17 Mayıs 2024 Cuma

Merhaba Cuma

                             Geçen cumadan başlayalım. On gündür süren boya işleri bitip evi mahveden boyacılar gittikten sonra temizlik işlerine başladık. Laminantlara dökülen boyaları tinerle silmişler ve her tarafa bulaştırmışlar. Aslında yere bir naylon serip yapmaları gerekirdi ama yapmamışlar. Tüm evin yerleri bulanık bir görüntüye sahip oldu. Bunu temizlemek için günlerce yerleri cifledik ama tam çıkmadı. Duvarlar, kapılar tertemiz oldu ama tüm ev yerinden oynadı. Odaları değiştirdik, eşyalarıı taşıdık, yıkadık pakladık ve yorgunluktan öldük. Bu kadar çok yorulunca da aşırı sinirli ve mutsuz oluyorum. Çevremdekilere patlıyorum. Kızım sınav sonrası bir haftalık tatili de gelmişti ne yazık ki bu ortama denk geldi ve gideceği son gün gerginlik yaşayıp onu uğurladım. Yani pazar günü okuluna gitti, aramızda bir tartışma olup öyle gönderince de çok moralim bozuldu, gidince de vicdan azabı çektim. Tüm gece ağladım durdum.

                        Cumartesi günü anneler gününü çok güzel kutlamıştık halbuki. Annem ve babamı bize davet etmiş, çiçekler almış, yaban mersinli kek eşliğinde çay saati düzenlemiştik. Hayat işte bir gün mutlu bir gün üzüntülü.


Okulda kabak boyama işlerine başladım yavaştan. Yıllardır duran su kabaklarını renklendirince çok güzel oldular. Vernikte sürünce tam olacak ve bahçemi renklendirecekler. Bahçelerin en güzel zamanı şu sıralar..


Sokağımızda ki ev önleri de şenlendi. Çiçekler açtı, sarmaşıklar sardı duvarları, hele o koku!
Mesela şu fırça çiçeği diyorlar galiba, yan komşu bahçesinde coşmuş da coşmuş..


                   Benim yaseminlerim de zaten  muhteşem! Bahçe kapım bomboştu yıllar önce ektiğimde. Şimdi kapıdan zor geçiyoruz. Biraz sabır biraz emekle ne güzel oldu, ben bile inanamıyorum.


Bu hafta güzel kitaplar okudum. Özellikle Cihan Aktaş'ın dilini, anlatımını çok sevdim ve artık bulduğum tüm kitaplarını okumaya kararlıyım. Ali Ural daha önce okuduğum bir yazar zaten, kütüphanede okumadığım kitabını bulunca aldım. 


              İlk kez okuduğum Behçet Çelik. Öyküleri su gibi akıp gidiyor, anlatımı duru. Ama Cihan Aktaş ilk sırada bence.

'' Her yerde ölümü görüyorsun; ölümü düşünmekten kaçındığın için koşuyorsun kütüphanelere, ölümlü bir dünyada ölüme dönüşen hiçbir şey el sürmeye değer gibi görünmüyor sana ve ölümsüzmüş gibi görünen ne çok şeyde de ölümün gölgesini hissediyorsun.''

'' Yaşamak soru gerektirmezdi. Dolu dolu yaşamak, diye düşündü, boş bomboş bir zihnin hafifliğini kabullenmek mi? ''



Arkadaşlarla buluşmadan olmaz :)

         
The Taste of Things izledim bu hafta içi. Binoche ne yaşlanmış, üzülüyorum böyle gördükçe. Ama oyunculuğuna diyecek yok tabi ki. Filmin bir yerinde ''Evlilik başta açılışı tatlıyla yapmaktır'' gibisinden bir şeyler dedi ne doğru değil mi:)
Film yemek yapma süreci, gurmelik, yiyecekler baz alınarak uzun sürmüş bir ilişki çevresinde şekilleniyor. Temposu yavaştan.. Ama sonda ki şu diyalog için bile seyredilir:

''- Hayatımızın sonbaharındayız diyorsunuz.
-Evet.
-Kendi adınıza konuşunuz. Ben hayatımın yazını yaşıyorum. Bir gün göçüp gittiğimde de hala yaz olacak. Yazı çok seviyorum. Siz sevmez misiniz?
- Ben tüm mevsimleri severim.İlk düşen serin yağmur damlası, kar taneleri. Bacalardan süzülen ilk ateşler, ilk tomurcuklar. Yaşanan tüm bu ilkler her sene tekrar tekrar gelip beni mutlu ediyorlar.
- Ama yaz güneşi..Yanma hissini seviyorum, vücudumdaki böylesine yanma hissini. Her gün altından kalkabileceğim közler gibi.
-Anlıyorum. Yirmi yıldan fazladır aynı çatı altında beraber yaşıyoruz. Benimle beraberken sebat ve bağlılığınızı nasıl koruyabildiniz?
- Aziz Augustinus demiş ki ' Mutluluk zaten elimizde olanı devam ettirme arzumuzdur.''




