30 Ağustos 2024 Cuma

Ağustosun Son Cuması

                İlk, orta derken son cumaya da geldik işte. Günler, aylar nasıl hızlı geçiyor, geri de hafızadan yavaş yavaş silinen anılar, günler nasıl bir anda oluşuyor anlayamadan bir anda her şey olup bitiyor. Bir an önce yaz gelsin, güneşe kavuşalım ısınalım derken şimdi de artık şu havalar serinlesin istiyoruz. Eğer denize girme imkanınız yoksa bu yaz mevsimi o kadar eziyetli ki. Deniz kenarında oturup da denize giremeyenlerdeniz. Evimiz denize otuz metre var ya da yok. Sadece seyrediyoruz onu. Yani biz böyleyiz, giren giriyor. Marmara Denizi üstelik İzmit Körfezi olunca deniz temiz değil. Bol bol deniz anası var, yosun çok, berrak değil. Etrafında ki fabrikalar yüzünden zaten temizliği tartışılır. Buna rağmen denize giren de çok. Denize girdiğinizde gerçekten de bunaltıcı hava katlanılır oluyor. Deniz kenarları genelde hep bir esinti içinde oluyor ama nem de aşırı yüksek.

             Biz de geçen gün yani 24 Ağustosta eşimin doğum gününü sabah bir kahvaltıyla kutlamak amaçlı yan ilçelerden biri olan Değirmendere'ye gittik. Sabah saat 9 gibi olunca sahil sessiz ve sakindi. Sabah denizine bayılıyorum zaten. Küçük bir yürüyüş yaptık deniz kenarında kızım , eşim ve ben.



Karşı kıyıdan gelen vapur yanaşmış yolcuları indiriyordu. Deniz sakin, hava ılık ve bunaltmıyor, kıyılar onlarca insanı taşımaya hazırlanıyor, biz de bu harika atmosferde nerede oturalım nerede kahvaltı yapalım diye bakıyorduk.


Sahilin hemen yakınında meşhur çınar ağaçlarının olduğu meydan vardır. Bu çınar ağaçları öyle kocaman ki yaz kış insana korunaklı dinlenme alanı sunar insanlara. Bir de ağaç heykeller vardır çeşitli sanatçılar tarafından yapılmış, belki tüm Türkiye'de böyle güzel ağaç sanatı yok diyebilirim. Bir kafeye oturarak çaylarımızı ve kahvaltımızı söyleyip çınarın o büyüleyici serinliği içinde mest olmuş halde oturduk bir kaç saat..


                         Sonra doğum günü pastamızı da alarak evimize döndük. Çok şükrederek her zaman söylerim; eşim bu dünya da karşılaştığım en iyi melekelere sahip bir insandır. Merhametli, anlayışlı, bencil olmayan, yüksek ahlaklı, insanüstü insandır. Ara ara beni kızdırsa da iyi ki onunla tanışıp bu hayatta aynı yolda yürüme şansımız olmuş. Kızım için de hep babası gibi bir insana rastlaması için dua ederim. Artık o ds 53 yaşına basmış durumda. Nice sağlıklı yıllarımız olması dileğiyle 💗


Sonrasında toplanarak bağ evine gittik. Bir hafta boyunca burada kaldık. Yine internet, tv, tablet vb. olmadan geçen günler. Öyle güzeldi ki. Zaman zaman blogları okumayı, okuma yaptığım yerleri özledim ama hem teknolojiden hem insanlardan uzak hatta sokak gürültülerinden uzak bir hafta çok iyi geldi. Yan tarafımızda ki inşaattan gün boyu çekiç sesleri geldi ama normalda ki evimizin bulunduğu alanda binbir çeşit sese maruz kaldığımızı orada farkettim.



