Herkes   bu  kadar çok  kitap okumama şaşıyor. Nasıl  zaman  buluyorum,  kitapları  neye göre  seçiyorum, ayda  kaç  kitap  okuyorum vs. ...karşılaştığım sık  sorular.  Kitap  okuma serüvenim birçokları  gibi  okumayı öğrenmemle başladı. Ne karşımda devamlı okuyan anne-baba modeli  vardı  ,  ne de  ciltler dolusu  kütüphanemiz..Bildiğim  ilkokulda  annem  kardeşimle  bizi  odamıza  yatırdığında  ,  kalkıp  kitabımı alır, gece lambasının  altına gider ,  kırmızı ışıkta okumaya çalışırdım.  Daha  sonraları oyunu  seven  bir  çocuk olmama rağmen  kitaplardaki  olağanüstü olaylar,  kişiler  beni  öylesine  büyülü ve  zengin bir  dünyaya götürüyordu ki,  oyun  arkadaşlarım kısa sürede  çekiciliğini  kaybettiler  gözümde.  
                                         Şimdi ki  çocuklar  gibi  kolay  kitap  bulma  şansımız yoktu ya da  her hafta  bana kitap alan bir  ebeveyn. Bu  yüzden  elimdekileri  tekrar  tekrar  okudum. Özellikle  
Heidi  beş  kez okumuş olduğum bir  kitaptı.  Onun Alplerdeki bol oksijenli dedesiyle olan yaşamına özenir ,  hayaller  kurardım.  O  gökyüzüne  uzanan ulu  çamların altına yattığında  ben de papatyaların içinde olduğumu hayal eder,  esen rüzgarı  duyumsardım yüzümde.
                                      Daha sonraları  evimizde  bulunan babamın  sayılı  kitaplarından  
Budala 'yı  keşfettim. Artık  zengin bir dünyanın  tadını almıştım. Arkadaşlarımın  çoğu  evlenince ,  çocuk  olunca kitap okuma sekteye uğrar dedi. Ama   bilmiyorlar ki,  bu benim için  temel  gereksinim. Nasıl  yemeden, içmeden,  uyumadan  yaşam devam etmez , 
bu da benim için böyle bir şey...
                                   Nerden   nereye geldim,  bu  serüven  nasıl aklıma geldi. Bugün kızımı aldm,  kütüphaneye  gittim.  Artık  devamlı gitmekten beni  tanıyan kütüphane görevlisi,  bir liste  yaptıklarını ,  istediğimiz kitapları  getirtebileceğimizi  söyledi.  Hemen  okumak istediklerimi  sıraladım,  bakalım gelecek mi?  O  sırada  bir  kız  yaklaştı  yanımıza.  Borges,  Peavese  dedi.  Şaşkınlıkla  yüzüne baktım.  Çünkü  17  yıllık öğretmenlik  hayatım boyunca ne bu camiada  ne de çevremde bu yazarları duymadım  :)    Yeni  bir  edebiyat öğretmeniyle  tanıştığımda  hemen  ne  okuduğunu  sorarım.  Çantasından  o sıralarda  popüler olan  best-sellerden  çıkardıklarında  tüm beklentilerim  yıkılır..
                               Kızımda  kitap seçip bende  üç  kitap alıp  eve döndük.  İnci Aral'ın  kitabı  
Anlar,  İzler , Tutkular'ı  bir  çırpıda  okudum..
                       Justine  blogunda paylaşınca hatırladım
  Human Planet  seyretmemiz  gerektiğini..  Benim  seyrettiğim  bölüm  
Deserts  :  Life  in the  Furnace.. Dünyadaki eşsiz  çöller. Kimisi  sıcak ,  kimisi  soğuk,  kimisi  kurak.. Ve burada  yaşayan  insanların  su bulma , yaşam savaşları... Ne diyebilirim ki ,   o kadar  etkileyici ki..
     Seyretmek isteyenler   
burada...
                       Son olarak  seyrettiğim iki  film var.   Ne yazıkki  yeni  keşfettiğim bir yönetmen
 Carl Dreyer.  Seyrettiğim ilk filmi
 Ordet..1955   yılı yapımı olan film tiyatrovari , fazla  dış mekan çekimleri olmayan bir film.  Kierkegaard'ı okuyup aklını kaybeden Johannes ile ailesinin tanrıyı sorgulaması, inanan ve inanmayan düzleminde insanların ilişkilerinin şekillenmesinden oluşan dini  motiflerle dolu bir film.. Dreyer'in  tarzından olsa gerek  sahnelerin  oldukça durağan geçmesi,  insanların  yavaşlığı,  donukluğu, gözlerini uzak bir noktaya dikip uzun uzun bakmaları  başta garip  gelsede  film sizi  içine  çekiyor. Filmi  izlerken  bu  yavaşlığın etkisine  girip  inanç,  acı,  çaresizliği hissediyorsunuz.
                                             
 
 Diğer  film de  yine  Dreyer'in...
Gertrud...1964  yapımı..
Dreyer'ın son filmi, aşkı gerçek olarak hayatının merkezine koymuş ve bu hususta hiç taviz vermeyen Gertrud  adındaki  bir  kadını anlatıyor..