24 Nisan 2024 Çarşamba

Diğer Ev

                                  Rachel Cusk adını nerede gördüm hatırlamıyorum ama ilk kez okumak üzere iki kitabını satın aldım. Diğer Ev kendimden çok şey bulduğum kitap oldu. Aynı kitaptaki kahraman kadının ünlü bir ressamın sergisini gezmesiyle aydınlanması gibi. Ressam L. 'nin sergisine giriyor, yapıtlarını tek tek inceliyor, otoportresiyle karşılaşıyor ve kendi üvanlarının -eş, anne vb.- oluşturduğu güvenli ve esir edici yaşamında ki karanlık baskıyı net görüyor ve şöyle diyor; 

                 '' L.'nin tablolarından çıkan ve bana kendini böylesine açık seçik ifade eden neydi diye merak edeceksin. Şuydu: Buradayım.''

Biz kadınları düşününce hayatın her aşamasında hangi konumda hangi coğrafyada olursak olalım benzer sorumluluk kodları yüklenmiş, yapması gereken şeylerin önceden belirlenmiş olduğunu görüyorum.Kendi hayatımda da ergenlik ve gençlik yıllarımın varoluş ve yer ediniş savaşıyla geçtiğini, evlilik yoluna da tamamen kendi isteğimle girdiğimi, iş ve eş olma durumunda da bir çok insanla benzer zorlukları yaşadığımı, küçük çarklarımızda dönüp durduğumuzu, yılların hızlıca eridiğini görüyorum. Bir de çocuk olunca adanmışlık hali ikiye katlanıyor. Evlilik neyse de bir de çocukla özgürlüğün artık kendimden uzaklaştığını hissediyorum. Kitabın sonlarında özgürlüğü bu kadar sorgulayan kadının çocuğuyla bunu tamamen yitirdiğini yazıyor.

              Şimdi bakıyorum şu noktada yani elli yaşına gelmişken artık bir çok dalganın yerini sakinlik almış, çocuğumuzu büyüttüğümüz o yirmi yıl boyunca çok çabalamış ve yorulmuş, heyecanlarım, tutkularım, hayallerim bile dinmiş buluyorum kendimi. Ee tabi gençliğin verdiği o freşlik, tazelik yavaş yavaş sona ererken vücutta bunca değişime ayak uydurmakta zor olmaya başlıyor.


                         Kitapta ki kadın benim gibi ellili yaşlarda, büyüttüğü yirmili yaşlarda kızı, ikinci eşiyle uzak bir kasabada yaşıyor. Eşi -yine benim ki gibi- kendi ketum dünyasında yaşıyor, sevdiği işlerle ilgileniyor, kadının tüm çalkantılı ruhuna sessiz kalıyor sadece varlığıyla destek oluyor. Gelgitlerin olduğu okyanus kenarında ki evlerinde yaşıyorlar. Evlerine yakın başka bir evleri de var, buraya hiç tanımadıkları insanları misafir olarak davet ediyorlar, uzun uzun kalıyor insanlar. 15 yıl önce resimlerini görüp bağ kurduğu ressamı bu yazlık evine davet ediyor ve geldiği ilk günlerde ressamla şöyle bir şey yaşıyor;

“Hafif şakacı bir ifadeyle bana baktı. ‘Ama sizi gerçek anlamda göremiyorum’ dedi. ‘Neden göremiyorsunuz?’ diye sordum. Bu sanıyorum ruhumun en dibinde yatan sözdü, hep sorduğum ve hâlâ da sormak istediğim çünkü henüz bir cevap alamadığım şeydi.”

               Kadının yaşadığı durumu bir hesaplaşma ya da özgürlük peşinde gibi görmemek lazım. İnsanın ya da sorgulayan insanın her daim içinde yer verip büyüttüğü bir şey bu. Ölene kadar süren, ne olduğunu ne istediğini anlamaya çalışması, insan olma savaşı bence. Kitabın bir yerinde şöyle diyor; ''Zihnimizde kurguladığımız şeylerin içinde neden bu kadar acı çekerek yaşarız? Kendi yarattığımız şeyler niçin bu kadar acı verir? Bunu anlıyor musun, Jeffers? Bütün hayatım boyunca özgür olmak istedim ama küçük ayak parmağımı bile özgürleştirmeyi başaramadım.''

