30 Ağustos 2022 Salı

Bağ Evimiz

                              Bahçeli bir evde yaşamamıza rağmen bir köye ya da kırsal bir yere gidip yaşama hayali bende de vardı. Uzun zamandır köylere kasabalara bakıyorduk bir tarla mı alsak ev mi hazır olsun diye ama en ücra yerlerde bile fiyatların yüksek oluşunu görünce vazgeçmiştik. Yıllar önce yatırım olsun diye bir bağ almıştık yaşadığımız kasabanın üst taraflarından. O zamanlar yerleşim yoktu erafta ama gün geçtikçe evler apartmanlar dolmaya başladı o bölgede de. Hernekadar ben emekli olunca bir köyde oturmayı çok istesem de eşim hiç bir şekilde istemiyordu. Benim gibi doğa, toprak, kırsal yaşam merakı hiç yok. En azından şehirden kopmadan ama etrafta fazla yerleşim olmayan  bu bağda ev yapmaya karar verdik.

                        Prefabrik evleri hep takip ederim videolardan. Betonarme eve göre kurulumu daha pratik ve hesaplı diye bu işe giriştik. Nasıl olsa bir arsamız var en azından buraya bir ev yaptıralım dedik. Arsamız 380 metrekare. Küçük olunca büyük bir evle tüm arsa heba olacaktı. Zaten ileride minimal yaşama geçeceğim için evin 50 metrekareyi geçmemesini istedim. Böylece arsadan daha çok yararlanacaktık. İstediğim prefabrik evi yapacak bir şirket aradık.


                   Prefabrik ev imalatını yapanların çoğunluğu Pendik, Tuzla taraflarında. Oradan bir şirketle anlaşırsak işçilerin evin yapım süresi boyunca kalacak yerlerini, üç öğün yemeklerini bile siz karşılıyorsunuz. Bizde Kocaeli'nde bir yerle anlaştık ama burası da anahtar teslim yapmıyordu. İstediğimiz ölçülerde yani 45 metrekare evi çizdikten sonra bize 145bin tl fiyat çıkardılar. Bunun içinde evin kendisi, pencereler, çelik kapı, elektrik , iç ve dış boyası dahildi. Zemin, içinin şapı, su, doğalgaz, elektrik projesi, banyo, mutfak size ait. Mart ayında imar izni için işlemlere başladık ama prefabrik ev de olsa her şeyini tamamlamanız gerekiyor. Tam 5 ayın sonunda belediyeden imar izni çıktı.

                  Prefabrik ev geldi ve 2 günde kuruldu. Ama bununla bitmiyor tabi. Daha yapılacak çok iş var. Mimarımız dahil herkes zemine 30 cm yeter dedi ama şimdi ki aklımız olsa en az 50 cm yapardık. Ne yazık ki yol gösteren olmuyor. Hele prefabrikse aman bu da olur diyorlar. Zeminde ki yanlışlıktan sonra içine atılan şap öyle kötü oldu ki hala kurtaramıyoruz.

               Şimdiye kadar olan kısım için videolar çektim, merak edenler buyrun..




26 Ağustos 2022 Cuma

Hoşgeldin Cuma!


Sevgili blog ahalisi, bir cuma daha geldi. Sizlerin geçen postta ki yorumlarınızı ne yazık ki yeni okudum , paylaştım. Yazımı okuyarak değerli yorumlarınızla iştirak ediyorsunuz, çok teşekkür ederim. Ama yazımı bloga bir koydum sonrasında bir daha da uğrayamadım. Niye derseniz, nasıl bir koşturmaca içindeyim anlatamam. Yaz tatilim ne yazık ki bu inşaat işleriyle uğraşmakla geçiyor. Eşim sabah 7'de işe gidip akşam 7'de eve geldiğinden ben tüm işlerle ilgileniyorum. 
Prefabrik evle ilgili youtube videolarını çok seyrediyorum fikir versin diye. Galiba ben de yakında videolar çekeceğim. Prefabrik ev gerçeği diye. Tamam iki günde kurulum oluyor ama öncesi ve sonrası o kadar meşakatli ki. Bizim evin imar izni tam beş ay dolunca çıktı ki biz devamlı peşindeydik. Belediyeye her gün gidip geldim. Nihayet bu ağustos başında izin çıktı, sonrasında temel atıldı. Prefabrik evin kurulumu yapılırken yan sınırı ölçtüğümüzde yanlış yere yapıldığını gördük ve kurulumu durdurduk. Düşünebiliyor musunuz haritacının işaretlediği yeri kaybeden temel ustası yanlış yere beton atmış. Sonrasında tekrar beton vb. çağrıldı, usta geldi ama bu bizim için hem maddi hem zaman kaybı oldu. 
Prefabrik ev kurulunca geçen hafta şap döküldü, usta işini bitirip gitti. Sonrasında baktığımızda şapı öyle dengesiz dökmüş olduğunu gördük. Tekrar gelip düzeltti ama bu seferde dış çelik kapıya sıfır yapmış. Altına laminant yaptırdığımızda kapı kapanmayacak.
Bu sorun ne olacak bilmiyoruz. İki gün önce yağan yağmurla duvar diplerinden su çektiğini gördük. Yine şapçının hatası ve prefabrik şirketinin doğru düzgün montaj yapmayışından doğan sorun yaşadık. Şapın altına bile bir şeyler yapmamız gerekiyormuş bunu bile bize söylemedi. 
Şimdi başka bir usta bunları telafi edecek bakalım.
Bu haftanın sorunları da bunlar. Daha bahçe sorunları var gündemde. Öyle bunaldık ki anlatamam. Bu kadar sorun yaşayacağımızı hiç tahmin etmiyorduk. Doğalgaza başvurduk mesela onun ne zaman geleceği belli değilmiş. 6 aydan beri bekleyen varmış.


