21 Şubat 2025 Cuma

Şubat Cuması (Hem de Karlı )

 Geçen cumadan başlayalım öyleyse..

Malum 14 şubat Sevgililer Günü kandırmacasıydı. Tüketim, alışveriş çılgınlığı, sadece tek günde ispatlanan aşk meselesi, zorlama işler desek de bu belirlenmiş günleri seven var sevmeyen var. Benim için hiç bir anlamı yok ama bu günlerde ekmek yiyenlere de empati yapıyorum hep. Çiçek satanlar, hediye dükkanları, pastaneler.. Kaç kişi bu günü dört gözle bekliyordur değil mi?

Ben de cuma günü okuldan çıkıp pazara uğramak üzere yola koyuldum. Cuma çiçeğimi alayım diye plan yapıyordum ama sevgililer günü etkisiyle artan fiyatları görünce vazgeçtim. Bir pastanenin yanından geçerken vitrinde ki birbirinden albenili pastaları görünce dayanamadım girdim içeri. Kızım hazırlık sınıfında olduğundan bu yıl bizimle. Onu mutlu edeyim, sevgilisi de yok zaten, çocuğuma sürpriz olsun dedim en kırmızısından bir pasta aldım. Gözüme halka tatlısı da ilişti, onu da kocam sever. Ona da sevgililer günü hediyesi bir halka 😀



                     Eve gittiğimde aile grubuma iki güzel fotoğraf düşmüştü. Erkek kardeşim kış denizinde poz vermiş kaz ve iskeleye yanaşmış gemi fotoğrafı göndermişti. Fotoğraf olayı böyle bir şey işte. Duygu aktarıyor, bakış açını şekillendiriyor, görme yeteneğini geliştiriyor. Kardeşimin fotoğraf çektikçe kalbinin nasıl evrildiğini fark ediyorum. Fotoğraf bence kelimeden bile önce. Belki bu yüzden az yazıp çok fotoğraf koyuyorum bloguma. 

Bir cümleyi okuruz, belki etkileniriz, üzerine düşünürüz, yazanın anlatmak istediğini kendi çapımızda kavrarız. Fotoğraf daha geniş etkilidir bence, baktığında gördüğün birikimin, değerlerin, duyguların toplamıdır.

   
                Geçen cuma Fatma Barbarosoğlu köşe yazısında  '' Mart 2020 itibariyle dilime düşen kelimelere dikkat kesildim. İlk ve en önemli kelime “mühlet” idi.'' diye yazmış. Hayatının bundan sonrasının kendisine verilmiş  ''mühlet'' olarak tanımlıyor. Gerçekten öyle değil mi? Hayatımız ne yaşamış olalım şimdiye kadar, bundan sonrası bir şeylerin  ''mühleti''..
Kendisi 2020 yılından itibaren biraz da pandeminin etkisiyle bazı kararlar aldığını yazıp şöyle devam ediyor;
''2020 itibariyle hiç kimseyi kırmayacak ve hiç kimseye kırılmayacaktım. İncinmeyecek ve incitmeyecektim. Bu sözü kendime şiar edindiğimde incinmemek kısmının bu kadar zor olacağını tahmin edemezdim. İncindiğim her olay için günlerce kendimle hesaplaştım. Hani incinmeyecektin! Hani incinmeyecektin! İncinmemek için incitenle bağları en aza indirmek şart. En sonunda bu karara vardım: İncindiğini söylemeyeceksin. İncindiğini kendine bile söylemeyeceksin.''
             Ne yazık ki en yakınları yine onu incitir, üzer. Hepimize aynı şey olmuyor mu? Bir türlü sevdiğimiz, değer verdiklerimizle aynı hassasiyeti yakalayamıyor, biz herkes için titiz davranırken onlar bizi en küçük şeylerle kırıyor, değerlerimizi yaralıyor. Benim bu üzüntüleri yaşamamak için bulduğum çözüm fazla beklentiye girmemek, çok da anlam yüklememek karşımdaki insana.
Fatma Barbarosoğlu da şöyle diyor;
 
 ''Yıllar yıllar sonra kendimi kalemin ve yazının himayesine bıraktıktan sonra, daha önce okuduğum ama idrak etmenin ancak şimdi nasip olduğu o teselliyi idrak ettim. Zaman benim en büyük derdimdir. Ömür tükendiğinde Rabbimizin huzuruna vardığımızda “Dünyada vaktini nasıl geçirdin?” sorusuna ne cevap vereceğim endişesi hiç yakamı bırakmadı. Onca emek verdiğim şeyler ya Hak katında malayani işler ise? Oyun ise. Neticede ömrümü kurmacanın peşinde geçirmedim mi?


                    'Halbuki çocukluktan hatırladığım, ölüler evde bekletilirdi, bir gece kalırdı, başında dua okunur, konuşulur… Evin içinde ölüyle birlikte durmak bir başka deneyime ve ölümle ilgili düşünmemize yol açardı. Şimdi hayat ölümü yasakladı. Ölümü düşünmemiz bile istenmiyor. Bütün bu hobi sektörlerinin, boş zaman sektörlerinin, hafta sonu, tatil programlarının ve buna benzer şeylerin temelinde ölümden kaçma, ölümle bağlantımızı koparma isteğimiz var diye düşünüyorum.''

