25 Mayıs 2018 Cuma

MUTLU CUMA

              Bir cuma daha gelmiş bulunuyor. Koskoca bir yılı hızlıca tüketmişiz gibi geliyor. Okulların kapanmasına şurada ne kaldı. Haftaya kızım lise için sınava girecek, devamlı değişen eğitim sisteminde fazla hayaller kurmamayı öğrendim. Bizim için bu sınav çokta önemli değil çünkü etrafımızda fazla iyi okul yok ve ne olacaksa olacak artık kıvamına gelmiş bulunuyorum. Bana kalsa emekli olayım , alalım bir karavan dağ tepe gezelim istiyorum. Ama ergenimiz bizimle hiçbir yere gelmek istemiyor. Ondan gizli tatil planları 
yapıyorum. Şu sıralar elimde hesap makinesi euro hesabı yaparak, harita da mesafeleri ölçerek bir takım planlar içindeyim. Sonra maliyete bir bakıyorum tüm yıl biriktirdiğimiz elimizden gitmiş durumda.  Ama seyahat tutkunları bilir, gözünüz bir şey görmez herşeyi bir anda harcarsınız.
             Bu hafta iş güç, ramazan , arkadaşlarla vakit geçirme derken çok süratli geçti yine. Hafta içinde iki kitap okudum. 



               Senai Demirci harika yazıyor. Maneviyatımıza öyle güzel sesleniyor ki, her kitabını başucu yapmak istiyorum. Bu kitabında infaktan bahsediyordu. Yalnızca malımızı mülkümüzü infak etmeyi anlatmıyor. Altı çizilecek bir çok cümle vardı:
              '' Televizyonu karartın, bilgisayarı kapatın, koltuğunuzu terkedin, kızının / oğlunun gözlerinin içine bırakın gözlerinizi, çok sevdiği masal kitabını okuyun. Çocuğuna kendini verişin ruhundan infakındır. 
Keyfini kaçırdın, huzurunu azalttın, sevincine hüzün bulaştırdın, hayatının akışını durdurdun, bir hastayı ziyaret ettin. Teselli verişin,acıların yanında duruşun, çaresizliği hatırlayışın yaşamından infakındır.''



                   Bazı filmler vardır çok şey bulursunuz onlarda, içinize işler bitse de etkisi oturduğunuz koltuktan kaldırmayacak kadar ağır olur. Canımı sıkan, böyle de yaşamlar var şu dünya da dedirten Uberto Pasolini'nin yazıp yönettiği Still Life  ( Durgun Hayat ) böyle bir film. Bu haftanın filmi ilan ediyorum kendisini.Filmin kahramanı John May durgun hayatında hep aynı ritüelleri olan bir adam. İşine hep aynı yoldan gidip geliyor, aynı yemekleri yiyor, görünüşü bile oldukça durağan. Sosyal hizmetli olan May kimsesiz insanları öldükten sonra büyük bir titizlikle araştırmasını yapıyor, her ölenin kişiliğine göre ölüm konuşmasını yazıp son törenlerini yapıyor. Sıradan bir adamın  kendine has dünyasını yansıtan bu filmi çok beğendim.




Bu hafta iyice canlanan bahçeme bakıp hayran olmaktan kendimi alamadım. Her şey öyle güzel ki. Yaseminim iyice bahçe kapısını sardı, tüm mahalleyi mis gibi kokusuyla sarıyor, gala çiçeklerim kendiliğinden çıktılar ve bahçemi sardılar. Zambaklar  ( ananemin yadigarları ) açmaya başladı, ortancalar henüz tomurcuk halinde. Kaktüsler bir köşede sessiz sakin oturuyorlar, sardunyalar renk renk. Nasıl şükretmeyeyim diyorum her seferinde. Komşum gelip geçenlerin konuşmalarına kulak veriyormuş. Üç tane teyze geçiyordu ; '' bu sokaktan geçerken kendimi başka bir dünya da hissediyorum '' demiş biri , nasıl sevindim.


Kötü şeyler olmuyor mu , oluyor tabi ki. Geçen gün bahçemde atılmış koca bir poşet çöp buldum. Bunu yapanlarda var ..



