14 Eylül 2012 Cuma

Melankolik bana '' Melancholia''

    Theo  Kalifaties  ; 
                             ''   Ölümü  günde üç  kez düşünmelisiniz.  Böylece  mezarınızın  çevresi  güzel  kokar . ''   der.
    Ölüm  kadar   kafaya  takıp  bunalıma  girdiğim konulardan  biriyle  ilgili   bir  film  yapmış   Lars  Von Trier.. Ne  zamandır  seyredecektim dün  geceye  kısmetmiş.  Bir  de  üzerine  bir  söyleşi de  izledim,  değmeyin  bunalımıma...
                                Camus  geliyor  diğer taraftan aklıma.. Camus'nün  düşüncelerinin özünü  bilirsiniz ; tek gerçek olan ölüm karşısında insan yaşamının anlamsızlığıdır. Yaşamın anlamını bulmaya çalışan insan bilincinin sorularını yanıtsız bırakır. Buna karşılık ölüm, hayattaki tek gerçeklik olarak ortaya çıkar. Mantıksal sonuç, bir gün nasıl olsa yok olunacağına göre yaşamanın anlamsız olduğudur. Ancak Camus bu noktada durur ve yaşamın tüm anlamsızlığına rağmen yaşanması gerektiğine karar verir. İntihar  bir çözüm değildir. Ve Camus, ölüm karşısında umudu  da kabul etmez; Tanrıyı yadsır. Yadsımasının temelinde ölüm ve kötülük fikriyle Tanrı fikrinin bağdaşmaması vardır. Tanrı ve ölümden sonra başka bir yaşam olmadığına ve intihar da bir çözüm teşkil etmediğine göre insan yaşamaya devam etmelidir; ama nasıl? Bu noktada Yunan mitolojisinin trajik kahramanı Sisyphos karşımıza çıkar. Sisyphe, Tanrıları aldatmış ve onlar tarafından bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmıştır. Kaya dağın tepesine geldiğinde aşağı doğru yuvarlanır ve Sisyphos onu tekrar çıkarır. Bu durum bu şekilde devam edip gidecektir. Camus, Sisyphe'yi absurde bir kahraman olarak yorumlar. Ona göre Sisyphe'nin durumu hem trajiktir, hem de durumunda metafizik bir mutluluk vardır. O, Tanrılara başkaldırmış ve yazgısını (kayayı) sahiplenmiştir. Camus bundan dolayı mutlu bir Sisyphos hayal etmemiz gerektiğini söyler.

                                  


                             Filmde  de  iki  kardeş  var.  Justine  ve Claire...Dünyaya  çarpacak  bir  gezegenle  yaşamın  sona ermesinin  bilincinde  olmanın  iki kardeş  açısından  etkisi.. Bana , zaten  bu  bilince çarpışma olmadan da   sahip  olan  Camus' yü  hatırlattı.  Belki  farklı  biryerden  baktım  filme..
                           

                                



                             Dücane Cündioğlu’nun,  film  üzerine yaptığı bir programda  verdiği bilgilere göre Melankoli,  yüzyıllar boyunca kadınlara mahsus bir hastalık olarak kabul edilmiş. Melankoli, insan bedeninde bulunan dört sıvıdan biri olan kara safraya (Kara-Melan, Safra-Kholia) verilen isimdir  demekte...Farklı  bir  yorum  dinlemek isteyenlere  önerilir..


     
                      


                        Antichrist' i seyredin ilk önce derim. Antichrist  Tarkovski'ye  adanmıştı. .
            Aralarında ki fark, Tarkovski insana inanır, güvenir ..Lars ise  kötümserdir,  umut beklersiniz ama bu  film de olduğu  gibi sizi  hazin sonla  başbaşa  bırakır.
                       Filmin başlarında yer alan en etkileyici sahnelerden biri de ablası Claire ile arasında geçen tartışmanın akabinde Justine’nin tepkisidir.  Justine kızgınlıkla hemen ayağa kalkar ve kütüphane raflarında açılı halde duran sayfalarından Mondrian’ın neoplastisist çizgileri ile Maleviç’in modern çağı ve makinalaşmayı kutsayan Siyah Daire (1913), Beyaz Kare (1915) vb. suprematist resimlerinin göründüğü sanat kitaplarını kaldırarak, onların yerine, hızlıca Yaşlı Bruegel’in Jäeger im Schnee (1565) ve Das Schlaraffenland (1567), John Everett Millais’in The Woodsman’s Daughter (1851) ve Ophelia (1851-52), Caravaggio’nun ise Davide con la testa di Golia (1610) adlı resimlerinin bulunduğu kitapları koyar.