Çok sevdiğim arkadaşım Ayten'in blogunda bir yazısında Ali AYÇİL ile ilgili bir yazı okuyunca ben daha önce okumuş muydum diye düşünüp kütüphaneden bu Ayçil kitaplarını aldım tekrardan. Okumaya başlayınca hatırladım tabi ama bırakmadım tekrar okudum. Yazım dili çok güzel, mevzular kuvvetli, oldukça başarılı bir yazar Ayçil. Büyük bir keyifle bu dört kitabını hafta boyunca okudum. Sonrasında arkadaşımın yazısına geri dönerek tekrar okudum. Mutlaka onun blogunu da takibe almalısınız, adı 



Bahçemizde ilk kez yetişen üzümler 💚


Sabah kahvaltı bahçede yapılır ..




Geçen sene asmalarımız için bu demirleri yaptırmıştık. Üzerine gelen yaprakların hepsini yakmıştı demirler. Onca para verip böyle bir şey olunca da çok üzülmüştüm. Demirin asmaları yaktığı aslında en sağlıklısının ahşap olduğunu söyledi çoğu kişi. Ama artık  yaptırdığımız için başka bir şey yeniden olamazdı ve böylece kalmıştı. Çok ilginç bu sene bir yaprak bile yanmadı ki bu sene de aşırı sıcaklar var. Bence bitki bu demire alıştı. Hatta 5 salkım üzüm bile verdi.
Evin yan tarafında ki taş alana da iki küçük koltuk koydu, burası da öğlene kadar gölge de kalıyor. Kahvaltımızı yapar yapmaz çaylarımızı tazeleyerek kitaplar elimizde buraya geçtik hep. Öğleden sonra da karşısında incir ağacının gölgesi geliyor , gölge kaybolmuyor. 



Eve dönmeye yakın iki arkadaşım bağevine geldi. Onlar için küçük bir davet masası hazırladım. Ağaç altında gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren sohbetimiz oldu. İnsanın keyif aldığı arkadaşlarıyla birlikte olması ne kadar güzel. Hatta her mekan arkadaş, eş, dostla daha güzelleşiyor.


            Geceleri karanlık bahçede otururken yanımıza bir misafir geliyordu. Uzun yıllardır görmediğim kirpi 💛 Fotoğrafta görebildiniz mi?


Dün eve döndük, kendimi deniz kenarına attım. Denizi de çok özlüyorum. Burada ki evimiz de çok güzel bir mahalle de üstelik bahçeli. Bir yandan buradan da ayrılmak istemiyorum ama iki ev git gel çok zor oluyor. Minimal yaşamak isterken ikiye katlandı herşey. Bunu da yoluna koymak istiyorum bakalım zamanla ne olacak.


Bu bahçemde ilgiye, bakıma muhtaç. Çiçeklerin sulanması, anında yetişen ayrık otların temizlenmesi, uzayan sarmaşıkların ağaçların üzerinden budanması, bahçenin en azından hafta da bir süpürülmesi hatta yoldan geçen insanların bahçeme attıkları çöplerin toplanması falan yapacak dolu iş oluyor. Ama bir tane açan bir çiçek tüm bezginliğimi alıyor. 
Bu hafta içi benim için çok muhteşem bir olay oldu, hemen anlatayım;
Liseden bir öğretmenim yıllar sonra beni aradı. İlçemizin belediyesinin kent konseyinde tarım bölümü oluşturuluyormuş. Burada oldukça profesyonel organik tarım yapan 3-4 kişi belediye başkanı ricası ile bu konseyde bir araya gelmiş. Sonra nerden buldularsa beni de bulmuşlar :) Çocuklarla köyde bir kaç şey ekiyoruz ya! Şu dünya da minicik bir iş yapsanız bile katlanarak büyüyor, farklı kapılar açılıyor ya Allahım sen neler veriyorsun diye hayranlığım kat kat artıyor. 
Bakalım neler olacak, neler yapacağız, çok heyecanlıyım :)


          Bugün Cuma pazarına gittik geldik sonra annem kahvaltı hazırlamış ''hadi gelin bize'' dedi. Kahvaltımızı yaptık ve evlerimize döndük.


