10 Ekim 2025 Cuma

Cuma Geldi

Sabahattin Kudret'in ne güzeldir şu şiiri;

Bir sabah ellerin cebinde çık evinden Ceketin iskemleye asılı kalsın Bekliye dursun dostun Kahvede İşe gitmekten de Bugünlük vazgeç Öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında Güzel şehrinin Yeniden tat gökyüzünü Ağaçlara selam ver Apartmanların hatırını sor Senden başkaları için değil Bu güzel gün Mavi gök.

Ah nerde bu çılgınlık, nerde bu özgürlük! 32 yıldır sektirmeden hatta hiç geç kalmadım gittim
geldim 32 yıl boyunca. Keyfi ne bir izin ne bir rapor aldım. Görev aşkı demeyelim buna bence
aşırı sorumluluk duygusu. Diğer insanların da hep böyle olduğunu sanırdım. Yıllar geçtikçe bir
çok insan tipi gördüm ve çok şaşırdım. Şimdi bile eşimle konuşurken anlattıklarına şaşıp kalıyorum. Fabrikada olanları anlatıyor; keyfi işe gelmeyen, keyfi işi bırakan, işe girdiği ilk ay fabrikada
tanıştığı kızı kaçırıp sırra kalem basanlar..
Bu yaşıma geldim hatta yirmili yaşlarımda dahi hep her davranışımın sonucunu düşündüm ve
mantıklı kararlar almaya çalıştım.
Bu arada bu yazıyı yazarken bu bloglarda bir şey mi değişti anlayamıyorum çünkü yazdıkça
yazı devam ediyor ve yazı uzayıp gidiyor.
Hiç sevmem yenilikleri, öğren dur yeni şekli. Hayatımız kolaylaşmıyor farkediyor musunuz, ne kadar
teknoloji o kadar saçma ayrıntı. Zaten yaş itibariyle bir çok yeni şeye direncim başladı, bildiğin
klasik yaşlılık sendromları yaşamaya başladım erkenden. Beni yormayacak sade bir yaşam istiyorum.
Bu değişiklik bile canımı sıktı şimdi. Çözene kadar uğraş dur. Bakalım yayınlayınca yazıyı ne çıkacak..



Geçen hafta sonu yollara çıktık, yağmurlu bir 3 saat sonucu memlekete gittik. Annemlere haber vermemiştim, çok süpriz oldu. Gecenin onunda bizi gördüklerinde hafif bir şok yaşadılar ve çok sevindiler. Gece hasret giderdik ve ertesi gün güzel bir kahvaltı sonrası bağ evimize gittik.
Geçen gelişimizde evde bir fındık faresi görmüştük. Ona tuzaklar alıp tüm evi ortaya döktük. Tüm hurçlarımızı boşalttık içlerine naftalin koyduk. Tüm ev öyle bir naftalin koktu ki biz bile zehirleniyorduk. İki fare olduğunu anladık çünkü açtığımız kapakların ardından fırladılar. 



                     Yeni yorgan yıkatmıştım poşetinde yatak bazasında duruyordu. Baktım naylon yırtılmış aklıma içine bakmak geldi. Yorganı şöyle bir silkeledim ki içinden beş yavru döküldü. Yazık ne yapacaklarını bilmeden öylece ortada kalakaldılar. Bir kaba koyup bahçenin uç köşesine koyduk.

Bahçede şifalı otlarım büyümüş, demetler yapıp eşe dosta verdim.


Biraz zeytin topladık,yeşil zeytin kırması yaptık.
Akşama iki arkadaşımla çok keyifli bir buluşma gerçekleştirdik. 



                    Pazar günü ailemle kahvaltı yaptıktan sonra İstanbul Beykoz'a kızımı görmeye gittik. Onu da alıp o bölgede bulunan Mecidiye Kasrına gittik. Deniz kenarında bulunan bu muhteşem köşkü gezmeden önce
kafesinde oturup kahve içtik. 


Milli Saraylar İstanbul'un çeşitli yerlerine dağılmış milli hazinelerimiz. Çok güzel yapılar ve günümüze kadar gelip bizlerin gezmesi görmesi için halka açılmış. İstanbul'a gittikçe gezmediklerimi görmeyi planlıyorum.



              Köşkün bahçesinden İstanbul'un Beykoz tarafı harika görünüyor. Oldukça sakin bir yer bu da benim iiçin çok kıymetli. Çok çok beğendiğim bir yer oldu Mecidiye Kasrı.


           

  Yürüye yürüye Yalıköy'e indiğimizde Ahmed Mithat Efendi evini gördük. Ama her yeri kapalıydı, gezilebiliyor mu anlayamadık.




Güzel günler çabuk geçti tabi ki. Pazartesi soğuyan havayla okula gittik. Sonbahar iyice kendini hissettiriyor ve ben bunu çok seviyorum. Çocuklarla sonbahar köşesi hazırladık. Orada çok zaöman geçiriyorlar, inceliyorlar, elliyor, kokluyorlar. Çocuklar da ki bu merak duygusu bizlerde nasıl da körleşiyor değil mi?


