24 Eylül 2012 Pazartesi

Yas Günlüğü

                                       Roland  Barthles'i  bilir misiniz?   Önemli eserlerinden,  kitaplarından  bahsetmeyeceğim ama  yeni  alıp  beni de  üzen  bir  kitabını  anlatacağım.  Bu  kitap  Yas Günlüğü..  Annesi  öldükten  sonra  hergün  kısa  kısa  yasını, üzüntüsünü, kederini  paylaştığı  kitap..Her  annenin  kaybı  gibi  onunki  de  büyük  bir  keder.  Yas  demek  istemiyor  zaten  acısına  '' keder ''  diyor.
                                      ''  Bir  yanım  umutsuzluk  içinde  bekliyor,  aynı  anda  da  bir  başka yanım  en önemsiz  işleri kafaca  düzene  koymakiçin  çırpınıyor. Bunu  bir  hastalık  olarak  hissediyorum .''

                                     Ölüp  gidenler  arkasında  duyulan  çaresizlik,  boğulma  hissi ,  üzüntünün  bir  de  bu  kişi en yakınınsa  nasıl  şiddetli  olabileceğini  düşünüyorum. Bunun  bile  altından  kalkamıyorum.  Bunu  yaşayanlara yardım edememe,  üzüntüsüne ortak  bile  olamama durumu da  var.  Bu yüzden  vefat  sonrası  başsağlığına  bile  gitmek  gelmez  içimden.
 Barthles'in  acısı  çok  yoğun.  Gün  gün  yazıyor,  aradan aylar  geçsede  acısında  azalma olmuyor..Annesinin ölümü, günlüğü tutmaya başladığı 26 Ekim 1977'de ona şöyle yazdırır: 'Evliliğin ilk gecesi. Peki, ama yasın ilk gecesi?' Acının sayfaları böylece açılır.
Barthes'ın 'kadın bedenini tanımadınız siz; annemin bedenini tanıdım ben, o hastayken, sonra da ölüm döşeğinde' deyişi de aynı acının izdüşümü
Yolculuk bile  yapmak istemez.   Evini  bırakır giderse  hergün koyduğu  çiçeği  kim  koyacak  annesinin  yatağına..Annesinin ölümünü izleyen süreçte her nereye gitse, hangi seyahate çıksa, keder ve yas Barthes'la beraber yürür.. Bütün hepsi acıyı peşinde sürüklediği coğrafyalardır. Acıyı yanında taşıdığı tüm bu seyahatlerine karşın, kendine hep 'Neden yolculuk yapmaya katlanamıyorum?' diye sorar; o artık kaybolmuş bir çocuk gibi evine dönmek isteyen bir adamdır.

.Proust  okuyor  daha çok.. Onunda  ölüm , keder  hakkında  yazdıklarından  medet  umuyor  :
                                     ''  Edebiyat  şudur :  Acı  çekmeden  , gerçeklerden  soluk  tıkanmasına  uğramadan  okuyamayacağım şeydir, Proust'un  mektuplarında  hastalıkla , cesaretle, annesinin  ölümüyle ,  kederle,  vb. ilgili olarak  yazdığı  her şeydir.''


                                                 

                             Proust  yalnızca  kederi  içinde  mutlu  olunabileceğini  açıklar.  (  Ama  kendini  suçlu  hissetmektedir  çünkü  o  annesi  için , sağlıksızlığından  ötürü ,  sıkıntı  kaynağı  olmuştur.)     ''  Eğer  bu  düşünce sürekli  yüreğimi  parçalamasydı,  anılarda,  ondan  arta  kalanlarda  ,  yaşamış  olduğumuz kusursuz  düşünce,  duygu  birliğinde   hiç  bilmediğim bir  hoşluk  bulurdum ''
                             Geçen yılda  çok  sevdiğim  bir  yazarın,   Susan  Sontag,  oğlunun  onun  ölümünden  sonra  yazdığı  yas  kitabını  okumuş  ve  çok  etkilenmiştim.