Bu hafta  Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne kardeşlerin filmlerini seyretmeye başladım. Belçikalı yönetmenlerim filmleri çekim tarzı farklı, el kamerasıyla devamlı oyuncuların peşinde koşturup duruyor. 4 filmin sonunda vertigo olacağım sandım. Ama filmlerin konusu dünyanın kanayan yarası göçmenler, zorluk içinde ki çocuklar, gençler. Bu dört film çok çok yürek dağlayandı.

Pazartesi eylülle birlikte okullar açılıyor. Benim için de dönüm noktası bir yıl. Çünkü hiç istemeden bazı nedenlerden dolayı köyde ki kadrom düştü ve şehirde bir okul seçmem istendi. Seçtiğim okulda ki ilk günlerim olacak haftaya. Hem hüzün hem kaygıyla bir başlangıç yapacağım hadi hayırlısı..
Bugünden herkese hayırlı mutlu haftasonları dilerim!





23 Ağustos 2024 Cuma

Cuma Geldi!


                    Pessoa Huzursuzluğun Kitabı'nda şöyle der;

"Büyük tutkularım, sınırsız düşlerim oldu. Ama o kadarı çıraklarda, terzi kızlarda da vardır, çünkü bütün dünya hayal kurar: Bizi birbirimizden ayıran şey, o hayalleri gerçekleştirecek gücümüzün ya da kendiliğinden gerçekleştiklerini görecek kadar şansımızın olup olmamasıdır."

Hayallerim daha çok gezme, yeni yerler görme, farklı yaşamlara tanık olma üzerine oldu daha çok. Ama Pessoa'ya katılıyorum, hayallarime ulaşmak için hep çabaladım, mevcut imkanlarımı kullandım, sırf seyahat yapmak için bir çok şeyi kıstım ve şükür ki bu isteğimin gerçekleştiğini görme şansım oldu. Yoksa ne kariyer, ne iş başarısı, ne ev, araba vb. isteklerim oldu. Bu yaz da aylar öncesinde planladığımız iki uzun seyahati sorunsuz gerçekleştirdik çok şükür. Hatta biraz daha enerjimiz olsaydı haftaya bile bir yerlere gitme planımız vardı ama yaşlandık galiba. Evde de zaman geçirme, dinlenme, bu sıcakta kapıdan dışarı çıkmama psikolojisine girdik. Zaten 1 eylül iş başı. Bu yıl çalıştığım okul değişebilir, artık köyde olmayabilirim, her şey belirsiz. Bu da canımı çok sıkıyor ama kendimi kaderin ellerine bıraktım.

                 Neyse geçelim geçen haftaya. Neredeyse 8 gündür bağ evimizde kalıyorum. İnternet, tv ve gündelik şehir hayatından uzak çok iyi geldi. Ama olumsuz bir çok şey yaşadım. Anlatayım:

Geçen hafta annemi de alıp bağa gittik. Erkekleri ve kızımı evde bıraktık. Bizi rahatsız etmeyin, biz biraz köy hayatı yaşayacağız dedik, aldık eşyalarımızı kulübeye geldik. Bahçede zaman çok güzel geçiyor. Biz olmadığımız için domatesler kurumuş gitmiş. Neyse ki kabaklarıma bir şey olmamış, uzamışlar da uzamışlar. Bir kaç tane kabakta olmuş üzerine, aman ne sevindik annemle.


                           Ektiğimiz ağaçların daha iyi gelişmesi için diplerini kazdık, suladık, kurumuş yaprakları temizledik. Aynı şekilde bitkilerle de ilgilendik. Sabahın erken saatlerinde kalkıp o sessizlikte çalışmak çok güzeldi. Her yeri ot sarmış, temizlemek zaten başlı başına bir iş. Ama fiziken çalışmak insana çok iyi geliyor. Gün boyu aşırı sıcaklardan hiç iş yapamıyorduk, biz de tüm gün kitap okuduk, el işi yaptık annemle.

Kaldığımız günün ikinci sabahı babam geldi eve. Anneme ne zaman geleceksin diye duygusal baskı yapmaya başladı :) Bir şekilde onu gönderdik, akşamına babasıyla evde kalan kızım ağlayarak aradı :) Babasıyla kavga etmişler, anne eve gel diyor :) Eee ben boşuna mı kaçtım sizden dedim, bir kaç taktik verdim, kalmaya devam ettim. 

