24 Nisan 2024 Çarşamba

Diğer Ev

                                  Rachel Cusk adını nerede gördüm hatırlamıyorum ama ilk kez okumak üzere iki kitabını satın aldım. Diğer Ev kendimden çok şey bulduğum kitap oldu. Aynı kitaptaki kahraman kadının ünlü bir ressamın sergisini gezmesiyle aydınlanması gibi. Ressam L. 'nin sergisine giriyor, yapıtlarını tek tek inceliyor, otoportresiyle karşılaşıyor ve kendi üvanlarının -eş, anne vb.- oluşturduğu güvenli ve esir edici yaşamında ki karanlık baskıyı net görüyor ve şöyle diyor; 

                 '' L.'nin tablolarından çıkan ve bana kendini böylesine açık seçik ifade eden neydi diye merak edeceksin. Şuydu: Buradayım.''

Biz kadınları düşününce hayatın her aşamasında hangi konumda hangi coğrafyada olursak olalım benzer sorumluluk kodları yüklenmiş, yapması gereken şeylerin önceden belirlenmiş olduğunu görüyorum.Kendi hayatımda da ergenlik ve gençlik yıllarımın varoluş ve yer ediniş savaşıyla geçtiğini, evlilik yoluna da tamamen kendi isteğimle girdiğimi, iş ve eş olma durumunda da bir çok insanla benzer zorlukları yaşadığımı, küçük çarklarımızda dönüp durduğumuzu, yılların hızlıca eridiğini görüyorum. Bir de çocuk olunca adanmışlık hali ikiye katlanıyor. Evlilik neyse de bir de çocukla özgürlüğün artık kendimden uzaklaştığını hissediyorum. Kitabın sonlarında özgürlüğü bu kadar sorgulayan kadının çocuğuyla bunu tamamen yitirdiğini yazıyor.

              Şimdi bakıyorum şu noktada yani elli yaşına gelmişken artık bir çok dalganın yerini sakinlik almış, çocuğumuzu büyüttüğümüz o yirmi yıl boyunca çok çabalamış ve yorulmuş, heyecanlarım, tutkularım, hayallerim bile dinmiş buluyorum kendimi. Ee tabi gençliğin verdiği o freşlik, tazelik yavaş yavaş sona ererken vücutta bunca değişime ayak uydurmakta zor olmaya başlıyor.


                         Kitapta ki kadın benim gibi ellili yaşlarda, büyüttüğü yirmili yaşlarda kızı, ikinci eşiyle uzak bir kasabada yaşıyor. Eşi -yine benim ki gibi- kendi ketum dünyasında yaşıyor, sevdiği işlerle ilgileniyor, kadının tüm çalkantılı ruhuna sessiz kalıyor sadece varlığıyla destek oluyor. Gelgitlerin olduğu okyanus kenarında ki evlerinde yaşıyorlar. Evlerine yakın başka bir evleri de var, buraya hiç tanımadıkları insanları misafir olarak davet ediyorlar, uzun uzun kalıyor insanlar. 15 yıl önce resimlerini görüp bağ kurduğu ressamı bu yazlık evine davet ediyor ve geldiği ilk günlerde ressamla şöyle bir şey yaşıyor;

“Hafif şakacı bir ifadeyle bana baktı. ‘Ama sizi gerçek anlamda göremiyorum’ dedi. ‘Neden göremiyorsunuz?’ diye sordum. Bu sanıyorum ruhumun en dibinde yatan sözdü, hep sorduğum ve hâlâ da sormak istediğim çünkü henüz bir cevap alamadığım şeydi.”