İnşaat alanından yürüyerek eve dönerken gökyüzünde ki bulutları gördüm bu hafta. Artık sonbaharla gökyüzü şenlenecek böyle. Bulutları çok severim; beyaz, gri fark etmez. 



Eve döndüğüm zamanlarda ya bahçe de ya da balkonda oturuyorum. Öyle sıcak ve rutubetli bir dönemdeyiz ki ev içleri cehennem. Sadece yemek yapmaya giriyorum ama sonrasında ruhumu dinlendirmek için mutlaka bir şeyler okuyorum. Yeni keşfettiğim Oksijen gazetesine bayıldım. 


                  Sabahları 9 civarı kalkıyorum ama hemen kahvaltı yapmıyorum. Çarşı pazarda ya da yeni evde işler varsa onları halletmeye bakıyorum. Saat 11 civarı eve dönüp kahvaltıyı hazırlıyorum, gece geç yatan kızımda kalkmış oluyor. Beraber kahvaltımızı yapıyoruz. Yaz mevsiminin en sevdiğim yanı balkonlarda yenen yemekler..


Bu hafta içinde yine bir Selim İleri kitabı okudum keyifle..


                 Geçen gün çarşı dönüşü eve yaklaştığımda gökyüzünün halini görünce mutlu oldum. Hatta canım çam ağacım nasıl güzel görünüyor dedim. Fırtına çıktığında balkonda devamlı konuştum ikisiyle '' aman dayanın, devrilmeyin'' diye. Allahtan yerlere kadar eğilmesine rağmen bir şey olmadı.


                Çarşıda dedemin bir zamanlar lokantasının olduğu sokaktan geçtim. Sadece o yıllardan bu ağaç kalmıştı. Onu görünce yıllar öncesini hatırladım. Lokantanın arka kapısına bu ağacın altından geçerek girerdik. Dedem hemen bizi tahta masalara oturtur, ne yersiniz diye sormadan kuru fasulye pilav getirirdi önümüze. Ah ah artık ne lokanta kaldı ne dedem..


Bir başka sokaktan geçerken de bu sıkışmış ağacı gördüm. 



                 Anneciğimi kulak-burun bölümüne götürdüm perşembe günü. Sağ kulağı duymuyormuş. Meğer yıllar boyunca tıkanma oluyormuş. Doktor sonrasında hava da ilk kez serinlemiş olunca bu fırsatı kaçırmayalım dedik. Saat daha 10'du. Gel sahil kenarında kahvaltı yapalım dedim. Evde domates, salatalık, peynir, zeytin koymuştum kaplara. Poğaça, börek alıp sahile indik.




                 Sonrasında ahşap konak kütüphaneye gittik beraber. Çalışan gençler çok ilgililer. Kocaeli belediyesinin en güzel işlerinden biri bu kütüphaneler, gençlik merkezleri. Burada çalışan gençler de canla başla çalışıyorlar. Gençlere ve çocuklara yönelik çeşitli atölyeler hazırlıyorlar. Gelen konuklara ikramlarda bulunuyorlar. Her ay bir yazarı anıyorlarmış, o köşede bize de çok güzel bir sunum yaptılar sabah sabah. 