Ama tek sorun bunlar değil. En kötüsü bizim evin hemen yanında ki arsaya ev yapılmaya başlandı. ( buraya ağlama emojisi koymak istiyorum ) İnşaat sabah 7'de başlıyor, akşam 5'e kadar devam ediyor. Gürültüsünü geçtik, bahçeye çıkamaz olduk çünkü tam dibimizde adamlar. Aramızda ki çite yeşil file çektik sonunda ama gürültüye çare yok.



Sadece bu değil bizim eve yakın bir kafe vardı. Burada da yaz düğünleri başladı. Sadece haftasonu değil Allahın her gecesi düğün oldu. Ağaçlarımın arasından patlayan havai fişekleri seyrettik hep. Normalde kapkaranlık gece de yıldızları seyrediyorduk annemle bahçede oturarak. 
Cuma da gelince malum pazarımız var burada, aşağı eve döndük şimdilik. 


Annemle kalırken misafirimizde oldu. Annem boşnak böreği yaptı, zeytin ağacımızın altında çaylar içildi yemekler yendi. Ama gelenleri gün içinde kabul edemedik, hem inşaat sesi hem aşırı sıcaklardan dolayı ikindiden sonra oturabildik.


                   Biliyorsunuz geçen hafta 17 ağustos depremini tekrar hatırladık. Bunca yıl geçti ama korkumuz ve endişemizden bir şey kaybetmedik. Ben de 7. katta ki dairemizde yakalanmıştım depreme. Apartmandan nasıl sağ çıktık bilmiyorum, kader işte bunca yıl üzerine yaşadık. Tam evlenmek üzereydim o sıralar. Eşimin evi vardı onu düzenliyorduk, depremde bina yıkıldı. Orada yaşayan 10 kişi vefat etti. Biz kurtulduk, üzerine yirmi beş sene geçti ama o günleri hiç unutamıyorum. Dün gibi aklımda yaşadıklarımız ki biz şanslı olanlardandık. Giden canlar gelmiyor yerine mal mülk geliyor bir şekilde..


Arkadaşımdan aldığım kitaplar okundu bu hafta. 
  
"…her birimiz doğduğumuz andan ölünceye kadar kendi “burada”mızın içindeyiz."

demişti Paul Auster son kitabında. Kulübede kaldığım zaman boyunca bir çok gereksiz uyarandan uzak kaldığımda bunu daha iyi hissettim. Kendi alanını, hayatta ki yerini, sınırlarını düşününce korkunç bir boşunalık sarıyor insanı. Yapılan, yaşanılan onca şey  ''boşunalık'' kavramını işaret ediyor. Bu benim hissettiğim tabi ki. İnsanı umutsuzluğa sürükleyen büyük bir duygu. İnanç olmasa neye tutunurdum diyorum. Ya da inancı olmayanlar nasıl çözüyor bunu? Bilmiyorum.
              Dün gece çok naif bir film seyrettin. Kırda Bir Pazar.. 1984 yapımı fransız filminde Güzel bir kır evinde yaşayan yaşlı Bay Admiral'i pazar günü ziyaretine gelen iki çocuğununla o gün yaşadıkları konu ediniyor. Çocuklarının hayat telaşesi karşısında ressam adamın yaşının verdiği olgunluk, hayata bakış açısı, sanatının çevresini sarmış hali, çocukları büyümüş olmasına rağmen onlardan beklentisi, hüznü, herkesin kendi dünyasında oluşu, yalnızlık, aynı kandan olmalarına rağmen karakter farklılıkları gibi bir çok konuyu ele almıştı film. Beş on yıl önce seyretsem beni sıkacak filmin şimdi çok şey ifade etmesi me ilginç. A sunday in the the Country filmi doğa görselleriyle de kalbimi çaldı.