               This Is Not a Burial Its a Resurrection filmini seyrettim. Afrika'da geçen film kocasını, oğlunu kaybetmiş 80 yaşlarında ki bir kadının ağıtı. O yas süreci yaşlılığın getirdiği umutsuzlukla birleşmiş yaşadığı coğrafyada yine de varolmaya çalışırken aslında bize kayıpların ağırlığını dünyanın her yerinde benzer olduğunu anlatıyor. Yönetmeni Mosese filmlerinde fazla diyaloga yer vermiyor ve ölüm, maneviyat, çocukluk anılarına daha çok yer veriyormuş. Bu filmi de bir çok ödül almış. 
                     Bir de Karadeniz dağlarının o eşsiz manzarasıyla bir adamın hayatından kesit Vargit Zamanı'na denk gelerek izledim. Bu sefer 80 yaşlarında ki insanın hikayesi dünyanın başka bir ülkesi; Türkiye'deydi. Dünyanın neresinde olursanız olun acılar, üzüntüler, çekilen sıkıntılar benzer. Seyrettiğim her hikayede kendimi besleyen bir şeyler buluyorum.



                Her belgeselde de ağlanır mı? Yaş aldıkça bu kadar duyarlı, hüzünlü olmak normal mi? Torn belgeselini açtığımda eşsiz dağ manzaraları göreceğimi biliyordum. Bir de buna eşlik eden bir adamın, kadının ve çocuklarının hikayesi ile işte bu dünya böyle, insana neler gösteriyor, nler yaşatıyor bilemezsin diyorsun.


Hafta içi bahçeme bir kaç fide ektim ama şunu söyleyeyim bu bağ bahçe işleri çok zor. Köylerimizde çiftçilik yapan, bir çok ürün yetiştiren insanların emeğine ne kadar saygı göstersek azdır. 


                      Okula gidip geldiğim yolda ki büyük çınar ağaçların kesildiğinden bahsetmiştim. Sadece şu 3 büyük ağaç kalmıştı. Bir de kaldırım boyunca bodur ağaçlar ekmişti belediye. Şu arabaların sağ tarafında hep minik ağaçlar vardı. Ama insanlar kafalarına göre bu ağaçları kesmişler. İlk önce birer ikişer gittiler, şu an hiç ağaç kalmamış, dipten kesmişler. Nedeni malum arabalarını rahat kaldırıma parketmek için. Bilmiyorum artık ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi. Bunlara şahit olduğumda büyük bir üzüntü kaplıyor hayatımı, umudum yokoluyor. Bunca yıldır öğretmenim ama böyle inssanları ben de yetiştirdim diye suçluyorum kendimi...
                    Yazımı diyanetin sayfasından aldığım bugün ki hutbede ki dua ile bitirmek istiyorum;
                 “Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana nasip et. Neslimi de salih kimseler eyle. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”  Ahkaf 46/15
























10 Mayıs 2024 Cuma

Bir Cuma Daha..

                          Bir cuma daha geldi hatta yeni bir ay yeni bir mevsim daha.. Zaman acımasızca akarken, gün gün birikip bizi ezip geçerken bir şeylere tutunuyoruz. Sanata, romana, müziğe, yeşile, ailemize.. Beni besleyen kaynaklardan en az yararlandığım iki hafta oldu şu sıralar. Geçen hafta özellikle çok yorucuydu. Pazartesi eve gelecek ustalar için hazırlık yapmış, evi toplamış onlara yemekler hazırlamış, okula gitmiştim. Ama o gün boya badana yapacak ustalar bize hiç haber vermeden gelmediler - başka bir işe gitmişler- biz de boşuna onca yorgunluk yaşamıştık. Bize tam 10 gün sonra geldiler. Ev evlikten çıkmış halde bir kaç günde olsa yaşamak çok sinirlerimi yıprattı. Benim gibi düzen, tertip hastası biri için baya zorlayıcı günler bunlar. Eşyalar ortada göçebe gibi yaşıyorum on gündür. Sinirlerim harap durumda şu an. Neyse ki dün boya badana işi bitti, usta işi bitirdikten sonra bizden ekstra para daha istedi. Anlaşmamızda bu yoktu, çok sinirlendim. İş ahlakına bu sığar mı diye saydırınca vazgeçti. Ama neden böyle? Neye el atsak, kimle iş yaparsak hep bir dolandırmaya çalışma hep bir sorun. Çalışırken de yerleri çok kirlettiklerinden iki gündür dizlerim üzerinde yerleri siliyorum. Camları silme, ne varsa yıkama, perde takma, bazı odaları değiştirme, odalar arasında eşya taşıma derken öyle yorgunum ki.


