27 Aralık 2012 Perşembe
Bir Film , Bir Kitap
'' Hayatı gözlerimiz yarı kapalı, kulaklarımız sağır, zihnimiz uykuda yaşıyor olmamız ne tuhaf ! Belki böyle olması iyidir, ancak bu sayede insanlığın büyük bir bölümü hayatı çekilir ve değerli buluyordur. Bununla birlikte yeniden hoş bir uykuya dalmadan önce bir çok şeyi - herşeyi- görüp , işitip anladığınız o bir kaç saniyelik uyanış anlarından birini hiç tanımamış olanımız çok azdır , ''
diyor Conrad son okuduğum kitabında.. Yani Lord Jim ' de.. Conrad çok iyi bir yazar. Biraz ağdalı dili var, sizi alıp denizler ötesi ülkelere, insanlarına , denizcilerin az bilinen dünyasına götürüyor. Çok iyi insana dair gözlemlemeleri var. Yeni bitirdim bu kitabı.. Anlatmamın sebebi bir gün rastlarsanız Conrad'a alın , okuyun istiyorum ..
Conrad erkeklerin dünyasını anlatıyor bize, gemicidir hepsi. Kitabın baş kahramanları Marlow ve Jim 'dir. Karanlığın Yüreği kitabında olduğu gibi burada da anlatıcı olarak Marlow'u seçmiştir Conrad..
Lord jim kitabı, iki temel bölümden oluşuyor: birinci bölüm, lord jim'in başına gelen talihsiz olay ve marlow'a içini dökmesi ve sonrasında bir ticari temsilci olarak çalışırken, yaşadığı o talihsiz olayın sonuçlarından budalalık derecesinde bir gururla kaçındığı zamanlar. ikinci bölüm ise lord jim'in mezara girer gibi patusan denilen küçük bir ülkeye gidişi ve onurunu kendine yeniden ispatladığı bölüm.
'' Gerçekten de olmuş bir olaydan,"kötü niyetli birtanrı tarafından hazırlanmadıysa, şeytanın son derece amaçsız bir işi olmalıydı," (s.147)
dediği bir olaydan esinlenerek yazmış bu kitabı Conrad...
Marlow yine usul usul anlatır olayları dinleyenlere, aynı zamanda bize. Conrad'ın özelliğidir bu . Yazım tekniğidir , mesela karanlığın yüreği'nde "ben" olan anlatıcı, çok sıradan, biraz da ağdalı bir tazla büyük İngiltere'nin tarihteki gemicilerini, tüm dünyaya yelken açan maceraperest ingiliz ruhunu över. sonra marlow sözü alır ve bu cafcaflı lafları, bu gerçeği ve çirkinliği gizleyen yalan sözleri neredeyse keserek, karanlığın yüreğini, ingiltere'nin ve tüm batı uygarlığının çirkin yüzünü görmüş biri olarak anlatmaya başlar. şaşırırız, biz "ben" anlatıcıyı dinliyorduk bambaşka havada. şimdi, "ben" anlatıcı ile birlikte yüzümüzü marlow'a dönüp onu dinlemeye başlarız. bir sürü anlatı katmanı yani.
Diğer Conrad kitapları gibi Lord Jim de çok beğenerek okuduğum bir kitap oldu. Yazımı kitaptan bir paragrafla bitirmek isterim :
"bir insanın yüreğinin derinliklerini anlamaya çalıştığımızda, yıldızların görüntüsünü ve güneşin sıcaklığını paylaştığımız bu varlıkların ne kadar anlaşılmaz, değişken ve belirsiz olduğunu kavrarız. yalnızlık sanki varoluşun mutlak şartıymış gibi, önümüzdeki et ve kemikten ibaret kılıf, elimizi uzattığmız anda gözlerimizin önünde erir, geriye hiçbir gözün izleyemeyeceği, hiçbir elin tutamayacağı hercai, avutulamaz, kaypak bir ruh kalır sadece."
(s.165)
Kitaptan sonra izleyip etkisinde kaldığım bir filmi yazmak istiyorum. Haneke filmlerinden biri olan Kent Üçlemesi' nin ilk filmi olan 1989 yapımı The Seventh Continent / Yedinci Kıta..
