25 Ekim 2024 Cuma

Ekimin Son Cuması

 

                               Ülke gündemi insanı yerle bir etmiş durumda. Artık çıldırma noktasındayız. Her gün mü bu kadar çok kötülük olur? Yurt dışı şöyle böyle diyoruz oralarda farklı değil;  mesela Almanya Freilburg şehrine gittiğimiz gibi bir çok olayla karşılaşmıştık. Otele giderken hırsız kovalayan polisler mi dersiniz, bir kilise parkını kaplamış evsiz erkeklerin taşkınlıkları mı dersiniz, açık havada ki ot kokusu mu dersiniz, gece otelimizde yatarken parktan gelen böğürtüler, insanlık dışı sesler mi dersiniz herşey vardı. Artık tüm dünyanın ayarı bozulmuış, kötülük artmış. Umudum var diyemiyorum ne derseniz deyin.

                            Ben yine küçük basit dünyama sığınıyorum. Mevsimi geldi, kabaklar konumuz :) Çok seviyorum bunları, sonbahar renklerini, meyvelerini, sebzelerini. 


Bağevimizde cenneti yaşıyorum resmen. Allah nazarlardan saklasın ! Yavaş yavaş kışlık sebzelerimiz yetişiyor. Kalabalıktan kaçıp sessizliğe kavuşuyoruz bir derece. Ama burası da evlerle dolmaya başladı. Tam yanımıza koca bir ev yapıldı, huzurumuz gidiyor çok üzgünüm.


Yavaş yavaş zeytinde topluyoruz. Bu sene tamamen zeytinyağı yaptırmayı düşünüyoruz. Bahçede yetişen ürünleri komşularla paylaşmak da çok güzel.


                    İşler arasında kahve molası verip dinlenmek gibisi yok. Bu hafta Gecenin Sonuna Yolculuk kitabını okuyorum. 500 sayfa olunca hala bitiremedim. Yazarı not etmiştim, kütüphanede görünce çok sevindim. Oldukça etkileyici bir kitap. Yazarın savaşa karşı tutumu, düşünceleri dikkate değer. Zaten bu yüzden ülkesinden de sürülmüş.



Bahçede yetişen kabaklardan börek yaptık, harika oldu. Video da çektim, hadi gelin seyredin . Abone olmayı unutmayın :)



                           Hafta boyunca çok güzel sabahlar, günler geçirdik. Deniz ve gökyüzü insanlara inat öyle şahane ki..




Denize yakın evimizin bahçesini de temizledik. Bahçe de sonbahar etkisi devam ediyor. Portakallar, mandalina ve limonlar sararmaya başladı. Ortancalar son günlerini yaşıyorlar. Kaktüslerim her zaman muhteşemler..



Tarihte bugünde 6 sene önce sadece haftasonu iki günlüğüne Antalya'da bir otele gitmiştik. Her beş senede bir insan daha bir çöküyor bence. Çünkü şimdi bakıyorum sadece iki günlüğüne 9 saat yol yapamam hem de otobüsle gitmiştik. Bu kahve keyfim oradan.
Hayaller tatil gerçekler okulda çay!



Biraz moral bulayım, kafam dağılsın diye film seçtim kendime. Özellikle bağlı bahçeli, dağ tepe olan filmleri çok seviyorum. Autumn at Apple Hill de böyle bir filmdi. Konu çok bilindik. Küçük bir kasabaya mecburen giden çok zengin bir adamın orada küçük bir otel işleten kadına aşık olması. Tamda cadılar bayramına yakın bir zaman. Etrafta kabaklar, elma ağaçları, turtalar.. Çok klişe bir filmdi ama görüntüler çok iyi geldi.
Under The Vines yine doğada geçen bir dizi. Konu yine çok tanıdık. Miras olarak üzüm bağları kalan bir kadınla erkeğin buraya gidip ilk önce bağları satmak istemesi sonrasında bağcılık işinin içinde kendilerini bulması. Ama o görüntüler, o bağlar çok güzel. Konu da çok hafif, espirili.



Okul günleri devam ediyor tabi ki. Okul bahçemizde maydanoz ve hurma yetişti.



Okuldan görüntüler..



Bahçeyi tenizleyince iki gün üst üste arkadaşlar geldiler. Okul sonrası biraz sohbet biraz dinlenme ne iyi geldi.


Bir hafta da böyle güzelce geçti çok şükür. Hayata çok minnettarım. Güzel düşündükçe güzel yaşadıkça iyi etrafımda olacak, kötüyü dışarı da kalacak inanıyorum buna. 
Sofya yolculuğumuzu yazıya dökmüştüm, hadi gelin okuyalım

Mutlu haftasonu herkese! 



18 Ekim 2024 Cuma

Bir Cuma Daha

 

                             Bu cuma sonbaharla dolu bir yazı hazırlayacağım size. Geçen hafta cuma günü pazara gittiğimde mevsimin artık tam olarak geldiğini gördüm; tezgahlar sarının tonlarıyla dolmuş, yaz meyve ve sebzeleri yavaş yavaş giderken nar, kestane, mandalina, kuşburnunu çıkmış gördüm. Evet her sene aynı döngüyü görüyorum, evet her sene mutlulukla doluyor, benim mevsimim aslında sonbahar diyorum. ( Gerçi ilkbahar ve yaz geldiğinde de bunları dilime doluyorum ama olsun )

                      Kışa yavaş yavaş girmeye, üşümeye, yağmura doymaya, karın yağmasına, sobaları yakmaya, gri gökyüzünü görmeye can atıyorum. Ne güzel bir ülke de yaşıyoruz, tüm mevsimlere doya doya..

                      Hayatı otellerde, bekar odalarında geçen, daima sıcak yuva özlemiyle yaşayan Yahya Kemal şöyle demiş;

'' Büyük şair, büyük edip olmaktan daha önemli üç şey vardır; Birincisi evlenip yuva kurmak, ikincisi bir ev sahibi olmak, üçüncüsü bir tarafta kimseye muhtaç olmayacak kadar para bulundurmak. Ben bunların üçünü de yapamadım.''

                       Ben ise üçüne de sahibim, inanın her gece başımı yastığa koyduğumda çok şükür yan yastıkta yıllarımızı beraber geçirdiğim güzel bir insan , yan oda da her şeyim kızım , üzerimizde çatı ve güvenle sağlıkla yaşadığımız ülkemiz var diye minnet duyuyorum. Kızdığım çok şey var yaşarken, bunaldığım, üzüldüğüm dolu konu var ama çok da şeye sahibim ve bunun farkındayım.



                          Cuma günü balık günüdür bizim burada. Palamut sezonu gelmiş, hemen alıp denedim tanesi 100tl. Oldukça büyüktü, iki kişi doya doya yedik . Yağlanmış, lezzetlenmiş. Köy kabakları da gelmiş, testereyle kesip satılıyordu ama henüz alıp tatlısını yapmadım. Acı biberlerin demeti 50 tl idi, alıp mutfağa asıyorum, çok güzel dekor oluyor. Tam kuruyunca da robottan çekiyorum.


Şu güzelliklere bakar mısınız!
Eve dönemin ilk cuma çiçeğini de aldım. Kasımpatılar.. Bahçeye ekmeyi düşünüyorum bir kaç gün sonra. Bu kadar küçük saksılarda yetişmez ama her sene alıp bahçeye ekmeme rağmen bir daha ki seneye çıkmıyorlar. Salonumda ki sehpamı da sonbahara göre hazırladım. Artık evimin içinde de güz havası var.
Bağevimize de gidip sonbahar dokunuşları yaptık. Hele oraya bir anda güz gelmiş sanki. Yapraklar dökülmeye başlamış, ortalık sessiz, kuşlar bahçeye konup konup duruyor. Asmamda ki yapraklar yavaş yavaş dökülmeye başlamış.

