17 Ocak 2025 Cuma

Tatil Cuması


                Bugün karneler verildi, kış tatiline girdik. Sabah çok heyecanlıydık öğrencisi olsun, öğretmeni olsun velisi keza. Kaç yıl oldu bitmeyen bir döngü bu, hayat akarken işiniz insanlarlaysa hele çocuklarsa söz konusu heyecan eksik olmuyor. Okullar eylülde açılmasıyla bir yoğunluk başlıyor ve beş aylık hızlı tempoyla ilk yarıya geliyoruz. Bugün on beş günlük dinlenmeye giriş yapıyoruz. Tüm öğrencilerimize, eğitim camiamıza hayırlı olsun. 



Tatil pastamızı perşembeden hep beraber pişirdik. Afiyetle yedik..



           Gece instagramda gezerken Uruguay'ın Başkanı Jose Mojica hakkında ki habere denk geldim.  Jose Mujica yemek borusu kanserinin vücuduna yayıldığını, artık tedavi görmeyi reddettiğini duyurup vasiyetini açıklamış. 89 yaşındaki efsane lider, halkına veda etmek istediğini ve artık basına demeç vermeyeceğini söylemiş: “İstediğim şey yalnız bırakılmak. Döngüm sona erdi. Samimi olarak, ölüyorum. Ve bir savaşçının dinlenmeye hakkı vardır.”

Mujica’nın yaşama biçimi tüm dünyada örnek bir lider olarak “dünyanın en mütevazi lideri” olarak anılmasına sebep olmuş. 2010-2015 yılları arasındaki başkanlığı sırasında aldığı aylık 12.000 doların yüzde doksanını fakirlere bağışlamış. Başkanlık aracı istemeyip başkanlık sarayında yaşamayı reddederek, eşiyle birlikte Montevideo yakınlarındaki bir çiftlikte yaşamış ve maaşının büyük kısmını hayır kurumlarına bağışlamaya devam etmiş

Şu sözlerini paylaşmışlar bir de;

''Gereksiz ihtiyaçlardan oluşan koca bir dağ yarattık. Bir şeyler satın alıp sonra çöpe atıyoruz. Aslında boşa harcadığımız şey hayatlarımız. Bir şey satın aldığımızda ödemeyi parayla yapmıyoruz. Ödemeyi, yaşamımızdan, para kazanmak için harcadığımız zamanla yapıyoruz. Aradaki fark ise şu; hayatı satın alamazsınız. Hayat geçip gider... Ve hayatınızı boşa harcayıp özgürlüğünüzü kaybetmek korkunç bir şeydir.''



                     Satın alacaklarımız için yollara düşüyor, hayatımızın çoğu bu yabancı binalarda çalışarak geçiyor, ama mecburuz çalışmadan da hayatı devam ettiremeyiz. Sadece karın tokluğuna değil farklı yaşamlar görmek, gezmek dolaşmak, rahat etmek için de çalışmak zorundayız. Ama artık giyim, ev eşyası almayı bırakmamız lazım. Bazen kapılıyorum bende, bu da genelde avm'lerde gezersem oluyor, bu yüzden buralara gitmeyi de bıraktım.

Ama evde bir genç kız olunca bu çok zor oluyor. Bakıyorum şu internette gençler arasında moda olan her şeyi o da talep ediyor. Giyimler, kuşamlar, duruşlar, bakışlar, konuşmalar hep aynı. Artık nesil farkında makasın iyice açıldığı noktaya gelmiş bulunuyorum, her yaşlı teyzeler gibi bende eleştiriyorum bu olanları :)


                                    Tüm hafta boyunca etkinlikler, dersler yapıldı..