The Seventh Continent Michael Haneke’nin 1989 yılında kendisi 47 yaşındayken çektiği ilk sinema filmi. Yani başka bir deyişle bu film Haneke’nin TV’den sinemaya geçiş yaptığı film. Almanya doğumlu Avusturyalı yönetmenin “duygusal buzlaşma” adını verdiği üçlemesinin ilk filmi bu, diğer ikisi ise 92 yılında gelen “Benny’s Video” ve 94′te 71 kısa fragmanla dağınık ve zor bir anlatıma sahip olan “71 Fragments of a Chronology of Chance”. “The Seventh Continent” ise çoğu çevrelerce Haneke’nin en güzel filmi.
Haneke; filmlerini izlerken insana rahatsızlık veren bir yönetmendir. Ancak bunu kan, şiddet gibi klişe ve kolay yöntemlerle yapmaz. Haneke filmlerinde seyirciyi suçlar, seyirciyi izleyici olmaktan çıkarıp konuya dahil eder ve bunu başarır. Hatta gerekirse Funny Games’teki gibi bir oyuncu bize döner izlediklerimizden hoşnut olup olmadığımızı bile sorabilir.
Haneke filmlerinin bir başka özelliği de hiçbir sahnede müzik olmaması. Bu yüzden anlatılmak istenen fazlaca çıplak ve gerçekçi bir şekilde karşımıza seriliyor.
Bugün bir filmi ve bir kitabı kısaca tanıtmak istedim. Yarın gece 4 günlük süpriz bir geziye çıkıyoruz. Dönüşte güzel kareler paylaşacağımı ümit ediyorum. Şimdiden yeni yılınızı kutlarım.
Nice güzel günlere!
23 Aralık 2012 Pazar
Haftasonu Manzaraları
Kızım televizyonda Taş Devri ni seyrederken kulağıma çalındı şu söz :
'' Beslenmiş koca neşeli bir insandır''
Çizgi filmlerde böyle hayatın özü , büyük laflar da varmış demek :) Hemen ben de işin başına geçtim. Güzel bir cumartesi günüydü. Babamız uzun bir yolculuktan dönmüştü..Dışarıda hava buz gibiyken sıcak bir evde tembellik yapmaktan daha güzeli yoktur. Bu hafta sonu bizim için bol filmli, kahve ve turta keyifli, sımsıcak bir evde yavaşlatılmış olarak geçti. Ama ilk olarak elmalı tart tarifi... Bu tarifi severek takip ettiğim bir blogtan aldım. Aslında buna Elmalı Anneanne Turtası demiş. Çokta güzel yapmışlar. Benimki de oldukça güzeldi..
'' Beslenmiş koca neşeli bir insandır''
Çizgi filmlerde böyle hayatın özü , büyük laflar da varmış demek :) Hemen ben de işin başına geçtim. Güzel bir cumartesi günüydü. Babamız uzun bir yolculuktan dönmüştü..Dışarıda hava buz gibiyken sıcak bir evde tembellik yapmaktan daha güzeli yoktur. Bu hafta sonu bizim için bol filmli, kahve ve turta keyifli, sımsıcak bir evde yavaşlatılmış olarak geçti. Ama ilk olarak elmalı tart tarifi... Bu tarifi severek takip ettiğim bir blogtan aldım. Aslında buna Elmalı Anneanne Turtası demiş. Çokta güzel yapmışlar. Benimki de oldukça güzeldi..
Evde geçirilen zamana filmler de eşlik eder. Bu hafta neredeyse benim için Haneke haftası oldu. Ben de olan filmini zaten seyretmiştim. The Seventh Continent seyrettiğim ilk Haneke filmi. Bunu ayrıca yazacağım. Bu hafta sonu yine internete düşmüş olan , Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kazanan Amour seyrettim.
Oldukça hüzünlü, ama ben de Haneke beklentisini fazla karşılamayan bir filmdi. Amour da, 80 li yaşlarına gelmiş, uzun süredir evli çifti sinema seyircisinin Kieslowski'nin "Kırmızı "sından hatırlayacağı Jean-Louis Trintignant ve Alain Resnais'nin Hiroşima Mon Amour'unun yıldızı Emmanuelle Riva; kızlarını ise Haneke'nin La Pianiste'inde de izlediğimiz Isabelle Huppert canlandırıyor.
