İnsanların güzel bir manzara, yapı, sanat eseri ya da doğa görünce hemen fotoğraf çekmek istemelerinin nedenini çok merak ederim. Hatta niye her seferinde aslında çekilmesi gereken kareye kendimizi koymak isteriz diye de merak ederim. Bazen ben de kendimi bu kareye dahil eder, başkalarına fotoğrafımı çektiririm. Nereye gidersek gidelim insanlar devamlı fotoğraf çeker etrafta. Belki de orada olmanın ispatını yapıyoruz böylece. Yaşamı belki de dondurmak istiyoruz, bu kadar hızlı geçmesine bir karşı koyuş gösteriyoruz. Bakış açımızı ortaya koyuyoruz her çektiğimiz kareyle.
Güzel bir kitabın heyecanını paylaşmak isterim burada da. Arkadaşımın verdiği Gölge ve Meridyen kitabının yazarı Paolo Maurensig. Elinde ki makineyle fotoğraflar çekerken hayatı inceliyor, sorguluyor. Fotoğraf çekmeyi seven biri olarak keyif aldığım bir kitap oldu Gölge ve Meridyen. Çektiği görüntü bastığı karanlık odayı anlatırken eskilere gidiyorum , biz de yıllar önce siyah beyaz fotoğraflar çekerek basardık. Öyle kıymetli bir aşamaydı ki bu, hala unutamıyorum.
Maurensig'in satırlarında o heyecanı buluyorum;
"İnsan gözü ile fotoğraf makinesinin objektifi arasındaki benzerlik, bu mesleğin ana ilkelerini bilen biri için gayet açıktır. Ancak karanlık odada çalışıldığında söz konusu olan bu benzerlik, tabiri caizse, genişlemeye başlar; gözlerimin önünde meydana gelen olay, içimizde, beynimizde gerçekleşen sürecin aynısıdır. Her ne kadar bu işlemi yıllardır yapıyor olsam da, görüntülerin kâğıt üzerinde belirdiğini her görüşümde ürpermeden edemiyorum; sanki boğulmuş birinin bedeninin suyun dibinden bana doğru yükseldiğini görüyorum."
Karanlık oda, agrandizör, film sarmak gibi kelimeleri artık yeniler bilmiyor. Sanki tarih öncesi bir zamandan kalmış gibi hissediyorum. Halbuki şunun şurasında en fazla yirmi yıl önce elimizde tuttuklarımız yokken, biz kocaman makinelerle en fazla 36 poz fotoğraf çeker sonra da karanlık odaya giderdik. Film pahalı, ilaçlar , fotoğraf kağıtları pahalı, hele karanlıkta film sarmak oldukça zor bir işti. Durmadan kopardı benim ki. Artık hocaya sardırıyordum çektiğim filmleri. Ama sonrasında ilaçlı suda kartlarda çıkan görüntünün o loş ışıkta belirmesi yok mu! Yazarın yazdığının birebir aynısı.
Vay be, güzel zamanlarımız olmuş!
Polaroidlerde o eski tadı buluyorum şimdilerde. Size de tavsiye ederim. Karanlık odanın yerini tutmasa da…
YanıtlaSilFotoğraf çekmeyi seven biri olarak benimde ilgimi çekti Buketcim kitap merak ettim bakacağım, bence de zamanın akışına o an ki o güzelliğin daha kalıcı olmasına dair bir çaba o çektiğimiz kare ve o güzelliğin ortasına kendimizi yerleştirmemiz, biraz daha ebediyet kazandırmak o an'a bence.
YanıtlaSilFotoğraf sanatı bana büyü gibi geliyor; tam da işte bu nedenle. Ne kadar güzel ifade etmiş, hakikaten sudan yüzeye yükselen bedenler gibi.. Çok etkileyici.
YanıtlaSilSen ne tatlı gülümsemişsin, bakan insana bir dakinlik huzur veriyor bu suret..
Benim bir de fotoğrafçılık kitabım vardı, oradan yetiştirmiştim kendimi ama dijital daha güzel, tembel işi, renkli çekip siyah beyaz yapıyorum kolayca:)) Ve seni takdir ettim bir kez daha, evet çok keyifli bir uğraş, ama ben almim:)
YanıtlaSilfotoğrafın bakış açısını ortaya koyduğunu somut bir şekilde geçen sene arkadaşlarımla yaptığım Konya gezisinde gördüm. sonuçta hepimizin elinde üç aşağı beş yukarı benzer özellikleri olan makinalar vardı. kurduk bir vatzap grubu. Bloğa fotoğraf seçiyorum, bir de baktım hepsi benim çektiğim fotoğraflar. aslında teknolojik bir cihazla somut bir mekanı donduruyoruz ama her fotoğraf, çekenden unsurlar taşıyor net.
YanıtlaSildeğişim çok hızlı hayatım. o yünden 20 yıl tarih öncesi bir döneme ait gibi :)) sevgiler
Çocukluğumdan beri fotoğraf çekmeyi severim. Paramı biriktirip kendime fotoğraf makinesi almıştım. Ara ara çeker, basılması için fotoğrafçıya verirdim ki henüz ortaokuldaydım. Fotoğrafları almak için birkaç gün beklerdik :) O zamanlar karanlık odayı çok merak ederdim. Hiç kendim o şekilde fotoğraf basmadım ama çok isterdim. O yüzden senin deneyiminin yazısı beni mutlu etti Buket:)
YanıtlaSilFilmli makinelerle fotoğraf çektim ama hep fotoğrafçıda bastırdım. Zaten o dönemde ne çektiğimi, niye çektiğimi de anlamazdım:) Fotoğrafa gerçekten merak saldığım zamanlar ise DSLR makine dönemine denk geldi. Ben çekilen kare de insan olması ama bilinçli pozlar olmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü içinde insan olan kareler "tekrarı olmayan" anlar olarak geliyor bana ve böyle değer kazanıyor gözümde:) Ama gelin görün ki çektiğim fotoğrafların %95'i insansız ve her zaman çekilebilecek fotoğraflar:)
YanıtlaSilNe güzel bir fotoğraf. :) Dijital makineler çıktı çıkalı Karanlık Oda giderek daha çok tarihe gömülmeye başladı.
YanıtlaSil