                                  


                    Belki  seyredince  fazla '' melankolik''   bulabilirsiniz  ama gerçekten  sizi  sarsan  bir  film..Benim  gibi  buna  yatkınsanız  etkisi  uzun  sürüyor.  Ya da  ben  bir  Lars  hayranıyım ,  bu yüzden...


                         


                            

13 yorum:

  1. seviyorum di mi Lars Von Trier'i ? kesin seviyorum adını asla unutmayacağım yönetmenlerden ama say desen üç filmi gelmiyor şimdi aklıma,garip tuhaf,yaşlandım bennn :(
    Ölüm ensemizde yaşam anlamsız falan,zaten dün gece yatmadan nedense gene yedinci mühür'ü izlemişim :) du bakalım bunu başka zamana izleriz artık :)teşekkürler Buket,yine her zaman ki gibi güzel yazmışsınız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Levent, demek 7. mühür'ü seyrettin..Benim ilk yönetmenim Bergman zaten. Seyrettim tabi ki onu. hatta gelecek yazım bergmanla ilgili. sonra tarkovski ve Lars. görüyorsun işte tüm bunalım yönetmenlere ilgim..
      beğendiğine sevindim..

      Sil
  2. Yok Buketciğim ,tam 2 kez başladım ama bitiremedim ben Melankoli'yi. Taşıyamıyorum artık böyle felsefeler beni eziyor. Camus hayranı değilim üstelik hepimiz birer Sishypos 'uz bu yaşamda. Yük ağır ama o yükten zevk almazsan taşımak daha da ağırlaşıyor. Zaman zaman o kadar etkileniyorum ki dünyadan hele hele ülkemde olanlardan... Ben Nedim'i alayım artık;"Gülelim eğlenelim kam alalım dünyadan / Mai tesnim içelim çeşme-i nev peydadan" .Sevgiler canım ve iyi hafta sonları!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nedim'in şiiri süper..dediğin gibi ağır yükler var sırtımızda istesekte
      istemesekte bunlar var. yaşamı yaşanmaya kılmakta elimizde..

      Sil
  3. izlemiştim ve beğenmiştim ben de...

    YanıtlaSil
  4. bende lars hayraniyim:) yasayan en buyuk provokator

    YanıtlaSil
  5. Ben de başlayıp bayağı izleyip sonunu getiremeyenlerdenim oysaki melankoli ve bu türü severim, demek ki doğru zamanda izlemedim;)

    YanıtlaSil
  6. buketcim, çok severek izledim bu filmi.Görselleri harikaydı. Herkesin bunalım havasının bir şımarıklık değilde, beklenen sonu bilip, olamayacak gelecek için bir adım atmaları ve sonrası çok güzel bir kurguydu.... ben çok sevdim

    YanıtlaSil
  7. Sevgili buket, sonbahara girdik..e..artık havalar da yağmurlu ve kasvetli seyreder..tüm bunların üzerine bir de bu filmi izleyince.)elbette gözardı edilemez Lars Von Trier's filmi..kurgu ve farklı çekim teknikleri içinde görsel olarak da izlemeye değer bence..

    YanıtlaSil
  8. Demek melankoli "yüzyıllar boyunca kadınlara mahsus bir hastalık olarak kabul edilmiş" öyle mi?

    Çok merak ediyorum, Lars Von Trier'in nedir kadınlarla ilgili derdi?

    Zaten filmlerini seyrettiğimde inceden bir koku almıştım da üstünde durmamıştım.
    Du bakalım? Hazır aklıma gelmişken, sanal ansiklopedide azıcık araştırayım:)

    YanıtlaSil
  9. brueghel de var bakıyorum.
    :)
    melancholia yazdım.
    son 3 yılın en iyi ilk beş'ine soktum bir de.
    :)
    neydi beeee.
    :)

    YanıtlaSil
  10. Ben antichrist'dan da çok etkilenmiştim, sonrasında melancholia'dan da. Biri doğaya ve içgüdülerine teslim olmuş diğeri ise korkularına esir olmuş iki zıt kardeşin hikayesini karamsarlık çerçevesinde çok başarılı bir şekilde anlatmıştı.

    YanıtlaSil

Cuma Gelmiş!

                     Bir cuma akşamı daha birlikteyiz. Kasım geldi geçiyor bile. Her cuma ne ara bitti bu hafta diyorum, koca bir girdaba gi...