İçinde bulunan yaşlılık temasıyla benzer başka bir filmde Yeşim Ustaoğlu ' dan Pandoranın Kutusu ...Fiilmde yine yaşlı kadınla uğraşan biri , yani kızı Derya Alabora var. Burada ki yaşlı kadının performansı çok iyiydi, Tsilla Chelton ' u tanımayan pek çok kişi onu alzheimer sanmış ama yönetmen Altın Koza film festivalinde Fransa da tek kişilik bir oyun sergileyen 91 yaşında oyuncu olduğunu söylemiştir.
Eğer seyretmek isterseniz burada
3. filmim Jeremy Irons 'ın oynadığı Kafka filmine esin kaynağı olmuş
Das Scholos ..
Haneke Kafka'nın kitabına sadık kalarak filme kendi yorumlarını katmamış, sinematogratif olarak yönetmenliğini göstemiştir. Kafka severlerin Şato'sunu bir de böyle versiyonunu seyretmelerini öneririm. Ben burada seyrettim..
Tüm gün bunlar olmadı tabi ki. Ara ara kitabımı okudum. Birazda bizim odadan manzaralar ..
Oldukça hüzünlü, ama ben de Haneke beklentisini fazla karşılamayan bir filmdi. Amour da, 80 li yaşlarına gelmiş, uzun süredir evli çifti sinema seyircisinin Kieslowski'nin "Kırmızı "sından hatırlayacağı Jean-Louis Trintignant ve Alain Resnais'nin Hiroşima Mon Amour'unun yıldızı Emmanuelle Riva; kızlarını ise Haneke'nin La Pianiste'inde de izlediğimiz Isabelle Huppert canlandırıyor.
İçinde bulunan yaşlılık temasıyla benzer başka bir filmde Yeşim Ustaoğlu ' dan Pandoranın Kutusu ...Fiilmde yine yaşlı kadınla uğraşan biri , yani kızı Derya Alabora var. Burada ki yaşlı kadının performansı çok iyiydi, Tsilla Chelton ' u tanımayan pek çok kişi onu alzheimer sanmış ama yönetmen Altın Koza film festivalinde Fransa da tek kişilik bir oyun sergileyen 91 yaşında oyuncu olduğunu söylemiştir.
Eğer seyretmek isterseniz burada
3. filmim Jeremy Irons 'ın oynadığı Kafka filmine esin kaynağı olmuş
Das Scholos ..
Haneke Kafka'nın kitabına sadık kalarak filme kendi yorumlarını katmamış, sinematogratif olarak yönetmenliğini göstemiştir. Kafka severlerin Şato'sunu bir de böyle versiyonunu seyretmelerini öneririm. Ben burada seyrettim..
Tüm gün bunlar olmadı tabi ki. Ara ara kitabımı okudum. Birazda bizim odadan manzaralar ..
19 Aralık 2012 Çarşamba
Starbucks Kurabiyeleri
Seneca'nın şu sözüne hak veririm :
'' Madem doğduk, hemen çekip gidebiliriz ya da mutlu yaşamanın yolunu ararız.''
Mutluluk arayışları kişiden kişiye değişiyor. Benim için çeşitli ve küçük ayrıntılar. Mesela haftasonu evde ailece beraber sağlıklı ve huzurlu olmamız, dışarısı buz gibi soğuk olmasına rağmen evimizin sıcacık olması, evi de yaptığımız kurabiye kokusunun sarması. Sonra da bergamotlu mis gibi çayla afiyetle yememiz, bu sırada seyredilen güzel bir film..
Her ne kadar moralim bozuk olsa da bu sözlere kulak vermeliyim dedim. Kızımla kurabiye yaptık. Tarifini yine bloglardan buldum ama tüm kurabiyeler aşağı yukarı aynı. Bu kurabiye de starbucks yarışmasında birinci olmuş. Valla ne diyeyim , benim tarifim daha güzel :)
Yine de bu tarifi size vereceğim.
'' Madem doğduk, hemen çekip gidebiliriz ya da mutlu yaşamanın yolunu ararız.''
Mutluluk arayışları kişiden kişiye değişiyor. Benim için çeşitli ve küçük ayrıntılar. Mesela haftasonu evde ailece beraber sağlıklı ve huzurlu olmamız, dışarısı buz gibi soğuk olmasına rağmen evimizin sıcacık olması, evi de yaptığımız kurabiye kokusunun sarması. Sonra da bergamotlu mis gibi çayla afiyetle yememiz, bu sırada seyredilen güzel bir film..
