. İnsan her durumdan böyle etkilenir mi? yakında dışarıda da gezemeyeceğim. Bizim buralarda bu kadar rahat insanlar ağaçları kesiyor keyfine göre. Bakın ağacın haline..


                     Kasabamızın plajının yanından geçerken yavaş yavaş insanların geldiğini, denize girmeye başladıklarını gördüm. Aklıma bir iki gün önce internetten takip ettiğim bizim buranın turizm derneği başkanının yazdıkları geldi.''Kasabamızda artık çok fazla yabancı var, özellikle plajda suriyeli, urfalıları görmekten bıktık'' diyordu. Plajlar her insana açık yerler, isteyen istediği yerde denize girer. Eğer böyle ırkçılık yapacaksak ben de doğduğum , büyüdüğüm bu şehirde o zaman ne karadenizli ne yozgatlı ne erzurumlu istiyorum. Küçükken biz bizeydik evet ama artık durum çok değişti. Plaja binlerce erkeğin arasında
denize giremiyoruz o ayrı. Ama onlar plaja gelmesin ne kadar doğru bir söylem. Nereye gidecek bu insanlar? Bizim imkanımız var Ege'ye Akdeniz'e gittik geldik. 
Diğer yandan mahallemizde ki Urfalı ailenin durumu ne olacak dedim kendi kendime. Kadın ve erkek gençler. 7 tane çocukları var ufak. Adam bütün gün iki arabası var, bunları yıkıyor yağlıyor. Çocukları bu kadar okşamış değil. En büyük oğulları 11 yaşında ve okuldan kaça kaça artık bırakmış . Tüm gün sokaklarda gezip gece 12 gibi eve geliyor. Kaç kez konuştuk aileyle, çocuğa sahip çıkın, böyle bırakmayın diye ama bizi dinlemiyor diyorlar. Dün öğrendim ki , kadın tekrar hamileymiş.


                           Kafamda kendi sorunlarım yanında bir de bu meseleleri düşüne düşüne yan beldeye geldim. Yola çıkınca size oluyor mu bilmiyorum ama ilk saat tüm dertler, tasalar, olumsuz duygular, düşünceler üzerime üşüşür. Büyük sıkıntı yaşarım o ilk saat. Bir simit alıp masaya oturup çay bahçesine erken gelmiş amcalarla ilk çayımı yudumladım. Kafamdan tüm düşünceleri atmaya çalışarak an'a odaklanmaya çalıştım. Üç ağacın ortasında oturuyordum; çam, meşe ve ıhlamur. Güzel bir de rüzgar vardı. Yaprakların sesi, yakınında bulunduğum denizin sesi, bir birbiriyle konuşan amcaların sesi..


                                 Çok sevdiğim kütüphanenin saat 10'da açılışını bekledim masamda. Görevli gençler gelince içeriye girip konağın 3. katına çıktım. Alıp okuyacağım yepyeni kitaplara baktım uzun uzun. Hayatımda ki mutlu anlardan işte biri daha! Kitap dolu raflar önünde. Camımı da açıp bir kaç dergi alıp okumaya başladım. Burada çalışan gençler çay demlediler. Kocaeli belediyesi çok çalışkan bu konularda. Bu konağı restore edip yeni kitaplarla donattıktan sonra halkın hizmetine sundu. Çalışan çocuklara soruyorum; benim gibi gelip kitap alan var mı diye. Onlar da okul zamanı daha çok ilkokul öğrencilerin geldiğini, şu sıralar bir de kpss sınavına çalışan bir gencin olduğunu söylüyor. Çok acı. Artık yurdumuzun her yerinde kütüphaneler açılmış durumda ama halkın bence yüzde otuzu gidiyor een fazla.
Kitaplarımı alıp yola çıkıyorum. Bir an önce eve gidip yeni kitaplarıma başlamayı heves ediyorum. Sabah erken yola çıkınca öğle olmadan eve dönmüş olacağım. Yolum belediyenin bisikletler  için düzenlediği yol. Zamanında toprak yoldu burası. Beton yaptılar diye çok kızmıştım ama yanlara dikilen ağaçlar ne çabuk büyüdüler böyle.



Eve dönüş yolu öyle keyifliydi ki anlatamam. Rüzgar güçlü ama bu sıcakta da öyle iyi geliyordu ki. Rüzgarı böylesine sevdiğimi hatırlattı bana hatta durup biraz video çektim.