                                 
                                          

                            Sontag 17 yaşında Philip Rieff ile evlenmiş ve sadece sekiz yıl süren bu evlilikte David doğmuştu. David ile olan ilişkileri ise değişikti, mesela ikili aynı zamanda iş arkadaşıydı. David, Farrar, Straus and Giroux yayımevinde annesinin editörlüğünü yapmıştı. O sabah, yani son teşhisi öğrenmek için doktoru ziyarete gitmeden önce karşılaşmalarını şöyle anlatıyor David:
 "Yine o zamanı düşündüğümde, anneme sımsıkı sarılmış ya da elini tutmuş olmayı isterdim. Ama ikimiz de birbirimize olan duygularımızı fiziksel yolla göstermezdik pek, insanların kriz anlarında en beter yönlerini ortaya dökmelerine ilişkin aramızda onca şey yazılmış ya da söylenmiş olmasına rağmen, en azından benim deneyimlediğim kadarıyla, gerçekten hissettiğimizin sınır çizgisinin berisinde kalanları göstermekle yetinirdik sadece. Annemle sözcükleri paylaşırdık ama, duygu yüklü olsalar da bu sözcükler, o anda Konfederasyon doları ya da Sovyet rublesi kadar değersiz kalırlardı. Diyeceğim, o sabah, ben kendi korkumu hatırlamamakla birlikte, onunkini bütün canlılığıyla tasavvur etmeye çalıştığımı hatırlıyorum."

                           Hastalığı öğrenmelerinden bir gün öncesinden başlayan aslında bir nevi David'in, annesinin hastalığı için tuttuğu günlük olan kitap Sontag'ın ölümüne kadar devam ediyor. Dokuz bölüm ve bir sonsözden oluşan kitapta Sontag'ın son teşhis karşısındaki tavrı, arkadaşlarının onu yalnız bırakmamak için her daim evde birilerinin bulunduğu anlatılıyor.

                          Yakın bir zamanda David, annesinin gençlik döneminde tuttuğu günlükleri yayımlama kararı almıştı. O günlüklerde de Sontag, 1946'da daha 16 yaşındayken de benzer düşüncelere sahipti:
"Her şeyi yapmaya çabalıyorum. Her yerde zevke hazırlıklı olmalıyım ve onu bulmalıyım da çünkü o her yerde! ...Her şeyin önemi var!"











                                 
             

9 yorum:

  1. Anı-biyografi kısmına daha çok uğramam gerektiğini hatırlattın bana, ve güzel olmuş yazı, iyi geldi. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  2. Asla okuyamam. Hele ki zor günler geçirdiğim bu zamanda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah evet Füsun :(
      sen nasılsın şu sıralar?
      seni de ihmal ettim , sormadım durumunu..ama aklımdasın..

      Sil
  3. Cok duygulu bir pot olmus benim icin. Kendi yaslı gunlerim geldi aklima, gozlerim doldu. Kitaplari okuyamama sanirim aglamaktan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Didem , hele bir de yakınlarını kaybetmiş
      biriysen her sayfa acı verir. aslında okumamak en iyisi. Yazar zaten acısını bir derece dindirsin diye yazmış..

      Sil
  4. Çok etkileyici buldum anlattıklarını, kitabı görmüştüm ama okumaya bu aralar cesaretim yok...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okumak çok zordu benim için. diğer taraftanda böyle acı vermesine rağmen ne diye okurum ki şunları.
      sonra da etkisinden kurtulamıyorum.

      Sil
  5. Anlatılan acı bu kadar somut olunca insanın içine kurşun gibi işler. Kendisini düşünür ve bir gün başına gelirse aynı olay hissedecekleri ile yüzleşmek durumunda kalır.

    YanıtlaSil

Cuma Gelmiş!

                     Bir cuma akşamı daha birlikteyiz. Kasım geldi geçiyor bile. Her cuma ne ara bitti bu hafta diyorum, koca bir girdaba gi...