Her ne kadar moralim bozuk olsa da bu sözlere kulak vermeliyim dedim. Kızımla kurabiye yaptık. Tarifini yine bloglardan buldum ama tüm kurabiyeler aşağı yukarı aynı. Bu kurabiye de starbucks yarışmasında birinci olmuş. Valla ne diyeyim , benim tarifim daha güzel :)
Yine de bu tarifi size vereceğim.
Kurabiye tarifi şöyle :
125 gr tereyağ ya da margarin
100gr. pudra şekeri
2 yumurta
vanilya ve 1 çay kaşığı kabartma tozu
Damla çikolata
Ceviz
Alabildiği kadar un
16 Aralık 2012 Pazar
Satantango
Bazen - hatta çoğu zaman- şu dünyanın durumu, savaşlar, kıyımlar, haksızlıklar, insanın insana zulmü, hastalıklar, felaketler aklıma gelir ; büyük bir bunalımın eşiğinde bulurum kendimi. Her ne kadar geziyor, tozuyor, pastalar , partiler yapıyorsam da aslında bunlar bir tür kandırmacadır. Altta potansiyel karamsarlığım vardır, beni her an rahat bırakmaz. İki uç arasında yaşıyorumdur.
Geçen gün ziyaret ettiğim birinde , akrabalarından birinin daha 30 yaşında olmasına rağmen kanser olduğunu, ilkokula giden oğlunun devamlı annesini sorduğunu öğrendiğimde yanımda bulunanlarla beraber çok üzüldüm. Beş dakika sonra insanlar aslında olması gerekene dönmüş, ''benim çocuğum şöyle böyle '' demeye başlamıştı. Üzerimde öğrenmiş olduğum bu haberin ağırlığı ve acısıyla devam edemedim konuya. Eve geldiğimde bile tanımadığım bu kişiye üzüntüm kat ve kat arttı. İşte böyleyim, herşey insanlar için deyip kabullenememek sorunum. Birde herşey üst üste denk gelir ya, cuma günü kanser tedavisi gören bir arkadaşımı kaybettik. Cumartesi gencecik bir insanı uğurladık. Bugünler de canım çok sıkkın..
Üstelik elime aldığım S. F. Abasıyanık kitabında ''Mahalle Kahvesi'' nde şöyle yazıyordu :
'' İnsanların hepsi kötüdür. Yaşamak boştur. Sevmek aptallıktır...Şudur budur .Peki bunlarla nasıl eğlenilir ? Düşünün bakın. Her şeyin kolayını bulacaksınız . Ben en zorunu buldum. Ölüme çareyi ! Ölmeyecekmiş gibi düşünüyorum, oluyor. Bir tecrübe edin.
Demek ki bütün bu kötü düşüncelerden sonra taptaze, kahkahalı, mesut bir dünyaya varıyorsun. Demek yalnız hareket noktanda bedbinsin. Öyle ise mesele yok. Sen yine o eski adamsın. Kaygısız , şensin. Hayır! Kötüden iyiye doğru seyahatımın sonunda kahveyi bırakıyor, yine ölümler, harpler, pahalılıklar, istikbal kaygıları ile sokaklardayımdır, üzülmeyin !
Sonra aldığım filmlerden birini seyredeyim dedim ..Bela Tarr beni iyice mahvetti :(
Bela Tarr' ın 1990- 1994 yılları arasında çekmiş olduğu 450 dakikalık Satantango filmiydi izlediğim. Bu kadar uzun filmi üç günde izledim tabi ki. Sıkılmadan , uzun sekanslarına rağmen sıkılmadan bu siyah-beyaz-gri filmini sıkılmadan izledim. Zaten ruh halimin renkleri bunlar, zaten dışarıda da aynen filmdeki gibi aralıksız yağmur yağıyor, haftasonumda böylesine ağır ve gri geçerken sıkılmadım. Bela Tarr Torino Atı 'ndaki gibi durağan , yoğun bir atmosferde işlemiş konuyu..
