27 Eylül 2020 Pazar

Haftasonu Doğadayız

                                Bu hafta sonu annemi de alarak yaşadığımız yere yakın bir yere gittik. Burası dağların arasında ki bir vadide akan derenin kenarına yapılmış bungalov evlerin olduğu çiftlik. Yalova Altınova'dan sonra Ayazma köyünü geçince uzun bir dere. Küçükken bu derenin kenarına annem ve teyzemlerle pikniğe çok giderdik. Bu sefer de orada olan işletme de bir gece kalalım dedik, yerimizi ayırtarak yola çıktık. Şehre çok yakın olması ama içine girince de doğanın içinde kaybolmanız sayesinde çok güzel. Bungalov  evler ağaçtan ve kişi sayısına göre odaları var. Ama ne yazık ki Türkiye de bu tür işletmeler çok, ücretleri de yüksek ama verilen hizmet hep aşağılarda. 

                               Olumsuzluklarına rağmen doğanın kalbinde yer alması ve fazla insanın olmayıp kafamızı dinlememiz açısından güzel iki gün geçirdik.


               Oda da bulunan masayı hemen çimenlere indirerek çayımızı da hazırlayarak kısa tatilimize başladık.


Sonrasında boş havuza kendimizi attık.


Evlerin arasında dolaşan tavşanları sevdik..


Tatil kahvaltısı en güzeli..


Annemle doğada kısa bir yürüyüş yaptık..


Sonbahar yavaş yavaş gelmeye başlamış ama hava çok sıcak..


Havuza dönüp dergi, kitap okuma...



Gece  üzerimize minik battaniyeleri alarak yine bahçe de sessizlik içinde oturduk..


Bu hafta sonu bir anda verdiğimiz kararla böyle doğa da geçti. Bir gece olunca tadı damağımızda kaldı ama o bile insana ne iyi geliyor. Yarın pazartesi .. Okula gideceğiz ikinci haftamızda. Pazartesi iş başına gidenlere ve yeni bir haftaya başlayan bizlere kolaylıklar dilerim..


23 Eylül 2020 Çarşamba

Karavanla Erdek

 



                                  Karavanla beş günlük bir gezi düzenledik geçen hafta. Her zaman ki gibi sabah ezanıyla çıktık yola. Erken yola koyulmanın avantajı çok fazla, özellikle yolların tenha olması açısından çok iyi bir durum. Artık karavanın dilinden anlamaya başlasak da bir çok aksilik olmuyor değil. En azından karavanı arabaya bağlama işini geceden yapıyoruz ve sabah planladığımız saatte çıkmış oluyoruz yola. Yolda olma halini hiç sevmiyorum, bir an önce gideceğimiz yere gidip bir oh çekmek en güzeli bence. 



                        Erdek taraflarına gidelim dedik ama yıllardır popüler bir bölge olan bu yere çok gittiğimizden Kapıdağı yarımadasının farklı bir yönüne gitmeye karar verdik.  Bandırma yönünden gidildiğinde yarım adaya ilk giriş yerinden hemen sağa kıvrılan yola dönüyorsunuz. Burası sıra sıra yazlık köyleri olan taraf adanın. Tatlısu köyüne geldik ilk, virajlı yollarından karavanımızla yavaş yavaş geçmeye başladık ve önceden planladığımız Büyükbakraç koyuna ulaştık.


Tatlısu Sahili


               Tatlısu'dan bir kaç kilometre gidince sırasıyla Küçükbakraç ve Büyükbakraç koylarına geliyorsunuz. Biz Büyükbakraç koyuna gelip ilk gece burada sahiline çok yakın bir düzlükte konakladık. Bir kaç sahil kafesi, lokantası ve büfesi olan küçük ama diğer koylara göre hareketli bir yer. İhtiyaçlarınızı karşılayacak bakkalı var. Sahilinde bol miktarda köpek var ama insanlarla dost hepsi. Kumsalında şezlonglarda var kiralayabileceğiniz. Belediye bu sene duş yapmış bir kaç tane.


                      Ertesi gün diğer koyları gezmeye çıktığımızda bir ileri koyu görünce bayıldık ve geri dönüp karavanı alıp buraya geldik. Burası Liman Kampı denen koy. Hiç işletme yok yalnızca bir otel vardı ama o da kapalıydı. Etrafta orada oturanlar dışında kimse yoktu.


                Denize sıfır bir yere karavanımızı koymanın mutluluğu ile o gün başka bir yere gitmedik ve bu sakin koyun keyfini çıkarmaya başladık. 


