28 Kasım 2025 Cuma

Son Kasım Cuması

                   Mustafa Kutlu'dan, Ezanı Beklerken kitabında şöyle der;

"Zaman, nehir gibi akıp gidiyor. Ne geri geliyor, ne duruyor. İşte ömür dediğin de bu akışın içinde bir damlacık... Bazen sadece oturup susmak gerekir. Sözün kifayetsiz kaldığı anlar vardır. O anlar da hep bir bekleyişin içindedir... Acele etme. Her şey vaktini bekler. Ezan da, namaz da,  hayat da, ölüm de. Hiçbir eylemin nasıl neticeleneceğini bilemeyiz. Bekleyeceğiz. Beklerken ne yapacağız? Dua edeceğiz. Desene işimiz Allah'a kaldı. Allah'a kalmayan iş mi var?”

Bu paragrafı okuduğumda diğer yazılarında olduğu gibi büyük bir ferahlama hissettim. Zaman ve kader istediğin kadar karşı çık, çabala, inkar et yoluna devam ediyor. Yaşadıkların ya da yaşayacakların yarına gebe bir kenarda bekliyor seni. Olacak olacaktır, olan da olmuştur. Pasif bir kabullenişten bahsetmiyorum, yapacağımızı ya da yapabileceğimizi gerçekleştirmeye bakacağız, elimizden geleni yapacağız ama bir yerde de kabullenmek gerekiyor yoksa hayatla çok savaş halinde olursun. Ee bunun kime yararı olur, sadece bu savaşta mutsuz ve yorgun düşersin. Mustafa Kutlu'nun dediği gibi acele etmemek, beklemek gerekiyor. Bu sırada umut dolu dualardan yoksun olmamak. 

                Kendi seçimimle bu yaşta gurbetlere geldik, olmadı dönüyorum da diyecek pozisyonda değilim çünkü öğretmenlikte emeklilik zamanı yaz aylarında. O zamana kadar çalışmaya devam etmem lazım, bu yılı doldurmam gerekiyor. Kendimi motive etmeye, küçük mutluluklar bulmaya çalışıyorum. Meslekte ki 32 yılın yorgunluğu gurbette yaşamla daha çok üzerime çöküyor. Yine de bir bekleyiş içindeyim sabırla. 

Köyde öğretmen olmayı çok seviyorum çünkü şehirden her gün köye gitmek bile güzel. Okulumuz kocaman bir bahçenin içinde. Bu köyünde kendine has yanları var, onları gördükçe mutlu oluyorum. Ama son bir kaç yıldır gördüğüm köy çocuklarını da sanal dünya ele geçirmiş. Ailelerin çocuklara bilinçsizce ellerine verdiği telefonlar yüzünden çocukların  bir çok olumsuzluğa sahip olduğuna şahit oluyorum.



               Öğrencilerime doğa ve hayvan sevgisi vermeyi, empati geliştirmeyi, duygularının farkına varmasını, merhametli ve sevecen olmalarını, sevgi ve saygının temellerini atmayı amaçlıyorum. Bunun için çabalıyorum tüm sene. Ama veli profilimiz her yerde aynı. Herkes ödev var mı, bugün hangi harfi öğrendiniz ( ki bizde harf öğretimi yok ) matematikte ne öğretiyorsunuz? bla bla dolu istek. 
Bahçede güzel havalarda zaman geçirmeyi seviyoruz, aman hocam yine mi çıktınız bahçeye, çocuklar devamlı hasta oluyor dışarı çıktıkça, kızım yine mi üzerini kirlettin  cümlelerini duymaktan her sene her sene gına geldi.
Aslında sene başı yaptığım toplantıda günlük programı anlatıyorum, şu şöyle olacak açıklıyorum ama inanmazsınız her sene hep aynı problemler. Yani veli istek ve şikayetleri hep benzer.


           Bizim dezavantajımız yani okulönceci öğretmenlerin, her sene sil baştan yeni öğrenci grubunu almamız, her sene yeni velilerin olması. Kendimizi anlatana kadar yıl bitiyor hoop yeni bir sınıf !
İlkokulda bu istekler olmuyor ama. Sadece çocuklarla değil aileleriyle de devamlı bir uğraş içindeyiz. 
Allahtan çocukların o saf sevgileri, masum halleri var. Sınıf içinde saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Yoğun bir tempo halinde çıkış saatine geliyoruz. Eşyalarımı alıp çıktığımda işte köyün o mis gibi havası ilaç gibi geliyor.



