Thomas Bernhard'ın
Odun Kesmek adlı harika kitabı okuyorum şu sıralar. Öfke dolu ve kendine has yalnızlığı olan satırları büyüledi beni. İstemeyerekte olsa konuk olduğu evde etrafa yabancılaşan kahramanımız kuytu bir yerde bir berjer koltuğa oturur. İçinde yaşadığı hesaplaşmaları , öfkeyi okuruz kitap boyunca. Elli iki yaşındadır, kendini yaşlı olarak tanımlar , bir yer de şöyle yakınır :
''
Yirmi yaşında olduğumuzu sanıyoruz ve ona göre davranıyoruz, oysa gerçekte elliyi geçtik ve tamamen yorgunuz, diye düşündüm, yirmi yaşındaymışız gibi davranıyoruz ve kendimizi harap ediyoruz, herkese karşı da öyle davranıyoruz. Ve ellisindeyiz, aslında hiçbirşeye dayanamıyoruz, bir acımız olduğunu da unutuyoruz, birçok acımız olduğunu, ölümcül hastalıklar diye anılanları , onalarla bunca zaman varlığımızı sürdürmemiz gerektiğini, ama onları görmezden geldimizi, bunca zaman gerçekte yokmuş gibi davrandığımzı, oysa hep var olduklarını, ömür boyu ve bir gün bizi öldüreceklerini; kendimize otuz yıl önceki gücümüze hala sahipmişiz gibi davranıyoruz; oysa otuz yıl önceki gücümüzün bir bölümüne bile sahip değiliz artık, bu güçten hiçbir şey kalmadı , diye düşündüm berjer koltukta ''
Yaşlılık nasıldır, ne zaman başlar, kendini gösterir diye düşünüyorum. Yıllar sonra torunlara kavuşmuş, çizgiler ve buruşuk derisiyle barışık , mutlu ve huzurlu bir ihtiyar olacağımı sanmıyorum. Çünkü şimdiden insanın güçsüz , tükenmiş halini gördükçe mutsuz oluyorum. Görüntüyle ilgili değil sorunum. Yavaş ayavaş umutların tükenişimi dersiniz, içine düşülen acizlik mi dersiniz bilmiyorum ama insanın en zor dönemi gibi geliyor bana..Salah Birsel '' Nezleli Karga'' adlı günlüğünde acaba sakal mı koyversem artık der. Çünkü aynanın önünden geçerken kendi görüntüsünden irkilir. Suratının çökmüşlüğünü, yılgınlığını sakalla örteceğini yazar.
Balkonda oturma faslına başladığım şu sıralar karşı apartmanda ki komşumu da gözlüyorum ister istemez. O da benim gibi uzun süreler balkonda oturmayı seviyor. Yaşlı teyze evinde yalnız oturuyor. Ayda bir evi çoluk çocuk doluyor. Uzaktan gelen torunlar falan herhalde. Saatlerce sırtını dağlara verip gözlerini denize dikiyor. Hareketsiz uzun zaman öylece oturuyor. Belki bir zamanlar eşi vardı, çocukları yanındaydı. Gürültü, şamata, iş-güç eksik olmuyordu evinde. Peki şimdi? Yalnız geçen günler ve geceler..Onu öyle görmem beni bunları yazmaya itti.
89 Yaşında intihar ettikten sonra tanınan Macar Romancı
Sandor Marai şöyle anlatıyor yaşlılığı :
''
İnsan ne yaparsa yapsın ölümlü bir varlık. Vücudu yaşlanıyor ; hemen değil hayır, önce gözleri ya da bacakları, ya da kalbi yaşlanıyor. İnsan parça parça yaşlanıyor. Ve bir gün ruh yaşlanmaya başlıyor . Çünkü vücut ihtiyar olmak istiyor ama ruhun hala özlemleri, hatıraları var ve hala arıyor, seviniyor, arkadaşlarını özlüyor ve mutluluğa duyulan özlem kaybolduğunda sadece hatıralar ya da kibir kalıyor ; ve insan o zaman gerçekten sonsuza dek ihtiyar oluyor..''
Gülten Akın ' ın o güzel mısrasında dediği gibi ; ''
Hüzün çocuklar için arada bir, yaşlılar için sürekli..''
Ressam
Balthus '' Atölyem mabedimdir'' demiş kendi ve eşi Setsuko ile İsviçre de bir dağ evine kapanmıştır. Burada ölümü sessizce beklemiştir. Son olarak filmi de çekilen bir kitaptan bir paragraf.
Lizbon'a Gece Treni kitabını okudunuz mu bilmiyorum ama yazarı
Mercier şöyle diyordu :
''
Hayatta kalabildiğimiz her an hayatiyetini o bilinmeyen bütünlüğün yapbozunda bir parça olmaktan alır. Bu bütünlüğe asla ulaşamayacağımız kanaatine varınca, artık ona ulaşmak için yaşayacağımız zamanı nasıl geçirmemiz gerektiğini ansızın bilmez oluruz.'
Yeni bir yaş almışken neden böyle şeyleri düşünüyorum bilmiyorum. Hangi yaşla yaşlılığa geçilir bilmem ama bedenlerimiz bize ihanet etmesine rağmen ruhumuz hep isyan edecek galiba.