      Çerkezköy'de artisan denen fırınlardan birinin açıldığını öğrenince hemen gittim. Gerçekten de birbirinden lezzetli hamur işleri yapılmış. Hadi gel de diyet yap!!
Kendime bir şeyler seçmek bile ne mutluluk !




Yağmurlu günlerde koşa koşa eve gittim. Hafta başından beri çok başağrım vardı. Neredeyse 3 gün dayanılmaz ağrı çektim, şu an bile sızı şeklinde devam ediyor. Bir de sınıfta beş saat çocuk gürültüsüyle olduğumu düşünün. 
Geçici olduğuna kendimi inandırıp resmen katlandım bu duruma. Kitap okumak bile kabus oldu. Ben de diğer terapim nakış ve örgüye yoğunlaştım. 
Cam önü sukulentlerin içinden domates fidesi çıkmış, bakalım bu ayaz geceler de ne olacaklar? Baya da dayanıklı duruyorlar. Keşke bir tane de olsa üzerinde.
Böylece bir hafta geldi geçti bile. 
Dün Gazze ile ilgili güzel haberler aldık, umarım artık tamamen biter ve insanlar artık bu zulümden kurtulur.
Herkese iyi haftalar!










































5 Ekim 2025 Pazar

Ekimin İlk Cuması

 

                  Ekim ve kasım ayını çok seviyorum. Yazın o boğucu havası bitti çok şükür. Gençken severdik yazı, etkilenmezdik tabi neminden sıcağından. Ama son yıllarda aşırı sıcak bizleri eve kapattığı için sevmiyorum. Şöyle deniz kenarında bir eviniz olacak denize girip duracaksın oh o zaman yazlar da güzel!

Nihayet nefes alabildiğimiz, tatlı tatlı üşüdüğümüz mevsim geldi. Gökyüzünün bin bir hali bu mevsimde muhteşem. Bazı blog arkadaşlarında günlük rutinlerini okudum, herkes gün boyu genelde ne yaptığını anlatmış. Devamlı gidip geldiğiniz bir işiniz varsa hayatınız gün boyu genelde aynı hareketlerden örülü oluyor. Benimde öyle..

Sabah 8 buçuk gibi arabama binip köyde ki okuluma yirmi dakikada gidiyorum. Yolum çok şükür ki yoğun değil hatta sağlı sollu ağaçlarla çok keyifli. Genelde trt 3 radyosu açık oluyor, artık hangi klasik müzik denk gelirse.

Çocukları saat 9 da sınıfa alıyorum ve hemen zencefilli limonu hazırlıyorum. 


Okuldan çıkana kadar bu sudan içiyorum. Erken kahvaltı yapanlardan değilim, genelde çocuklarla saat 11e doğru yapıyorum.Sınıfta zaman hızlı ve yorucu tempoda devam ediyor. Çünkü biz okul önceciler ne yazık ki aralıksız ve molasız 5 saat sınıf içinde hızlı bir tempodayız. Yanınızda yardımcı biri olmayınca 5 yaş çocuklarının tüm işlerini tek başında görüyorsunuz. Özel okullarda bu süre daha çok..


Bu hafta çocuklarla turşu kurduk..



Okul saat 2 de bittiğinde eşyalarımı toparlayıp çıkıyorum. Okulumuzun hemen çıkışında köy kadınlarının satış yaptığı reyonlar var. Çok değil 2-3 kişinin yeri ama ne isterseniz var. Perşembe ve cuma günleri açıyorlar. Hemen onlara uğruyorum, peynirli gözleme yaptırıyorum. Pişmesini beklerken teyzelerle sohbet ediyoruz. Tarhana aldım bu hafta. Her perşembe sabah pişirilmiş köy ekmeğimi de alıyorum. Süt ve yumurta da alıp eve doğru yola çıkıyorum.

Evime geldiğimde biraz yürümek için çarşıya doğru gidiyorum. Çünkü kapalı bir yerde uzun süre kalmak beni mutsuz ediyor. Güzel bir yolda yürümek isterdim, tertemiz sokaklarda, balkonlarında camlarında çiçekler olan , ağaçlarla kaplı patikalardan geçmek isterdim. 
Hayaller yüksek bu ülke de olmayacak şeyler bunlar. Aslında insanca yaşamamız için zaten olması gereken ama olmayan...


Benim yollarım ise böyle..
Bu kadar çöpün içinde nasıl yaşamayı kabul edebiliyoruz??

        Geçen gün Mithadcan blogunda okudum, duygu ve düşüncelerime tercüman olmuş. Bakın ne diyor;

 ..aslında ve ezcümle; enerjim düşük amirim. ama sokağa çıkınca kurallara uymayan kim varsa kafa atacak kadar da doluyum. bu bir çelişki midir? belki evet. belki değil. anket yapsak kutuplaşmış ülke iklimi gibi ikiye ayrılırız kesin. sanırım işin özü şu; kıyıya vurmuş milyonlarca deniz yıldızını denize geri atmayı bıraktım. boş, manasız geliyor artık çoğu şey. yapsan ne olur yapmasan ne fark eder moduna düştüm ya da bilerek atladım galiba. ülkeden değil de insanından umudumu kestiğimden belki. çünkü eskiden de hırsızlar vardı, yavşaklar vardı, fırsatçılar vardı bu kadar çok olmasa da. kötülük hâbil ve kâbil'den bu yana zaten! ama iyiler çoğunluktaydı o güzel atlara binip gitmeden evvel. bir utanma duygusu, bir vicdan muhasebesi vardı be amirim. şimdi "adam" gözünün içine baka baka ayakta becermeye çalışıyor seni. işine gelirse diyor bir de haklıymış gibi. acı olan ve umudumu yitirmeme sebep olan bu çürümenin toplumun sadece belli bir bölümünde değil her sektöründe, her tabakasında, her mahallesinde hatta ve nerdeyse her hanesinde önlenemez bir şekilde artması. hep birlikte görüyoruz. yaşıyoruz. dolayısı ile kulağını tıkayıp gözünü kapatamıyorsun. etkileniyorsun. insanız nihayetinde. yoruluyoruz. 



                           Umutsuzum ben de, inancımı kaybettim artık. Yoruldum ben de insanların bu kötülüklerinden, umarsızlığından. Gün geçtikçe içime kapanıyorum. Beni mutlu edecek küçük şeylerin peşindeyim. Bir bardak kahve, güzel demlenmiş bergomatlı çay, yeni bir kitap için kütüphaneye gitmek, kitap okumak, güzel bir film, müzik açıp koltuğuna bir battaniye alıp oturmak. İnstagramda sadece bunları paylaşan insanları takip etmek, saatlerce seyahat fotolarına bakmak..

Fazla bir beklentim yok hayattan. Huzurla sağlıkla bunları yapıyor olmak..




Bu hafta izlediklerim..



Geçen haftasonu Kırklareli Pınarhisar ilçesi Kaynarca köyüne gittik.




                   İçinden sular akan. kanal kanal sokakları ayrılmış çok şirin bir belde. Trakyanın Venedik'i diye geçiyordu her yerde. Hatta kanalın içinde ilginç heykeller var. Alabalık tesisleri ile yeme içme mekanları gürül gürül akan sularla pek şenlikli.

         Pers Kralı Darius'u büyüleyen efsanevi suları, tarihi değirmeni, kanalları ve yemyeşil doğasıyla  Istrıcanya Dağları eteklerinde bulunan bu köy  öyle huzurlu ve güzel bir köy ki hayran kaldım. 
        Kasabanın merkezinden çıkan, dördü büyük sekizi küçük olmak üzere tam on iki ana kaynak birleşerek Kaynarca Deresi’ni oluşturuyormuş ve bu dere saniyede yaklaşık 1200 litre gibi etkileyici bir debiyle akarak çevresindeki köyleri sulayıp Ergene Nehri’ne karışıyormuş. 




Bu sular antik çağlarda “Teoros” adıyla anılmış. Bu isim Trak Kralı Teoros'tan geliyormuş.

Tarihçi Heredot’un aktardığına göre; Darius, İskit Seferi sırasında ordusuyla burada konaklamış ve suların güzelliğinden o kadar etkilenmiş ki üzerine “Ben dünyaya, Teoros ise dünyanın en güzel sularına sahiptir” sözlerini yazdırdığı bir kitabe diktirmiş. Bu kitabe de rivayetlere göre Balkan Harbi sırasında Bulgarlar tarafından sökülerek Sofya’daki müzelerine götürülmüş ve hâlen orada sergileniyormuş.  




                       Burada başka bir efsane daha var.  Tuna boylarında yaşayan bir çoban, suya düşürdüğü bastonunu yıllar sonra Kaynarca’da bir köy kahvesinin duvarında asılı bulmuş. Beldenin eski adı olan ve Rumcada “pınar”, “kaynak” anlamına gelen “Yene” ismiyle de birleşince, Mübadele öncesi dönemde Rum nüfusun yoğun olduğu beldede bu kaynaklar “Yene Suyu” olarak anılırmış .




Buradan rotayı Lüleburgaz'a çevirdik.




Tarihi surları, külliye ve camisi, taşköprüsü, yediğimiz lezzetli ciğeri, dondurması ve çarşısı ile tam gezmelik bir yerdi. 
iki üç saat kalıp dönmek zorunda kaldık ama başka zaman yine gitmeyi düşünüyoruz.




Gezmek dolaşmak, yeni yerler görmek gibisi yok. Bir günde dolu dolu gezdik, mevsimin getirdiği sebzeleri köy tezgahlarından aldık, şifalı ballarını tattık, tarihi camilerinde soluklanıp dualarımızı ettik. Tüm haftanın yorgunluğu bir günde silinip gitti bile.
Darısı diğer haftalara!

Cuma Geldi

Sabahattin Kudret'in ne güzeldir şu şiiri; Bir sabah ellerin cebinde çık evinden Ceketin iskemleye asılı kalsın Bekliye dursun dostun Ka...