Ön tarafımız deniz, yan tarafımızda dere vardı..



Sahilinde yürüyerek başka minik koylara kadar gidiyorsunuz.



                               Deniz bildiğiniz Marmara Denizi. Özellikle karşı yaka da bir gübre fabrikası var ve dalgalarla bu kum sahile bazen siyah mazot gibi şeylerin vurduğunu gördük. Bir de gözlemlediğimiz ne yazık ki bu bölge aşırı çöp içinde. Belediye yalnızca konteyner çöplerini alıyor, etraf atılan çöplerle kaplanmış durumda. 


                              Bir de böyle devasa deniz anaları vardı, bazılarının rengi mavi. Bunları görünce ödümüz koptu, korka korka denize girdik her seferinde ve doyasıya yüzemedik ne yazık ki. 


                                   Bir gün de yakın koyları gezelim diye yola çıktık ve bol virajlı yollardan geçtik, yemyeşil doğaya sırtımızı verip denizi seyrettik. Bu koy Dalyan..


Diğer köy Karşıyaka Köyü..


                       Bu köy çok ilginç adetleri olan bir yer çünkü evlerin, dükkanların duvarları hep yazı dolu. Ama bildiğiniz veda yazıları bunlar. Etrafta bir kaç kişiye sorduğumuzda bunları askere giden gençlerin kendi evlerinin duvarlarına yazdıklarını söylediler. Dükkanların duvarlarına da böyle küçük mesajlar da yazmışlar.


                      Fazla yere gitmek istemeyip karavanımıza dönüp bu güzel manzarayı yaşadık gece gündüz. Sakinliği o kadar etkileyici ki tüm yorgunluğunu atıyor insan. Akşam saatlerinde gökyüzü muhteşem oldu her günümüzde..


Karavanımız denize sıfır..


Blog arkadaşlıkları gibi instagram arkadaşlıkları da çok güzel. Buradan iletişim kurduğum ve sonrasında tanıştığım sevgili Özge'nin çok yardımı oldu bize. 


                        Karavana devamlı süprizler yaparak bizim keyfimize keyif kattı. Hele son günün sabahında yağan yağmura uyanmak, içeri de kahvaltı yapıp onun getirdiği kahve ve pastaları yemek en güzel hatıralarımız arasında yerini aldı.


Yağmurun dinmesiyle sahil boyunca yürüdük ..


Sabah içilen mis gibi çaylar..


Denize doğru uzamış ağaçlar..


Bu ağaçlara kurulmuş ağaçlar...


Pazarından alınan kabaklar..


                    Her şey çok güzeldi bu kısa kaçamağımızda. Tek bizi üzen böylesine güzel yerlerin insan eliyle mahvedilmiş olması, çöplerin her yeri kaplaması, insanların duyarsızlığıydı. 
5 günümüz bol dinlenmeli, arınmalı geçti.
Bizim de karavanla gezdiğimiz geziler için yaptığımız videolar artık youtube da.
Abone olun!



15 Eylül 2020 Salı

Okuduklarımdan..



          Uzun zamandır internetten kitap almıyordum, kütüphaneye gidip iki hafta da bir 3 kitap alıp okuyordum. Ama seçtiğin kitapların eve gelmesi gibi güzel bir şey yok. Aslında tercihim bir kitapçıya gidip saatlerimi raflar arasında geçirerek alışveriş yapmak ama yaşadığım yerde bu olanak yok. On bir tane kitap alıp hemen okumaya başladım ve şimdi okunanları biraz anlatmak istiyorum. 
İlk okuduğum Figen Şakacı'nın Kesekli Tarla kitabı. Yazarın daha önce okuduğum kitabı yok ama bu kitabını bir yerlerden referans alarak not almışım.


             Annesinin  ''Tarla mı kesekli yoksa biz mi yürümeyi bilemedik?'' sözünü kendine rehber alarak yaşadığımız coğrafyadan çıkan 22 öykü yazmış yazar. Dilinin  zenginliği, olayları ifade ediş biçimi, sorunları yüzümüze sertçe çarpmasıyla oldukça etkili 22 öykü var. Okuduğum her öyküde 'bu insanları biliyorum, etrafımızda dolu var ve kendimi kötü hissettiriyorlar ' duygusunu yaşadım. Yazarın amacı bu duruma dikkat çekmekse oldukça başarılı. Öykülerde ki karakterler söylemleriyle, yaşamlarıyla, duygularıyla hatta dilleriyle sizi çok rahatsız hissettiriyor. 
Zaten sinirime dokunan olayları ya da insanları okumak iki kat huzursuzluk verdi. Ama amacı da bu olup dikkatleri daha çok bu tür olaylara çekmek olan yazar için durum gayet başarılı. Hikayelerinde acımasız hayat koşullarında yalnızlaşmış insanlar, evlerinde yaşadıkları kendi kanından insanlara duyulan öfkeler, çıkmazda bulunan genç insanlar,aile içinde uğranılan şiddete kadar bir çok toplumsal sorunumuz iyi bir anlatım haliyle yazılmış. Her ne kadar okurken tanıdık bu durumlara tekrardan maruz kalıp üzerime kasvet bastıysa da beğendim.