Son verirken yazıma şu sevdiğim bir alıntıyı paylaşmak isterim. Esen Tezel, Simone de Beauvoir Kitabı Tüm insanlar ölümlüdür’ ü anlatırken,
Geçen gün ziyaret ettiğim birinde , akrabalarından birinin daha 30 yaşında olmasına rağmen kanser olduğunu, ilkokula giden oğlunun devamlı annesini sorduğunu öğrendiğimde yanımda bulunanlarla beraber çok üzüldüm. Beş dakika sonra insanlar aslında olması gerekene dönmüş, ''benim çocuğum şöyle böyle '' demeye başlamıştı. Üzerimde öğrenmiş olduğum bu haberin ağırlığı ve acısıyla devam edemedim konuya. Eve geldiğimde bile tanımadığım bu kişiye üzüntüm kat ve kat arttı. İşte böyleyim, herşey insanlar için deyip kabullenememek sorunum. Birde herşey üst üste denk gelir ya, cuma günü kanser tedavisi gören bir arkadaşımı kaybettik. Cumartesi gencecik bir insanı uğurladık. Bugünler de canım çok sıkkın..
Üstelik elime aldığım S. F. Abasıyanık kitabında ''Mahalle Kahvesi'' nde şöyle yazıyordu :
'' İnsanların hepsi kötüdür. Yaşamak boştur. Sevmek aptallıktır...Şudur budur .Peki bunlarla nasıl eğlenilir ? Düşünün bakın. Her şeyin kolayını bulacaksınız . Ben en zorunu buldum. Ölüme çareyi ! Ölmeyecekmiş gibi düşünüyorum, oluyor. Bir tecrübe edin.
Demek ki bütün bu kötü düşüncelerden sonra taptaze, kahkahalı, mesut bir dünyaya varıyorsun. Demek yalnız hareket noktanda bedbinsin. Öyle ise mesele yok. Sen yine o eski adamsın. Kaygısız , şensin. Hayır! Kötüden iyiye doğru seyahatımın sonunda kahveyi bırakıyor, yine ölümler, harpler, pahalılıklar, istikbal kaygıları ile sokaklardayımdır, üzülmeyin !
Sonra aldığım filmlerden birini seyredeyim dedim ..Bela Tarr beni iyice mahvetti :(
Bela Tarr' ın 1990- 1994 yılları arasında çekmiş olduğu 450 dakikalık Satantango filmiydi izlediğim. Bu kadar uzun filmi üç günde izledim tabi ki. Sıkılmadan , uzun sekanslarına rağmen sıkılmadan bu siyah-beyaz-gri filmini sıkılmadan izledim. Zaten ruh halimin renkleri bunlar, zaten dışarıda da aynen filmdeki gibi aralıksız yağmur yağıyor, haftasonumda böylesine ağır ve gri geçerken sıkılmadım. Bela Tarr Torino Atı 'ndaki gibi durağan , yoğun bir atmosferde işlemiş konuyu..
'' İki saat farklı zamanı gösteriyor. İkisi de yanlış, elbette. Şuradaki çok yavaş. Öteki ise zamanı söylemek yerine umutsuz durumumuza dikkat çekiyor. Fırtınadaki kuru dallar gibiyiz. Kendimizi savunamıyoruz.''
Bir de elinde ölmüş kedisiyle gezen bir kız var. Zulmettiği, işkence ederek öldürdüğü kedisiyle..
Bela Tarr dünya üzerindeki kötülüğü , zulmü, işkenceyi kız üzerinden bize gösterir. Kedisine yaptığı eziyeti koltuklarımızda seyrederiz uzun uzun. Elimizden bir şey gelmez, tıpkı dünyada olanları seyredip bir şey yapamamak gibi..
''Bir ekim sabahı, kavrulan toprağı serinleten, yolları bataklığa çeviren ve kasabayı dünyadan koparan uzun güz yağmurlarının ilk damlaları çiftliğin batı yakasına düştü. Bu yüzden bataklık araçlar için don olana kadar geçilemez oldu ve şehirle bağlantı koptu. Futaki çan sesleriyle uyanmıştı. En yakın kilise güneybatıda, sekiz kilometre uzaklıktaki eski Hochmeiss alanındaydı ancak çanı yoktu ve kulesi savaşta çökmüştü…
Mennybe menni? Lazalmodni? (Cennete mi? Kabuslara mı?)''
