29 Ocak 2021 Cuma

Cuma Gelmiş Bile

                               Geçen cuma günü sabah erkenden pazar arabamı arkamda sürükleyerek yola çıktım. Cuma pazarı en sevdiğim. Hele yazın sabahın erken saatlerinde gitmek öyle güze oluyor ki. Pazarcılar yeni yeni gelmeye başlamış oluyor, meyve sebzelerin en bol olduğu dönemde tezgahlar rengarenk donanıyor, etrafta fazla insan olmadan tanıdık pazarcılarla küçük sohbetler ederek pazar işimi yapıyorum. Sonrasında eve dönüp kahvaltıyı hazırlıyorum her hafta rutine dönmüş şekilde bu böyle devam ediyor. Gün içinde sürüp giden rutinler fareler gibi çemberde boşa döndüğümü hissettirse de çoğu kez dünya da yaşanan onca zorlu durum ve kötülük karşısında ne de kıymetli ve lüks haline geldiğini bu yaşımda ancak anlamış durumdayım. 

                        Geçen cuma rutinlerimden birini gerçekleştirerek pazardan çiçek aldım. Çiçekçi adam zaten beni köşede görür görmez ''oo hocam nasılsınız iyi misiniz?''  diye seslenmesiyle artık çiçek almak bana farz oldu diyerek yanına yaklaşıyorum. Her hafta eve bu küçük mutluluğu getirmek ne güzel!


                  Annem evinde ki yünleri toplamış bana göndermiş. Artık battaniye örmeyeceğim diyorum ama önüme bu kadar yün gelince dayanamıyorum. Daha başlamadım artık ne zaman olur bu battaniye bilmiyorum.


                     Bu hafta boyunca dört mevsimi yaşadık resmen. Bir ara hava o kadar ılık oldu ki dayanamadım sabah çayımı balkonda çiçeklerimle içtim.


Geçen haftalarda o kadar çok kitap çekilişine katıldım ki bana çıkmaması imkansızdı. İlk gelen kitap Sabahattin Ali'den.


                 Diğer kitaplar Kedimırıltısı blog çekilişinden geldi. Bu kitaplara çok sevindim çünkü kızım Agatha Christie kitaplarını seviyor.



                      Kar bizim köye de yağdı hem de öyle çok ki gidince bende inanamadım. İki senedir doğru dürüst yağmıyordu. Bu sefer dizlerimize kadar kar vardı. Kızımı da alıp köye gittik .




Hatta kızımla o gün ki gezintimizi videoya çekip youtube kanalına hatıra kalsın diye yükledim. İsterseniz buradan seyredebilirsiniz bizim köyü..


Bu hafta içinde bizi çok üzen bir olay yaşadık. Dedemiz yani kayınpederim aniden rahatsızlandı. Acile götürdüğümüzde hemen yoğun bakıma kaldırılması gerekir dediler. Ve Yalova Atakent Hastanesine götürüldü. Hem yoğun bakımda olması hem de pandemi nedeniyle yanında olamıyoruz. Evden arayıp bilgi almak dışında elimizden bir şey gelmiyor. Hala da orada.
Bugün cuma ve dualarımızın kabul edildiğine inandığım bir gün. Tüm hastalarımıza, yaşlılarımıza Allah şifa versin, bizlerden ayırmasın onları.
Mutlu Haftasonlarımız olsun!



25 Ocak 2021 Pazartesi

Dedemin Lokantası

                   Şu ağacı görüyor musunuz? Derme çatma küçük dükkanların dibinden çıkmış , kimbilir kaç kişi altından geçmiş, kaç kişi dibine sandalye atarak oturmuş ve ne yaşamlara şahit olmuştur. Dedemin neredeyse elli yıllık ahçılık mesleğinin tanığı ama. Köklerinin üzerinde dedemin lokantasının mutfak kısmı var çünkü. Burada ki lokantada dedem birbirinden lezzetli sulu yemekler yapar, çevrede ki esnaf özellikle öğle yemeklerinde lokantaya gelirlerdi.