Eşini, çocuğunu, ailesini yani hayatını sorgulamayan yoktur. Kimimiz acımasızca, kimimiz bir çok şeyin üzerini örterek, inkar ederek kimimiz kabullenerek yaparız bunu ama kafamızda ki kaos bitmez. Çocuğa, evlada ait hesaplaşma en acı verendir, kendimize sert vuruşlar yaptığımız alandır belki de. Yine kitaptan not aldım;

''Çocukluktan sonra tam kendimi toplayıp en sonunda o çukurdan sürünerek çıktıktan ve güneşi yüzünde ilk kez hissettikten sonra, o bulunduğun noktayı, senin çektiklerini çekmeyeceğinde kararlı olduğun bir bebeğe vermen ve evladın bütün o acıları çekmesin diye tekrardan, bu sefer de fedakarlık çukuruna doğru sürünmen gerektiği gerçeğini bir türlü kabullenemedim.''

Evlerine konuk ettikleri ünlü ressam üzerinden hayatını sorgulayan, sanat ve gerçeklik arasında kalan, hangisinin daha değerli olduğuna karar vermek için deneysel bir ortam hazırlayan anlatıcı kadının düşüncelerini izlemek oldukça faydalı geldi bana. Zaten edebiyat bir anlamda yaşamı katlanılır kılan, yolunu bulmana yardım eden, yaralı ruhuna şifa veren bir şey değil mi? Sayfa sayfa okuduğum kitapta ki kadın ruh hali ve sorgulamalarıyla bana çok tanıdık geldi, durgunlaşmış yaşamımı değerlendirmemi başka bir açıdan etkiledi. Böyle kitapları okurken hiç bitmesin isterim, sonunda sanki aradığım cevapları bulacakmış gibi umutlanırım. İşte böyle bir kiitap, yolunu arayan, bu zor hayatta nefesi sıkışanlara bir soluk!

19 Nisan 2024 Cuma

Nisan Cuması

                        '' Dün bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar. Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kararlı, hızlı adımlarla yürüyordum rüzgarda, her sabah olduğu gibi. Oysa yatağıma geri dönmek ve uzanmak istiyordum, hareketsiz, hiç kıpırdamadan , isteksiz ve hiç düşünmeden, ta ki o sesi olmayan , tadı olmayan, kokusu olmayan ''şey'' bana  yaklaşıncaya kadar. Yani belleğin sınırlarını aşıp gelen o uçucu anı bana dokununcaya kadar. ''

Agota Kristof  Dün adlı kitabına böyle başlıyor. Kitabın zor bir çocukluk geçirmiş, sevgi şefkat görmemiş ve bu yüzden yersiz yurtsuz kalmış kahramanı Sandor orta yaşa gelmiş, on senedir bir saat fabrikasında hep aynı işi mekanikleşmiş şekilde yapıyor. Hayatının bir amacı olduğuna inanıyor ama bunun ne olduğunu bilmiyor sadece bekliyor. Kitabın ilk cümlelerinde ki o bekleyiş, kendisini saran o buhranı çok tanıdık buluyorum okuyunca. Kitapları işte bu yüzden çok seviyorum, bunca insan arasında bana gerçeği hissettiren, beni yalnız bırakmayan, kaçınılmaz esaretliği azalttığı için..

                 20 Mart doğduğum gündü. Yarım yüzyıldır bu dünya üzerinde olmak çok kavranabilir bir duygu değil, boşluk hissediyorum sadece, onca şey yaşamama rağmen. Yıllar üst üste bindikçe bu boşluk artıyor. Yine de tutunmaya çalışıyorum olaylara, güzelliklere, umutlar yeşertmeye çalışıyorum hayatımda. Bir çabanın içindeyim, mutlu olmaya çalışmak için değil. Başka bir şey var bu dünyada ki varoluşumun diye hissediyorum ve cevap olarak inancımı koyuyorum yerine. O ruhumu doyuran tek duygu özde. Bu ramazan içe dönmek, şu aldatıcı bir çok işten uzaklaşmak çok iyi geldi. Beni yavaşlattı, huzurla doldurdu, manevi bir doygunluk yaşadım kısmen. Tüm olumsuz şartlara rağmen hayatta kalmama neden oluyor, iyi ki inançlı bir insanım diyorum kendime. İç huzura sahip olmak kolay değil, bunun için çabalayıp duruyoruz ama bir çok faktör yüzünden süreklilik olmuyor. 

