24 Ocak 2018 Çarşamba

Bir Yazarın İlk Kitabı ; Taşralı

                       Challenge etkinliğinin ilk maddesini yazdım bugün. Bir yazarın ilk kitabı. Yalnız bunu ben şöyle anladım. Yazarın okuduğumuz ilk kitabı. Buna dayanarak yazdım ben de.
                       Nurettin Topçu'nun sözlerine rastlıyordum instagramda uzun süredir. Oldukça aklı başında, etkileyici sözlere karşı kayıtsız kalamadım ve şimdiye kadar hiç okumadığım bu yazarın bir kaç kitabını aldım. İlk elime geçen '' Taşralı''. Okumaya başladığımda bunun hikaye kitabı olduğunu anladım.
Kitabı anlatmadan önce Nurettin Topçu hakkında birşeyler yazmak istiyorum. Çünkü ilk kitabını okumaya başladığım yazarlar hakkında kapsamlı bilgi edinmek gibi bir huyum var. Nurettin Topçu  66 yıllık yaşamı boyunca eğitimden ekonomiye, dinden ülke sorunlarına tahlilci bakış açısıyla birçok yazı yazmış. Avrupa'ya tahsile giden Türkler arasında ahlak üzerinde çalışan ilk öğrenci ve Sorbonne Üniversitesinde felsefe doktorası veren ilk Türk.
                               Özellikle uzun yıllar felsefe okumuş dindar bir aydının görüşlerinin neler olduğunu çok merak ediyordum. Bu yüzden netten bir kaç kitabını alıp hemen başladım.


                          Taşralı kitabının içinde ki hikayeler Anadolunun köylerinde geçen insan ilişkileri. Ne yazık ki iyilerin  karşısına çıkan merhametsiz, içten pazarlıklı insanların hikayeleri genelde. Bir hikaye de her türlü vicdansızlığa maruz kalan bir kadını, diğerinde  idealist bir doktorun arkadaşını hapisten çıkaracak kefalet parasını bulabilmek için kapı kapı dolaşmasını , diğer hikaye de bir tımarhanede delilerin arasında deli olmayan bir adamın durumunu anlatıyor. Bağnaz, mutaassıp insanlar, kendi menfaatlerine her şeyi uydurmak için din dâhil her türlü çareye başvuran ve alet eden köy kurnazları ve mazlumlar. Okudukça 50 li yıllara ait olan bu hikayeler günümüzde de aynı suretini koruyor. Değişen bir şey yok diyerek karamsarlığa kapılıyorsunuz.
                           Son bölümlerde ki hikayeler daha bir dinsel. Murat Hüdavendigar’ın, Yıldırım’ın mezarının başına giderek tüm bu olup bitenleri; insanların hırslarını ve bu hırsa kurban ettikleri vicdanlarını, İslam’ın ayaklar altına alındığını, asırlardır Türk milletinin bayrağını semada dalgalandırdıkları bu dinin yine aynı Türk milleti tarafından nasıl da yok edilme tehlikesiyle baş başa olduğunu şikayet ediyor. Hemen ardından Kuran’dan esinlendiği belli olan bir anlatımla mahşer yerini, hesap gününü tasvir ediyor ve nihayet bir ümit kırıntısını bu son hikâyelerde görebiliyoruz. Yazar hesabını doğru veren, kitabı sağından verilenlerle birlikte haşr olduğu ümidiyle noktalıyor kitabını.
                          Artık üçüncü kitabını bitirmiş durumdayım.Felsefe okumuşluğunuz yoksa tabi ki sizi sıkacak. Ama uzun süreden sonra aradığım derinlikli felsefe tadı onun kitaplarında bulduğum için çok heyecanlıyım. Geçte olsa keşfedip başladım ya, olsun...






3 yorum:

  1. Çok güzel. Felsefe kitapları doğrudan akletmemize de yardımcı oluyor. Yazar inandıklarını bir mantık çerçevesiyle belirliyor. Hangi yazı ve metin olursa olsun inanç ve ümidi barındırıyorsa yaşamaya ve yaşatmaya değer doğrusu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başlangıç hikayelerini okudum tesadüf olarak. Sonra da çeşitli
      konular üzerine düşüncelerini yansıtan kitaplarını. Okumadıklarımı da
      alacağım mutlaka. Kesinlikle tavsiye ederim.

      Sil
  2. Güzel paylaşımlarınızı ilgiyle takip ediyorum ve devamını bekliyorum, sizde benim blogumu izlemeye alırsanız sevinirim ... https://hastaliktakip.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil

Cuma Gelmiş!

                     Bir cuma akşamı daha birlikteyiz. Kasım geldi geçiyor bile. Her cuma ne ara bitti bu hafta diyorum, koca bir girdaba gi...