26 Nisan 2024 Cuma

Merhaba Cuma

                          ''Kendini sevmezsen başkasını nasıl sevebilirsin?'' diye soruyor Tina Turner Mutluluk Sana Yakışıyor kitabında. Kardeşimden aldığım kitabı okumaya başladığımda güçlü insanların hatta güçlü kadınların bir çok zorluk yaşayarak bu hale geldiğini tekrardan gördüm. Tina Turner'ın o sert tarzını ve sesini severim. Çocukluk yıllarından hatırlıyorum ekranda mini elbisesiyle iri yarı kadının oradan oraya atlayışını. Sonraları kasedini almıştım tekrar tekrar dinliyordum. Ama hayatında ki bunca zorluğu hiç bilmiyordum. Geçen mayıs ayında vefat ettiğinde gençlik yıllarımızın devleri teker teker gidiyor diye üzülmüştüm. Kitabı zorlu yaşamına ucundan değiyor, daha çok hayata nasıl tutunduğunu, mutlu olmak için ne gibi bir yol izlediğini anlatıyor. Budizm ile kendine bir yol çiziyor, zikirlerin hayatına kattığı anlamı anlatıyor sayfalarca. İnançlı bir insan olarak anlattıklarında kendi duygularımı buldum. Özellikle zikir hakkında yazdıkları dikkat çekiciydi. Tina Turner çocukluğunda anne babasının kendini terketmesi, mahallesinde ki ırkçı olaylar, evliliğinde sanatçı kocasının zulmü, 4 erkek çocuğu yetiştirme gibi bir çok zor durumda zikir yapmanın kendine nasıl iyi geldiğini anlatıyor.

                         '' Zikrederken beyin dalgalarının titreşimlerinin, aynı zamanda yeryüzünün temel frekansı olarak da bilinen 7,83 Hz ile uyumlu olmasını ilginç buluyorum. Buna, bu gerçeği ortaya koyan fizikçi Winfried Schumann'ın çalışmaları sonrasında temel Schumann Rezonansı adı verilmiştir. Böylesi benzerlikler sadece bir 'tesadüftür' belki. Ama ben tesadüflere inanmadığım için bir gün bu titreşim uyuşmasının ardında önemli bir anlam keşfedeceğimizi umuyorum'' diye yazıyor Turner.

                  Dediğim gibi inançlı insanların bir çok kaynaktan beslendiği düşünülürse bu basit kitaptan bile çok yararlandım.  



'' Yine de kendimizi iş, okul veya ilişkilerin yoğun programına kaptırdığımızda hayatımızın güzelliğini takdir etmeyi kolayca unutabiliyoruz. Sorumluluklar, teslim tarihleri, faturalar ve kendi sorunlarını çözmek için çabalayan insanlarla karşılaştığımızda durum daha da zorlaşabiliyor. 
Öyle veya böyle bir çoğumuz dört evrensel acı; doğum, hastalık, yaşlanma ve ölümden kaynaklanan daha büyük zorluklar bir yana, kendimizi günlük yaşamın sıkıntılarından korumak umuduyla kabuğumuza çekiliyoruz. Kabuğumuzun içine saklanmasak bile, inzivaya çekilebileceğimiz tanıdık bir yer daha var; konfor alanımız.

                   Ben bu kitabı okurken cumartesi sabahı tv de kendi kendine yayın yapıyordu. Bir an ilgimi 12 yaşında evlenip 13 yaşında anne olan, o sırada kocasının da 50 yaşlarında olan bir kadından  bahsettiğini duydum. Ekrana bakınca Dilber Ay'ı gördüm. Şu dünya ne ilginç paralellikler sunuyor insana. Dünyanın iki farklı yerinde, farklı dinlerde, farklı ailelerde doğmuş iki kadının acıları birbirine ne kadar benziyor. Tina Turner anne sevgisizliği, terk edilmişliğiyle hayatın gerçekleriyle karşılaşırken bir kaç yıl sonra başka bir kız çocuğu da babası tarafından 12 yaşında 50 yaşında bir adama satılıyor. İkisinin ortak yanı sesleri ve mücadeleleri. İkisi geçen senelerde vefat ediyor. Dilber Ay 29 nisan 2019.

                 Görünüşleri açısından da benzerlik bulduğum bu iki kadın bu hafta boyunca hayatıma girdi. Dilber Ay'ı öyle çok dinlemişliğim yoktur ama bazı insanların kaderlerinin bu kadar ağır olmasını çok düşünüyorum. Kendi yaşamımda çokça yaptığım bunalım şımarıklılıklarını yeniden gözden geçirmeme neden oluyor.