                                        20 Kasım evlilik yıl dönümümüz. Beş on derken yirmiyi de devirip 26. yılımızı doldurduk. İnsanın inanası gelmiyor çünkü gençlik, orta yaş derken yıllar beraberce geçip gidiyor. Ailemizle bile bu kadar çok beraber yaşamadık. İnişler çıkışlar, mutlu, mutsuz derken bunca yıl gelip geçmiş. Artık duraklama dönemine girdik hissediyorum çünkü iş, çocuk, eğitim derken her şeyi yaşadık ve artık huzurla yola devam etmemiz lazım. Ama kader ne gösterir bilinmez. Umudum, hayalim sağlıkla yaşlanıp hayata devam etmek.


Buu hafta boyunca okuduğum kitaplar..





                    Her şehrin pazarı birbirine benzer ama yöresel ürün farklılıkları da oluyor. Buranın perşembe pazarına gidiyorum her hafta. Çok kalanalık oluyor benim gittiğim saatte ama o renkleri görmek mutlu ediyor beni.



                 Chantal Akerman'ı bilir misiniz? Belçikalı yönetmenin daha önce bir filmini izlemiştim aklıma gelince geçen hafta bulabildiğim diğer filmlerini de izledim. Farklı bakış açısıyla , annesine olan sevgisi ve ölümünden bir yıl sonra intihar etmesiyle beni çok fazla düşündürdü bu hafta. İzlediğim filmler aşağıda. Keşke diğerleri de bir yerlerden bulabilseydim. Filmleri öyle bol aksiyom içermiyor hatta kamera açıları bile durgunca ilerliyor, fazla mesaj verme kaygısı da yok gibi. Mesela Jeanne Dielman filmi tam 3 buçuk saat uzun uzun bir kadının ev yaşamını konu ediyor. İzleyenler aman bu ne her gün yaptığımız işleri çekip durmuş diyebilir ama acı gerçek işte bu; acınası hallerimiz tüm çıplaklığıyla önümüzde..



                          Annemden gelen fotolar. Bizim bahçeye gidip kendi kendine olan mahsulleri toplamışlar. Ah gözümde tütüyor bahçemiz. Yabani pırasalar her yeri sarmış, 4-5 tane daha kabak varmış biz onlarla börek yaparız, toplayıp eve getirmiş annem. 




Bu hafta içi burada bir instagram arkadaşı edindim, uzun zamandır yazışıyorduk. Buluşup tanışmaya karar verdik ve salı günü bir kafede oturduk. 30 yaşlarında sempatik ve konuşkan bir kız. Eşiyle birlikte 3 yıldır burada oturuyorlarmış onlarda gurbetçi yani. Gerçi bu şehirde yaşayan çoğu insan başka illerden çalışmak, iş güç için gelen insanlar.
Güzel keyifli bir tanışma yaşadık, daha sonrası için sözleşip ayrıldık.



24 Kasım günü velilerim ve öğrencilerim sürpriziyle güne başladım. Her sene bugün heyecan ve mutlu anlar yaşıyoruz. Sembolik günler de olsa bu kutlamalar birlik beraberlik sağlıyor bence. Öğretmenlere küçük ellerle uzatılan çiçekler sevincimizi çoğaltıyor. Meslekte geçen bunca yıl kaç öğrencim kaç velim oldu diye hesap yapınca neredeyse beş yüze yakın.  Hangi meslekte bu kadar iletişim bu kadar uzun zaman da oluyor diye düşünürsek gerçekten kutsal bir meslek. Çocukların ikinci anne babasıyız çünkü her şeyleriyle ilgileniyoruz..




Haydi bugün beni çizin dediğimde yaptıklarına bakın 💖



         Kitaphaber sayfasında yazılarımı paylaşıyorlar. Böyle bir mecrada benimde yazmamı istedikleri için çok mutluyum. Sürekli olmasa da yazılar gönderiyorum. Bunlar genelde gezi yazıları. Çarşamba günü son yazım paylaşıldı, okumak isterseniz burada
        Kasım ayı da böylece bitti. Sağlık olduğu sürece hayaller ve bunun için çalışacak güç olduktan sonra her şey mümkün geliyor. Bizi besleyecek hayallerimiz, umutlarımız hiç eksik olmasın arkadaşlar.
Herkese mutlu hafta sonları 💗













23 Kasım 2025 Pazar

Ortaçağdan Kalma Bir Kasaba ; SİGHİSOARA

                          Sibiu'da iki gece kaldıktan sonra trene binerek eski zamanlara orta çağa ışınlanacağımız kent Sighisoara'ya gittik. Adını çok duyduğum ve merak ettiğim bir kasaba olan Sighisoara Bram Stoker'e ilham olan ve Dracula karakterini yaratırken esinlendiği Vlad Tepeş'in doğduğu kasaba.Burası yine Saksonların kurduğu bir kasaba, böyle olunca da Alman esintileri çok. 