          Diğer kitabım ilkine göre oldukça duru diliyle yine de  varolan insani sorunlara parmak basan bir öykü kitabı. Daha önce Zeyyat Selimoğlu'nu okumamıştım ama biraz araştırınca Halikarnas Balıkçısı Egeyi, Sait Faik ada insanlarını, denizi, balıkçıları anlatıyorsa Selimoğlu'da Karadeniz balıkçılarını, denize açılan ailesinden, evinden uzak kalan insanları anlatıyor. Okumam tam da deniz kıyısında kamp yaparken zamana denk gelince daha fazla tat aldım. Kesekli Tarla'dan sonra beni dindirdi. Her öykü de dokunaklı insanlara ve olaylara denk geldim, denizi ve balıkçıları düşündüm çokca. Yazar aynı zamanda çevirmen..


Diğer kitap Ketebe yayınlarından İmmanuel Kant'ın Son günleri. Thomas de Quincey filozof Kant'a son yıllarında yakın olan bir isim ve bu kitap onun tarafından yazılmış. Kant'ın elden ayaktan düşmeye başladığı, zihinsel melekelerinin azaldığı yaşlılık dönemine şahit olan isim. Büyük bir dahinin yaşla birlikte nasıl yavaş yavaş tükendiğine şahit oluyorsunuz kitapta. Ayrıca gündelik yaşamına, her konu da nasıl dakik olduğunu, çalışma disiplinine de yer verilmiş. Okurken çok hüzünlendim kendi adıma çünkü neyken ne oluyor bu insanoğlu ..


            Bugün okuyup  bitirdiğim diğer kitap instagramdan da severek takip ettiğim Asuman Susam'ın şiir kitabı. Kemik İnadı  2016 Ruhi Su Şiir Ödülü almış ve gerçekten hak etmiş bence. Rafa kaldırmadım kitabı çünkü satırlarını günün herhangi bir saatinde açıp okumak daha iyi tat almak istiyorum. Bu yüzden küçük masama koydum, bugün neresi denk gelirse şeklinde okumayı seviyorum. 
Küçük bir alıntıyla bitiriyorum okuduklarımı ..

İlk kez şüphe duyuyordum kendime yakınlığımdan
ilk kez kökü zayıf ağaç gibi sendeliyordum
ilk kez oyunu ben kuruyordum
kireç kuyularını ilk kez leke içindeydi gökyüzü
dünyaya açılmak, telaşa kapılmadan ağır ağır unutulmak…
bu açıklıkta göğsüm rüzgârda, bu iyiydi
yaşamak ölmek iyiydi, hafıza bilirdi. 





4 Eylül 2020 Cuma

Hoşgeldin Cuma



          Sağlık dolu bir haftayı da geçirdim ya benden mutlusu yok diyorum artık. Ailemde ya da çevremde de hastalık, kaza, ölüm gibi kötü olaylar olmayınca nasıl seviniyorum hepimiz adına. Diğer taraftan sokakta artık çokca rastladığım kabalıklar, küfürler vb. ya da televizyonu her açışımda içimi şişiren vahşet cinayetler, kötülüklerden hiç bahsetmek istemiyorum. Minik ve steril dünyama iyice çekilmek, olumsuzluklara şahit olmamak, insan içine çıkmamak istiyorum her geçen gün. 
Neyse sınırlandırılmış dünyamın en güzel bölgesi bu blogta gözümü bu hafta yaşadıklarıma çevirerek hadi gelin şöyle bir geçelim haftanın üzerinden diyorum.



        Her cuma olduğu gibi bugün de erken saatte pazara gidip alışverişimi yaptım, yıllardır tanıdığım çevre köylerden gelen pazarcılarla ayaküstü sohbet ettik, sabahın erken saatlerine has tazecik meyve ve sebzeleri pazar arabama doldurdum. Evet, bir pazar arabam var hatta şu son model 5-6 ayaklı olanlardan değil de, eski moda yolda giderken tangır tungur ses çıkaran cinsten. Seviyorum böyle basit ama en iyi iş görenleri.