Bu sokakta diğer küçük esnaf bulunuyordu ki hala da böyle. Yalnızca dedem ölmeden önce emekliye ayrılıp lokantasını birine devretmişti. İkinci el dükkanı, ıvır zıvır eşyaları tamir eden bir amca, bir balıkçı, küçük bir lokanta, çoğunluk dedelerin geldiği ve dip dibe oturduğu minik bir kahve var bu sokakta. Fazla insanın geçtiği bir sokakta değildir. Küçükken dedemin dükkanına gider, bu ağacın başladığı arka kapıdan girer, kapkaranlık mutfak kısmında ki yığılmış bulaşıklara şaşkınlıkla bakar, ön tarafta ki masalardan birine otururduk.. Hangi torunu giderse gitsin dedem hemen bir tabak pilav üstü kurufasulye önlerine koyardı. Aman Allahım bize ne tatlı gelirdi bu yemek. Evlerimizde binbir mızmızlıkla yediğimiz fasulye pilavı burada sesimizi çıkarmadan beş dakika da bitirirdik. 
Dedem sonra küçük bir harçlık vererek bizi eve geri gönderirdi. Şimdi düşünüyorum da çıkar çıkmaz koşmaya başlayışımızın nedenini bulamıyorum.
Ben fotoğrafı çekerken dedeler kahvenin önünde oturuyordu. Onlara Ahçı Hüsnü'nün torunuyum, yıllar önce dükkanı buradaydı deyince hatırladılar. Hemen eskilerden bir şeyler anlatmaya başladılar.
Ee durur muyum, hemen bir sandalye çektim yanlarına. Benim için bulunmaz altın saatlerdi o anlar!

17 Ocak 2021 Pazar

Kitap Çekilişi

                              


                         İnstagram sayfamda kitap çekilişi yapıyorum. Fotoğrafta ki kitapları iki kişiye vereceğim. İsteyenler buyursun!




11 Ocak 2021 Pazartesi

Duygusal Adamın Peşinden

                              Yeni kitaplar aldım yine kendime. Bu sefer ikinci el aldım çünkü kitap fiyatları çok yüksek. Kütüphaneden alıyorum okumak için ama aradığım bir çok kitap da yok ne yazık ki. Mesela Javier Marias kitaplarının hepsini okumak istiyorum ya da kuzey ülkelerinden bazı yazarları. Çevremde bunları alıp okuyan da olmayınca mecbur kalıyorsunuz.  Gelen kitaplarımın içinde Duygusal Adam da var. Ona başladığımda tekrar Marias diline kavuşmanın heyecanını yaşadım. Daha otuz sayfa okudum ama bir an önce bitsin de istemiyorum. Hemen altını çizdiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum. 

                     '' Öte yandan ben çoğu meslektaşımın  aksine, yeni ve bilmediğim bir kentte olma duygusundan hoşlanırım, halka açık alanlarda dolaşmak ve insanların orada benim ya yarım yamalak bildiği ya da hiç bilmediğim dili konuştuklarına tanık olmak, hoş görünümlü vatandaşların sokaklarda giydiği kıyafet ve şapkaları ( bugünlerde şapkalar çok az görülse ya da hiç görülmese de) incelemek, çalışma saatlerinde mağazaların boş mu dolu mu olduğuna bakmak; haberlerin nasıl yorumlandığını görmek, dünyanın sadece o bölgesinde bulunabilecek yerel mimari örneklerini gözlemlemek, mağaza tabelalarında ki harflerin büyüklüğüne ve biçimine dikkat etmek ( ve burada yazanların ilkel bir insanmışcasına  hiç bir şey anlamayarak okumak) metro ve otobüslerde ki insanların yüzlerine dikkatle bakmak, bunu aslında, bazı yüzleri seçerek , onları başka bir yerde de görüp görmeyeceğimi merak ettiğim için çok sık yaparım;belki ihtiyaç duyarım diye yanımda da taşıdığım haritayla yollarını daha önceden öğrenmiş olduğum kentin bazı mahallelerinde bile bile kaybolmak, dünyanın her bir noktasında ki mecalsiz kalmış her bir günün nasıl da taklit edilemez bir şekilde geçip gittiğini ve günün ışıklar yandığı zaman ki o belirsiz ve kararsız gözlemlemek; sabah aydınlığında parlak asfalta ya da akşam karanlığında tek bir sokak lambasıyla aydınlanan, eskiden kalma, tozlu taş kaldırımlar gibi ayak izi bırakmadığımız yerlere ayak basmak, ayırt edilemiyen, neşeli uğultuların herşeyi kaplayıp yok ettiği barlara girmek; güneyin beyaz sokaklarında ve ya kuzeyin gri caddelerinde gün batımında yürüyüşe çıkmış ya da işten eve giden insanlarla kaynaşmak, kısa bir süre dinlenmek; kadınların giyinip kuşanıp akşam ya da gece dışarı çıkmalarını izleyip onları bekleyen rengarenk arabalara bakmak, gittikleri partilerin hayalini kurmak, zaman öldürmek. 