Bu hafta içinde arkadaşlarımızla iki iftar toplantımız oldu. Arkadaşlarımdan Esmanur yine harika pastasıyla geldi. Onun pastaları bizi her seferinde sarıp sarmalıyor gibi hissediyorum. Seneye tayinlerinin çıkıp gitme durumları var ve biz buna çok üzülüyoruz. 



İkinci iftar yemeğimizde Filiz'in doğumgünü vardı. Benim liseden beri arkadaşım, neredeyse 30 yıllık. Ona da harika bir pasta yaptı Esmanur.  Kahve,pasta ve sohbet.. Daha ne olsun ki.  

















16 Mayıs 2018 Çarşamba

Bu Haftasonu Manisa'da

   
Yurdumuzun her köşesi harika. İzmir'e giderken hep Manisa'dan geçeriz ama bu şehir de ne var ne yok bilmeyiz. Bu hafta sonu bir arkadaşım sayesinde Manisa Soma ve Kırkağaç çevresinde gezdik. Arkadaşım burada doğmuş büyümüş, kader yıllar sonra Kocaeli'ne getirmiş. Hadi bir hafta sonu bizim oralara gidelim deyince çıktık yollara. Kırkağaç deyince akla ilk gelen kavun. Ayrıca burada bulunan Jandarma komando alayı.
Kırkağaç Soma arası 13 km. Kırkağaç Manisa arası 79 km.


 Sabah ev sahibimizin harika kahvaltısıyla güne başladık. Çeşitli nedenlerle yollarımız güzel insanlarla kesişiyor. Bu gezide de öyle oluyor. Arkadaşımın annesi ve kayınvalidesi bizi çok güzel ağırladılar, yedirdiler, içirdiler. Buradan hepsine selamlar gönderiyorum.


Yola çıkarak neredeyse yarım saat uzaklıktaki Bergama'ya gittik.  Bergama'da yüksek bir tepe de bulunan Pergamon'a çıkmak için teleferiğe bilet aldık. 20 tl. gidiş dönüş. O gün çok rüzgarlıydı ve teleferik o kadar fazla sallandı ki korkudan nasıl gittiğimizi ve nasıl indiğimizi hatırlamıyorum. Keşke tek yön bileti alsaydık çünkü dönüşte taksiyle indik. 


 Burada  M.Ö. 3. yüzyılda yapılmış ve 10 bin kişi kapasiteli dünyanın en dik antik tiyatrosu yer alıyor. Tiyatroya ulaşmak için küçük, dar bir merdivenli bölüm var. Bu arada tiyatronun en altındaki düzlükten sağa doğru gidildiğinde Dionysos Tapınağı‘na ulaşılıyor.


 Akropol genel olarak Yukarı Kent anlamında kullanılıyormuş.Kralların ve krallık ileri gelenlerinin bu yüksek bölgede halkın da aşağıda yaşadığı söyleniyor. Akropol ören yerindeki önemli eserler ise 1874 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmış. O dönemdeki faaliyetlerden Pergamon Antik Kenti de nasibini almış, çünkü resmen bu şehrin tabanı bizde gerisi Berlin‘deki Pergamon Müzesi’ndeymiş.


Antik tiyatronun arka tarafında ise Akropol’ün en önemli yapılarından Traian Tapınağı yer alıyor. Eski Roma imparatoru Traianus tarafından yapımına başlanmış ve Hadrianus tarafından bitirilmiş. Bu iki imparatorun heykel başları ise Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergileniyor.
 Antik kentin arka tarafına doğru yürüyünce harika bir baraj gölü sizi karşılıyor. Görmeden dönmeyin.


Buradan bir saat uzaklıktaki Ayvalık'a da gidelim dedik. Cunda adasında papalina balığı yiyip sokaklarında gezdik. 


Üzerine meşhur lokmasından alıp Taş kahve de bir kahve içtik. Dışarısı çok kalabalıktı, biz de bu tarihi mekanda oturup dinlenelim deyip iç kısma geçtik. Ne yazık ki bu güzel mekan çarçur edilmiş, onca para kazanıyorlar turistlerden hiç mi güzelleştirilmez bu mekan. Özüne uygun korunarak temiz temiz tutulması gerekirdi.Oturduğumuz masayı ıslak mendille biz sildik. Etrafa şöyle bakınca tarihinden hiçbirşey kalmadığını gördük. Köşede kocaman bir soğutucu, etraf çöp evler gibi eşya dolu, büyük bir özensizllik içinde mecburen oturduk burada.


