2025 yılının ağustos ayına geldik, ne ara oldu ne zaman bunca hafta, ay, yıl geçti anlamakta zorluk çekiyorum. Elimde Yağız Gönüler'in kitabı, bir çok cümlesine hak vere vere okuyorum. '' Şu çıldırasıya yaşanan günlerde, kaygan zeminlerde, kendimize "Hâlin ahvalin nedir?" diye sormaktan çekindiğimiz bir çağda, anlaştığımız yazarlara sımsıkı tutunmamız gerekiyor.'' Bitmiyor çıldırası günler, aylar. Yaz gelsin diye tüm yıl bekliyoruz, tatilde rahat etmek, gezmek dolaşmak istiyoruz ama gelmesiyle birlikte aşırı sıcaklar, yangınlar, su krizi, ölümler birer birer kafamıza balyoz etkisiyle iniyor. Neye üzüleceğimizi şaşırdık. Yurdun her yanından yangın haberleri geliyor, kimin çıkarttığına dair teoriler dolu. Bence hepsi var neden olarak. Ama şu büyük bir gerçek ki ormanlarımız, yollar, şehirler, dereler, tepeler çöp, cam, pet şişe dolu. İnsanlar doğada vakit geçirirken çok umarsız, ağızlarda hep sigara, yürümek, dağa tepeye tırmanmak yok bizde, sadece gireyim ormana yiyeyim içeyim, mangal yapayım anlayışı var.
Bilmiyorum artık neye kızacağım, neye üzüleceğim şaşırdım. Biraz sahilde yürüyüş yapayım diyorum daha Bismillah evden çıkmadan bahçeme atılmış çöple karşılaşıyorum. Yol boyu, sahil boyu yollarda atıklar. Artık akşam zorunlu olmadıkça çıkmıyorum zaten çünkü ikindiyle birlikte insan seli başlıyor sahile inen. Tabi ki insanlar gidecek, gezecek, nefes alacak deniz kıyısında. Ama nerede artık adap, edep, saygı? Bir ben kafaya takıyorum herhalde bunu kafama. Çimlere oturmuşsunuz ailece ne güzel, ama boylu boyunca yatılmamalı oralarda. İçtiğin sigarayı hemen yerde söndürüp orada bırakmamalısın. Çimlerin içi zaten çekirdek ve sigara atığı dolu. Çocuklar, gençler çığlık çığlığa olmamalı bu alanlarda. Sende katlanan sandalyeni koymuşsun denize karşı, getirdiğin çayı yudumluyorsun belki ama kulağına bunca gürültü gelmemeli, ellerinizde ki telefonlarda izlediğiniz videoların sesini sonuna kadar açıp bize eziyet edemezsiniz.
Ama oluyor ne yazık ki. Ben de bunun gibi onlarca konudan rahatsız olduğum için evden çıkmıyorum artık.
Haftasonu ne yazık ki bizim de kasabanın dağlarında yangın çıktı ve öyle bir rüzgar vardı ki dakikalar içerisinde yangın yayıldı. Görev yaptığım köye doğru yangın ilerleyince köyü boşalttılar. Kim var kim yok özellikle köylüler yangına koştu. Etrafta ki ilçelerden de itfaiye geldi ama şiddetli rüzgarda söndürmek imkansızlaştı. Bir saat içinde yangın söndürme uçakları istendi ve hemen 3 tane uçak denizden su taşımaya başladı.
Diğer yangınlarda uçak yok, yetkili yok diye çok paylaşım oluyor ama bizde hızlı bir şekilde hepsi geldi. Devletin bence bu yıllardan sonra daha fazla yangın önleme ve koruma sistemlerine bütçe ayırması lazım. Her yıl artan sıcaklar, artan nüfusla buna ihtiyacımız var.
Bizde aşağıda ki evlerden tüm gün yangını büyük bir endişeyle seyrettik. Öyle kötü bir his ki anlatamam. Tüm gece süren çalışmalarla yangın söndürüldü ama o sırada Bursa yangın haberi geldi. Dediğim gibi biri bitiyor biri başlıyor üzüntülerin..
Aşırı bir sıcak var Marmara Bölgesi bile böyleyse diğer yerleri düşünemiyorum. Her gün 40 dereceye kadar ısı çıkıyor, nem zaten öyle fazla ki anlatamam.Çarşıya dahi çıkamıyorum gidemiyorum işlerimi yapmak için.
Cumartesi sabah erkenden taşıma şirketiyle eşyalarımı Çerkezköy'e gönderdim. Bir hafta annemlerde kalarak dinleneceğim dedim çünkü sonrasında baya yorucu ev yerleştirme olayı var. Eşya elemek, düzenlemek, kolilere koymak da çok yorucuydu. Vücudum isyan etmeye başladı; kollar ve bacaklarımda uyuşmalar, karıncalaşmalar başladı. Biraz mola vermem gerekiyor. İşler yoluna girmeden gideyim bir tatil yapayım da içimden hiç gelmiyor ve evde vakit geçiriyorum tüm gün.
Sabah balkonda ailece -annem, babam, ben ve kızım - kahvaltı yapıyoruz. Bu taşınma sayesinde bakın ne güzel hep dip dibe olduk diyorum bizimkilere. Ama bana çaktırmasalar da üzgünler.. Hep beraber yaşamışken bunca yıldan sonra nereden çıktı bu gurbet demeseler de üzüldüklerini biliyorum. İnsan yine de kendi düzenini arıyor, kendi eşyalarını, kendi ritmini..Ama bize de iyi geliyor; kızımla kendimizi annemle babamın o yumuşak şefkatli kollarına bırakmak.
Anne evinde zaman tatlı tatlı geçiyor. Kitaplarımı okuyorum, balkonda dinleniyorum. Çarşıya bile gitmiyorum, hiç yürümez, gezmez oldum. Halbuki yazın gelmesini bisikletle gezmeyi, sabah yürüyüşleri yapmayı hayal ediyordum çalışırken. Öyle yorulmuşum ki içimden hareket etmek gelmiyor. Sabahları balkonda oturup denizi içime dolduruyorum uzun uzun. Çerkezköy'de çok özleyeceğim biliyorum.
Geçen gece facia bir olay yaşadık. Yine annemle balkonda oturuyorduk gece saat 11e doğruydu. Annemin evi sahilde olduğundan gelen giden çok oluyor, insanlar vızır vızır. Birden bağrışlar duyduk ve yirmi metre ötenizde o kalabalıkta cinayet işlendi. Kızını sahilde döverken başka bir adam uyarmış niye böyle yapıyorsun diye. Adamla tartışmışlar ve bunu unutmamış öldüren. Ertesi gece karısıyla yürüyüş yaparken onca insanın içinde bıçaklamış. Bizde o bağrışları duyduk. Baktığımda bekçiler adamı etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı. Elinde koca bıçakla oradan oraya koşuyordu. Ve 35 yaşında iki çocuk babası bizimde bildiğimiz pırıl pırıl bir adam olay yerinde vefat ettti.
Temmuz 29. Böyle aşırı sıcakların olduğu temmuzun son günlerinde tam 21 yıl önce kızım doğdu. Artık yetişkin bir kızım var ve her sene buna inanamıyorum. Onca emekle, sevgiyle, güzellikle büyütmeye çalıştığımız çocuğumuz artık bir yetişkin. Ama ben hala ona bebek muamelesi yapıyorum :) Ara ara kızsa da bana o da seviyor bu ilgiyi. Şükürler olsun ki bu yaşlara kadar sağlık ve mutlulukla geldik.
Dönüşte pastaneye uğrayıp pastamızı alıyoruz. Akşama kızımın arkadaşları gelip kutlama yapacağız çünkü.