Son verirken yazıma şu sevdiğim bir alıntıyı paylaşmak isterim. Esen Tezel, Simone de Beauvoir Kitabı Tüm insanlar ölümlüdür’ ü anlatırken,
Bir gün hayatla vedalaşma düşüncesi her ne kadar ürkütücü görünse de dünyaya sinek gibi yapışıp kalma fikri çok daha ürkütücü. Oysa biz ölümlüler, kendi küçük ve uyduruk amaçlarımızı gerçekleştirmek için uğraşıp didiniyoruz , kendi mikro evrenlerimizde mutluluklar ve mutsuzluklar yaratıyoruz,biz gittikten sonra dünyada izimiz kalsın diye Regine “vari endişelere kapılıyoruz , insanlık tarihinin küçücük bir diliminde bizim de şenliğe katıldığımızı kanıtlama telaşına düşüyoruz . Güneş bizim için bir süre daha doğup batacak, görsek görsek bir savaş ya da bir devrim görürüz , bazı sevdiklerimizi kaybederken bir gün birilerinin de bizi kaybedeceklerini düşünürüz, yaşadığımız her anın eşsiz olduğuna inanmak isteriz. Bütün çabamız, ölümsüzlük yanılsamasının küçük bir modelini kendi dünyamızda kurma ve bundan aldığımız güçle yaşama yönünde . Çünkü içten içe , gönül rahatlığıyla biliriz ki ucunda ölüm var.
11 Aralık 2012 Salı
Yeni Yıl Kurabiyeleri
Yeni Yıla doğru sevimli fotoğraflarım devam ediyor. Aslında bunlar geçen sene yaptığım kurabiyeler .. Bu yıl tekrarlamak istedim. Bu hafta sonu tekrar denemelerim olacak ama şimdilik eski görüntüler olsun. Kurabiye tarifi istemeyin, çünkü bunlar zaten her yerde yapılan, denenen kurabiyeler.. Önemli olan süslemeleriniz...
Bu sene de çam ağacı süslemeli kurabiyeler yapacağız kızımla. Haftasonu yapacağımı söyledim ona ama söylemez olaydım. Her gece daha kaç gün var, niye bugün yapmıyoruz diye başımın etini yiyor. Aslında bir sene ne çabuk geçti. Geçen sene de beraber yaptığımız zamanı hatırlıyorum da sanki dün gibi..
Evimizden yeniyıl kolaj manzarası olmazsa olmazlardan.. Ben bu ay yabancı bloglar başta olmak üzere bu tür görüntülere bakmayı çok seviyorum. Belki bu yüzden bunları paylaşıyorum ..Gece olupta ailece bu odaya toplandığımızda mumlarımızı yakıyoruz, başlıyoruz uzun kış gecelerinin keyfine :))
Bu sene de çam ağacı süslemeli kurabiyeler yapacağız kızımla. Haftasonu yapacağımı söyledim ona ama söylemez olaydım. Her gece daha kaç gün var, niye bugün yapmıyoruz diye başımın etini yiyor. Aslında bir sene ne çabuk geçti. Geçen sene de beraber yaptığımız zamanı hatırlıyorum da sanki dün gibi..
Evimizden yeniyıl kolaj manzarası olmazsa olmazlardan.. Ben bu ay yabancı bloglar başta olmak üzere bu tür görüntülere bakmayı çok seviyorum. Belki bu yüzden bunları paylaşıyorum ..Gece olupta ailece bu odaya toplandığımızda mumlarımızı yakıyoruz, başlıyoruz uzun kış gecelerinin keyfine :))
7 Aralık 2012 Cuma
Yeni Yıl Hazırlıkları
Keçeleri çam ağacı şeklinde kestim. İçine pamuk doldurup diktim. Böylece biraz kabarık oldular.
Üzerlerini de boncuk ve pullarla süsledim. Hatta bazen sınıfta da yaptım. Çocuklar da çok heveslendiler. Onlar da kartonlara çizip yaptılar..
Aslında evde çam ağacı süslemesi yapmazdım ama iki yıldır Pelin'inde ısrarı ile bunu yapar olduk. Yine de kızıma bunun bizim geleneğimiz olmadığını anlatıyorum. Bu yıl da Pelin düzenledi ağacımızı.. Akşamları ışığını da yakıp oturuyoruz..Kardan adamları bu yıl Viyana'dan aldık. Ağaca yaptığım keçeden ağaçları da astık, çok şirin oldu..
