Kitapta yazar ve söyleşileri bulunmakta. İnsanın, filozof bile olsa insanın, ölümden konuşurken, sanki kendi ölümünden değil de başkalarının ölümünden bahsediyor gözükmesinin altını çiziyor. Lankelevıtch bir yandan Hıristiyanlığı, özellikle Katolik mezhebini kıyasıya eleştiriyor. “Ölüm hiçbir mihenk taşı olmayan başkadır, bu dünyadan hiçbir şeye göndermede bulunmayan başka, dinlerin bize söylemediği bir nevi mutlak öte dünyadır, '' diyor filozof.
Biraz bağlantılı oldu ama izlediğim Wim Wenders filmi de oldukça etkileyiciydi. Berlin Üzerindeki Gökyüzü 1987 Almanya yapımı bir film. Melekleri nasıl bilirsiniz bilmem ama filmdeki melekler uzun siyah mantolu , arada kanatları görünen, insanların arasında gezinen, onları dinleyen, içseslerini duyan , ama tepki göstermeyen melekler. Bazen bir katedralin en üstünde, bazen intihar eden adamın yanında, bazen gökyüzünde ki uçakta oluyorlar. Onları görenler yalnızca çocuklar. Meleklerin uzun yıllardan beri insanlarla olduklarını, onalrı yalnızca dinlediklerini görüyoruz. İçlerinden biri dünyaya karışmak, ölümlü olmak istiyor. Sonrasını da yazmayayım. Zaten Melekler Şehri'ni bilmeyen yoktur. Nicholas Cage oynuyordu hani. Bu filmden esinlendikleri söyleniyor.

Wim Wenders farklı çekim açılarıyla sizi Berlin'de gezdirirken bir yandan da film boyunca "Kafaları binlerce sorunla meşgul gelip geçen insanlardan mı; yoksa hissiz, temassız, algısı neredeyse tamamen kapalı meleklerden mi olmak isterdin?" sorusunu soruyor. Meleklerin her şeye hakim ama bir o kadar da tepkisiz oluşları, insanların her birinde ayrı ayrı sorunların oluşu. Hatta öyle bir sahne vardı ki, bir Türk kadını çamaşırhanede otururken düşüncelere dalmış halde görüyoruz. Yabancı bir yönetmenin bizi böylesine doğru tanıması ilginç geldi bana. Kadının kafasındakiler eminim yurdumuzun üçte ikisini temsil ediyordur :)

Bir pazar günü evde yapılan tarçınlı kurabiyeler ile devam eder. Bir gün öncesi gelen arkadaşlarıma yaptığım çam ağaçlı kurabiyeleri de film seyrederken yedik. Yeni yıla yaklaşırken çam ağaçlı figürlü paylaşımlar çoğaldı. Ben de buna katıldım böylece. Herkese güzel ve bol karlı bir aralık ayı diliyorum.
Bu yazıda en çok o son söz bol karlı lafına bittim, ben de heyecanla bekliyorum, blogumun arka planına bile karlı bir foto yerleştirdim:))
YanıtlaSilKitap dediğin gibi bana da Melekler Şehri filmin anımsattı...güzel filmdi ama...
Kurabiyelerine ise her zamanki gibi bayıldım, afiyet olsun canım:)
Umarım kar yağar:-) Günaydın..
YanıtlaSil:) Aralığın ilk gününü sıcacık geçirmişsiniz...
YanıtlaSilEylül ayı ve sonbaharı yüreğimin ayrı bir köşesinde saklasam da her mevsimin ayrı bir güzelliği var. Önemli olan bizim onu yaşarken hissettiklerimiz. Aralık ayı geldi mesela. Soğuk, o puslu günler... Ama kim der ki güzel şeyler bizi beklemiyor bir köşede...
YanıtlaSilBu duran adamlar bana da anthony gormley'ni çalışmalarını anımsattı :)
YanıtlaSilder himmel über berlin'i ilk seyrettiğimde ağzım bir karış açılmış, ancak "ama bu bir şiir" diyebilmiştim. sadece bu filmi bile olsa wim wenders sinema ilgimde zirvenin hemen altında yer bulurdu kendine. bana düşmenin anlamını öğretti çünkü. "aşka düşmek"in.
YanıtlaSilholivud filme el atmış diye duyunca içim acımıştı ama sonuç gerçekten iyiydi. üstelik o zamanlar nicolas cage'i çok severdim. ne güzel bir soruydu: "rüzgarı yüzünde hissetmediktan sonra kanatların ne anlamı var?" bir de maggie'nin arkadaşı "ne oldu?" diye sorduğunda seth'in verdiği cevap: "düştüm" ah ingilizce, ah dilin olanakları...
yeniden berlin'e dönersek, zülfü livaneli de çalıyordu diye hatırlıyorum türk evlerinde birinde dinlenen teypte.
hasılı insan olmak güzel. baştan ayağa kötü olmasak da ara sıra cehennemin kapısı aralayıp bakmak da....