Daha sonra eve döndük. Ertesi gün Kırkağaç'a yakın Bakır kasabasına uğradık. Kasabanın adı eskiden burada bakır bakraçlarda yapılan yoğurtlardan  geliyor. Kasabanın meydanında büyük çınar ağacının altında çay içerek dinlendik. 


Buradan Soma  ilçesine geçip tarihi bir köy olan Darkale'ye doğru yola çıktık. Yörenin isminin kelime anlamı ise “Trakhys” yani “taşlık, kayalık” demekmiş. Yani, taşlık ve kayalık bir yerdeki şehir anlamına gelmekte. Şehrin, kuruluşu, MÖ.2’nci yüzyıl başlarına kadar gitmekte ve şehrin ilk görüntülerine yörede bulunan sikkelerde ulaşılıyormuş. Aynı dönemde, yörede Bergama krallığının egemenliği görülüyor. Hatta, tarih araştırmacılarına göre, Bergama krallığının önemli şehirlerinden sayılan “Germe” buralarda bir yerlerde kurulmuş.
Köyün küçük meydanında kocaman çınar ağaçları var ve insanlar bunların altında oturup dinleniyorlar.


Köyde bulunan camiye bayıldık. Gördüğüm en ilginç camilerden biri Kırkoluk cami. Selçuklu mimari özelliklerine sahip cami Hicri 1159 tarihinde yapılmış deniyor.  Caminin altında bulunan şadırvan ve çeşmelerin mermerleri incelenmeye değer. Caminin diğer tarafında eskiden kullanılan çamaşırhane varmış. Eskiden caminin karşısında 14 tane tabakhane varmış, bu yöre de dericilik meşhurmuş. 
Caminin tam ortasından bir dere geçiyor. Alt tarafında ki kırk oluktan su akıyor, buradan sıra sıra su içenlerin kısmeti açılıyormuş.


Camiyi gezdikten sonra Darkale sokalarında gezdik. Fazla insan yoktu, bir çok ev terkedilmiş gibiydi. Köyün daracık sokaklarında gezmek harikaydı. Köyün diğer adı Tarhala. Meşhur Tarhala Baranası adı verilen folklör oyunu 18 kişiyle kadın erkek oynanan bir oyunmuş.
Biz gezerken evlerden birinde kadınlar oturuyordu, bizi de davet edip oturup çay içip sohbet ettik. 


 Buradan  Kırkağaç'a yakın bulunan Anıt Zeytin 'e doğru yola çıktık. Manisa’nın Kırkağaç ilçesinde bugün 1656 yaşında olan ve dünyanın en yaşlı 3. ağacı olarak tespit edilen anıt zeytin ağacıyla ilgili ilçede ’Hz. Meryem’in Bergama’dan Efes’e giderken doğacak çocuğu için Kırkağaç’ta bir zeytin ağacı diktiği’ yönündeki rivayetler var.


                 Kırkağaç-Soma karayolu üzerinde Çam denen yerde her yıl mayıs ayının başında düzenlenen Çamlık festivaline de denk geldik.  Panayır zamanın da yöre halkı çadırlar kurarak burada konaklıyorlarmış. Tezgah açan bir çok esnaf, lunapark, çeşit çeşit yeme -içme, eğlence ve kalabalık görünendi. 
Bu arada, “Çam” kelimesi, Kırkağaç yöresinde bir kültürü anımsatmaktaymış. Çamla ilgili mazisi Orta Asya yöresindeki Şamanizm geleneklerine dayanan, gelenek ve görenekler sürdürülmekteymiş.

İki günlük seyahatimizde çok güzel yerler gördük, harika yemekler tattık. Bu yöreye ait yemeklerden biri Sura. Özellikle Kurban bayramında yapılırmış bu yemek. Kurban etinin kolu ve kaburgası içine iç pilav hazırlanıp mahallenin fırınına götürülüp 7-8 saat pişirilip yenen çok lezzetli bir yemek. Biz bayıldık. Üzerine de yine bu yöreye has kaymaklı ekmek kadayıfı yedik. İnanılmaz lezzetliydi. 