                        Bütün bunları yazar  kitapta ki kahramanına söyletmesinin nedeni; arkadaşlarıyla yapacağı sohbete niye tercih ettiğini açıklamasıdır. Opera sanatçısı olan kahraman meslektaşlarıyla bir araya geldiğinde doğal olarak işlerinden , müzikten, operadan bahsederler. Ama bundan hiç hoşlanmaz.Üst düzey konulardan konuşabiliriz ama  aslında çoğu memur ruhludurlar der ve böylesine uzun bir betimlemeyle de tercih edişinin nedenini anlatır.

                 Kendimizi düşününce ne kadar doğru bir saptama olduğunu görüyorum. Çevremizde genelde yaptığımız işten insanlar bulunur ve bir araya gelince de laf her zaman dönüp dolaşıp ortak paydalara gelir. Ben de meslektaşlarımla yaptığım buluşmalarda beni dar çevremden dışarı çıkarmayan muhabbete maruz kalıyorum. Aslında yalnızca aynı meslekte olmasak da birlikte olduğum insanların sığ  dünyasında boğulduğumu hissettiğim çok olmuştur. Onun yerine yazarın dediği gibi sokakları arşınlamak, gördüklerine benzer görüntülere bakmak, insanlar hakkında hayal kurmak belki de bazılarının hikayesini dinlemek benim için de eşsiz saatlerdir. Bu yüzden seyahatleri özlerim. Uzaklaşmak isterim yaşadığım alandan, insanlardan. İnsanın tamamiyle kendinle kaldığı, saf mutluluğa büründüğü zamanlardır seyahatler. Hele yabancı bir ülkedeyseniz insanlara ne kadar yabancılaşırsanız kendinize, insani yönünüze yaklaşırsınız  gibi geliyor. 

                        Duygusal Adam yine en baştan beni ele geçirdi, çok mutluyum !

4 Ocak 2021 Pazartesi

Psikologlar ve Bizler

                                                      Geçen gün  İstanbul'da yaşayan bir arkadaşımla uzun süren bir konuşma yaptık telefonda. Otuzlu yaşların başında ve bir kaç yıldır yakasına yapışmış panik bozukluk ile yaşıyor, ara ara da ataklar yaşıyor. İlaç tedavisi ayrıca bir yıldır da psikolog ile seanslar yapıyor. Benim de geçmişte benzer şikayetlerim olduğundan konuya yabancı değilim. İnsanların benzer üzüntüleri ,hastalıkları yaşayıp birbirine dert yanması, paylaşması bir derece işe yarıyor ve hatta bazen iyi geliyor. En son psikoloğuna gittiğinde seansların bir  işe yaramadığını uygun bir dille söylemiş. O saniyeden sonra da psikologun tavırları değişmiş ve sertleşmiş. Kız da bir daha gitmeyeceğini söyledi bana.