               Mevsimin en güzel sebzelerini ve meyvelerini yiyoruz şu sıralar. Tezgahta sıra sıra domatesler, elmalar, armutlar her geçişimde bana mutluluk veriyor. Bu halde değildim ben, bastığım yeri görmezdim. Elma, armuda güzelleme yazacak kıvama acaba yaşla mı geldim?

Joseph Roth ''Hileli Tartı'' da şöyle yazmış:
“Gençlik yıllarında yıldızları sevmek bir yana, onlara dikkat bile etmemişti. Ama şimdi bir anda, yaşamında yıldızların her zaman yer aldığını hissetmeye başlamıştı; gerçi uzaktaydılar, yine de, tıpkı çok uzak akrabalar gibi, hep vardılar.”
Ne de doğru değil mi?


          Hafta içi bir dostla yapılan kahvaltı dünyanın en güzel şeylerinden birini yapıyormuşum hissini yaşatır bana. O yüzden sık sık görüşelim , oturalım yiyelim içelim isterim. Ne yazık ki, koşturmacaya öyle dalıyoruz ki görüşmelerin arası uzun oluyor.


         Artık okullar başladı, en azından biz öğretmenler okullara gidip geliyoruz. Uzun bir aradan sonra köye gitmek çok güzeldi. Okul öğrencisiz şu an ama eylül 21 gibi okul bahçesini çocuklar dolduracak kısmetse. Bu sene benim sınıfa kimler gelecek diye araştırma yaptığım bir gün, bu yoldan geçerek bir veliye gittim. Okul sonrası köy içinde yürümeyi özlemişim. 


            Bahçeli evlerin keyfi hiç bir şey de yok. Allahtan evim bahçeli ama köyde böyle güzel evler görünce kapıları çalmadan geçemiyorum..


          Bazı teyzeler hemen bana çiçeklerini göstermeyi çok seviyorlar, ee ben de bahçe, bitki, doğa hastası olunca hiç sıkılmıyorum. 


            Her eylül okullar açılır açılmaz baktığım bir bahçe var. Bu sene de merakla gidip acaba neler ekmiş bu sene, yine fesleğenleri kocaman olmuş mu diye kontrol ettim .



            Evde en sevdiğim yaz köşem. Kışın oturma odasında başka bir köşem var. Yazın hiç oturmuyorum içeride. Devamlı balkonumda bu köşede durumum bu vaziyette. Zaman zaman elimdekiler değişiyor tabi ki. Örgü, nakış, telefon, tablet :)
Ama en sevdiğim zaman dilimi sabah saat 10 gibi kahvaltıyı bitirip de bu köşeye elimde ya bir dergiyle ya da kitapla çekildiğim anlardır. Güneş yavaş yavaş tepeye çıkıyordur ama sabah serinliği de vardır, elinizde ki demlenmiş çayın en lezzetli içiliş anıdır. 


Okuduğum kitaplardan biri bu. İnstagramdan da takip ettiğim Fatma Bayram hocanın notları su gibi aktı gitti. Tefsir okumalarını da internetten dinliyorum, öyle iyi geliyor ki..
           Bu hafta içi yaptığım işlerden biri de bahçemi temizlemek, otları yolmak, uzamış dalları budamaktı. Bütün bu işleri bu hafta ki çöl sıcaklarında yaptım ve çok yoruldum. Bahçenin içinde yığılmış onca çöpü temizleyecek gücüm kalmayınca bahçe işlerinde sağ kolum Cemal'i çağırdım. Sağolsun etrafı bir güzel toparlayıverdi. Akşam üzeri de bahçeyi sulayıp, temiz masayı ve sandalyeyi koyup keyif bile yaptım.


Cuma yazımı sona erdirirken geçenler de okuduğum Heidegger paragrafını paylaşmak istiyorum. Günümüzün yok edici hızının, bilgiyi nasıl kıymetsizleştirdiğini dile getiriyor ve sonuçta etrafımızda olanlara şahit oluyoruz ne yazık ki..
“Düşüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılıyor ve aynı anda hızlıca unutuluyor. Böylece bir etkinlik, bir diğerini kovalıyor” diyor Martin Heidegger, ‘Olmaya Bırakılmışlık’ isimli eserinde.










Nisan Cuması

                        '' Dün bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar. Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kara...