                    Ev böylesine düzensizken içimden ne kitap okumak geldi ne film seyretmek geldi ama bu kargaşayı görmemek için yine de bunlarla vakit geçirdim. Kütüphaneden aldığım üç kitaptan birine başladım ve bitirdim. Tanizaki'nin Bazıları Isırgan Sever kitabını okudum. Romanda Kaname ve Misako adlı evli çiftin yürümeyen evliliğini okuyoruz. Kayınpederlerinin  japon kültürü, gelenekleriyle birleştirme çabaları, karıkocanın boşanacaklarını çocuklarına söyleyememeleri, yıllardır aynı evde yaşamalarına rağmen buna bir son vermemeleri ekseninde kitap dönüyor. Özellikle japon kültürüne ait şeyler hakkında bilgi ediniyorsunuz. Mesela o yıllarda kukla tiyatrosunun bu kadar önemli olduğunu, her köyde bunun olduğunu bilmiyordum. 20. yüzyıla kadar kadınlarda ön dişlerini siyaha boyadıklarını bunun moda olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım.




                  Kütüphaneden aldığım diğer kitap Kendini Arayan Adam. Mehcer denilen Göç edebiyatının isimlerinden Mihail Nuayme tarafından 1917 yılında yazılmış. 1. Dünya savaşına katılınca yarım kalmış bu kitabı yazmak, 30 sene sonra Lübnan'a dönünce tamamlamış. Hiç konuşmayan bir kahvehane de çalışan Arkaş'ın günlükleri olan kitapta ki fikirler ilginçti.




              Bir dizi bitirdik bu hafta. The Severance. İşe gittiğinizde ev yaşamınınız, eve döndüğünüzde iş yaşamınıza ait her şey zihninizden silinse,  hiç bir şeyi hatırlamasanız nasıl olur? Bu dizi de beyinlere takılan bir çiple böyle oluyor ama insanoğlu işte, gönüllü de olarak da taksa bu çipe belli bir süre sonra bu esaretten kurtulmak istiyor. 9 bölümden oluşan dizi zaman zaman sıktı, gereksiz uzatmalar vardı. Bir de belgesel seyrettim Antares diye. Şili'de yoga meditasyon yaparken yavaş yavaş etrafına toplanan insanları mürit yapan bir adamın öyküsü. Tabi sapkınlık, cinayet her bişi başlıyor sonra. İlginç bir belgeseldi, insanlar nasıl bu aşamaya gelebiliyor bir anda şaşıp kalıyor.



                             Binoche filmlerini seviyorum. Sils Maria güzel bir filmdi, jenerasyonlar arasında ki farklara değinmişti.  İnstagramda birbirimizi takip ettiğimiz biri bana Mubi seyretmelik film hediye etti bu hafta.Journey in to the Desert. Ingeborg Bachmann ve Max Frisch arasında ki ilişkiyi anlatan güzel bir filmdi. Kadın erkek ilişkilerinin temel kalıplarını iki yazar arasında da görmek beni şaşırttı ama ne yazık ki artık bu bir gerçek galiba. Filmin tartışılacak çok konusu var. 




                   Evimize fazla gidemedik sadece bir hafta sonu gidip sobayı kaldırdım. Ama hata yapmışım ertesi gün çok soğuk oldu. Yaza geçmede sabırsız davranmışım. 


                              Hafta Sonu bisikletimi çıkardım biraz gezeyim dedim ama öyle bir rüzgar vardı ki ! Geriye koyup kısa bir yürüyüş yaptık, en sevdiğimiz çiçek ekmeği aldık, eve dönüp kahvaltı yaptık.


Köyümüze de bahar geldi..


Arkadaşlarla buluştuğum günler.. Yapılan el emeği leziz pastalar...




Kitaphaber sitesinde yeni yazım çıktı, okumak isteyenler buraya

Bugün cuma. Tüm öğretmenler olarak bu hafta işlenen cinayet ve geçen hafta bir kadın öğretmenin veli tarafından yumruklanması ve bilemediğimiz bir çok şiddet olayından dolayı çok üzgünüz. Çoğu öğretmen elinden gelenin en iyisini yapıyor ama 30 yıllık öğretmen olarak şunu söyleyebilirim ki; son on yıldır öğretmenin veli hatta öğremci gözünde değeri çok azaldı. Herkes öğretmenden daha iyisini biliyor ve bunu dayatıyor, en küçük sorunda çözüm bulunacağına şikayet, şiddet yolu çiziliyordu. Biliyorsunuz geçen gün bir okul müdürü 17 yaşında ki öğrencisi tarafından başından vurularak öldürüldü. Öyle üzgünüm ki bu olaya..Bugün tüm yurtta iş bırakma eylemi vardı. Umarım bir çok meslekte ki gibi öğretmenlerin de kıymeti yerini bulur.
Umutlarımızın körelmediği, kötülüklerin azaldığı günlere diyelim o zaman..



Merhaba Cuma

                              Geçen cumadan başlayalım. On gündür süren boya işleri bitip evi mahveden boyacılar gittikten sonra temizlik iş...