1 Aralık 2013 Pazar

Aralık Ayında İlk Pazar..

                           Nihayet  bol  üşümeli, soğuk,  karanlık ay olan aralık  başlamış bulunuyor. Yaz  ve ilkbahar  aylarını  sevsem de  kışın  soğuk, gri günlerini de seviyorum.  Ev de  zaman geçirmek  güzel  böyle  günlerde.  Zaten  hafta içi  çalışan  bir çok insan  gibi  yüksek tempoyla geçiyor.  Yarım gün iş yapmama rağmen  akşam olunca pilim  bitmiş  oluyor.  Şu  insanoğlunun  çilesi  nedir  böyle?  Zamanla  yarış,  çalış, didin, uğraş,  anlık  mutluluklar ,  bol bol  stres..Kafam  dolu  olduğunda  evde kalıp  dinlenmek,  kitap  okumak,  film  seyretmek,  ara ara uyumak,  blog  okumak  bana iyi gelen  şeyler.  Elimde  internetten  aldığım kitapların sonuncusu  var. Bitti  bitecek.. Şu  karanlık  günlerde  oldukça  karamsar  bir  kitap.  Ama  yıllardır  sahip olduğum  duygularımı,  düşüncelerimi  bir filozoftan  okumakta  rahatlatıcı geldi.  Şu  dünyadaki  en  önemli  meseleye  onlarında  bir  cevap  bulamaması  ise kaosa  sürükleyici.  Kitabın  adı  Ölümü Düşünmek .. Vladimir Jankelevitch  tarafından  yazılmış.   

                  Kitapta  yazar  ve  söyleşileri  bulunmakta.  İnsanın, filozof bile olsa insanın, ölümden konuşurken, sanki kendi ölümünden değil de başkalarının ölümünden bahsediyor gözükmesinin altını çiziyor.  Lankelevıtch bir yandan Hıristiyanlığı, özellikle Katolik mezhebini kıyasıya eleştiriyor.   “Ölüm hiçbir mihenk taşı olmayan başkadır, bu dünyadan hiçbir şeye göndermede bulunmayan başka, dinlerin bize söylemediği bir nevi mutlak öte dünyadır, ''  diyor  filozof. 


                                    


               Biraz  bağlantılı  oldu  ama  izlediğim  Wim Wenders   filmi de  oldukça  etkileyiciydi.  Berlin  Üzerindeki  Gökyüzü  1987  Almanya yapımı  bir  film.  Melekleri  nasıl  bilirsiniz  bilmem ama  filmdeki  melekler  uzun  siyah  mantolu  ,  arada  kanatları görünen,  insanların  arasında  gezinen,  onları  dinleyen,  içseslerini  duyan ,  ama  tepki  göstermeyen  melekler.  Bazen  bir  katedralin en üstünde,  bazen intihar eden adamın yanında,  bazen  gökyüzünde ki  uçakta oluyorlar.  Onları  görenler  yalnızca  çocuklar.  Meleklerin uzun yıllardan beri  insanlarla olduklarını, onalrı  yalnızca  dinlediklerini  görüyoruz.  İçlerinden  biri  dünyaya  karışmak,  ölümlü  olmak  istiyor.  Sonrasını da  yazmayayım.  Zaten  Melekler  Şehri'ni  bilmeyen  yoktur.  Nicholas Cage oynuyordu  hani.  Bu  filmden  esinlendikleri  söyleniyor. 



                        

                                Wim Wenders   farklı çekim açılarıyla sizi   Berlin'de   gezdirirken bir yandan da film boyunca    "Kafaları binlerce sorunla meşgul gelip geçen insanlardan mı; yoksa hissiz, temassız, algısı neredeyse tamamen kapalı meleklerden mi olmak isterdin?" sorusunu  soruyor.  Meleklerin  her şeye  hakim ama  bir o kadar da  tepkisiz oluşları,  insanların  her birinde ayrı ayrı  sorunların oluşu.  Hatta  öyle  bir sahne  vardı ki,  bir  Türk kadını  çamaşırhanede  otururken  düşüncelere  dalmış  halde görüyoruz.  Yabancı  bir yönetmenin  bizi  böylesine doğru  tanıması ilginç geldi bana.  Kadının  kafasındakiler eminim yurdumuzun üçte ikisini  temsil ediyordur :)



                Fotoğraf: kurabiyeler hazır , kızları bekliyorum :)

                 Bir  pazar  günü  evde  yapılan  tarçınlı  kurabiyeler  ile  devam  eder.  Bir  gün öncesi  gelen  arkadaşlarıma  yaptığım  çam  ağaçlı  kurabiyeleri  de  film seyrederken  yedik.  Yeni yıla  yaklaşırken  çam ağaçlı  figürlü  paylaşımlar  çoğaldı.  Ben de  buna  katıldım  böylece.  Herkese  güzel ve  bol karlı  bir  aralık ayı diliyorum.  
 














6 yorum:

  1. Bu yazıda en çok o son söz bol karlı lafına bittim, ben de heyecanla bekliyorum, blogumun arka planına bile karlı bir foto yerleştirdim:))
    Kitap dediğin gibi bana da Melekler Şehri filmin anımsattı...güzel filmdi ama...
    Kurabiyelerine ise her zamanki gibi bayıldım, afiyet olsun canım:)

    YanıtlaSil
  2. Umarım kar yağar:-) Günaydın..

    YanıtlaSil
  3. :) Aralığın ilk gününü sıcacık geçirmişsiniz...

    YanıtlaSil
  4. Eylül ayı ve sonbaharı yüreğimin ayrı bir köşesinde saklasam da her mevsimin ayrı bir güzelliği var. Önemli olan bizim onu yaşarken hissettiklerimiz. Aralık ayı geldi mesela. Soğuk, o puslu günler... Ama kim der ki güzel şeyler bizi beklemiyor bir köşede...

    YanıtlaSil
  5. Bu duran adamlar bana da anthony gormley'ni çalışmalarını anımsattı :)

    YanıtlaSil
  6. der himmel über berlin'i ilk seyrettiğimde ağzım bir karış açılmış, ancak "ama bu bir şiir" diyebilmiştim. sadece bu filmi bile olsa wim wenders sinema ilgimde zirvenin hemen altında yer bulurdu kendine. bana düşmenin anlamını öğretti çünkü. "aşka düşmek"in.

    holivud filme el atmış diye duyunca içim acımıştı ama sonuç gerçekten iyiydi. üstelik o zamanlar nicolas cage'i çok severdim. ne güzel bir soruydu: "rüzgarı yüzünde hissetmediktan sonra kanatların ne anlamı var?" bir de maggie'nin arkadaşı "ne oldu?" diye sorduğunda seth'in verdiği cevap: "düştüm" ah ingilizce, ah dilin olanakları...

    yeniden berlin'e dönersek, zülfü livaneli de çalıyordu diye hatırlıyorum türk evlerinde birinde dinlenen teypte.

    hasılı insan olmak güzel. baştan ayağa kötü olmasak da ara sıra cehennemin kapısı aralayıp bakmak da....

    YanıtlaSil

Cuma Gelmiş!

                     Bir cuma akşamı daha birlikteyiz. Kasım geldi geçiyor bile. Her cuma ne ara bitti bu hafta diyorum, koca bir girdaba gi...