               Biz annemle kahvemizi içip sunumu dinlerken konağın alt katında da çocuklarla drama yapılıyordu. Bu hafta okuyacağım üç kitabı da seçerek oradan ayrıldık.


              Hafta içi de bir akrabamızın bahçeli evinde oturduk. Üzüm topladık, çaylar demlendi odun ateşinde. Mis gibi kokular geldi bir ara, baktık ev sahibi fırından yeni poğaçalar çıkarmış. Akrabalar ile ilişki ne kadar önemli bir şey, insan bu dünya da yalnız olmadığını hissedip güven içinde yaşadığını duyumsuyor. Yalnız yaşamak çok zor, bu anların kıymetini bilmek lazım diye düşündüm o gün.
Bu hafta da böyle geldi geçti. Çok şükür sağlık, afiyet , muhabbet bizimleydi. Herkes için sahip olduklarımın fazlasını vermesini dua ederim hep. 
Sevgiyle , huzurla bir haftasonu geçirmek dileğiyle...
   

























 

22 Ağustos 2022 Pazartesi

Gölge ve Meridyen

                      İnsanların güzel bir manzara, yapı, sanat eseri ya da doğa görünce hemen fotoğraf çekmek istemelerinin nedenini çok merak ederim. Hatta niye her seferinde aslında çekilmesi gereken kareye  kendimizi koymak isteriz diye de merak ederim.  Bazen ben de kendimi bu kareye dahil eder, başkalarına fotoğrafımı çektiririm. Nereye gidersek gidelim  insanlar devamlı  fotoğraf çeker etrafta. Belki de orada olmanın ispatını yapıyoruz böylece.  Yaşamı belki de dondurmak istiyoruz, bu kadar hızlı geçmesine bir karşı koyuş gösteriyoruz. Bakış açımızı ortaya koyuyoruz her çektiğimiz kareyle. 
               Güzel bir kitabın heyecanını paylaşmak isterim burada da. Arkadaşımın verdiği Gölge ve Meridyen kitabının yazarı Paolo Maurensig. Elinde ki makineyle fotoğraflar çekerken hayatı inceliyor, sorguluyor. Fotoğraf çekmeyi seven biri olarak keyif aldığım bir kitap oldu Gölge ve Meridyen. Çektiği görüntü bastığı karanlık odayı anlatırken eskilere gidiyorum , biz de yıllar önce siyah beyaz fotoğraflar çekerek basardık. Öyle kıymetli bir aşamaydı ki bu, hala unutamıyorum. 
               Maurensig'in satırlarında o heyecanı buluyorum;
                 "İnsan gözü ile fotoğraf makinesinin objektifi arasındaki benzerlik, bu mesleğin ana ilkelerini bilen biri için gayet açıktır. Ancak karanlık odada çalışıldığında söz konusu olan bu benzerlik, tabiri caizse, genişlemeye başlar; gözlerimin önünde meydana gelen olay, içimizde, beynimizde gerçekleşen sürecin aynısıdır. Her ne kadar bu işlemi yıllardır yapıyor olsam da, görüntülerin kâğıt üzerinde belirdiğini her görüşümde ürpermeden edemiyorum; sanki boğulmuş birinin bedeninin suyun dibinden bana doğru yükseldiğini görüyorum."



                  * O yıllarda ricoh marka makinemle çekilen sonra da karanlık oda da kendi bastığım fotografım

                   Karanlık oda, agrandizör, film sarmak gibi kelimeleri artık yeniler bilmiyor. Sanki tarih öncesi bir zamandan kalmış gibi hissediyorum. Halbuki şunun şurasında en fazla yirmi yıl önce elimizde tuttuklarımız yokken, biz kocaman makinelerle en fazla 36 poz fotoğraf çeker sonra da karanlık odaya giderdik. Film pahalı, ilaçlar , fotoğraf kağıtları pahalı, hele karanlıkta film sarmak oldukça zor bir işti. Durmadan kopardı benim ki. Artık hocaya sardırıyordum çektiğim filmleri. Ama sonrasında ilaçlı suda kartlarda çıkan görüntünün o loş ışıkta belirmesi yok mu!  Yazarın yazdığının birebir aynısı.
               Vay be, güzel zamanlarımız olmuş!
            


19 Ağustos 2022 Cuma

Hoşgeldin Cuma!