Şimdi blog arkadaşlarımdan Ceren bana kızacak ama psikologların tedavi ettiği insan da görmedim. Ben de zaman zaman gittim ama sürdürmedim. Başta sorun maddi tabi ki. Çünkü seansların işe yaraması için uzun bir süreye gerek var. Her hafta gitsek maaşın yarısı. İnsanoğlu bir de aceleci. Bir umut koşa koşa gidiyorsun sanki oradan çıktığında her şey aydınlanacakmış gibi geliyor ama olmuyor tabi ki doğal olarak. Benim görüştüğüm psikologların küçük bir tutumu , düşüncesi ile onlardan kopmam anında olmuştur. Devamlı dinler modda olup sizi konuşturmaları, arada bir şey yakalayıp heyecanla not almaları, mutlaka okunması gereken kişisel kitap önermeleri, sonra ki derse ödevler vermeleri ( hele şunu şunu yaz deyince iyice kopuyorum), hobi edinmelisin şunu şunu yapmalısın diye bir çok klişeyi sıralamaları, bilmiyorum işte bütün bunlar hep beni uzaklaştırdı ve inancımı kaybettim. 

Hem Yalom'un tüm kitaplarını okuduğumda gördüm; ona gelen danışanlar da yıllarca seanslara devam ediyorlar da ancak bir nebze işler çözülüyor. 

                              Sonuçta kaygı bozukluğumu aza indirdim ama kendi çabalarımla. Öyle uzun uzun terapi almadım. Hele gençlere rastlarsam koşa koşa çıktım odadan. Okuduğum kitapta Kemal Sayar bile itiraf ediyor; terapist aile kurmuş olmalı, çocuğu varsa hatta artı puan. Annem babam ölünce bana gelen danışanlarımın acısını daha iyi kavradım diyor. Psikolog dediğin yaş almalı, tecrübesi olmalı hatta bazı insanlar cinsiyetini bile  seçiyor. Okuduğum kitaplarla, telkinlerle , inançla , hobilerle , işler güçlerle, kendimi adadığım küçük şeylerle kendimi tedavi ettim. Arkadaşım daha yolun başında, yavaş yavaş o da bununla baş  edecek.  


                      Şu sıralar izlediğim dizide de bir çok sağaltıcı nokta buluyorum kendim için. İn Treatment  dizisinde insan ilişkileri, gelen danışmanların kişisel özellikleri ve sorunları , psikolog rolünde ki adamın yılların tecrübesine rağmen acizliği, doktor hasta ilişkisinde ki özel alanın sınırları gibi bir çok konuyu ilgiyle izliyorum. Zaten yarım saat sürüyor, minik dozlarda hap sanki.

                            Konuya ilgisi olanlara öneriyorum diziyi..











               

1 Ocak 2021 Cuma

Yeni Yıl Cuması

                              Vay be! Bir yılı daha bitirdik. Sayılara baktığımda 2-0-2-1 Allahım diyorum bir zamanlar okulda ki yoklama defterlerine 1999-2004-2010 falan yazıyordum. Okullar açık olup yazmaya başlasaydık ne garip gelecekti bu rakamlar. Rakamların her yıl çoğalmasından mıdır yoksa bu kadar çabuk değişmesinden midir bir tuhaf hissediyorum. Bir tür yabancılaşma yaşıyorum sürüp giden hayata karşı.

Herkes dileklerde bulunuyor tabi olarak; oldukça zor bir yıl geçirdik. Ölümlerin çokluğu, insanın bunca gelişmişliğe rağmen aciz hale düşmesi, belirsizliğin en koyu haliyle sürmesi endişemizi sürdürüyor. Ama hiç bir şey sürekli değildir , bu da sona erecektir. Beklemesini, yapılması gerekenleri yapmayı bilmeliyiz. Kemal Sayar'ın kitabını okuyorum bu hafta. Gerçekten farkındalık yaratacak bir kitap.


                                      ''Ömürle birlikte düşünceler, duygular, duyumlar da akıp gidiyor. İnsan bütün bunların toplamından ibaret değil. Biz onlardan geriye kal’anız. Hayatın ve dünyanın şahitleriyiz. Kendi duygularımızın, düşüncelerimizin, hissedişlerimizin şahidi. Sonra çekilir ömür, geride bir tortu kalır. Biz, yaşadığımız günlerden geriye kalanız. Koca kâinatta bir zerre, o ki içinde koca bir kâinatı taşır. Bir derde müptela olmamış kişiye anlatamazsin derdini. Dert meyhanesinde başka sarhoşlar bulmalısın. “Benim içimdeki sızıyı başkasıyla mukayese etme. Başkası tuzu elinde tutuyor. Hâlbuki tuz benim yarama ekilmiştir.” diyor Hafız. Tuzu yarasinda hissedenlerle düş kalk sen. Yeter ki bir derdin olsun. Derdin ile başın hoş olsun.'' diyor yazar kitabında.