Dün eve gelir gelmez özlediğim tek şey film seyretmekti. İyi ki Filmler Var  blogunda görüp izlediğim filmde farklı bir aşk hikayesi olan Szerelem  (1971) . İlk filmde yaşlı bir adamın etrafında dönen bir hikaye varken burada da  ölmek üzere olan bir kadın vardı. Nedense filmde ki bir çok sahne beni çok etkiledi. Hangi ülkede olursa olsun yatalak yaşlıların huysuzluklarının, kaprislerinin aynı olduğunu görmek, ölüme yattığın o dönemin benzer olduğunu farketmek çok sarsıcı bence. Konu  başka bir şeydi ama benzer sahneleri kayınvalidemde de yaşamış olmam o günlere dönüş yaptırdı. Zamanın acımasızlığı tekrar suratıma çarptı çünkü hislerimiz hala çok derin ama 2 yıl olmuş bile.



Bu sabah erken kalkıp pazar arabamızı alıp çıktık yollara. Çünkü bugün yerel pazarımız var. Yakında okullar açılınca sabah pazar hallerini kaçıracağım diye ihmal etmek istemiyorum. On metre aşağıya inince zaten denize ulaşıyoruz. Eşimle biraz sabah denizini seyrettik. Hatta Pelinpembesi instagram hesabımda bunu paylaştım. 



Buradan pazara gittik. Sabah taze meyve ve sebzeler tezgahta yerini almıştı.



Çok seviyorum pazar görüntülerini.


Geçen yazımda bahsettiğim Bamberg gezi videomuzu koydum. 
Bu haftalıkta bu kadar! Herkese hayırlı cumalar, mutlu haftasonları !







19 Ağustos 2024 Pazartesi

Almanya ; FREİBURG

                         Şimdi Almanya'da onca şehir varken bu Freiburg'da neyin nesi demeyin. Nürnberg'e bilet alınca geri dönüş biletini de uyguna Basel'den bulunca buraya ne yakın diye araştırdık. Daha önce Münih, Frankfurt, Füssen, Masal Yolunda bir kaç şehir falan gezmiştik. Basel'e yakın Freiburg şehri Kara Ormanların merkezi olarak görülüyordu. Çok da şehir gezmek istemediğimden dağlar, ormanlar, trenler temalı gezi yapalım dedik.

Nürnberg'ten iki aktarmalı trenle neredeyse 4 saatlik bir yolcuukla Freiburg'a geldik. Ama şunu söylemeliyim ki ulaşım Almanya'da da çok pahalı. Özellikle son dakikaya bırakılmış tren biletleri borsa gibi saat başı değişim gösteriyor. Otobüs fiyatları daha da pahalı. 

Tren yolculuğu her daim zevkli. Bilmediğin bir ülkede etrafa merakla bakmak nasıl keyifli. O 4 saat ne ara geçti anlamadık. Freiburg merkez istasyonundan inip çok uzak olmayan hostelimize doğru elimizde bavullarla o sıcakta yürüdük. Bu sırada büyük bir parktan geçiş yaptık. Parkta çok sayıda Afrikalı gençler vardı, malum Almanyada serbest bırakılan esrardan dolayı her yer bunun kokusuyla doluydu. Çekinerek yürüdük çünkü hiç tekin gelmedi buralar bize. Köşede polis bazı insanları durdurmuş bir şeyler yapıyordu. O sırada bir çığlık koptu, insanlar birini kovalamaya başladı. Aman Allahım nereye düştük böyle diyerek hostele ulaştık. 

Freiburg aslında üniversite şehri. Her milletten öğrenciler her yerde. Çok kalabalık ve kaos gibiydi. Özellikle şehre ayak bastığımız ilk saatlerde böyle bir olay yaşamış olmamız nereye düştük biz dedirtti. Ama bence artık Almanya'da çok karışmış, her milletten insanlar var. Büyük ihtimalle büyük şehirler böyle.