               Kadının yaşadığı durumu bir hesaplaşma ya da özgürlük peşinde gibi görmemek lazım. İnsanın ya da sorgulayan insanın her daim içinde yer verip büyüttüğü bir şey bu. Ölene kadar süren, ne olduğunu ne istediğini anlamaya çalışması, insan olma savaşı bence. Kitabın bir yerinde şöyle diyor; ''Zihnimizde kurguladığımız şeylerin içinde neden bu kadar acı çekerek yaşarız? Kendi yarattığımız şeyler niçin bu kadar acı verir? Bunu anlıyor musun, Jeffers? Bütün hayatım boyunca özgür olmak istedim ama küçük ayak parmağımı bile özgürleştirmeyi başaramadım.''

Eşini, çocuğunu, ailesini yani hayatını sorgulamayan yoktur. Kimimiz acımasızca, kimimiz bir çok şeyin üzerini örterek, inkar ederek kimimiz kabullenerek yaparız bunu ama kafamızda ki kaos bitmez. Çocuğa, evlada ait hesaplaşma en acı verendir, kendimize sert vuruşlar yaptığımız alandır belki de. Yine kitaptan not aldım;

''Çocukluktan sonra tam kendimi toplayıp en sonunda o çukurdan sürünerek çıktıktan ve güneşi yüzünde ilk kez hissettikten sonra, o bulunduğun noktayı, senin çektiklerini çekmeyeceğinde kararlı olduğun bir bebeğe vermen ve evladın bütün o acıları çekmesin diye tekrardan, bu sefer de fedakarlık çukuruna doğru sürünmen gerektiği gerçeğini bir türlü kabullenemedim.''

Evlerine konuk ettikleri ünlü ressam üzerinden hayatını sorgulayan, sanat ve gerçeklik arasında kalan, hangisinin daha değerli olduğuna karar vermek için deneysel bir ortam hazırlayan anlatıcı kadının düşüncelerini izlemek oldukça faydalı geldi bana. Zaten edebiyat bir anlamda yaşamı katlanılır kılan, yolunu bulmana yardım eden, yaralı ruhuna şifa veren bir şey değil mi? Sayfa sayfa okuduğum kitapta ki kadın ruh hali ve sorgulamalarıyla bana çok tanıdık geldi, durgunlaşmış yaşamımı değerlendirmemi başka bir açıdan etkiledi. Böyle kitapları okurken hiç bitmesin isterim, sonunda sanki aradığım cevapları bulacakmış gibi umutlanırım. İşte böyle bir kiitap, yolunu arayan, bu zor hayatta nefesi sıkışanlara bir soluk!

4 yorum:

  1. Bitiyor mu peki? Tüm bu sorgulamalar, çıkış arayışları, bir noktada diniyor mu.. Buna bir cevabı yoksa kesmiyor artık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sorgulamalar biter mi acaba? Bitmeyince de huzur olmuyor, devamlı bir rahatsızlık hali, hayatınadan memnun olmama başlıyor. Bu da kötü tabi ki. O yüzden yavaş yavaş cevap bulmak ya da kabul etmek gerekiyor galiba.

      Sil
  2. "Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" sözü aslında gerçek olamayacak bir ifade. keşke herhangi bir kitap ya da sanat eseri hayatımızı değiştirmek imkanını sağlasaydı.
    Daha çok bir kitap okudum ve orada kendimden izler, yakınlıklar buldum, yalnız olmadığımı anladım, içim ısındı diyebiliyoruz ki bu da hiç azımsanacak bir hal değil.
    Nice güzel kitaplar bulalım, okuyalım, aydınlanalım. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir kitap, bir film ya da bir tablo hayatı bir anda değiştirmez ama belki bir şeyleri aydınlatmaya başlayabilir. Okuduğum bazı kitaplara yakınlık duyabiliyorum, bunlar sayesinde şu deerdimde, düşüncemde yalnız değilmişim diye bir rahatlık oluşuyor. Bu da güzel bir şey bence.

      Sil

Aralık Cuması

                 Tolstoy şu sözleri söylemiş midir bilmem ama çok severim;            ''Epey yaşadım ve mutluluk için neyin gerektiğ...