                   Hafta sonu ve hafta içi okul sonrası hep dinlenmeye ihtiyaç duydum. Hasta mıyım, hasta mı olmak üzereyim anlamadım. Hala aynıyım sabah başlayan bir mide bulantım var, mide ağrılarım geri döndü ama doktara gitmemek için direniyorum. Beş yıldır süren baş ağrılarım bir yandan devam ediyor. Hem çalışıp hem bunlarla baş etmek gerçekten zor. Modumu düşürmeyip keyif aldığım şeyleri yapmaya çalışıyorum. Arkadaşlardan gelen kitapları okuyorum. Miras bunlardan biri. Şili'li bir yazarın. Gerçekten iyi yazılmış bir kitaptı, ben beğenedim.
                    Salı günü de bir arkadaşın doğum gününü kutlamak için toplandık..


                                        Okuduğum diğer kitap  Zeynep Kaçar'ın Kabuk. İçinde hayatın içinden hikayeler var, kolayca okunan bir kitap.



                           Bu hafta fazla film izleyemedim. Gürcü bir yönetmenin Beginning ve Malick filmlerinden biri olan A Hidden Life izlediklerim. 

                         Cuma pazarı sebzeleri mutluluk veriyor bana..



           Schopenhauer'in her söylediğini seviyorum, belki duygularıma denk düşüyor ondandır. Ne kadar renkli yaşasam da duygularım aynı onun düşünceleri gibi karamsar. 

"Gençliğin gözüyle bakıldığında yaşam sonsuz uzunluktaki bir gelecektir. Yaşlılık gözüyle ise epey kısa bir geçmiştir. Başlangıçta yaşamı bir opera dürbünüyle bakıyormuş gibi, sonlara doğruysa büyüteçle bakıyormuş gibi görürüz. Yaşamın ne denli kısa olduğunu öğrenmek için yaşlanmış olmak, yani uzun yıllar yaşamış olmak gerekir. İnsan ne denli yaşlanırsa insani olaylar tümden ve teker teker o denli küçük görünürler. Gençliğimizde sabit ve kararlı bir biçimde önümüzde duran yaşam, şimdi günübirlik olayların hızlı bir akışına dönüşür. Bütünün hiçliği öne çıkar." 

                              Şu an tamda böyle değil mi sevgili yaşıtlarım?






 












10 Ocak 2025 Cuma

Cuma Geldi!

                    Mustafa Kutlu Kalbin Sesi Bir Hicret Risalesi'nde şöyle diyor:

"Gün gelir hakikate giden yola barikatlar kurulur. Bu defa sorulan soru şudur: ‘Ne yapmalı?’
 
Önce niyet edeceğiz, ardından kalbin sesine uyarak sonsuzluğa yöneleceğiz. Üç hakîmin hükmünde hata aranmaz: Kalbin, kaderin, ölümün.
 
Aramak vazifedir. ‘Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır’ denilmiş. İnanmak ve sevmek şart… Arayışta esas olan samimiyettir. Kendini belli eden sanattan, nümayişçi ahlâktan ve kendine güvenen ibadetten uzak durmalı. Hakikatın-hayrın-güzelliğin ardına düşüp; gayret bizden, tevfik Allah’tan demeliyiz.
 
Ey kalbi olanlar!
Ümit ve korku arasında bulunanlar!
Takva sahipleri için zaman yok hükmündedir. Her an her şey olabilir!
Allah bes, baki heves.”

Mustafa Kutlu okumak her zaman iyi gelmiştir. Toprağa, doğaya, insanın özüne dönüşü ister, modernizmden kaçar, iyilik güzellik gerçek hakikati bulmak için yukarıda ki gibi temennisi vardır. Dünyevi sorunlardan, gündelik telaşeden kaçmak için çok Kutlu okurum. Hikayeleri Çehov'un yerli versiyonu gibi gelir. 