Küçük bir rota da dolu dolu iki gün geçirip evlerimize döndük. Bizim için çok farklı küçük bir tatil oldu. Ama anılarımıza yenileri eklendiği için çok mutluyum.




11 Mayıs 2018 Cuma

Sessiz Kapılar


Monet  şöyle demiş;
 “Baktığım her şeyi unutuyorum görmesem 
Yazmasam biraz daha soluyor bahçe 
 içimde bir örümcek durmadan 
 örüyor ağını kalbimin kırılan yerlerinde”
 Resim yapmasa, yazı yazmasa solan bahçesinden bahsederken mayısta şenlenen bahçelerden ve bahçelere açılan kapılardan bahsedelim biraz. Bir sokakta yürürken güzel bir bahçeye denk gelince  içi mutluluk ve huzur dolmayan azdır bence. Ya da bunu görmeyecek kadar körse artık birşey demiyorum. Büyük , büyük binaların diplerinde , parketmiş onlarca arabanın arasında nefesim kesilerek , göğsüme ağırlık yapan bir iç sıkıntısıyla yürürken hep mutsuzumdur.


Neyse ki oturduğum mahalle çok fazla bu tarife uymaz. Mahallemizin geçmişten gelen bir adı daha var gerçek adının dışında. Amerikan mahallesi de derler buralara. Tahmin ettiğiniz gibi bir zamanlar buralarda askeri bir birlik ve yaşayan amerikalılar varmış. Nedense dikkat edin , eğer o bölgede yabancılar ( ermeni, rum, amerikalı vs. ) yaşamışsa diğer yerlerden çok faklıdır estetik olarak. Eski rum evlerii hatırlayın , hep güzellerdir.


Mahalle de yaşayan Amerikalılar ev ve bahçe bakımına önem vermişler, onların da etkisiyle hala bizim buralarda bahçeli evler var. Gerçi iki katlı evleri yıkıp yedi katlı apartmanlar yapılmaya başlandı. Direnenlerden biri de biziz.


İşte mahallemizde yürürken rastladığım bahçe kapılarını göstermek istiyorum size. 


Çirkinde olsa o apartmanı güzelleştiren tek şey bahçe kapıları..


Mayısta açan güllerle, hanımelleri ve yaseminlerle çevrilmiş bu demir  kapılar ne harika değil mi?



Vee  son olarak yaseminle çevrili benim bahçe kapım :)


Bahçe kapısı deyip geçmeyin önünden ,hepsi sakince dururlar evlerin önünde. Giden gelen aldırış etmese de onlar selamlar insanları. Herkese hayırlı cumalar !


8 Mayıs 2018 Salı

Mayıs Geldi Bahçe Coştu


Aslında nisanın gelmesiyle doğa harekete geçti biliyorsunuz. Şairin dediği gibi ayların zalimi nisan bir çırpıda geçti. Hatta mayısı bile ortalamak üzereyiz. Bahçemde özellikle haftasonları uzun uzun oturmayı çok seviyorum. Çayımı ya da kahvemi alıp aşağı iniyorum. Masamı açıp dergilerimi, kitaplarımı yerleştiriyorum üzerine. Biraz da güneşe alıyorum sırtımı, ohh benden keyiflisi yok diyorum kendi kendime.


Mor salkımlar bu sene daha da coştu. Aslında üşenmeyip şu duvarı boyamamız lazım ama haftasonu kendimizi yormak istemiyoruz ve her sene ah şu duvarı şimdi bembeyaz kireçle boyasak mı acaba diye konuşuyoruz eşimle. Yerimizden kalkıp icraata geçmek hep zor. 


Ağacın üzerine motiflerimi koymadan olmaz..


Taşlarımı da bu yıl yeni boyadım ve yerlerine koydum.


Yan apartmanla aramda ki duvar . Bahçemin ön tarafı..