                Kendime hediyem her seferinde kitap oluyor.Gideyim çarşı pazar gezeyim de kıyafet  falan alayım hevesim de yok artık. Ama kitap deyince akan sular duruyor..Bu yaş eşiğinde de iyi hissetmek için 5-6 tane kitap satın alıp hepsini okudum. İlki Agota Kristof'un Dün ve Okumaz Yazmaz oldu. 


                      Sonra bir blog yazısında karşılaşıp merak ettiğim Juli Zeh oldu. Temize Havale adlı kitabını almışım, onu okudum ama kurgusal ütopik dünyalar bana göre değil. Yazarın dili gayet akıcı, sizi sıkmıyor ama dediğim gibi ne bilim kurgu, ne tarihi ne polisiye, sevemedim. 


               Kitapta tasarlanan konu temizliğin uç noktası, devlet eliyle herkese dayatılmış sağlık ve temizlik kurallarından oluşan sistem. Şöyle anlatıyor kendini;

''Geçmişin tüm sistemlerinin tersine, ne piyasaya ne de bir dine itaat ediyoruz. İfratlı, tefritli ideolojilere ihtiyacımız yok. Sistemimizi meşrulaştırmak için halkın egemenliğine bel bağlamış bağnaz inanca da ihtiyacımız yok. Doğrudan biyolojik yaşamın varoluşundan ihtiyacından bir dayanarak salt salt akla boyun eğiyoruz. Zira her canlıda ortak bir özellik vardır. Her hayvanı, her bitkiyi  özellikle de insanı farklı kılar; mutlak birey sel ve kolektif hayatta kalma arzusu. İşte bu arzuyu toplumumuzun dayandığı o büyük uzlaşmanın temeli olarak yüceltiyoruz. Bir YÖNTEM geliştirdik ve bu YÖNTEM  her bireye mümkün olduğunca uzun , sorunsuz, başka deyişle sağlıklı ve mutlu yaşam garantilemeyi hedefliyor.''

               Burada yazılanlar kitapta ki kurgusal yaşamı özetliyor. Sağlığı bile yönetimlerin idaresinde bir dayatma olarak insana sunulduğunda sanıldığı gibi mutluluk veriyor mu vermiyor mu sorusu baz alınarak bir roman yazılmış. Aslında tartışılacak çok yönü var. 


          Diğer aldığım kitaplar Rachel Cusk'ın Diğer Ev ve Geçiş. Rachel Cusk ilk defa okuduğum  ve işte bu diye heyecanlandığım bir yazar oldu. İnsana, kadına dair gündelik meseleleri öyle güzel dile getirmiş, yormayan anlatımıyla derinliklere inebilmiş biri. Kenara not ediyorum, okumadığım diğer kitaplarını bulmalıyım diye..


''Kutuyu kafaya geçirdiğimde, o zaman, sahte ben gerçek beni yok etmektedir. Ama, bende sahtekârlığa karşı bağışıklık oluştuğundan, artık hiç balık rüyası görmeyi beceremiyorum. Kutu-adamlar, sayılamayacak kadar çok defa rüyalarından uyanmışlar, her defasında da, hep oldukları gibi yani kutu-adam olarak kalmışlardır.''

                                               İlginç bir okumaydı Kutu Adam. 


Masumlar romanı şu cümle ile başlıyor: “Benim vatanım çocukluğumdu ve ben büyüdükçe uzaklaştım ondan, uzaklaştıkça da o büyüdü içimde.”

Kewe, Brani Tawo ve Feruzeh İngiltere'de birleşen hikayeleriyle geçmişe yolculuk yapıyor, o dönemin 'masumlarını' anlatıyorlar bize. Kitabın sonunda '' İnsan İnsanın en iyi sığınaydı.'' diyor. 


Tolstoy okumayı çok seviyorum. Aile Mutluluğu'nu okumamışım. İnsanı, insan doğasını, ilişkileri en iyi anlatan yazarlardan biridir Tolstoy. Yine keyifle okuduğum kitap oldu.
Ramazan bir ay boyunca bereketi, huzuruyla beni sarıp sarmaladı. Kuran-ı Kerim'i tekrar okumaya başladım, hala da sürüyor. Her sayfasında yeni bir şey görüyor, öğreniyorum. Hayatta bu kadar kılavuz olacak, yaşam amacını gösterecek başka bir kitap görmedim. Tutulan oruçla geçen her günde yemeden içmeden uzaklaştıkça ruhum hafifledi. Boşuna eren evliya az yemiyor, az konuşmuyor hayatlarında. Çok yedikçe, yemekten çok keyif almaya başladıkça ruh kendini kaybediyor gibi geliyor. İnsanız tabi ki, güzel yemekler, masalar bizi cezbediyor ama en azından yılın bir ayı başka bir arınmaya geçmek lazım. 
              Okula gidip geldik mart ayı boyunca. Öğrencilerin o sıcak dokunuşları günlerimi renklendirdi.


