Sibiu'da iki gece kaldıktan sonra trene binerek eski zamanlara orta çağa ışınlanacağımız kent Sighisoara'ya gittik. Adını çok duyduğum ve merak ettiğim bir kasaba olan Sighisoara Bram Stoker'e ilham olan ve Dracula karakterini yaratırken esinlendiği Vlad Tepeş'in doğduğu kasaba.Burası yine Saksonların kurduğu bir kasaba, böyle olunca da Alman esintileri çok.
Unesco dünya miras listesinde olan bu Transilvanya kentini çok sevdik. Bizim Kazıklı Voyvoda da dediğimiz dünyanın da Dracula dediği kahraman işte burada doğmuş. Bu bile buraya gelen biz turistleri etkiliyor. Zamanın ruhunu ilk şehre ayak basmamızla hissediyoruz.
Tren garı binasını fotoğraflıyorum, inceliyorum, ruhunu hissediyorum. Biliyorsunuz ki en sevdiğim mekanların başında geliyor. Şehrin kıyısında duruyor bu bina, gelen giden yolcuları barındırıyor ve uzun yıllardır ayakta duruyor.
Tren garından şehre doğru yürüyoruz. Otelimiz gardan 1200 metre sonra gözüküyor ama biz düz yol sanmıştık. Eski şehir denen bölge baya bir tepedeymiş. Elimizde bavullar ile tırmanışa geçiyoruz. İlk Ortodoks Manastırını görüyoruz. Şehrin ortasından geçen nehrin üzerinden geçerek tepede ki otelimizi buluyoruz.
İşleten bayan bize odamızın anahtarını veriyor ve ahşap merdivenlerden çıkıp odamıza girince kendimizi iyice bu kasabanın içinde buluyoruz çünkü odanın tarzı tam o dönemlere ait.
Sighișoara Medieval Citadel'de merkezi bir konuma sahip olan Casa Cositorarului butik bir otel. Sanırım sadece 2 odası var. Zamanında bu ev kalaycılar evi diye geçiyormuş. Zevkle döşenmiş, bıcır bıcır eşyalarla dolu bir ev. Ben de böyle şeyleri çok severim ama o kadar çok vardı ki benim gibi temizlik hastası insanlarda anksiyete yaratıyor. Çünkü bu kadar çok objenin temizliği akıllarda soru işareti yaratıyor.
Sabah sade ama şık bir kahvaltı verildi. Yalnız şöyle bir olay oldu; ikinci gün saat 8 de kalkıp salona indik kahvaltı için. Kimse yoktu ortada. Saat 9'a kadar bekledik ama ne gelen ne giden oldu. Otel sahibi kadın ve çalışan çocuk ne zaman geldi bilmiyorum çünkü biz trene yetişmek için saat 9 da çıkmak zorunda kaldık. Yani o gün kahvaltı alamadık. Yazıştığımızda daha önce bize söyleseydiniz dendi. Tamam haklı olabilirler ama sonuçta burası otel. En azından saat 8 de işlerinin başında olmaları gerekirdi.
İki gün boyunca bu masal şehri gezdik. Bu kentin önemi Kont Dracula yani bizim Kazıklı Voyvoda denen Rumen komutandan geliyor. Gerçek adı Vlad Peleş. Aslında Osmanlı saraylarında büyümüş, Tokat ve Edirne'de eğitim görmüş sonra da Osmanlı eyaletlerine atanmış bir yönetici. Ama Osmanlıya vergi ödemeyi reddediyor. Kazıklı Voyvoda’nın hikayesi, güneydoğu Avrupa’nın kanlı topraklarında geçiyor ve Bram Stoker’ın ünlü romanı “Drakula”nın ilham kaynağı olmuş.
Kazıklı Voyvoda, özellikle düşmanlarını kazığa oturtma yöntemiyle hafızalara kazınmıştır. Bu acımasız yöntemler, onun tarihte “Kazıklı” lakabını almasına neden olmuş .
Transilvanya Saksonları tarafından kurulan şehirde Osmanlı işgallerinden korunmak için 14 kule ve 5 topçu tabyası yapılmış. Şehrin merkezinde Piata Cetatii denen büyük meydan bulunuyor. Meydan çevresinde çeşitli dükkanlar, lokantalar ve kafeler bulunuyor. Meydandan ilerleyince Marangozlar Sokağı denen Strada Tamplarilor'a giriyorsunuz. Bu sokakta renk renk evler var ve her evin rengi bir mesleği temsil ediyormuş. En güzel fotoğrafları çekeceğiniz bir sokak burası.