                      Freiburg'ta 5 gece kaldık. Bir tam günü bu şehri gezmeye ayırdık. Diğer günler Kara Ormanlara gittik, çok yürüdük, çok yorulduk, şehrin aksine buralarda çok mutlu olduk. Freiburg'tan sonra o rotalarımızı da anlatacağım ama bu yazımı bu şehre ayırdım. Her şehirde olduğu gibi buranın da bir Altstadtı var.  Bizim hostelden yürüyerek 1 km gibi. Biraz ilerleyince Münsterplatz katedral meydanı var. Zaten her sokak neredeyse bu meydana çıkıyor.



          

            Şehrin simgesi 130 yılda tamamlanan katedraliymiş. Ama ilginç şekilde bir çok kilise ve katedral kapalıydı her gün. Şehrin simgelerinden biri de Martin's Tor. 13. yüzyılda yapılan şehrin giriş kapılarından biri. Ama şimdi içine McDonalds oturmuş :)




                         

                                 Tarihi şehir merkezinde gezmek keyifli tabi ki. 

                              Ara sokaklar, taş kaldırımlar ve yine detaylar...




Bu şehre de aile ayak izimizi bıraktık :)







                               Bunca gezmenin en güzel saatleri..
Bu bölgeye özgü Schwarzwalder Kirchtarte yemeden olmazdı tabi ki. Bize de gelen bir tat Kara orman pastası. Bol kremalı ve vişneli. Pasta yemeyi çok sevdiğimden yaz, sıcak demeden her gün pasta yemişimdir :)  Yazın Alman içeceği Hugo, mürver içeceği öneriliyor ama biz denemedik.



                          Sokaklarda ufak su kanalları var ve bunlara Bachle deniyormuş. Şehre çok güzel bir şey katmış bu kanallar. İçinden tertemiz su akıyor ve genelde çocuklar gemilerini yüzdürüyorlar. Bu kanallar çok eski Niye yapılmış videomda anlatıyorum, seyredince öğrenirsiniz :)

                          Keyifli lokantaları, kafeleri, alanlarıyla şehrin bu kısmı gerçekten güzel. Bir de kalesi var ki orası da kocaman botanik bahçesiyle tam bir gün gezmelik dolaşmalık.


Gez dolaş pasta kahve yap!
Benim gezi mantığım bu arkadaşlar :)
Burada geçirdiğimiz günlerle ilgili düzenlediğim video da burada, buyrun;





16 Ağustos 2024 Cuma

Ağustos Cuması

                            Cuma yazılarıma yavaş yavaş dönmeliyim. En azından haftada bir yazmaya beni zorluyor. Yoksa bu hızda yaşamak insanın elinde bir şey bırakmıyor. Günlerin arka arkaya geçmesi artık öyle bir hıza ulaştı ki. Bir bakmışın elde bir şey yok. Bu hem cuma yazım olur hem de anlatmadığım Almanya gezisinden notlar olur. Gerçi Gürcistan seyahatinde de eksikler kaldı, onu da yazmalıyım. 

                          Almanya'dan pazartesi gelince hemen anneme gidip hasret giderdik bizimkilerle. Biz geleceğiz diye kahvaltı masasını donatmış, çaylar demlenmiş. Bol bol ne yaptık ne ettik anlattık durduk.


                                    Onların denize nazır balkonunda yaz kahvaltısı meşhurdur. Öğlenden itibaren bu balkon aşırı güneş alır ama sabahları denizden gelen o tatlı esintiyle muhteşemdir. Çayın tadı memlekette de bir başka canım!



                 Özlenilen pazara da ertesi gün gidildi. Asıl büyük pazarımız bugün aslında ama seyahatten gelince evde hiç bir şey olmuyor malum. En son gün Basel'deydik. Orada ki fiyatlardan sonra canım Türkiyemizin fiyatları nasıl ucuz geldi anlatamam :) 
Hem bol meyve sebze zamanı. Yaz renkleri harika!
Perşembeden itibaren de bağ evimizde kalmaya başladık annemle. Kızım gelmek istemiyordu, eşim de onu yalnız bırakmıyordu. Ben de zaten onlardan uzak biraz kafamı dinlemek istedim açıkcası. Annemde babamla hep dipdibe. Kadını gezmeye de götürmez. Anne hadi sen de gel dedim, topladık küçük bavulu yukarı bağa çıktık.
İki gündür kafamızı öyle dinliyoruz ki anlatamam. Gerçi ilk günden beni telefonla aramaya başladı kızım. Ertesi gün kapıya babam geldi, anneme bu gece geliyorsun değil mi diye soruyor:)
Ama kararlıyız, insandan, haberlerden, tv, internet vbç uzak kalabildiğimiz kadar kalacağız. Bugün cuma pazarı var diye şehre indim. İkindi gibi gideceğim tekrar. Bu sırada hemen bir post yayınlayayım dedim.