Köyümüze bahar geldi..


Annem penceresinden gün sonu ışıklarını yakaladı yine...



                     Beni üzen bir şey yaşadım okulda bu ay. 5-6 sene önce bize gölge olsun diye okul bahçesine ektiğimiz ceviz ağacını köydekiler kesmiş. O gün okula gelince inanamadım. Kim niye yaptı diye arayınca aşılamak için kestiklerini söylediler. Biz o ağacı bize çok ceviz versin diye ekmedik, okul bahçesinde başka da ağaç yok. Yaz sıcağında altında oturuyor, dersler yapıyorduk ama ne yazık ki yurdum insanı hiç sormadan, kendi kafasına göre her şeyi bozmayı sevdiğinden böyle bir şey yaşadım. Bir de buna en çok üzülen ben oldum, ne güzel işte bedavadan aşılama yapılmıştı!




                                       Nisan ayının başında erkek kardeşimin doğum günü vardı. Ona sürpriz yaptım, yakınlarımı bir araya getirerek güzel bir gece geçirdik. Ama erkek kardeşler hep böyle sanırım, o benim doğum günümde sosyal medyada kutlama mesajı yazarak her sene olduğu gibi geçiştirdi. Biz erkeklerden farklı hissediyoruz galiba, özel günler de kutlama, ziyaret, ilgi alaka bekliyoruz ama olmuyor işte. Bence özel günlerle şu sıradan hayatlarımıza renk geliyor, ailece bir araya gelme bahanemiz oluyor..

               

                           Bayram üzeri yolculuğa çıkmadan halamı ziyaret ettim elimde menekşeyle. Menekşeleri çok sever. Hemen yeni yerine yerleştirdi, büyüyenleri bana gösterdi. Halam babamla birlikte ailemizde ki en yaşlılarından.Başka büyüğümüz yok, onlara hep hürmet etmeye çalışıyorum, arıyorum soruyorum. Birlikte daha çok zaman geçirmek için imkan yaratıyorum. Evde kendi kendine yeterli olup yaşıyor çok şükür.


Halam 83 yaşında babam 79. Allah sağlık, güç kuvvet versin, başımızdan eksik etmesin. Bu bayram eşimin anne ve babasının olmaması, evin son zamanlarında ki gibi aynı şekilde zamanda asılı kalması, oraya gittiğimizde ki o koca boşluk ve yas öyle ağır ve üzücü ki. Babaanne ve dedemizi çok özlüyoruz, anılar hep bizimle...
Biraz da bayram tatilinde gittiğimiz gördüğümüz yerlerden bahsedeyim. Bayram tatili olunca kızımda eve geldi üniversiteden. Almanca hazırlık gördüğünden özellikle konuşmada konuşuyor. Çünkü lisede dili  ingilizceydi. Ama yine de iki kuru verdi, yakında üçüncü kur sınavı olacak. Oldukça stresliyiz biz anne-baba olarak.
Ama bu uzun bayram tatilinde bir yerlere gidelim dedik ve çok uzak olmayan, daha önce gitmediğimiz şehirlere gitmeye karar verdik. 
Pelin artık 19 yaşının içinde olduğundan tüm gençlik enerjisiyle şehirde, kafelerde, avm'lerde gezmek istiyor. Bizim iç Anadolu şehirlerine yapacağımız gezide morali bozuldu:) ama ailece bir arada olmamızın verdiği mutlulukla -ara ara alışverişte yapınca- keyfi yerine geldi. 
İlk olarak sabah yola çıkıp Kütahya Tavşanlı ilçesine uğradık. Küçük bir kasaba ve leblebisi meşhur. Biraz çarşısında gezip, leblebi alıp yola devam ettik.



Sabahtan beri çok aç olduğumuzdan yol üstünde gördüğümüz bir düzlüğe masamızı kurup, sabahtan hazırladığım kahvaltıları çıkardık. Artık bir yerlerde kahvaltıya fahiş fiyat vermek istemiyorum. Nehre yakın yerimizde bir saat keyif yaptık.



Arabayla ilerleyip çok görmek istediğim Çavdarhisar Aizanoi Antik Kentine gittik. 




