Geçen ay çok zevkli bir İstanbul -Eyüp çevresi gezisi yaptım. Mimar Sinan Üniversitesinin iki değerli hocasıyla yaptığımız gezi oldukça güzel ve bilgilendirici oldu. Bu tür gezileri üniversite web sayfasından bulabilirsniz. İlk olarak sabah saatlerinde Haliç manzarasını Pierre Loti tepeseinden seyrederek gezimize başladık.
Kısa bir çay molasından sonra Eyüp Mezarlıklarının içinden geçerek, Eyüp Sultan Camii’nin avlusuna ulaştık… Avlu, dünyanın dört bir yanından camiyi ziyarete gelenlerin akınına uğramış durumdaydı... 90 yaşında İstanbul’un kuşatmasına katılan ve kuşatma sırasında şehit olarak fethin manevi mimarları arasında yer alan Eyüp Sultan, vasiyeti üzerine İstanbul surlarının dibine gömülür... Akşemsettin Hazretleri ise Eyüp Sultan’ın mezarını bulur ve üzerindeki türbe Fatih Sultan Mehmet tarafından 1459 yılında camii ile birlikte inşa edilir…
İlk inşasında 26 ×11 ölçülerinde olan Camii, sonraları 26×21 ölçülerinde genişletilir… Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, 1733’de 2 uzun minare yaptırır… 1766 depreminde yıkılınca 1800’de yeniden inşa edilir… Sultan 3. Selim döneminde mahvil ve şadırvan kaldırılır, dış avlu eklenir… Dış avlu yapılınca semtteki “Rıza pazarı” kaldırılır… Günümüzde A kapısı çarşı kapısı, B kapısı ise musalla kapısı olarak anılıyor… Yapı 3 yönden revnaklarla çevrili.
Eyüp Sultan Camii’nin ardından, türbe, hazire, imaret, mektep, sebil ve çeşmeden oluşan Mihrişah Valide Sultan külliyesi hakkında bilgiler alıp, Zal Mahmut Paşa Külliyesine doğru yol aldık… Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük oğlu Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinde önemli rol oynayan Zal Mahmut Paşa'nın kendi adına Mimar Sinan'a yaptırdığı külliye, şu an restorasyon altında… Caminin yan duvarlarında sık aralıklarla görülen iki sıra pencerenin, Mimar Sinan'ın diğer eserlerinde görülmemiş bir uygulama olarak dikkat çektiği anlatıldı hocalarımız tarafından...
Az ötede 2. Mahmut tarafından 1826 yılında yeniçeri ordusu yerine gelen “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” ordusuna fes ve yünlü kumaş dikmek için kurulan Feshane çıkıyor karşımıza… Feshane aynı zamanda Osmanlı dönemindeki ilk prefabrik sanayi tesisi olma özelliğine sahip…Halkın ve ordunun artan fes talebi önce Tunus ve Mısır’dan, daha sonra Avrupa’dan ithal edilerek karşılanmaya çalışılır… Sürekli artan ithalat ve dış ticaret açığı feslerin yurt içinde üretimini zorunlu kılar…
1860 yılında yapılan Meryem Ana Kilisesi… Kilise ayazması ile ünlü… Geniş ve hoş bir bahçe içinde kurulu kilise vakti zamanında Vlaherna Sarayi’nin kilisesi imiş… Orijinal yapıdan günümüze kalan tek yer su kaynağı… Meryem ana için söylenen ilahiler ilk olarak burada söylenmiş ve 6 imparator burada vaftiz olmuş…
Balat’ın merkezinde yer alan iki sinagogdan biri olan Ohrida Sinagogunun önünden geçtik. Fener Rum Patrikhanesi’nde 4 ayinine katıldık.
Dünyadaki Ortodoks Hristiyanlarının en önemli merkezlerinden biri ve masal şatosunu anımsatan, mimar Dimadis’in eseri Fener Rum lisesi ve ilköğretim okulunun önünden geçtikten sonra kanlı kilise olarak da bilinen Moğollar ya da Meryem Ana Kilisesi’ne gittik…
Kilise, İstanbul’un fethinden bu yana camiye çevrilmeden ayin yapılan tek kilise olması ve bunun da içerdeki Fatih Sultan Mehmet’in özel fermanıyla sağlanması yönleriyle dikkat çekiyor.. Gün batımına yakın turumuz Bulgar Kilisesi ile sona erdi. Bu tür geziler oldukça yararlı. Bilen insanlar tarafından gezdirilmek , binaların, olayların ne olduğunu dinlemek , bir de grubunuz keyifliyse gününüz muhteşem geçiyor.
Gezi sonunda bir de Beyoğlunda bulunan Büyük Londra Oteline gittik. Bu otelin hep önünden geçmemize rağmen hiç içine girmemiştik. Tarihini de öğrenince merakım çok artmıştı. Beyoğlu Meşrutiyet caddesi üzerindeki en meşhur ve belki de en eski otel “Grand Otel de Londres ” yani Büyük Londra otelidir. 1960′lı yıllardan beri Antakya’lı Hüzmeli ailesine aitmiş. Otelin popülerliğini katlayan kişilerden birisi Almanya’da yaşayan bol ödüllü ünlü yönetmen Fatih Akın. Gegen die Wand yani “Duvara Karşı” filminin çekimlerinin bir bölümü burada geçmiş, o dönem ve günümüzde İstanbul’a geldikçe otelde konaklıyormuş.
Bu otelin kendine has havasını kesinlikle yaşamalısınız. Biz üst terasına kadar çıktık. Kırmızı halıları ile kaplanmış merdivenlerini indik, lobiye kadar her katta birbirinden ilginç eşyalar gördük. Bir de bu otelin papağanları meşhur..
İstanbul'u doya doya bir gün boyunca böylesine gezmiştik. Kısmetse başka bir zaman farklı bir semtine artık..
o tarz gezileri nereden bulabiliyoruz acaba teşekkürler beni haberdar ettiğin için.. resmen çok farklı bir gözden baktım İstanbul'a. Buarada blogumda makyaj malzemesi çekilişi var beklerim :)
YanıtlaSilNe güzel gezi olmuş. Ayrıca tarihi öğrenmek de ayrı keyif.
YanıtlaSilŞehrin en sevdiğim yerlerini ne güzel de arşınlamışsınız. Umarım Londra Oteli'nin terasına da çıkıp, bir şeyler içmişinizdir ki, manzara müthiştir. Klavyene sağlık!
YanıtlaSilBalat bizim de sık sık gittiğimiz yerlerden, kırmızı taşlarla bezeli okul hep beni benden alır, durur uzun uzun bakarım...
YanıtlaSilÇok faydalı ve keyifli bir gezi yapmışsınız, ne güzel insanın yaşadığı şehri tanımak istemesi;)