                           Yeni yılın ilk arkadaş kahvaltısını bu cumartesi günü yaptık. Hem de bu yılın ilk doğum gününü kutladık. Güzel bir sofranın çevresinde güzel bir kahvaltıyla başlayan günümüz sohbetle uzadıkça uzadı. Benim hediyemi tanıdınız değil mi  💛


         Pazar günü de başka arkadaşlar bağ evimize geldi. Beraber geçirilen saatler çok kıymetli. Ama böyle güzel kareleri görüp sorunsuz olduğumuzu sanmayın. Her grupta olduğu gibi meseleler oluyor. Mesela bu hafta içi arkadaş grubumuzda yazışmalarımız sırasında can sıkıcı bir olay yaşadım. Ülkemizde var olan gruplaştırma, mutlaka bir kesime mal etme özelliği artık en küçük bir olayla ortaya çıkıyor. Bana da hemen haksız bir yakıştırma yapıldı. Bunu yapan da yıllardır arkadaşım. 
Böyle zamanlarda grupta ki diğer insanlar hiç meseleye karışmıyor. Hatta birilerini devamlı alkışlayanlar yine yandaşlığını koruyorlar. Meselenin ne olduğu değil, egoların her daim ortada olması mevzu. Çok da üzülmüyorum böyle durumlarda, artık olgunluğun getirdiği bir umarsamazlık mı desem kendimi sadece geri çekiyorum. İnsanlara çok da kıymet vermemeyi öğreneli yıllar oldu.
Biz yolumuza bakalım!


Pazartesi ile koşturma başlıyor. Hava tam aydınlanırken yollara çıkıyorum. Gökyüzü bana oyunlar oynuyor yine. Bahar havası sanki.. Sabah ayazı var evet ama gök öyle ışıl ışıl ki günün tatlı geçeceğini anlıyorum.

              
                     Okul için minibüs beklerken de seyrediyorum gökyüzünü, köy yolunda minibüsle sarsıla sarsıla giderken de.


                          

    
                      Okula gelince sabah çayımı alıp çocukları karşılıyorum. Biraz gece ne yaptıklarından konuşuyoruz. Ah şu çocuklar! Hepsi öyle güzel ailelerini temsil ediyor, onların davranışlarını sergiliyor ki bunu aslında tüm büyüklerin farkedip çok özenli olmaları gerekiyor çocuklarla birlikte oldukları tüm zamanlarda.
Okulumuzda sadece üç gün çalışan hizmetli var. Ahçı falan da yok tüm işleri kendim yapıyorum genelde. Ayraç satışından kazandığımız parayla yiyecek içecek ve karne hediyesi aldım. 
Bu hafta pizza, pasta etkinlikleri yaptık sınıfta.




                            Okul çıkışı minibüsü beklerken sabit durmuyorum. Mutlaka köy içinde yürüyorum. Artık arabayı nerede yakalarsam.Bir kaz sürüsü var, ne zaman beni görseler sürü halinde üzerime geliyorlar ama onları da görmeden yapamıyorum.



                       Bu hafta boyunca okuduğum iki kitap. Kitapseverler, okumayı baş tacı edenler mutlaka Dursun Gürlek'in Çınaraltında Kitap Sohbetlerini okumalılar. Kültürümüzde ki kitabın yeri, kitaplara önem veren o değerli insanları öğrenmeliyiz. Gerçekten sohbet tadında yazılmış bu kitap.
Diğer kitap arkadaş hediyesi Cennetten Kaçan Sokak.  Matematik dahisi aspergerli bir çocuğun serüveni. Aslında tam filmlik bir kitap, seri halde okunuyor.




Cristian Mungiu filmleri izlediniz mi hiç?
Romanyalı yönetmenin bulabildiğim bu filmlerini tüm hafta boyunca izledim ben de. Toplum ve insan ilişkilerini, sorunlarını, gelişmekte olan bir ülkenin zengin topraklarına gitme hayalinde olan insanların meselelerini öyle gerçekçi anlatıyor ki. Zaten konular ve olaylar çok bildik farklı bir ülke de olsa.


Evde dinlenme saatlerim..


  Bu hafta anlatacağım örnek insan işte bu taşıtın sahibi. Çok da tanımıyorum ama sabahları gidip gelirken rastlıyorum. Bu arabayla taşımacılık yapıyor. Sabahın erken saatlerinde arabasının yanına sandalyesini koyup elinde çay uzun uzun seyrediyor ekemek teknesini. Bu aracın temizlğini yakından görmelisiniz. Nasıl tertemiz her köşesi, pırıl pırıl.  İşini de özenle yaptığından eminim.