Eve geldiğimde kendime dondurma alıp ilk kitabıma başladım. Kitap fuarında bir söyleşisine katılıp sohbetini gayet hoş bulduğum Leyla İpekçi'nin bir kitabını alıp imzalatmıştım. Şimdi de Ateş ve Bahçe'ye başladım. Sanırım eşi Semih Kaplanoğlu'yla olan ilişkilerinden etkiler var ve diliyle anlatımıyla gayet güzel gidiyor. 
Kitap, dergi vb. gibi yerlerde aniden önüme çıkan  öneriler beni heyecanlandırır. Kitapta yazar bir yönetmen ve filminden bahsedince hemen açıp seyrettim. Joris Ivens'in   90 yaşında tamamladığı Une Historie De Vent  filmi rüzgarla yaşadığım anlara öyle denk düşmüştü ki. Tam da o gün rüzgarın ne kadar muhteşem bir şey olduğunu düşünürken bu filme gelmek! Hayat işte böyle ilginçliklerle dolu. Filmde yaşlı yönetmen ömrü boyunca süren astım hastalığından kurtuluşu rüzgara kavuşmakla olacağına inanıp dünyanın her yerinde arıyor. İşin ilginç yanı o dönem dünya rüzgarın verdiği zararlarla yıkılırken yönetmen Çin'de rüzgarı bekliyor. Çok ilginç bir film ve bir çok metaforlarla dolu. Yönetmenin bir çok belgeseli varmış, onları da çok merak ettim. 
Temmuz biterken bu cuma yazısı da bu ayın son postu. 
Herkese mutlu haftasonları dilerim!












22 Temmuz 2022 Cuma

Yeniden Bir Cuma

                             Hoşbulduk blog ahalisi!

                                         Hayırlı cumalar!

                                                  Merhaba!


                 Son yazıma baktım yazmayalı bir ay olmuş. Kendi blog tarihimde bir ilk. Bunca yıldır yazıyorum, bu kadar uzun süren ayrılık olmamıştı. İnsan kopunca da tam kopuyormuş yoksa bariz bir nedeni yok yazmamamın. Zaten merak eden iki kişi olmuş, sağolsunlar neredesiniz diye mesaj yazmışlar. Geriye kalan dokuz yüz kişiye ne demeli :)

                 Okullar haziran ortası gibi tatil olunca evde geçirdiğim günlerim oldu. Allahım nasıl yorulmuşum, uzun uzun uyumayı nasıl özlemişim anlatamam. Günler evde tembellikle geçti temmuz başına kadar. Sonrasında bayramla beraber karavanla Karaburun'a gittik. Farklı bir yer tercih etmedik çünkü üçüncü kez gittiğim Karaburun çok sevdiğim yerlerden biri oldu. Hem doğası, havası, denizi hem de insanlardan uzak oluşuyla kalbimi çalmıştı. Karavanla ücretli kampingleri tercih etmiyoruz. Zaten elektriğimiz var, suya ulaşacağımız bir konumda bulduk mu tamam diyoruz. Kızım da artık genç kız olduğundan yaz tatilinde şehre yani merkeze yakın bir yerde konaklamak istiyor. Her gece giyinip süslenip  gezmek, dolaşmak istiyor. Kamp yerleri eğer varsa çocuklara göre şekilleniyor. 

Bu yaz da Karaburun'a doğru yola çıktık inanmazsınız ama tam 9 saat yol sürdü. Çekme karavan olunca ücretli otobana giremedik çünkü tır muamelesi görüyor ve neredeyse 3 kat para ödüyorsunuz. Biz de yavaş yavaş gittik, tüm günümüz yolda geçti. Sıcak çarptı ve iki gün kendime gelemedim. Yaşlanmışız vallahi artık max 5 saat yolculuk yaparım. Karaburun merkez çok küçük , karavanla kalacak yer yok. Biz İncirlikoy girişinde kaldık. Önümüzde hem tesis, su, wc olduğundan çok avantajlıydı. Bayramın ilk günü hem komşulardan hem tesisten bayram ikramları bile geldi.



                Bayram tatili olunca çok kalabalıktı haliyle. Yine de sabah insanlar gelmeden İncirli koyda denize girdim. Öğlene doğru kahvaltı yapıp deniz kenarında tüm gün keyfimize baktık. Bol bol kitap okudum. Kızım da bir arkadaş bulunca keyfmiz tam yerine geldi. Gün boyu farklı koylara yürüyüşler yaptık, masmavi denize girdik, o meşhur esintisi sayesinde hiç bunalmadık. Altın otu topladım tepelere çıkarak. Çarşamba merkezde yerel pazarı oluyor , ona gittim. Ama pazarı çok zayıf üstelik pahalı. 



                Deniz kenarında taş topladım. Öyle çok seviyorum ki bu taş denen şeyi. Ah burada olacaktım bu güzelim taşlarla neler yapardım diye hayaller kurdum. 