Bu hafta boyunca seyrettiğimiz bir diziden de bahsetmek istiyorum. Günümüzde çok rastladığımız saplantılı sapıklar, tacizcilerin farklı versiyonu daha doğrusu kadının bir adamı devamlı taciz etmesi, yakasını bırakmaması üzerine başlayan dizi de ki kurban adamın buna neden izin verdiği üzerine düşünmemizi istiyor sanki. İnsan doğasının karanlık yönlerini ele alan, sorgulatan, kişilik özelliklerini inceleten psikolojik alan zeminli olması sebebiyle öneririm. Oyunculuklar mükemmel. Ne yazık ki bu netflix dizilerinin uyuşturucu, sapkın cinsellik dayatmaları bunda da özellikle 4. bölümde yoğun. O bölüme kadar aa ne güzel daha bir dakika seks, uyuşturucu sahnesi izlemedik derken özellikle 4. bölümde adım adım uyuşturucu dersi veriliyor. Bunu bilinçli bir şekilde insanların, kültürlerin yıkımına yönelik yaptığına inanıyorum.


                İki filmde seyrettim bu hafta. Tabi ki herkesin ağzında ki Perfect Day nihayet internete düşmüş. Yönetmen Wenders  '' Hirayama'nın bir çok insanın artık yaşayamadığı bir tatmin duygusunu temsil ettiğini düşünüyorum.'' demiş. Oldukça monoton giden film akışında ha bir olay oldu olacak derken iki saatte film bitiyor. Ama yine de izlemeden yapamıyorsunuz çünkü hayatımızda ki ihtiyacımız olan o yavaşlık o tatmini veriyor bize. Bak bunu da başaran bir insan var diyor. Hepimiz bir yavaşlık, sadelik peşinde değil miyiz? Hirayama bunu seçmiş ve yaşayan bir insan. Az eşya, sade bir yaşam, az insanla muhatap olma, ayrıntıları görüp mutlu olmayı başarmış biri. Çoğumuz böyle hayatı övüyoruz ama kaç kişi bir oda bir mutfaktan oluşan bir evde yaşamayı başarıyor ki. Ben bile 50 metre kare ev yapmamıza rağmen iki evi kullanıyor, ekstradan fazla eşyayla uğraşıyoruz. Sadece eşim şu an dayatılmış bir çok şeye karşı çıkarak emekli olup bildiğini yaşıyor. Evi, arabası ve emekli maaşı var ama yine de 50 yaşında ki adam tekrar niye çalışmıyor, daha çok genç yargıları etrafımızda uçuşuyor. Filmlerde seyrettiğimiz bu karakterlere sonsuz sempati duyarken hayatımızda rastladığımızda nasıl değerlendirirdik acaba?
 Wenders yine '' Hayatımda zamandan başka her şey var'' diyor bir röportajında bu film hakkında konuşurken.
Bizim için de geçerli değil mi bu? Elimizin altında her imkan, bilgi, olanak var ama zaman ne kadar bize ait? Bunca sahip olduğumuz şeyin karşılığında duyduğumuz o tatmin duygusu yeterli mi?
Wenders bu filmle bunu sorduruyor bize bence. Bir de tuvalet temizleyicisi oluşunu bizim dervişlerimizin yaptıkları ilk iş olarak da gördüm. Bir çok derviş ''olma yoluna'' tuvalet temizlemeyle başlıyor. Bu beğenmediğimiz iş bence herkesin yapabileceği iş değil, çünkü egoyu ayaklar altına aldırıyor. Hem filmde ki o tuvaletler nedir arkadaş, hepsi tasarım harikası. Bizde ki özellikle camilerde ki tuvaletlerin durumunu düşünce küçük bir şok geçirdim.
           Diğer film Ken Loach'un son filmi The Old Oak . 87 yaşında ki yönetmen enerjisinin son damlasında bu filmi çekmiş. Diğer Loach filmleri gibi sorgulayan, insancıl, insan olmayı öğreten bir film. Seyredilmeli, seyrettirilmeli...



                              Bu hafta içi biliyorsunuz 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vardı. Biz de bu sene köy meydanında ki halı saha da birbirinden güzel yarışmalar, oyunlar oynayarak bayramı kutladık. 
Diğer günler de sınıfta ki derslerimiz devam etti. Okul bahçamizde ki yeşillikler toplandı, salatalar yapıldı, bahçemizde büyüyen sebzeler incelendi.