Geçen günlerde TLC kanalında İngiltere'de ki bir şatoda yaşayan çiftin hayatını seyrettim. Çok güzel bir bölümdü. 78 yaşında ki çift çok büyük bir şato alıp yoktan var etmiş 15 yılda. Tek başlarına bahçesiyle, binayla ve özüne uygun eşyalarla donatmayla uğraşmışlar. Şato o kadar büyük ki hele bahçesi tipik ingiliz bahçesi burada yaşamak büyük bir güç gerektiriyor. Öyle uşakları falan yok. İki yaşlı insan bu şatoya adamışlar yaşamlarını. Bahçesini insanlara da açmışlar, belirli saatlerde geziliyor. Şatonun oda duvarlarında 500 yıllık resimler var. Tüm günlerini bahçenin bakımıyla uğraşarak geçiriyorlar. Hatta eşlerden bayan olan , ölünce kalbinin çıkarılıp bu bahçede bir yere gömülmesini vasiyet etmiş.Bu programı seyrederken büyük zevk aldım. Ama acıklı bir yönü de vardı. Çiftin 4 çocuğu var ve herkes kendi alemlerinde. Öldüklerinde şatoyu onlara bırakmak istiyorlar ama çocuklar şatoyu satma derdindeler. Yaşlı çift buna çok üzülüyordu doğal olarak.


Kocaman bir şatoyu görünce ahh keşke diye hayal kurmayacak olan yoktur herhalde. Ama kendi dünyama döndüğümde bahçemle evimle masallarda ki gibi hayat sürdüğümü anlayıp çok çok şükrediyorum. Bir de şu yönü var, bu hayat gökten üç elmayla düşmedi. Yıllarca kiralarda oturma,uzun yıllar para biriktirme, ve bu yaşama dair aynı hayali kurmakla geçti. Sonra da hayalini gerçekleştirme çabasıyla..


2 Mayıs 2018 Çarşamba

İki Günde Kazdağlarında

         Hafta sonu yakın bir yere gidip tatil havasına girelim dedik. Cuma gecesinden otobüse atlayıp sabah erken saatlerde Edremit otogarında olduk. Kendi arabamız olmadığından otobüs saatleri önemli. Sabahın 4'ünde otogarda olup ilk minibüse kadar yani sabah 6.30 a kadar orada bekledik. Netten ucuz bir otel bulduk Küçükkuyu da. Sahil kenarında Gümüş Hotel küçük odaları da olsa temiz ve tek gece kalışımızı rahatlıkla karşılayan bir otel oldu.


Sabahın 8 inde fazla insan olmadan otelin kahvaltısını yaptık. 


Odamız hazır değildi ve saat 9dan sonra gelmemizi söyledikleri için sahilde yürüyüş yapmaya karar verdik. Bizim gibi sahilde olan çok az insan vardı.


Küçükkuyu  Edremit'e minibüsle 1 saat sürüyor.Assos'la Edremit arasında küçük bir sahil kasabası. Limanında kayıklar , tekneler, sandallar. Denize sıfır çay bahçeleri, balıkçı lokantaları. Uzun bir yürüyüş yolu.


Sabah 10 gibi otele girip biraz dinlenip tekrar yollara çıktık. Amacımız Küçükkuyu'ya 5km uzaklıkta ki Adatepe köyüne gitmekti. Buraya giden minibüs var mı diye araştırdık ama yokmuş. Biz de taksiyle 15 tl ye gittik. 


                  Adatepe'ye  varmadan önce Zeus Altar'ını gezdik. Altar sunak demekmiş, sunak da tanrılara kurban sunulan yere deniyormuş. Homeros’un İlyada destanında, tanrıların İda Dağı’nda yaşadıklarından ve Truva Savaşını buradan izlediklerinde  bahsediliyor. Bölgede araştırma yapanlar, denize ve Edremit Körfezi’ne hakim yüksek bir tepede olduğu için buranın Zeus’a ait olduğunu düşünmüşler. Manzaranın tadını çıkardıktan sonra Adatepe’yi keşfe çıktık. 

İşte ziyaret edilen altar bu kaya ..


                            Köyde bulunan camiyi mutlaka gezmelisiniz. İçi renkli ahşap, işçilikler hayran bırakacak özellikte. 



Adatepe köyünün ortasında bulunun çınar ağaçlarının altında yorulunca birşeyler içtik. Bu köyün dondurması çok meşhurmuş, gelmeden duymuştuk. Ben de denedim ve çok beğendim.



 Lavanta, kakule, zencefilli olanları denedim, zaten bunlar sevdiğim tatlardı. Dondurma olarak çok başarılı buldum.