Akşama doğru konaklayacağımız Uşak'a ulaştık. Merkezde uygun fiyatlı Esila Pansiyona yerleştik, iki gece burada kaldık. Ertesi gün yaklaşık olarak bir saat uzaklıktaki Kula bölgesine gittik. Akşama kadar öyle yoğun gezdik ki burada ki gezimiz çok iyi geldi bize. Kula coğrafi olarak çok farklı bir yer. Kula peri bacaları, Dilvit Jeoparkı, Bazalt Sütunları, Taşyaran vadisi, Kula evleri.. Her şey o kadar güzeldi ki..



                                               Tarihi evler.. Çok az kalmış ve yıpranmış...


Bazalt Sütunları.. Köyün arkasında ki dağlar boyunca..



                                                 Kula Peri bacaları.. Müthiş bir coğrafya, yürüyüş yollarıyla tam keşfedilecek bir bölge. Ama çoğu insan arabalarla gelip kıyısında köşesinde foto çektirip gidiyor. 


Peksimet diyorlar sanırım. Burada katmer ve bükmesi de meşhur. Biz denedik çok beğendik..



Tarihi camileri çok güzel, içlerinde ki işlemeler, hat yazılarına hayran kaldım..




                                         Uşak gezimizi video yapıp kanala koydum. Aboneyseniz zaten biliyorsunuz. Seyretmek isteyenler haydi buyrun..
                       Uzun zamandır yazmamıştım, bloglara açıp bakamamıştım. Çok teşekkür ederim beni merak edip soranlar da olmuş. Onların mesajlarını yayınlamadım ama okudum. Zaman oldukça yazmaya devam edeceğim, bana iyi gelen bir şey bu. Şunu bunu yaptım diye tekrara dönüyor ama bir tür sohbet gibi geliyor bana.
En kısa zamanda bloglarınızda görüşmek üzere !





8 Mart 2024 Cuma

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olumsuzluklar yaşadım, canımı sıkan küçük küçük olaylar oldu. Bazıları da çözülmüş değil. Kırk yaşından önce baş ağrısı nedir bilmezdim ama şimdi değişen yaş dönümü hormonlarıyla mide bulantılı ağrılar başladı. Filmlerde vardır ya başına bir eşarp sıktırırlar, aman aman diye dövünürler gerçekten onları şimdi çok iyi anlyorum. Burada yazdıklarım olumlu şeylere odaklı biliyorsunuz, o yüzden keseyim artık bu konuyu.

                                Hafta boyunca serin, gri bir hava vardı. Güneşin olmadığı bu zamanlarda bu griliği de çok seviyorum. Hayat biraz durgunlaşmış gibi geliyor. Fazla sürmeyince bu havalar insanın hoşuna gidiyor galiba. Haftasonu bahçemizde baya bir çalıştık. Aşağıya o videomuzu koyacağım. Azar azar da olsa bahçe mahsüllerini toplamak çok güzeldi. Bunları alınca onca emek, yorgunluk geçiyor.


Bir tabak dolusu şifalı bitki. Biberiye, marul, yeşil soğan, ballıbaba, adaçayı, nane..




Pazar günü hava daha güzeldi, sahilde tek başıma yürümek öyle iyi gelmişti ki..
Büyük çınar ağacımı uzun zamandır görmemiştim..


Bu hafta kütüphaneden aldığım kitaplar...


Okula gittiğimde köyde ki sisli, gri hava..



Bu hafta okulda bahçe bitkilerinden bezelye ve baklayı çalıştık. Arka bahçeye ektiğimiz baklalar baya bir büyüdü. Onları inceledik, bezelyeler de azar azar çıkmış. Bezelye resimleri yaptık. Artık büyümelerini ve toplamayı bekliyoruz. Sonra da yemeğini yaparız.


Öğrencilerimden biri beslenme çantasını açınca annesi tarafından konmuş bir süprizle karşılaştı. O da çok mutlu oldu ben de. Hemen anneyi tebrik ettim. Ama ne yazık ki her zaman böyle güllük gülüstanlık olmuyor sınıf. Hafta boyunca velilerden ikisiyle sorunlarda yaşadık. Bir öğretmeni üzüen en büyük şeylerden biridir bu, veli açmazı...



                                                               Bahçe işlerimizin videosu..