                    Bahçeme bakamadım bu hafta. Hele kulübemize kaç haftadır gitmedik. Bu hafta bunca olay olurken 4-5 gün süren ateş ve halsizlikle savaştım. Bir anda başlayan bir griple evden çıkamadım, hiç bir şeyle ilgilenemedim. Bahçemde galalar, mor salkımlarım açmış hatta solmaya başlamış bile bunları bile gözüm görmedi.
             Tolstoy'u sevmeyen, yazdıklarını beğenmeyen var mıdır? 
Onca yaşanmışlıktan sonra söylediklerini baş tacı etmişimdir, bakın siz de okuyun haksız mı?

                 ''Epey yaşadım ve mutluluk için neyin gerektiğini bulduğumu sanıyorum. Kırda sessiz, münzevi bir yaşam; iyilik yapmanın kolay olduğu ve buna hiç alışmamış insanlara yararlı olma imkânı; sonra biraz fayda sağlayacak kadar çalışmak, sonra dinlenmek, doğa, kitaplar, müzik ve yakınlara sevgi... İşte benim için mutluluk fikri bu.''

                 Her geçen gün doğal yaşama yaklaştığımı, şehirden koptuğumu hissediyorum. Tam zamanlı doğaya dönüşü, Hiramaya olmayı çok istiyorum ama hala buradayım işte..


Bugün Afyon Gezimizi de yükledim, herkese iyi seyirler!
Bugün cuma, yorucu bir haftayı geride bıraktık. Yarın enerjim umarım yerinde olur biraz bağ bahçe işleriyle uğraşırım. 
Herkese mutlu, huzurlu haftasonu dilerim!
















10 yorum:

  1. Doğayı çok seviyorum ama tam zamanlı doğada olmayı başarabilir miyim bilemiyorum zira şehirde de sevdiğim öyle çok şey var ki. Keşke şehirlerimiz böyle yorucu olmasa.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Handan bence sen şehir kadınısın. Konserler, sinema, geziler. Ben artık bunlardan da çok bıktım ..

      Sil
  2. Bir kez daha altını çiziyorum ki video kayıtların usta işi... Keyifle izliyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok aslında değil :)
      Bize böylece bu videolar hatıra kalıyor diye çok sevdim bu işi. Yoksa yıllardır gezdik dolaştık fotolar kaldı belleklerde. Açıp da bakılmıyor bile. böylece nereye
      gittik, ne yaptıysak kaydetmiş oluyoruz. Hem elimizin altında oluyor, iyi oluyor.

      Sil
  3. Seni okuduğum kadarıyla Tolstoy'un felsefesiyle birebir uyuşuyorsun Buket. Harikasın.
    Videoda Afyon'u görmek güzeldi. Şehirlerarası yol güzergahımızdaydı. İnip mutlaka bir şeyler atıştırır, AVM'sini gezer, lokum ve sucuğundan almadan gitmezdik. Ne iyi etmişsiniz. Bir dahaki sefere kaplıcalarını da deneme fırsatı bulursun dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Paylaştıklarım benim de görüşlerimi içeriyor ve öyle yaşamaya da çalışıyorum. Afyon kaplıcalarına çok gitmiştik. Ama otellerden çıkamamıştık. Bu ilk kez şehir gezmesi oldu ve iyi oldu.
      Sevgili Zeugma ben de seni keyiflle okuyorum ama yorumlar kapalı olduğundan bunu belirtemiyorum en azından buradan da yazayım :)

      Sil
  4. Ah, yorum göndermesini unuttum mu ne? Gitmedi galiba.

    YanıtlaSil
  5. Baby Reindeer çok sarstı beni ya, gerçekten sertti. Mubi'yi de sen ve çok sevdiğim bir başka blogcu dostum sayesinde az önce tekrar aktive ettim ve sanırım ilk olarak Perfect Days'i izleyeceğim. Tam da bildiğin üzere "yine" azaldığım şu günlerde :)) BU arada çok geçmiş olsun, bu kış kış gibi geçmedi ama bizi de ailecek hasta etti sırayla. Geçmiş gitmiş olsun umarım. 🙏🏻🧿

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende de mubi yok. kendini çok tekrar ettiği için abone olmadım. deneme haftasını kullanmıştım bir zamanlar. ama bu filmleri internetten de bulabilirsin, ben böyle seyrettim

      Sil

Aralık Cuması

                 Tolstoy şu sözleri söylemiş midir bilmem ama çok severim;            ''Epey yaşadım ve mutluluk için neyin gerektiğ...