Unesco dünya miras listesinde olan bu Transilvanya kentini çok sevdik. Bizim Kazıklı Voyvoda da dediğimiz dünyanın da Dracula dediği kahraman işte burada doğmuş. Bu bile buraya gelen biz turistleri etkiliyor. Zamanın ruhunu ilk şehre ayak basmamızla hissediyoruz.

                     Tren garı binasını fotoğraflıyorum, inceliyorum, ruhunu hissediyorum. Biliyorsunuz ki en sevdiğim mekanların başında geliyor. Şehrin kıyısında duruyor bu bina, gelen giden yolcuları barındırıyor ve uzun yıllardır ayakta duruyor.


                          Tren garından şehre doğru yürüyoruz. Otelimiz gardan 1200 metre sonra gözüküyor ama biz düz yol sanmıştık. Eski şehir denen bölge baya bir tepedeymiş. Elimizde bavullar ile tırmanışa geçiyoruz. İlk Ortodoks Manastırını görüyoruz. Şehrin ortasından geçen nehrin üzerinden geçerek tepede ki otelimizi buluyoruz.
İşleten bayan bize odamızın anahtarını veriyor ve ahşap merdivenlerden çıkıp odamıza girince kendimizi iyice bu kasabanın içinde buluyoruz çünkü odanın tarzı tam o dönemlere ait.



                               Sighișoara Medieval Citadel'de merkezi bir konuma sahip olan Casa Cositorarului butik bir otel. Sanırım sadece 2 odası var. Zamanında bu ev kalaycılar evi diye geçiyormuş. Zevkle döşenmiş, bıcır bıcır eşyalarla dolu bir ev. Ben de böyle şeyleri çok severim ama o kadar çok vardı ki benim gibi temizlik hastası insanlarda anksiyete yaratıyor. Çünkü bu kadar çok objenin temizliği akıllarda soru işareti yaratıyor.

Sabah sade ama şık bir kahvaltı verildi. Yalnız şöyle bir olay oldu; ikinci gün saat 8 de kalkıp salona indik kahvaltı için. Kimse yoktu ortada. Saat 9'a kadar bekledik ama ne gelen ne giden oldu. Otel sahibi kadın ve çalışan çocuk ne zaman geldi bilmiyorum çünkü biz trene yetişmek için saat 9 da çıkmak zorunda kaldık. Yani o gün kahvaltı alamadık. Yazıştığımızda daha önce bize söyleseydiniz dendi. Tamam haklı olabilirler ama sonuçta burası otel. En azından saat 8 de işlerinin başında olmaları gerekirdi.



                       İki gün boyunca bu masal şehri gezdik. Bu kentin önemi Kont Dracula yani bizim Kazıklı Voyvoda denen Rumen komutandan geliyor. Gerçek adı Vlad Peleş. Aslında Osmanlı saraylarında büyümüş, Tokat ve Edirne'de eğitim görmüş sonra da Osmanlı eyaletlerine atanmış bir yönetici. Ama Osmanlıya vergi ödemeyi reddediyor. Kazıklı Voyvoda’nın hikayesi, güneydoğu Avrupa’nın kanlı topraklarında geçiyor ve Bram Stoker’ın ünlü romanı “Drakula”nın ilham kaynağı olmuş.

⁢Kazıklı Voyvoda, özellikle düşmanlarını kazığa oturtma⁤ yöntemiyle​ hafızalara kazınmıştır. ⁣Bu acımasız yöntemler, onun ​tarihte “Kazıklı” lakabını‍ almasına ‍neden olmuş ‍.




                                          Transilvanya Saksonları tarafından kurulan şehirde Osmanlı işgallerinden korunmak için 14 kule ve 5 topçu tabyası yapılmış. Şehrin merkezinde Piata Cetatii denen büyük meydan bulunuyor. Meydan çevresinde çeşitli dükkanlar, lokantalar ve kafeler bulunuyor. Meydandan ilerleyince Marangozlar Sokağı denen Strada Tamplarilor'a giriyorsunuz. Bu sokakta renk renk evler var ve her evin rengi bir mesleği temsil ediyormuş. En güzel fotoğrafları çekeceğiniz bir sokak burası.