                           Bu haftasonu ramazan başlayacak. Bu ramazan hem oruç, hem ibadet yönünden okul dışında içe dönmeyi planlıyorum. Beni oyalayacak bir çok şeyden uzak kalmaya niyetliyim. Sanki biraz ruhumu arındıracakmışım gibi geliyor. Bu yüzden odaklanacağım şeyler değişecek planlarıma göre. Bakalım başaracak mıyım?  Blog yazmaya ve okumaya da ara vereceğim bu yüzden.

                                                                   Kalın sağlıcakla.....






1 Mart 2024 Cuma

Martın İlk Cuması

                        Mart ayı da geldi arkadaşlar. Ömrü olan görüyor işte. Mart çok uzun, hep soğuk ve gri olduğundan, bir türlü bahar gelmediğinden, kış desen değil yaz desen değil günlerin çok olduğu, belirsiz çalkantılı bir aydır, üstelik bu ayda doğmuş dünyaya gelmişim bir zamanlar. Hatta annem doğduğum gün çok soğuktu, hastane tabi ki o zamanlar sobalı ve soğuktu diye anlatır. Doğar doğmaz hastalanmışım, hey gidi günler çabuk geçti :)

                     Şubat  ayı günlük güneşlik geçti. Haftasonu bahçelere yayıldık, piknikler yaptık, kuzenler arkadaşlar bir araya geldik. Cumartesi instagramdan tanışıp gönül dostu olduğum bir arkadaşım da geldi bizim hütte'ye :)


                               Pazar günü de kuzenlere haber verdim, hadi güzel havayı kaçırmayalım piknik yapalım diye. Gerçekten de bereketli bir masa kurduk. Aklıma bir yerlerde okuyup not aldığım hadis geldi ki şöyle;

Vahşî İbni Harb şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı:
– Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz, dediler.
Resûl–i Ekrem onlara:
– “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!” diye sorunca:
– Evet, öyle yapıyoruz, dediler.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz; yemeğiniz bereketlenir” buyurdu.


                      Gerçekten de ne zaman eve misafir gelse bereket oluyor, eksilen olmuyor aksine çoğalıyor gibi geliyor her şey. Daha önemlisi birlikte olmanın verdiği enerji, olumlu duyguların yerine bir şey konamaz.


Annie Ernaux'nun iki kitabını almıştım. Biliyorsunuz yazar kadın sorunlarını, duygularını en iyi anlatan bir yazar. Boş Dolaplar ve Olay okuyup bitirdiğimde moralim bozulmuş, hatta çökmüş durumdaydım. Bir kadın olarak yazılanları sorguluyor, kimi zaman kendine yakın buluyor, öfkeleniyor ve acımayla doluyorsunuz. 
1960lı yıllarda olanlar günümüzde de yaşanmıyor değil. Bir çok kavram kişinin kültürüne, inancına, aile yaşantısına paralel şekilleniyor. Hele şu an genç bir kız annesi olarak empati kurmam yüksek dozdaydı normal olarak etkilenmem de bunla bağlantılı oldu.




                      Hafta içi okula giderken, derse girmeden okumalarıma devam ettim. Hava gündüz sıcak olmasına rağmen sabahları çok soğuktu. Sobamızı yakıp çaylar içildi.




Isı farkından çok sisli sabahlar yaşadık köyde. Derse girmeden ıssız ve sessiz sokaklarda gezmek çok güzel, o ayazı kemiklerinize kadar hissediyorsunuz..


Sınıfta bol kurabiyeli ve kekli günler geçirdik. Öğretmenleri ne seviyorsa çocukların ilgileri de ona göre şekilleniyor galiba. Çocuklar artık bir çok tarifi biliyor :)



                                      Ah bu Olay kitabı işte. Öyle canım sıkıldı ki okurken..



Sınıfta bir hafta boyunca salyangoz konusu işledik. Bahçeden bol bol topladık, inceledik, resimlerini yaptık, onlara yuva yaptık, tekrar doğaya bıraktık..


                                                    Hftanın keki mandalinalı kek!



                                   Bugün de biliyorsunuz Martın biri. Marteniçkalar yapılıyor Balkan ülkelerinde. Ben de Sofya'da almıştım bir tane. Yarın Kulübemize gidince bir dilek tutup ağaç dalına bağlayacağım. Galiba ilk leyleği görünce çözüyoruz.



Herkese mutlu ve huzurlu haftasonu dilerim...

Diğer Ev

                                  Rachel Cusk adını nerede gördüm hatırlamıyorum ama ilk kez okumak üzere iki kitabını satın aldım. Diğer ...