                             Çarşamba günü halamı ziyaret ettim. Seksenini geçmiş ve yalnız yaşayan halamın çok özenli bir dünyası var. İlk önce eşini sonra da yanına alıp beraber yaşadığı annesini kaybetti ve 20 yıldır da yalnız yaşıyor. Bir kızı var ama o Adapazarında yaşıyor. Pire gibidir, hareketten işten güçten kaçınmaz, yaşamak zor gelmez ona. ( kız halaya çekermiş ) İşten güçten fırsat buldukça ziyaret ederim onu. En sevdiği menekşeleri gösteriyor bana.


                        Perşembe günü okuldan minibüsle kasabamıza geldim. Farklı bir yoldan yürümek için önce indim. Ara mahallelerden geçerken daha önce görmediğim bu camiye rastladım. Hemen içine girip gezdim, kimse yoktu ve öyle huzurluydu ki anlatamam.


        Asırlık camiler iyi ki var. O eski ahçap ve taşlar iyi ki konmuş bu tür camilere. Estetik bile farklı bir şekilde varmış o zamanlarda.



                     Aile grubumuza kardeşim babamla sahilde oturup çay içtiklerini yazmış. Tabi annemin haberi bu mesajı okumasıyla oluyor. Çünkü babam genelde free takılır. Şöyle annemi alıp bir yerlere götürme, bir şeyler içme adeti yoktur. Ya kendi gider ya da devamlı odasında oturur. Eski adamlar bir değişik vesselam. Hadi şimdi bu bir kez olsun, kadınların ne yapacağını tahmin edebiliyorum. Biz küçükken de hep beraber bir yerlere gitmişliğimiz yoktur hele seyahat, tatil hiç görmedik. Belki şimdi bu yüzden bu kadar çok geziyorum.
Neyse annem bunu öğrenince üzüldüğünü anladım. Kaç sene geçmiştir babamın bu huyunu kabullenememiştir. Babama söylemiş, konuşmuş etmiştir ama sonuç aynı. Bir iki kez çıkmışlardır yürüyüşe mesela, koştura koştura gidip gelmişler, annemin de burnundan gelmiştir.
Hemen annemi aradım. Okuldan çıktım, sen de hazırlan bu havayı kaçırmayalım, sahilde bir yürüyelim dedim. Annem de gezmeyi çok sever. Tamam dedi buluştuk. 
hava 18 dereceydi, nasıl ılık ocak ayında dışarı da oturduk çay içtik, dertleştik. Biraz babamı da çekiştirdik mecburen :)


Ve gün biter. Herkese evlerine dönmeye başlar. Evimizi bir de bu açıdan yakaladım dün. Kızımın doğomuyla ektiğim minik çam ağacım bize sarılmış durumda, çok seviyorum!
                                     Günün duasıyla bitireyim o zaman, hayırlı cumalar 💚


Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver.

(Tâ-Hâ, 20/25)






















3 Ocak 2025 Cuma

Yılın İlk Cuması

 

                 Yeni bir yılın ilk günleri..

                 2000 yılını hayal ettiğimde çocuktum, 80li 90lı yıllardı ve 2000 lafı bile öyle fantastik öyle uzak geliyordu ki. Aklımız almıyordu, yaşımı hesaplamaya çalışıyordum 26 olacaktım, milenyum çağında gencecik bir kadın hayali oldukça şaşkınlık yaratıyordu. 

Ah dostlar, iki bin üzerinden 25 yıl geçti bile. Bu yaşım kendi gerçekliğime bile öyle uzak ki. Aklım hala almıyor bunca senenin geçip gitmesine. Umutlarımız var çok şükür, sağlıklıyız, aç ve açıkta değiliz daha ne olsun. Ama içim hep huzursuz ve tatminsiz. Neyse ki inancım imdada yetişiyor, bu dünya önemli olan değil diyor, sabret ve olması gereken gibi ol, ruh huzura erecek sonunda.