Yusuf'un Rüyası kitabında Semih Kaplanoğlu böyle diyor ölüm ve hayat hakkında. Aslında daha önce okuduğum kitabı tekrar alıp okudum. Yönetmenin kendi hayatına, sinema, filmler gibi konulara dair söyleşisi var kitapta. Yusuf Üçlemesi filmleri izlemeden önce okunursa daha iyi anlaşılacaktır filmler.

Bu hafta okuduğum diğer kitap Erdem Bayazıt'ın İpekyolundan Afganistan'a . Bir yol kitabı. İran'dan geçilerek Pakistan üzerinden Afganistan'a 1980li yıllarda yapılan yolculuk hem de Bir Kartal ve bir Murat arabayla. Amaç o yıllarda Rusların Afganistan'ı işgal etmesiyle çıkan savaşta ki direnişi görüntülemek, yazmak, anlatmak. Zorlu bir yolculuk, hele direniş cephelerinde hayat çok zor. Ne yazık ki neredeyse elli sene önce olanlar bugünde başka coğrafyalarda bu güçlü ülkelerin ellerinde oyuncak olmuş milletlere tekrar yaşatılıyor. Erdem Bayazıt esir alınmış ikiRus askeriyle konuşuyor. Askerler 20 yaşlarında. O güne kadar köylerinden bile çıkmamış çocuklar. Askerler gelip çoban olan bu çocukları ailelerinden koparıp asker olmaya zorluyorlar. Bir ay olmadan esir düşüyorlar. Savaş alanlarında hayat hikayeleri birer insani ibretlik olay, insanın içini parçalayan..

Bu dünyada milyonlarca yaşam var, kimisi hiç yok yere yitip gidiyor. Kimisi coğrafyanın kaderi. Kimisi uzun bir yaşam ama her günü ızdıraplı. Bunu düşündüğümde içinde bulunduğum durumu değerlendirmem, kendimi çok da önemsememem gerektiğine varıyorum. Hele gündelik sıkıntılar, mızmızlıklar bu insanların yaşadıkları yanında ne kadar basit ve büyük şımarıklık..



                      Köyümüzde ki ahırlardan sesler çoğalıyor. Soğukta dışarı çıkamayan hayvanlar çok gürültü çıkarıyorlar, onların bile canı sıkılıyor galiba. Bir tanesini gezdim geçen gün, yeni yavrular doğmaya başlamış. Köşelerde annelerinin ayaklarının diplerinde. 
Kar erimeden farklı saatlerde köyde gezip fotoğraflar çektim.

Sabah sisiyle öyle güzeldi ki hava..

“ve Allah, burada yakındadır.
şebboylar arasında, uzun çamın altında,
suyun bilincinde,
bitkilerin kanununda.”

Sohra Sepehri


Okulda keyfimiz yerinde çok şükür ..




                     
   İşte okulumuz bu caminin hemen önünde tek katlı bina. 1950 lerden beri eğitim oluyor. Bir zamanın çocukları büyüdü, evlendi, çocukları oldu şimdi bu çocuklar hatta torunlar okuyor okulda.


Hafta boyunca izlediğim filmler. Almodovar yaşlandıkça o renkli sahnelerden hayatın gerçekliğine geçiş yapmış sanki. Gerçi o ciyak sarı kıyafetiyle yine bir şeyler var tabi ki. Film bilindik konulardan biri. Bu tarz filmler çok izleyip çok etkilenmişimdir. Bu filmde yönetmenin bakış açısıyla etkileyiciydi ama bir Haneke'nin Aşk'ı gibi de değildi.
The Brutalist filmi de yine bilindik konu, başrol oyuncusu zaten tipiyle bir karakter ama yok sevmedim. Maja uzun bir film, kuzey ülkelerinden birinde ki hayat mücadelesi. Severim böyle filmleri ama çok da vurucu değil. 
Eskilerden Arrangement yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun kitabında adı geçen bir film. Çocukluğunda izleyip çok etkisinde kaldığını yazınca bende buldum, izledim. İlginç film seyredilebilir.




                               Hafta içi arkadaşımla okul sonrası kafe buluşması yaptık. Sıcak bir ortamda kahve kokularıyla sarmalanıp yapılan sohbet çok güzeldi ama bu kahve fiyatları her hafta mı artar anlamadım. Şu gördüğünüz üç parçaya 500tl verdik. Ya abarttık artık diyorum, burası İstanbul'da değil, küçük bir kasaba. 
Protesto yapıyorum artık evde kahvemi içeceğim.



                        Bir akşamda instagramdan tanışıp görüşmeye başladığımız arkadaşımız tatile Türkiye'ye gelince evinde ziyarete gittik.
Bizler için harika bir sofra hazırlamıştı. Bana dolu kumaş, ip vs getirmiş, ah ne mutlu oldum anlatamam. Artık yeni işler yapma zamanı..


                   
                 Böylece güzel bir hafta geldi geçti bile.Hatta dün ve bugün kar tatili oldu. Öyle mutluyum ki 😇Bugün hemen bir tatil pastası yapmalıyım. Şimdilik benden haberler bu kadar. Herkese kar dolu mutlu haftasonları diliyorum!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şubat Cuması (Hem de Karlı )

 Geçen cumadan başlayalım öyleyse.. Malum 14 şubat Sevgililer Günü kandırmacasıydı. Tüketim, alışveriş çılgınlığı, sadece tek günde ispatlan...