                               Kütüphaneye giderek 3 kitap aldım bu hafta. Ali Şeriati'nin kitabı zaten bir solukta okunup bitmişti. Sadık Yalsızuçanlar kısa öyküleri de okundu bitti. Benim Dağlarım kitabında Dursun Çiçek doğduğu toprakları, gezdiği dağları anlatıyor. Öyle seviyorum ki dağları yazan, seven insanları..

''Dağda olmak fıtrata dönmek demektir. Emanetin insandan önce dağa teklif edilmesinin anlamı da budur. Dağın bilinci ve iradesi vardır, çağrısı vardır.''
Dağların bir ruhu olduğuna ben de inanırım.
Heidegger otuz yıl Kara Ormanlarda yaşarken kırsalda yaşayan insanın yalnız olduğu yanılgısından bahseder. Dursun Çiçek de şöyle yazmış kitabında;
''Kentte yalnızlık içinde boğulan insan, dağlarda "yalnızlık" içinde âdeta bir coşkuyu yaşar. Dolayısıyla dağdaki insan kentteki gibi "tek başına" değildir. ''
Şehir yaşamının hiç bir çekici yanı kalmamışken benim için, dağlara ait her söylem, her yaşantıyı büyük bir hazla okuyorum.




                              Okuduğum diğer kitap İbrahim Tenekeci'nin Öbür Divan. Köşe yazılarını derlemiş toplamış. Her yazı ders verir nitelikte, tatlı tatlı kulağımızı çekiyor. Altı çizilecek dolu sayfa var. 
                    '' Peki, insan nerede? Hepimiz birden nereye gittik? ''

''Hemen söyleyelim: emeğe ve ekmeğe hürmet etmeyen, insanları ve imkânları hor kullanan, hakkına razı olmayan, kıskançlık ve kibir gibi kötü huy taşıyan kimseler, ilgi alanımızın dışındadır. ''

''Eskiler 'söze, dinlemek kapısından giriniz' diye nasihat eder. Bu, söze saygı göstermek demektir. Dinlemeden, dolayısıyla anlamadan konuşursak, derdimizi de anlatamayız. Buna ilaveten bir de atasözümüz var: "Saygısız ağız. anahtarsız açılır."


              Bir iki arabamla okula gittim ama sonra 1300 adım atarak otogara gidip köy minibüsüne bindim okula gitmek için. Niye bu zahmete giriyorum? Sabah yaptığım bu zorunlu yürüyüş çok iyi geliyor. Çıkışta da zorunlu yapılan bir yürüyüşle kendimi daha iyi hissediyorum. 
Sabah minibüsü bu bankta bekliyorum. Her sabah aynı insanlar etrafımdan geçiyor. Herkesin bir koşturması var.


                      Dün bir  veli çocuğuna götürmek üzere bir paket verdi. Çocuğun öğle yemeği. Ne yazık ki yıllardır gözlemlediğim bir şey bu; anneler ev hanımı olmasına rağmen hatta ekonomik durumu iyi olmamalarına rağmen hep marketten beslenme koyuyorlar. Kendimi düşünüyorum; lise bitene kadar kızıma hep evden besleyici sandviçler hazırladım, kahvaltısız bir gün bile göndermedim. Bunları görünce tek çocuğa sarfettiğim enerjiyi üçer beşer çocuğu olanlardan fazla olduğunu söylüyorum hep. Çünkü konu sadece beslenme değil; dersler, geziler, ilgi alaka her şey.


 
Bu hafta bir sezon iki dizi bitirdim Konserve Ruhlar  tavsiyesiyle. 
İlk dizi Fake. Konserve Ruhlar instagramda şöyle bahsetmişti dizi hakkında, ben de merak etmiştim; 

''Biraz kenarda kalmış güzel bir dizi Fake. Bir insanın kendine inanması, kendini tanıması ve o güce ve güvene tutunması o kadar önemli ki. Aile ve sosyal çevre ne kadar baskın olursa olsun insan önce kendini dinlemeli. Ama bu hiç de kolay değil artık çağımızda. Kendini duymak bir mesele. Kendini duyman, dinlemen için bile bir sürü şeye ihtiyacın olduğu algısı o kadar dayatıldı ki bu normal oldu. Kendine inanman için bile yetkili makamlardan onay alman gerekiyor. Oysa derinlerde bir yerde bir kuyu var ve tek yapman gereken o kuyuya bir taş atıp gelecek sesi dinlemek.
                    