Yeni yılda şöyle kararlar alıyorum, kendime bir yol çizdim diyenlerden değilim. Zaten nasılsam ona devam ediyorum, keşke çoğu insan benim gibi olsa da dünya güzelleşir :)

aa belki çok evhamlı olmayı bırakmaya niyet edebilirim ama huylu huyundan vazgeçmiyor artık bununla yaşamaya da alıştım.

              Dünyanın kötülüğü, çirkinliği bize artmış geliyor son zamanlarda, duyduklarımıza gördüklerimize inanamaz hale geldik. Ama bu hafta okuduğum kitapta Cahit Sıtkı şöyle yazmış;

'' Kimselere güvenemezsiniz, anneler Andromaque olmaktan hayli uzaklar, babalarda oğlu Yusuf'un üzerine titreyen Yakup'un muhabbeti yok, kardeşler Kabil'i aratacak kadar hain, evlatlar nankör, dostlar hep Brutus sülalesinden, sevgililer ablaları Leyla'ya hiç benzemiyorlar, asırlardır insanın insanda bulageldiği o canım teselli membası çoktan kurudu, herkes kendi başının çaresine düşmüş. Ve tabi hak gene kuvvette. ( La Fontaine'in kulakları çınlasın) mazlumun ahı gene gök kubbede bir akis bulamayarak çıktığı zayıf göğse siniyor,gene hiç bir ideolojiye itimat etmek mümkün değil....   '' 


                      Yılın ilk kitabı Büyükanne oldu. Halide Nusret Zorlutuna'yı bilmeyeniz yoktur sanırım. Kadın yazarların annesi olarak anılıyor. Romancı Emine Işınsu'nun annesi, Pınar Kür'ün teyzesidir.
Bu romanı da hayal edilen insan ilişkilerine örnek sanki. Bence tüm ilkokul ve ortaokul çocuklarına okutulmalı.

                         Arkadaşlarımla yılın son cumartesi sabahı bululup güzel bir kahvaltı yaptık. Günün ortalarına kadar uzayan, sımsıcak bir şömine başında sohbetli güzel bir gün geçirdik. Birbirimize hediyeler vererek evlerimize döndük.




                    Hafta boyunca ziyaretler yapıldı, bol bol hediyeler geldi gitti. Çok seviyorum bu dönemi. Hem bir çok arkadaşımla görüşmüş oluyoruz, hem süprizler mutluluk veriyor, heyecanlı sımsıcak günler arka arkaya geliyor. 


           Yuvacık  Barajının tepelerinde ev yapıp artık doğayla bütünleşerek yaşamı seçen ve instagramdan tanıştığımız arkadaşlarımızı ziyaret ettik pazar günü. Kafa denkliği öyle güzel bir şey ki, daha önce bir geçmişimiz olmamasına, tanışmamamıza rağmen öyle güzel anlaştık ki. Biz geleceğiz diye sofralar kuruldu, bahçelerinde yetiştirdikleri ile o lezzetler yenildi, yine sohbet muhabbet.  



Pazartesi de bir başka arkadaş grubumuzla bir kafede buluştuk..



                    
 Vee 2 ocak itibariyle yeni bir yılda okulun ilk günleri. Sabah gelince bir limonlu çay alınır ve aile grubuna günaydın mesajıyla gönderilir :)




                  Okul çıkışı evden biraz aşağı yürüyüp denizi görmeden yapamıyorum. Hele bu hafta boyunca baharı yaşadık. Durgun, pırıl pırıl bir hava vardı. Deniz kenarına gelip soluklanmak, tüm gün sınıfta dolan zihnimi sakinleştirmek öyle iyi geliyor ki..