                           İşte bu sarı ev Casa Dracula.. Yani Vlad Tepeş'in doğduğu evmiş.Saat kulesine gelmeden sağda bulunuyor. Binanın içinde aslında bir restoran bulunuyor. Üst katında bir kaç korkunç obje koymuşlar, bu efsanenin parasını kazanıyorlar. Bir de merkezde Vlad Tepeş'in heykeli var.
Dracula Evinin karşısında 13.yydan kalma Venedik Evi denen bir yapı var. Yani nereye giderseniz hep tarihin derinliklerine geçiyorsunuz.



                          Piata Cetatii yani ana meydanda köşesinde bir geyik başı olan ev var. Burası Casa cu Cerbi  yani Geyikli Ev. Alt tarafında bulunan restorana geçiyoruz biraz dinlenmek için. Çünkü gün içi binlerce adım attık. Hem böyle güzel bir yer de güzel bir meydanda kahve içmeden olmaz. Kendimize kahve ve buraların meşhur tatlısı Papanaşi söylüyoruz.
Benim için seyahatlerimizin en önemli kısmını güzel mekanlarda içilen kahveler oluşturuyor. Hava soğuk aslında 13 derece civarı ama keyfimizden vazgeçemiyoruz. Dışarıda bir masaya oturuyoruz, dizlerimize battaniyeleri de yerleştirip kahvelerimizi yudumluyoruz. Allahım var mı başka güzel bir şey!





                           Turnul cu Ceas yani Saat Kulesi şehre turistik katkısı olan yerlerden biri. Kulenin içinde 14. yy'dan kalma saat varmış. Saatin üzerinde çeşitli simgeler var mesela elinde zeytin dalı tutan Barış, kılıç olan Adalet, Gece ve Gündüz'ü  gösteren iki melek var. Bir de haftanın yedi günü temsil eden mitolojik karakter var. Bu oyuncaklar sabah saat 10'da dansediyorlarmış ama biz göremedik tabi o saatte otelde kahvaltımızı yapıyorduk.




                            
   Şehirde 14 kule var demiştik ama günümüze 9 tanesi kalmış. Hepsinin farklı ismi var.

  1. Turnul cu Ceas (Saat Kulesi)  Kalenin  en büyük gözetleme kulesi
  2. Turnul Croitorilor (Terziler Kulesi) 
  3. Turnul Fierarilor (Demirciler Kulesi) 
  4. Turnul Cizmarilor (Çizmeci Kulesi) 
  5. Turnul Cojocarilor (Kürkçüler Kulesi) 
  6. Turnul Macelarilor (Kasaplar Kulesi) 
  7. Turnul Franghierilor 
  8. Turnul Tabacarilor (Bobabacarilor) 
  9. Turnul Cositorarilor (Tenekecilerin Kulesi) 



Eski şehirden çıkarak çevresinde yürümeye başlıyoruz. Gide gide kenar mahallelere kadar geliyoruz. Oldtown biraz sonra tam karşımızda kalıyor.
 Tekrar yürüyüşe geçerek kulelerin çevrelediği ana meydana gidiyoruz. Ama yolda bir heykel görüyoruz. Yavrularını emziren dişi bir kurt heykeli. Araştırınca bunun Lupa Capitolina  yani Roma’nın efsanevi kurucusu Remus ve Romulus kardeşleri emziren kurt heykeli olduğunu öğreniyoruz. Orjinali Roma’da bulunuyormuş.



                            Şehir gece de çok farklıydı. Saat 6'dan sonra her yer ıssızlaşıyor, sessizlik her yeri kaplıyordu. Dracula'nın nefesini arkamızda duyduk desek inanmazsınız ama öyle bir atmosfer ki buna isteyerek inandık biz :)


Gece lambalarının yaydığı sarı ışık öyle muhteşem bir hava katıyor ki şehre..


                         Sibiu'dan sonra bize çok farklı gelen bir şehri de görmüş olduk. Buradan sonra yolculuk başka güzel bir yere oldu ama Sighisoara'da geçirdiğimiz iki günü azar azar videoya çektik. Hadi alın elinize çayları geçin ekran başına..












Son Kasım Cuması

                    Mustafa Kutlu'dan, Ezanı Beklerken kitabında şöyle der; "Zaman, nehir gibi akıp gidiyor. Ne geri geliyor, ne ...