                             Ağustos sıcaklarının bastırdığı bu hafta yazı yazmakta, yaşamakta zorlanıyorum. Geçen gün ilk kez artık yazı sevmediğimi düşündüm bu sıcak havadan dolayı. Aslında dört gözle yaz mevsimini, denize girmeyi, ağustos böceklerini, birbirinden leziz yaz meyve ve sebzelerini çok severim. Artık böylesine sıcak hava da yapılan her iş sonunda aşırı terlemeye, yorgun düşmeye, biraz gezsem akşamına baş ağrısının oluşmasına tahammül edemiyorum. Ne değişti? Bu sıcak günler, yaz mevsimi, ter, bunaltı hep oldu ama yaş ilerledi arkadaşlar yaş!

                        Gerçekten de kırkbeş yaşına kadar her şey daha toleranslı ve güzelmiş. Yavaş yavaş zorluklarla  dolu yıllara geçiş yaptım bence. Yoksa bu kadar yazdan rahatsız olmazdım. 

                      Sabırsızlıkla beklediğim yaz tatilimde bitmek üzere. Neler neler yapacaktım halbuki. Boyalarımı okuldan getirmiştim, bahçe de bir çok boyama yapacaktım. İnanın hiç bir boyaya elimi değdirmedim. Sadece nakış işi beni dinlendirdiği için onu daha çok yaptım. Bir kaç tane küçük örtü işleyip instagramdan sattım bile. Yine nakışlara devam edeceğim, basit işlemelerde olsa bittiğinde mutlu oluyorum.


                   Bu yaz hiç dinlemedim dersem abartmam. Yaptırdığımız 50 metre kare ev için öyle koşturuyoruz ki. Prefabrik olsun istedik hem maliyet açısından hem zaman açısından. Ama hiçbiri doğru değilmiş. Bunda da yapılacak işler bir apartman yaptırırken kinin aynısı. Belediyeye elli kere gitmelerden tutun, prefabrik kurulumu sırasında ustalarla cebelleşmek, sonrasında içini tamamlamaya çalışmak ve daha bir çok iş çok yordu bizi. 
Bir de arsanın bir yönüne duvar yaptırmak zorunda kaldık, aman sormayın sadece bir kenarının duvarına ev kadar para istediler. Haa para olsa bile yapacak usta yok, onlar da karaborsa.


İşte evimizin iki odası ve salonu. Elli metre kareye her şeyi sığdırmaya çalışıyoruz bakalım nasıl olacak. Bir de şöyle bir şey oluyor. Bir usta geliyor diğerinin işini beğenmiyor, niye böyle yaptınız diyor. Biraz iş yapılıyor hemen para istenmeye başlıyorlar. Valla bilmiyorum, şu yorucu zamanlar bir bitse. Neyi nasıl yapıyoruz tam da bilmiyoruz işin aslı.


                      Her yorgunlukta kaçtığım yer  evim. Şehrin kalabalığından, gürültüsünden, havanın sıcaklığından kendimi attığım yer evim, bahçem , balkonum. Bahçede ki bitkilere bile bakım yapmak, sulamak öyle zor geliyor ki bu sıcakta. Ev içi kadar  bir de dışarıda temizlik ve uğraş gerektiriyor. 
Balkonumu da aşıp çatıya kadar ulaşan çam ağacımla oturduğum yerden konuşuyorum. Mesela sabah kalkar kalkmaz balkona çıkıp bir günaydın derim. Karşısına geçip kahvemi içerim. İçine kargalar yuva yapmıştı geçen sonbahar. Bu sene hiç ortada yoklar. Ben konıuştukça çam ağacım daha coşuyor gibi geliyor. Komşuların ağaçlarıma dadanmasını anlatmıştım. Biri önümüzü kapıyor tepeden kesseydiniz demişti, biri bu sıcaklarda önümüzü kapıyor o yüzden hiç esinti gelmiyor demişti. Geçenlerde biri gelmiş dibinde ağacın, uzun uzun bakıyor. Hayrola deyince bunu bi budasanız, benim var bir testerem vereyim mi dedi. Vallahi bıktım bu insanlardan. 


                   Bu hafta içinde iki kitap okudum. Birini canım arkadaşım Sonat hediye etmişti. Murat Gülsoy'u blog zamanlarından takip ediyordum bir ara. Hiç kitabını okumadım. Sevinç Çokum zaten çok severim. Bütün kitaplarını okumaya kararlıyım.




                        Bazı sabahlar evdekilere haber vermeden çıkıyorum dışarı. Kitabımı, hazırladığım kahvaltılıkları, suyumu da alıp bisikletimle yan kasabaya gidiyorum. Yeni yeni uyanan insanları özellikleri dedeleri izleyerek bir çay ısmarlıyorum kendime. Denizde öyle güzel, öyle sakin oluyor ki. Uykuya tercih etmesem aslında sabahın daha erken saatlerinde çıksam aslında.
Maviş teyzeden de simidimi alıyorum gitmeden.