Bunca güzel şeyi bir pastayla taçlandıralım dedik. Bu pastanın tarifini arkadaşım Tatlı Cuma dan almıştım. Özellikle kış geldi mi çok yaparım. Limonlu ve lorlu bir pasta. Çok hafif ve çok lezzetli. Tarif isterseniz, hemen arkadaşıma yönlendiririm sizi. Onun bloguna gidip birbirinden güzel tariflere bakın derim. Bu pastanın tarifini verdi mi hatırlamıyorum , eğer yoksa en kısa zamanda yapmasını rica ediyorum :))
Biraz da Pelinli yeni yıl fotoğrafı koyayım dedim. Brüksel'de çektiğimiz fotoğraflardan
bir derleme..
Vee evimizden yeni yıl kolajı...
5 Aralık 2012 Çarşamba
bir okuma
Okuyalı uzun zaman oldu ama yine de bu kitabı yazayım dedim.
Aslında yazarını biraz anlatmalıyım. Hakkında yazacağım yazar Georges
Perec.. Daha önce '' Şeyler '' ve ''Kayboluş'' adlı kitaplarını okumuştum. Sıra ''
W'' adlı eserine gelmişti. Ama şimdiden söyleyeyim, Perec öyle kolay okunan
bir yazar değil. Düşündüren, bir kez daha okutan, yazdıklarına bağlayan bir yazar.
Polonya Yahudisi bir ailenin çocuğu olan Perec Paris'te doğmuş..Babasını
II. Dünya savaşında , Annesini Auschwitz Toplama Kampında kaybetmiştir. Sorbonne
Üniversitesi'nde tarih ve sosyoloji eğitimi almaya başladı ve yine burada
okurken La Nouvelle Revue Française ve Les Lettres Nouvelles gibi
ünlü edebiyat dergilerinde incelemeleri ve denemeleri yayınlanmaya başladı.
Genellikle o dönemin gündelik sorunları üzerinde durdu mizahi bir üslupla.
Bulmaca düşkünü Perec, kelimelerle oynayabildiği bu alana
büyük ilgi duymuş ve çapraz bulmaca ile ilgili yazılar yazmıştı.
“Bulmacayı yaratırken birbirinden farklı be nihayetinde bağımsız iki faaliyete
dikkat edersin. Önce diyagramı doldurmak, sonra da anlam peşine koşmak.”
E harfini hiç kullanmadan yazdığı “A Void/Kayboluş”
romanı, özel isimler cenneti Yaşam kullanma Kılavuzu,
bilgisayarların yoğun kullanılmadığı dönemde yazdığı 5000 kelimelik palindrom
gibi ilginç uğraşıların adamıydı Perec. Bir “sınıflandırma” düşkünüydü.
Şifreler, yeniden yapımlar, sert kuralları olan kelime ve cümle yapımlarıyla
ilgileniyordu.Ayrıca, düzyazı dışında, harfleri a, e, i, l, n, o, r, s, t, u
ile sınırlı tutarak, her şiir için alfabeden sadece bir harf ekleyerek “heterogametik”
şiirler yazdı. Böylece, her dizede ve sütunda bu harflerin birer kez
kullanıldığı, 11×11 boyutunda, sınırlı bir alfabeyle yazılmış şiirler ortaya
çıktı.
Gelelim W Ya Da Bir Çocukluk Hatırası kitabına..Perec
kitabın bir bölümünde II. Dünya Savaşı yıllarındaki çocuklu anılarını anlatır.
Diğer bölüm ise bir tür ütopyadır. Sporla yönetilen toplum fikrini verse de bu
yönetim aslında faşisttir. Perec çocukluk anılarını biraz fotoğraflarla, biraz
belgelerle destekler. Anılar ve ütopya birbiriyle ilgisiz görünerek sıra sıra
ilerler. Sona doğru bu ilgiyi anlamaya başlarız.
Gelelim okurken neler yenir kısmına. O gün Perec okurken dereotlu ve peynirli poğaça yapmıştım . Bildiğiniz tarife dereotu ve beyaz peynir ekliyorsunuz. Pişince biraz ılımasını bekliyorsunuz ve yanına bergomatlı çay yapıyorsunuz. ( Ben böyle seviyorum da :) Sonra da kitabımızı alıp elimize harika bir keyif yapıyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Cuma Geldi
Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...
-
Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...
-
Güzel kasabamızdan merhaba! Geçen gün kasabamıza ait bu fotoğrafı görünce kaydettim sizlerle paylaş...