Cuma geldi geçiyor işte, hayatın her gününü tüketişimiz gibi. Zamanın bu kadar hem içinde olup hem de ona sahip olamayışımızla da dışında kalışımız beni her zaman kötü hissettirmiştir. Şu dünya da ki çırpınışlarımız, iş güç, aile, arkadaşlıklar, mutluluklarımız, üzüntülerimiz, çabalarımız, her şey ama her şey aslında ne kadar gelip geçici. Evrende minicik noktayız diyoruz ama yere göğe sığmayan hayallerimiz var, beklentilerimiz var. İyi ki de var, yoksa başka ne bağlar ki bu dünyaya bizi. Ya da nasıl katlanırdık bu fani hayatımızın bir anda ellerimizden kayıp gidecek olan potansiyeline.
Hayatın ayakları yere basan tarafındayım yaş olarak artık. Bu bıkkınlığı getiriyor çoğu zaman. Her yaptığımızın anlamsız gelmesi yeni değil ama yaşamaya mecburuz. Şu salgından sıkıldım, eve kapandım, gezmem tozmam bitti demesi gereken ilk insanlardanım yaşantı olarak. Ama bu sürece büyük bir olgunlukla yaklaşıyorum. Çünkü bu süreç olması gereken ya da çatlasak da patlasak da bu oluyor işte. Bizim açımızdan bazı durumlara ilaç gibi bile geldi. Mesela ocak ayında hastalanan ve yatalak olup bize bağımlı olan eşimin babasına birebir bakıyoruz. Herkes gibi yatılı birini tutabilirdik, belki zaman gelecek böyle olacak ama bu süreçte zaten evlerdeyiz diyerek onunla devamlı birlikteyiz. Bir anda yatağa bağlanan insanın evlatlarını yanı başında bulması ne kadar önemli.
Bizim bu haftamız dedemizin evinde geçti daha çok. Onun bakımıyla ilgilenmek, yedirmek içirmek başlı başına iş , iki insan evde fır dönüyorsun. Ama bu da bir süreç ve yapmamız gereken bu diyerek hayata devam ediyoruz.
Pastasız olmaz bunu bilen görümcem benim için yaptı bayramda. Acı şeyler yaşasan da kahveler içiliyor bu dünya da , ne garip!