İşte bu sarı ev Casa Dracula.. Yani Vlad Tepeş'in doğduğu evmiş.Saat kulesine gelmeden sağda bulunuyor. Binanın içinde aslında bir restoran bulunuyor. Üst katında bir kaç korkunç obje koymuşlar, bu efsanenin parasını kazanıyorlar. Bir de merkezde Vlad Tepeş'in heykeli var.
Dracula Evinin karşısında 13.yydan kalma Venedik Evi denen bir yapı var. Yani nereye giderseniz hep tarihin derinliklerine geçiyorsunuz.
Piata Cetatii yani ana meydanda köşesinde bir geyik başı olan ev var. Burası Casa cu Cerbi yani Geyikli Ev. Alt tarafında bulunan restorana geçiyoruz biraz dinlenmek için. Çünkü gün içi binlerce adım attık. Hem böyle güzel bir yer de güzel bir meydanda kahve içmeden olmaz. Kendimize kahve ve buraların meşhur tatlısı Papanaşi söylüyoruz.Benim için seyahatlerimizin en önemli kısmını güzel mekanlarda içilen kahveler oluşturuyor. Hava soğuk aslında 13 derece civarı ama keyfimizden vazgeçemiyoruz. Dışarıda bir masaya oturuyoruz, dizlerimize battaniyeleri de yerleştirip kahvelerimizi yudumluyoruz. Allahım var mı başka güzel bir şey!
Turnul cu Ceas yani Saat Kulesi şehre turistik katkısı olan yerlerden biri. Kulenin içinde 14. yy'dan kalma saat varmış. Saatin üzerinde çeşitli simgeler var mesela elinde zeytin dalı tutan Barış, kılıç olan Adalet, Gece ve Gündüz'ü gösteren iki melek var. Bir de haftanın yedi günü temsil eden mitolojik karakter var. Bu oyuncaklar sabah saat 10'da dansediyorlarmış ama biz göremedik tabi o saatte otelde kahvaltımızı yapıyorduk.
Şehirde 14 kule var demiştik ama günümüze 9 tanesi kalmış. Hepsinin farklı ismi var.
- Turnul cu Ceas (Saat Kulesi) Kalenin en büyük gözetleme kulesi
- Turnul Croitorilor (Terziler Kulesi)
- Turnul Fierarilor (Demirciler Kulesi)
- Turnul Cizmarilor (Çizmeci Kulesi)
- Turnul Cojocarilor (Kürkçüler Kulesi)
- Turnul Macelarilor (Kasaplar Kulesi)
- Turnul Franghierilor
- Turnul Tabacarilor (Bobabacarilor)
- Turnul Cositorarilor (Tenekecilerin Kulesi)
Eski şehirden çıkarak çevresinde yürümeye başlıyoruz. Gide gide kenar mahallelere kadar geliyoruz. Oldtown biraz sonra tam karşımızda kalıyor.
Tekrar yürüyüşe geçerek kulelerin çevrelediği ana meydana gidiyoruz. Ama yolda bir heykel görüyoruz. Yavrularını emziren dişi bir kurt heykeli. Araştırınca bunun Lupa Capitolina yani Roma’nın efsanevi kurucusu Remus ve Romulus kardeşleri emziren kurt heykeli olduğunu öğreniyoruz. Orjinali Roma’da bulunuyormuş.

Şehir gece de çok farklıydı. Saat 6'dan sonra her yer ıssızlaşıyor, sessizlik her yeri kaplıyordu. Dracula'nın nefesini arkamızda duyduk desek inanmazsınız ama öyle bir atmosfer ki buna isteyerek inandık biz :)
Gece lambalarının yaydığı sarı ışık öyle muhteşem bir hava katıyor ki şehre..
Sibiu'dan sonra bize çok farklı gelen bir şehri de görmüş olduk. Buradan sonra yolculuk başka güzel bir yere oldu ama Sighisoara'da geçirdiğimiz iki günü azar azar videoya çektik. Hadi alın elinize çayları geçin ekran başına..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder