Sağlık dolu bir haftayı da geçirdim ya benden mutlusu yok diyorum artık. Ailemde ya da çevremde de hastalık, kaza, ölüm gibi kötü olaylar olmayınca nasıl seviniyorum hepimiz adına. Diğer taraftan sokakta artık çokca rastladığım kabalıklar, küfürler vb. ya da televizyonu her açışımda içimi şişiren vahşet cinayetler, kötülüklerden hiç bahsetmek istemiyorum. Minik ve steril dünyama iyice çekilmek, olumsuzluklara şahit olmamak, insan içine çıkmamak istiyorum her geçen gün.
Neyse sınırlandırılmış dünyamın en güzel bölgesi bu blogta gözümü bu hafta yaşadıklarıma çevirerek hadi gelin şöyle bir geçelim haftanın üzerinden diyorum.
Her cuma olduğu gibi bugün de erken saatte pazara gidip alışverişimi yaptım, yıllardır tanıdığım çevre köylerden gelen pazarcılarla ayaküstü sohbet ettik, sabahın erken saatlerine has tazecik meyve ve sebzeleri pazar arabama doldurdum. Evet, bir pazar arabam var hatta şu son model 5-6 ayaklı olanlardan değil de, eski moda yolda giderken tangır tungur ses çıkaran cinsten. Seviyorum böyle basit ama en iyi iş görenleri.
Mevsimin en güzel sebzelerini ve meyvelerini yiyoruz şu sıralar. Tezgahta sıra sıra domatesler, elmalar, armutlar her geçişimde bana mutluluk veriyor. Bu halde değildim ben, bastığım yeri görmezdim. Elma, armuda güzelleme yazacak kıvama acaba yaşla mı geldim?
Joseph Roth ''Hileli Tartı'' da şöyle yazmış:
“Gençlik yıllarında yıldızları sevmek bir yana, onlara dikkat bile etmemişti. Ama şimdi bir anda, yaşamında yıldızların her zaman yer aldığını hissetmeye başlamıştı; gerçi uzaktaydılar, yine de, tıpkı çok uzak akrabalar gibi, hep vardılar.”
Ne de doğru değil mi?
Hafta içi bir dostla yapılan kahvaltı dünyanın en güzel şeylerinden birini yapıyormuşum hissini yaşatır bana. O yüzden sık sık görüşelim , oturalım yiyelim içelim isterim. Ne yazık ki, koşturmacaya öyle dalıyoruz ki görüşmelerin arası uzun oluyor.
Artık okullar başladı, en azından biz öğretmenler okullara gidip geliyoruz. Uzun bir aradan sonra köye gitmek çok güzeldi. Okul öğrencisiz şu an ama eylül 21 gibi okul bahçesini çocuklar dolduracak kısmetse. Bu sene benim sınıfa kimler gelecek diye araştırma yaptığım bir gün, bu yoldan geçerek bir veliye gittim. Okul sonrası köy içinde yürümeyi özlemişim.
Bahçeli evlerin keyfi hiç bir şey de yok. Allahtan evim bahçeli ama köyde böyle güzel evler görünce kapıları çalmadan geçemiyorum..
Bazı teyzeler hemen bana çiçeklerini göstermeyi çok seviyorlar, ee ben de bahçe, bitki, doğa hastası olunca hiç sıkılmıyorum.
Her eylül okullar açılır açılmaz baktığım bir bahçe var. Bu sene de merakla gidip acaba neler ekmiş bu sene, yine fesleğenleri kocaman olmuş mu diye kontrol ettim .
Evde en sevdiğim yaz köşem. Kışın oturma odasında başka bir köşem var. Yazın hiç oturmuyorum içeride. Devamlı balkonumda bu köşede durumum bu vaziyette. Zaman zaman elimdekiler değişiyor tabi ki. Örgü, nakış, telefon, tablet :)
Ama en sevdiğim zaman dilimi sabah saat 10 gibi kahvaltıyı bitirip de bu köşeye elimde ya bir dergiyle ya da kitapla çekildiğim anlardır. Güneş yavaş yavaş tepeye çıkıyordur ama sabah serinliği de vardır, elinizde ki demlenmiş çayın en lezzetli içiliş anıdır.
Okuduğum kitaplardan biri bu. İnstagramdan da takip ettiğim Fatma Bayram hocanın notları su gibi aktı gitti. Tefsir okumalarını da internetten dinliyorum, öyle iyi geliyor ki..
Bu hafta içi yaptığım işlerden biri de bahçemi temizlemek, otları yolmak, uzamış dalları budamaktı. Bütün bu işleri bu hafta ki çöl sıcaklarında yaptım ve çok yoruldum. Bahçenin içinde yığılmış onca çöpü temizleyecek gücüm kalmayınca bahçe işlerinde sağ kolum Cemal'i çağırdım. Sağolsun etrafı bir güzel toparlayıverdi. Akşam üzeri de bahçeyi sulayıp, temiz masayı ve sandalyeyi koyup keyif bile yaptım.
Cuma yazımı sona erdirirken geçenler de okuduğum Heidegger paragrafını paylaşmak istiyorum. Günümüzün yok edici hızının, bilgiyi nasıl kıymetsizleştirdiğini dile getiriyor ve sonuçta etrafımızda olanlara şahit oluyoruz ne yazık ki..
“Düşüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılıyor ve aynı anda hızlıca unutuluyor. Böylece bir etkinlik, bir diğerini kovalıyor” diyor Martin Heidegger, ‘Olmaya Bırakılmışlık’ isimli eserinde.