                 Gazeteci Stephanie Woods’un bir dolandırıcıyla yaşadığı gerçek hikayeyi konu alıyor dizi. 2019 yılında yayımlanan kitabından uyarlanmış. Bu tarzda gerçek belgeseller de izlemiştim Netflixte. Bir gazetecinin böyle bir tuzağa düşmesini, gözünün önünde ki gerçekleri görmemesini yoğun yalnızlık ve sevgi açlığına bağlıyorum ben. Henry David Thoreau’nun Walden kitabından yapılan alıntılar zaten gözünü iyice boyuyor kadının.


                  
                Diğer dizi hem yer yer komik hem trajik Tiny Beautiful Things. 40 yaş sonrası kadınlar bu iki diziyi sevecektir. Özellikle ikinci dizide çok şey buldum, özdeşim de kurunca iyice beğendim. Hele 7. bölümde gözlerim yaşara yaşara seyrettim. Ama şöyle de bir gerçek var, -ki artık çok sinir oluyorum bu duruma- gereksiz seks sahneleri, eşcinsel dayatmalarıyla ne sosyal yapımıza ne kültürümüze uygun değil. Her dizi ya da filmde eşcinsellik, cinsel açlık, kadınların özgürlük ayağına cinsel fanteziler yaşıyor gibi gösterilmesi bana erkek kafasının bize yaptığı büyük bir baskısı olarak görüyorum, gizli bir şartlandırma yapılıyor bu algılarla. 



                        Okula giderken ve okul çıkışında her gün farklı görüntülere şahit olmam  mevsimlerin hediyesi.



Sabah yürüyüşünde ki o alacakaranlık..
Hayatımda çok şükredeceğim, mutlu olacağım ve olduğum dolu an var. Sosyal medyada denk geldiğim haberler, videolar ile ruhum öyle daralıyor ki. İnsanların bu kadar alçalabileceği, kötü olacağı zamanlar olmuş mudur acaba? Kendi ailesine, etrafında ki canlıya bile kötülük yapabilenden hayır gelir mi? Kötülük olmasa bile saçmasapan videolar paylaşmak, bunları seyretmek, vaktini, ömrünü ekran karşısında harcamak nasıl bir aymazlık, anlamıyorum. Bunlara karşı aman banane diyemiyorum, çok çok üzülüyorum. Çünkü çoluk çocuk öyle bir batakta ki , sonumuz hayrolsun.
Doğanın mucizelerine karşı böylesine boş olmamız ne acı..
Canımızı sıkan bunca şeye rağmen yaşamaya mecburuz, güzelliklerin peşinde olmaya ve paylaşmaya mecburuz.. 








































11 Ekim 2024 Cuma

Cuma Bitiyor

                 


                   ''Nerede miyiz? Buradayız ya işte, her zaman olduğumuz yerde - her birimiz doğduğumuz andan ölünceye kadar kendi "burada"mızın içindeyiz."

diye yazmıştı ya Paul Auster son kitabı Baumgertner' de... Yaşadığımız anı işaret ediyordu bu satırlarda. Kıymetini bil diyor, yaşıyorsun ya senin gerçeğin bu diyor, ömür doğumla ölüm arasında bir yolculuk diye farkında olmamıza işaret ediyordu. Yaşamda acısı tatlısıyla var olmaya çalışıyoruz ama bazı anlar var ki dibe çok vuruyor, ümitsizlikten karanlık bir çukura çekiliyoruz. Şu yaz tatilinden sonra her gün maruz kaldığımız olaylar, haberler yüzünden bu dibin alasını gördük. Kendimize bir şey olmasa bile yaşanan savaşlar, kıyımlar, ülkede ki kadına şiddet, gençlerin rol aldığı vahşetler psikolojimi iyice bozmuş durumda. Öyle umutsuzum ki her şey insanı sevmekle başlayacak diyene bile inanmıyorum artık. Her an sevdiklerimin başına bir şey gelecek paranoyasına girdim. Mutsuzum..