Cuma geldi bile tekrardan. Pazara gitmeden önce evde ki naylon poşetleri, yumurta kaplarını da pazar arabama atıyorum her hafta. Köy satıcılarına veriyorum kullansınlar diye. 


İşte böyle geldi bile haftasonu. Tüm haftasonumuz sağlıkla ve huzurla geçmesi dileğiyle. 











5 Ağustos 2022 Cuma

Ağustos Cuması

                           Ağustos bile geldi arkadaşlar. Temmuz ne zaman bitti, haziranda daha hayaller kuruyordum. Önümde upuzun tatil vardı, yapacak çok iş, gidilecek dolu yer, okunacak kitaplar, seyredilecek filmler hele ne çoktu. Elimde uzun bir liste ile vaktim oldukça çokmuş gibi geliyordu. Haziran ortasında okullar kapanınca bu zaman oldukça geniş gibi gözüküyordu. Ama şimdi bakıyorum tatilin yarısı bitti bile. Peki hayalini kurduğum işleri yapabildim mi? Hayır.. 

                     Karavanla Karaburun'a gidip geldikten sonra evin tadını çıkarayım diye fazla arkadaş, akraba ile görüşmedim. Aslında yakın arkadaşlarım okulların bitmesiyle tatile yada memleketlerine gittiler. Akrabalarımla görüşmeye niyetleniyorum ama bu sıcaklarda hiç bir yere çıkmak istemiyorum sonra da vazgeçiyorum. Evde bile zaman öyle hızlı geçiyor ki bir bakıyorum akşam olmuş. Daha fazla okumak istiyordum, daha fazla sevdiğim işleri yapmak istiyordum aslında diye günün sonunda bir tatminsizlik kalıyor elimde. 

                  Yine de öyle böyle bu hafta da geldi geçti. Bakalım neler olmuş..



                 Bu hafta içinde kızımın ve dedemizin doğum günü oldu. Kızım artık 18 yaşında. Bu hafta bir çay bahçesinde garson olarak işe başladı. Orada çalışan diğer gençlerle güzel bir çalışma ortamı oluşturdu ve mutlu oldu. Üniversite için tekrar seneye girmeyi seçti. Bunun için çok kişiyle görüştük, yaşananları bol bol dinledi, aslında seneye de fazla bir farkın olmayacağını söyledi deneyimli olanlar ama gençlere artık kafasındaki bir şeyi değiştirme şansınız olmuyor. Ben de oluruna bıraktım, hayırlı olsun inşaallah bu seçimimiz dedim, demek zorunda kaldım.
Dedemizde coronayı atlatıp yoğun bakımdan çıktı ve evine geldi. 4 ağustos onun doğum günü ve bunu evinde kutlamak nasip oldu. Nerden nereye diye düşünmeden edemiyor insan. 89 Yaşına çocuk ve torunlarıyla kendi evinde girdi çok şükür.


Kuzenle geçirilen sohbetli saatler...


Bahçemde en sevdiğim saatlerde nakış, kahve, kitaplı  oturmalar..


Bu hafta Leyla İpekçi'nin keyifle okuduğum kitabı Ateş ve Bahçe..


Sabah kahvaltısı sonrasında içilen o mis gibi çaylar, okunan dergiler.. Allahım en sevdiklerimden ! Genelde saat 10 civarı oluyor bu ve balkonumun en serin saatleri. 


                     Prefabrik evimizin kurulumu oluyor ve ben her gün o sıcakta eve gidip ustaların başında durdum. Eksik malzemelerin peşinde koşturdum. İşler bitmedi tabi ki, devam ediyor..


                 Bugün cuma. Bizim kasabanın pazarı vardı. Sabah erken saatlerde gidip pazarımı yaptım. Meyveler sebzeler bol bol , öyle güzeldi ki. Yazın bu sıcaklar da hiç bir şey yenmiyor, sadece meyve falan yeniyor diyen çoğunluktan değilim. Çünkü her çeşit yemeği yaparım da yerim de. Böylesine bol çeşidin olduğu bu mevsimde lezzetleri kaçırmamaya çalışırım. Bugün de dolu sebze aldım, hiç üşenmeden yaparım her gün.
 Yeni bir hafta sonuna girerken herkese huzurlu ve mutlu anlar dilerim!


Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...