                    Çok sade, içimizi ısıtan, her insanın farklı bir hayat, aşk, sevgi anlayışı olduğunu gösteren bir film izledim. Sanırım daha önce de bu filmi izlemiştim, seyrettikçe hatırladım ama bırakmadım. Kadın gencecik, adam yaşlı ve çok sevdiği karısını kaybedeli üç yıl olmasına rağmen hatıralarıyla dolu. İkisini hayat kesiştiriyor. Aralarında ki yaş farkına rağmen bir dostluk başlıyor. Aralarında geçen şu konuşma beni çok düşündürdü;

'' Hayatı sevmeyi bıraktığımda kitaplarımı da okumayı bıraktım. '' diyor yaşlı adam. Sonra kız soruyor;

''Hayatı sevmeyi neden bıraktın? ''

''Hayatın kendisini sevmeyiz aslında.  Mekânları, hayvanları, insanları, hatıraları, yemeği, edebiyatı, müziği seversin. Ve bazen içinde ne kadar sevgi varsa vermene ihtiyacı olan biriyle tanışırsın. Ve o kişiyi kaybedersen diğer her şey de duracak sanırsın. Ama her şey kaldığı yerden devam eder. Giraudoux der ki: ‘Etrafınızda bir sürü kişi olsa da sadece bir kişiyi özleyebilirsiniz.’ Bu insanlar fazlalık gibidirler. Görüşlerinizi gölgelerler, anlamsız bir kalabalıktırlar. Onlar… Onlar istenmeyen dikkat dağınıklığıdır. Sen de kendi başına unutmaya çalışırsın. Ama yalnızlık seni sadece bitirir…”

Filmin adı  Mr. Morgan's Last Love.


               Diğer film dağlarda oğlunu kaybeden babanın arayışı. Bu mevsimde kar kış kıyamet varsa dağları içeren filmleri çok seviyorum.


                 Geceler uzun. Mumlarım, ışıklarım, kahvem ve kurabiyelerim de varsa benden mutlusu yok. Her gece hiç üşenmem müziğimizi de açar kendimizi dinlendiririz. Beyaz ışığı hiç sevmem, mutlaka köşe lambası olacak. Bir film seyredilir, biraz kitap okunur ve gece fazla geç kalmadan yatmaya özen gösteririm.



               
    Bu hafta üç aylara da girmiş bulunuyoruz. Ramazan ayına çok az kaldı. Dün gece Regaib kandiliydi. Bazı yerlerde konuşmalarda İslamda kandil diye bir şey yoktur gibi konuşmalara rastlıyorum. Olmasın çok mu önemli? Yıllardır bu topraklarda buna önem verilmiş, insanlar arasında ki ilişkilere güzel yönde yol vermiş bir adet olsa da bunun engellenmesine karşıyım. Bu gün ve gecelerde insanlar birbirini arıyor soruyor, haftalarca aranmamış insanlara bile bir telefon ediliyor, komşular arasında helvalar birbirine gidiyor geliyor, dualar okunuyor, ölmüşlere Yasinler okunuyor, ramazana çok az kaldı diye seviniliyor, bunlar mı yok islamda? haa hep olmalı zaten bunlar tabi ki ama her daim ne kadar yapıyorsunuz?



                 Tüm hafta boyunca yeniyıl için koşturmuş ben, bu günü de geçemezdim. Zaten üç beş tane kalmış büyüklerimizi okul sonrası hediyelerimi , kandil simitlerini alarak ziyarete gittim. Ah ne varsa büyüklerimizde var. Bir gelen olur diye helvalar kavrulmuş bekleniyor. Çocukluğumun tatlısına bile rastladım , boşnakça papaluza yani kızılcık peltesi. 
              Her cuma Diyanetin sayfasında ki cuma hutbesine bakarım. Bu cuma umuttan bahsedilmiş ve şöyle bir duayla bitirmiş. Ben de böyle sona erdirmek istiyorum yazımı;

               Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitiriyorum: “…Allah’ım! Sana yöneldim. İşimi sana havale ettim. Umut ve huşu içinde sana sığındım...




Tatil Cuması

                Bugün karneler verildi, kış tatiline girdik. Sabah çok heyecanlıydık öğrencisi olsun, öğretmeni olsun velisi keza. Kaç yıl ...