Bunu da bu sabah çektim. Bizim mahallede oradan oraya uçan çöpleri topluyorum. Artık görmezden gelemiyorum, üzerine basıp geçemiyorum, biliyorum benim toplamamla bu çöp olyı da çözülmez ama en azından bir gören olur bir şeyler ifade eder belki diye düşünüyorum. Tam çöpleri atarken bir adam bir ağaçta asılı (ekmekleri çöpe atmayıp etrafa asan tipler var ya günah olmasın diye) orada ki asılı torbayı indirdi. Artık o mu asmıştı, olanı mı indirdi beni görüp bilmiyorum. Sonra da bana '' ne duyarsız insanar var değil mi, her yerde çöp var '' dedi. 

Böyle işte. Seyahat sonrası bol çamaşır yıkamalı, ev temizlemeli günler geçti. Şimdi bağdayız. 
Nürnberg'te kaldığımız bir günü yakınlarında bulunan Bamberg'e gittik. Biraz da orayı anlatayım.

Regnitz nehri kenarında Almanya Romantik Yolu üzerinde ki kasabalardan biri Bamberg. 


Nürnberg'ten yarım  saatlik tren yolculuğuyla gittik. Hemen kalabalığı izleyerek nehir kenarına kadar geldik. Çok turistlik bir şehir olduğundan oldukça kalabalık. Nehir boyunca Venedik sandalları insanları gezdiriyor. Köprüler üzerinden bunları izlemek bile çok güzel. Küçük Venedik burada da varmış:)


Turist olmak güzel şey! Ağzın açık kafan tutulurcasına yukarılara bakıp aylak aylak gezmeyi, alamayacağın objelere içini çeke çeke bakmayı, yorulunca oturup keyif yapmayı, eğer yazsa mutlaka dondurma yemeyi çok seviyorum .


                     Bir de benim bir koleksiyonum var, nereye gidersem o dilde Küçük Prens alıyorum. Onca Almanya'ya gitmiştik ama almamışım. Uygun bir yerlerde bulmayı istiyordum. İşte Bamberg'te 3 euroya buldum aman ne sevindim bu kadar ucuza bulmayı beklemiyordum. 

Şu meşhur yerde benim de fotom var artık :)




                        Öyle güzel evler, sokaklar var ki. Düzeni, yeşili, özeni seven benim gibi insanlar işte bu yüzden buralara kadar geliyor. En azından belli bir süre mutlu olalım :)
Almanya'da Bamberg kişi başı 300 litrelik bira içimi ile en önde ki şehirmiş dediler. Bu da neredeyse günde 1 litre gibi oluyor,  biz günde bu kadar su içemezken nasıl oluyor diye hayretler içinde kalıyorum.



                               Şehir ikinci dünya savaşında en az hasar alan şehirmiş. Tarihi dokuyla, evlerde ki ayrıntılarıyla, sokaklarda ki düzeniyle çok bakımlı bir şehir.



                     Kalesi de hemen çıkılacak yükseklikte, insanı yormayan bayırda. Katedrali, müzesi, bahçesiyle şehir manzarasını ayaklarınıza sunan konumda. Sadece bu kadar değil tabi ki. Gezdiğimiz gün video da çektim ama daha düzenleyemedim. En yakın zaman da yüklerim buraya. 
                                                Hayırlı cumalar herkese!






Cuma Geldi!

                         İki haftadır yani eylülün başlamasıyla beraber yerde miyim gökte mi bilmiyorum. Uzun bir yaz tatilinden sonra işe b...