                                      Kitabı hala okumaktayım, sindire sindire okumak istiyorum acele etmeden. Ondan önce Blog arkadaşlarımdan Zeynep'in hediye ettiği bir klasiği okudum bu hafta içi.



                    Hafta içi yapraklarını tamamiyle kaybetmiş ağaçların parkta yürüdüm. Yağmur bekleniyordu ama çok az yağdı. Yine sakin ve ılıman bir hafta geçirdik. Aralık sonu gelmesine rağmen böyle olması aslında üzüntü yaratıyor.



Denize sıfır ağacımı da görmeye gittim bu hafta içi. O da sessiz sedasız ve çıplak duruyordu.



                          Deniz boyunca uzun yürüyüşler yapma fırsatım oldu çünkü havanın ılıklığı çok güzeldi. Sanki bahara girmek üzereydik. Çocukken bir minibüse teyzemler ve çocuklarıyla gittiğimiz yere kadar yürüdüm. Burada ki ağaç bu kadar büyük müydü şimdi hatırlamıyorum ama denize buradan girerdik. Denizin aslında kötü olduğunu hatırlıyorum; midye ve yosun boldu. Ağacın çevresinde ki bağda piknik yapardık tüm gün. 


                             Çocukken gittiğimiz bağın haline bakar mısınız! Burası artık bir mahalle olmuş durumda. Ağacı binalar sarmış, önü doldurulmuş, denize gitmek için otuz metre yürümeniz gerekiyor. Gel de çocukluğu arama..


                     Her gidişimde yüreğimi sızlatan yer de bu resim yüzümü güldürdü. Hoş şeyler yaratan insanlar hala var neyse ki.


Hafta içi yüzümü güldüren paketler de vardı.. Bir arkadaşıma kapıdan uğrayayım diye gittiğim bir mahalle de karşıma 1920 yılında yapılmış cami çıktı. Bu camiyi çocukluğumdan hatırlıyordum.  Kabakulak olmuştuk kardeşimle. O zamanlar yanağın alt tarafına boğaza yakın yere bir takım resimler çizerdi hocalar kabakulak olan çocuklara. Belki de arapça harflerdi bunlar. Biz de bu yüzden bu mahallye giderek bu caminin yan tarafında ki evde oturan hocaya çizdirmiştik.



                                      Yıllar sonra görünce bu camiyi yine duygulandım. İçine girip gezdim. Restore edilmişti, bahçesini de çok güzel yapmışlar ama çocukluk anılarım tarumar haldeydi :(


                  Dün de öğrencilerime minik yeniyıl hediyesi hazırlayıp köye gittim. Öncesinde geleceğim demiştim derste. Sabahtan beri dört gözle sizi bekledi dedi velilerim. Çocuk sevinci ne güzel bir şey değil mi?


Gökyüzü öyle muhteşemdi ki...


                            Bahçelerinde oynayan çocuklar hemen bana hayvanlarını gösterdiler.. Koyunların yeni kuzuları olmuş, çevrelerin de koşturup duruyorlardı. Öyle güzel moral oldu ki bunlar bana anlatamam. Çocuklarımla da hasret giderince değmeyin keyfime..


Cuma yazıma Kemal Sayar'dan bir alıntıyla son vermek istiyorum. Çünkü öyle güzel öğütler ki bunlar..

Zaman daralıyor. İyi şeyleri yapmak için acele
etmeli. Kendi ömrümüzü ve sevdiklerimizin
ömrünü güzelleştirmek için yarışmalı. Bir fidan
dikmeli. Kuruyan bir ağaca su vermeli. Ânın
evlatları olmalı. İnsanlara tebessüm etmeli.
Güzellik ve iyiliği dile getirmeli, olmuyorsa
susmalı.

Cuma Geldi

Merhaba cumaseverler! Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim! Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma gel...