                Ama geçen seneden beri bazı olumsuz değişimler olduğunu gördüm. Her yerde inşaatlar başlamış, çevreye önem vermeden her parası olan mahvederek bir şeyler yapıyor. İnsanlar milyonluk evlerde güzel güzel oturuyor tamam da o sur gibi kapılarından dışarısı çer çöp içinde. Tamam belediye iyi çalışmıyor, gelen insan hep çöp atıyor ama yaşayanlar da biraz temizlemeli diye düşünüyorum. İnanın yaşadığım ev bahçeli ve gelen geçen hep çöp atıyor içeriye ama hep çevre temizliği yapıyorum etrafta. Bahçemin dışını bile temizliyorum. Karaburun ne yazık ki çöp kent olmuş. Koya gelen günübirlikçiler zaten aman aman! Karavanda olduğumuz sürece nelere şahit olmadık ki. Haa bir de bu çöpleri atanları öyle eğitim durumu düşük, görüntüsünü beğenmediğiniz tipler olduğunu sanmayın. Ne kadınlar erkekler gördük inanmazsınız tipine, giyimine bakınca bunlar hayatta yapmaz diyecekleriniz rahatlıkla sigara paketini, bira şişesini havada taklalar attırarak etrafa saçtılar.

Bir de gözlemlediğim artık 18 yaş altı da çok fazla içki ve sigaraya bulaşmış durumda. Sigara zaten herkesin ağzında emzik gibi. Çocuklarda gördükçe çok üzüldüm. 


               Karaburun denizi  muhteşem. Hem temizliği hem su sıcaklığı en sevdiğimden. Kaldığımız yere yakın yerlere yürüyüş yaparak keşfettiğim koylar oldu. İncirlikoy'a yakın Alman koyu var mesela. Tepeden merdivenlerle iniyorsunuz, kayaların dibinden girmek sorun gerçi ama turkuaz rengiyle deniz çok harika. Hem fazla insan da yok, kum olmayınca etrafta çoluk çocukta yok. Sessiz bir yer de denize girmenin keyfi var sadece. Dolungaz zaten en meşhuru koyların. Beş dakika da arabayla gidilebilir.


            Daha da ileriye yürürseniz Aslanağzı Koyu var. Hatta oraya varmadan yol boyunca denize girilen yerler bol. Aslanağzı koyu da uzun bir merdivenden inerek ulaştığınız büyük kayalardan oluşuyor. Nispeten daha kalabalık bir yer burası ama her taraf dalgalıyken burası çok sakindi.



          Daha da ileriye giderseniz meşhur Mimoza koyu ve Bodrum koyuna varıyorsunuz. Buralar da çok temiz ve durgun deniziyle oldukça revaçta. Çocuklarında kolaylıkla denize girebilecekleri bir bölge ve haliyle çok kalabalık. 



Bol dinlenmeli, sabah yürüyüşlü, okumalı güzel bir tatil geçirdik 9 gün. 





            Döndüğümüz günün ertesi üniversite sınav sonuçları açıklandı. Kızımın bize söylediği tahmini sonuçtan uzak bir sıralama olunca dengem alt üst oldu. Kendimi her türlü sonuca hazırladığımı sanarken duruma çok üzüldüm. 3,5 milyon çocuğun girdiği sınavda ilk yüz binde neredeyse ama istediği üniversiteler olmayacak gibi. Ne yapacağız, bir sene sonraya mı kalsın yoksa tutan üniversitelerden birine gitsin mi diye çok kafa yoruyoruz. Yıllarını tek çocuğuna adamış annenin tosladığı duvarın acısını çekip evde terör estiriyorum şu an. Biliyorum iş işten geçmiş, biliyorum ne olursa olsun çocuğa destek çıkmak lazım, biliyorum bu dünyanın sonu değil ama ben de beklentisi yüksek bir 'öğretmen' anneyim ne yazık ki. Öğretmen çocuğu olmak çok zor, Allah yardımcıları olsun!

          Neyse bu şok dalgası geçecek benim açımdan biliyorum, dört gündür bel ve sırt ağrılarım tavan yapmış durumda. Hayat işte ne tuhaf, onca güzel ve relaks haftadan sonra bir olayla tüm moralimiz tepetaklak oldu. Bu da geçecek diyorum, sabredip bu işin de hayra ulaşacağına inanıyorum.

                  Blog dünyasına tekrar gelip içimi dökmek iyi geldi, çok sevdiğim blogları okumaya başladım. Yazmak iyi geliyor gerçekten, okumak da. 

                  Herkese mutlu cumalar!








Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...