'' Gerçek zaman kesintisiz zaman mıdır? Yoksa sadece şu anın kavranması mı? Düşünceleriniz tekrarlanan imgelerle dolu devasa posterlerin önünden durmadan geçip giden, boyuttan yoksun trenler midir? Şimdiki zamanı yazıp da konu dışına çıkarsam yine de gerçek zamanlı mı olur? Şimdiki zamanın içinde yaşarken geçmiş hakkında yazarsam hâlâ gerçek zamanda mıyımdır? ''
Kasım ayını Patti Smith'in son kitabı M Treni ile bitirmek kısmette varmış. Yine bir solukta okunan kitap yazmış Patti. Cafe Ino onun devamlı gidip aynı masada her gün kahve içtiği yer. Çoluk Çocuk kadar olmasa da sürükleyici bir kitap M Treni. Yolculuklarını, o an hissettiklerini , yaşamından kesitleri anlatmış Patti Smith.
Yaşadığım yerde çay bahçeleri, kafeler var ama kitapta geçen , hayal ettiğim yer gibi değil. Ben de isterdim hep aynı kafeye gideyim, kitabımı okuyayım bir köşesinde, aynı masaya oturup kahvemi içeyim. Aynı Patti gibi hayal kuruyorum ; şu işi bırakayım artık, küçük bir kafe açayım hayal ettiğim. Para kazanma kaygım olmasın ama. Herkeste gelmesin. Tost, patates satmak zorunda olmayayım. Yalnızca güzel kahveler yapayım, belki içimden geldikçe kurabiye yaparım yanına. Denize de bakan bir camı varsa ohh değmeyin keyfime..
Hayaller insanı ayakta tutan, gündelik rutinlere katlanmamızı sağlayan. Bir kasım daha bitiyor. Ne güzel bir aydır kasım, sarının her tonu, kızıllara bulanmış. Geçen haftasonu öyle güzeldi ki, herkes dışarıya attım kendimi. Cumartesi sabahı saat 9 da uyanıp pencereden bakınca ılık bir hava karşıladı beni. Hemen giyinip bisikletime atlayıp daha uyuyan ev ahalisini arkada bıraktım. İyi ki de böyle yapmışım. Güneş pırıl pırıl, gökyüzü duru mavi. Deniz oldukça sakin, ılık ılık rüzgar daha şimdiden özlediğimiz yazı geri getirmiş bize. Erken dışarı da olmanın faydası fazla insanla bunları paylaşmamak. Az insanla yaşama arzumu bilen bilir. Bu anlar tam benlik. Sahilde sakin sakin sürdüm bisikletimi.Bugün bunları yazarken yağmur yağıyor hafif hafif. Yine de herşey çok güzel..
Yazın yüzlerce insanın olduğu, gece gündüz boşalmayan küçük plajımıza gittim. Mevsimden dolayı tek başına kalmış ama halinden şikayetçi değil. Kenarına oturdum ve daha bir kaç ay önce burada kitap okuduğumu düşündüm. Zaman işte ne kadar sahte ve bize uzak birşey. Ne içindeyiz gerçekten ne de dışında. Bir acayip..
Dönerken eve tekrar Patti ve kafe arzusu geldi aklıma. Ne kadar benzer hayalimiz.Şimdi şu köşede benimde gittiğim bir kafe olsaydı biraz otururdum diye içimden geçirdim. Hemen eve gidip kitabın kalan sayfalarını okumak istedim. Ama havanın güzelliği biraz daha kalmamı sağladı. Kurumuş , etrafa dökülmüş yaprakları çiğneyerek dönüş yoluna geçtim. Martılar için keşke yanıma ekmek alsaydım dedim içimden. Uzun yaz boyu ortalıkta yoktular, yavrular büyümüş büyüklerinin yerine geçmişler ve yine gelmişler , ne güzel.
Yol boyu artan arabaları görünce canım sıkılıyor iyice. Artık arabalar sağlı sollu yolda. Bu kadar fazla taşıt sinirimi bozuyor, niye takıyorum ki .
Eve dönüş yolunda mahallemizde dükkanı olan Cahit Amcanın yanına uğradım. 85 yaşında, kabaklardan sazlar yapan, tahtalardan evler, boyamalar yapan sanat hayatının içinde bir amca. Küçük bir kasabada olup anlaşılmayan, emekleri değerini bulmayan hatta bıyık altından alaycı gülmelere maruz kalan biri. Dükkanı ıvır zıvır bir çok şey dolu. Tüm gün çalışıyor , satamadığı bir çok şey dükkanını günden güne dolduruyor ama o bundan memnun. Onunla oturup sohpet etmek, yaptığı işlere bakmak benim için bir çok gereksiz kişiyle münasebettten iyi. İyi ki böyle insanlar var. İnsanın içinde ki estetik duygusu böyle bir şey, yaşına başına bakmadan insanı ele geçiriyor, ürettiriyor.
''İnsanları genel anlamda seviyorum ama kimselere tahammülüm yok” diyen Oğuz Atay aklıma geliyor. Ben de o aşamaya geldim demek ki. Aralık geldi bile. Olsun, yeni yıl heyecanı, çam dalları, süsler, kırmızılar yeşiller, geyikler, kurabiyeler çıkacak ortaya. Tekrarlanacak herşey ,olsun bu da güzel. Yeter ki sağlık olsun..