                    Üzerimde koyu bir ağırlık var, kendimi iyi hissetmiyorum, daha çok batmamak için de bir şeyler yapmaya çalışmıyorum çünkü kolumu kıpırdatacak halim yok sanki. Bekleyip bu mutsuzluğun geçmesini seçtim ben de. Her gün kötü bir haber geliyor ekranlara. O çocuklar için çok ağlıyorum, üzülüyorum. Elimden sadece etrafıma karşı faydalı olmak için çalışmak geliyor. Bunun için çalışıyorum en azından.

              Çok mutsuzken arkadaşlarımdan bir haber aldım geçen hafta. Haydi biz yine bir araya gelelim, yenilmeyelim bu depresyona dediler ve sonbahar masalarımızı kurmaya davet ettiler.




                     Arkadaşlarımdan birinin bahçesinde buluştuk bir akşamüzeri.  Cumartesi akşamı olmak üzereyken hava tatlı bir hal almış, yavaş yavaş ışıklar yanmaya başlamışken bir masanın etrafında bir araya geldik. Bu toplantımızın teması 'Meksika Gecesi' diye seçmiştik.



                        Elimizden geldiğince Meksika yemekleri yaptık, Nachos, Tacos, Quesadilla neler yoktu  ki masamızda. Valla yalan söylemeyeyim bir çok meksika restoranından daha güzel yapılmıştı yemekler. 


  


                         Pazar günü de annemin Kocaeli Fakülte hastanesine yatışı vardı. Ben de yanında refakatçi olarak sabah erken yola çıkıp hastaneye yatış yapıldı. Kadın Hastalıklarından pazartesi günü bir operasyon geçirdi. Ben de bu haftayı izin aldım anneme eşlik etmek için.





                    Hastane de 4 gün kaldık. Orada bulunduğumuz sürece çok sıkıntı çektik, biliyorsunuız hastalıklar, hastalar, sağlık çalışanları ve hastane hayatı kolay işler değil. Tanımadığınız insanlarla aynı odada mecburi kalıyorsunuz, ortada zaten hasta bünyeler varken tahammülde az, ne yazık ki insanlarda saygı ve görgü sıfır, böyle şartlarda bir de ameliyat geçirmek, orada kalmak oldukça yıpratıcıydı. Uzun zaman, günlerce haftalarca kalanlar oluyor, öyle zor ki Allahım sen onlara yardım et. Hastaneler apayrı dünyalar..
                   Neyse ki biz hastaneden sağlıkla çıkıp evlerimize geçtik. Güzel ve sorunsuz bir ameliyattan sonra artık evde iyileşme dönemine girdi anneciğim.


             ''Zaman geçer ve onu ne hızlandırabilir, ne de yavaşlatabiliriz. Beklemek duygusu sadece insana mı aittir? İnsan zamanın geçişinden başka bir şey düşünmez mi?
Oysa zaman güvenilmez bir dosttur ve insan nafile bir çaba.

"Zamanı ortadan kaldırmanın tek yolu anı tümüyle yaşa­mak, kendini onun güzelliklerine kaptırıp koyuvermektir."


            Cioran ne doğru söylemiş değil mi? 
                     Eve dönmek hele sağlıkla dönmek mükemmeldi. Yorgunluğumu saatlerce uyuyarak attıktan sonra bir çay demleyerek balkonuma oturdum. Karşımda ki çam ağacının içi yaramaz karga yavrularıyla dolmuş ben yokken. Onların şamatasını dinleyerek çayımı içmek ne iyi geldi. Bazı anlar çok kısadır ama derin etki eder ya, bu yarım saatlik oturma tüm karanlığımı aldı sanki. Kuş işlemeyi çok seviyorum, beni sakinleştiriyor. Ben yine aldım elime işlerimi. 
                     Yarın ola hayrola o zaman!


Cuma Geldi

Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...