                 Buradan tekrar Küçükkuyu'ya inmemiz gerekiyordu. Tekrar taksi çağırmayalım, gidenlerden birine rica edelim dedik. Zaten gelen misafir çok buraya.Bir çiftin arabasıyla Küçükkuyuya döndük. Buradan farklı bir yolda bulunan köy olan Yeşilyurt'a gitmemiz gerekiyordu. Buraya da ulaşım yok bu yüzden yine taksiyle 15 tl ye gittik.



               Mitolojiye göre, dünyanın ilk güzellik yarışması, köyün de bulunduğu bu dağda yapılmış ve yarışmada Kral Priamos'un oğlu Paris, Helen, Athena ve Afrodit arasından güzelliğin ve sevginin simgesi Afrodit'i kraliçe olarak seçmiş. Yüzyıllardır yaşamın sürdüğü, Likyalılar, Persler ve Romalılara zaman zaman yurt olan bölge, antik İyonya'nın önemli geçiş noktalarından birisini oluşturmuş.


Akşam üzerine doğru otelimizin bulunduğu Küçükkuyu'ya geri döndük. Burada sahile gidip kahvemi içip kitabımı okudum bir süre. Etraf sakin, hava güzel olduğundan bu masada keyfimiz uzun sürdü.


Akşam yemeğini yemek için çok alternatif var. Biz balık yemek istedik ve bu tür çok restoran var. Fiyatları inceleyerek karar verebilirsiniz. Biz oldukça uygun fiyatta bir yer bulduk. 


Ertesi gün Ayvacık minibüsüne binerek Assosiçin yola çıktık. Küçükkuyu'dan Assos'a direkt ulaşım hazirandan itibaren oluyormuş. Bu yüzden ilk olarak Ayvacık'a gitmek gerekiyordu. Ayvacık'a gittiğimizde Assos'a gidecek minibüsün 2 saat sonrasına olduğunu öğrendik. Bu yüzden çok zaman kaybedecektik. Biz de o yöne giden yola çıkıp otostop yaptık. 


Yine burayı gezmeye gelen bir aileyle Assos Antik köye kadar geldik. Assos'a gelmeden önce Behramkale köyüne geliyorsunuz. Burada bulunan antik şehre girmek ücretli.
Behramkale Köyü, Osmanlı döneminde kurulmuş eski bir köy. Antik şehir, yüzünü güneye yani denize dönmüşken, köyün yerleşimi ters tarafa doğru kurulmuş. Köy antik kent surları içinde yer alması ile dikkat çekiyor. Sadece 150 haneli bir yerleşim. Yaklaşık 30 senedir sit alanı olarak koruma altında olduğu için yeni bina inşa etmek yasak. 


Hüdavendigar Camii

Hüdavendigar Camii Osmanlı sultanı 1. Murat Hüdavendigar tarafından 14.yy 'da yaptırılmış. Osmanlı'nın kendine özgü eserlerinden olan cami tek kubbeli ve kare planlı olarak inşa edilmiş. Antik kent sınırlar içinde , tepede yer alıyor camii. İçerisinde yer alan kadırga resimleri Osmanlı cami mimarisinde pek karşılaşılmayan bir örnek oluşturuyor.
Cami'nin giriş kapısı, kendisinden daha eski Cornelius kentinin kapısı aslında.  Cornelius Kilisesini onartan Kral Skamandros'un kapıya yazdırdığı yazılara dokunulmamış. Sadece haç işaretinin iki kanadı kırılmış. Kral şöyle yazdırmış:
'Skamandros şehri başkanı Anthimos, mükafat olarak kendi günahlarının bağışlanması için istekli bir şekilde dua ederek, gayretle ve emek vererek, Aziz Cornelius Kilisesi'nin sağlam olmayan bölümlerini güzelleştirmek için tamir ettirdi. Her kim bu kilisenin güzelliklerine, durumuna, mozaiğine ve olağanüstü ihtişamına bakarsa, Tanrı'nın kölesi olan ve bu binayı tamir ettiren Anthimos'un ölmeden önce işlediği günahların affı için dua etsin.'


Behramkale köyünden yürüye yürüye Assos limanına indik. Zaten 1 km lik tepeden aşağıya inen yol. Yorulmadan etrafı seyrederek inmek zevkli. 


Liman içi çok küçük , bir kaç tane lokanta ve oteller var. Yıllar önce burada yediğim ve unutamadığım avcı böreğini tekrar yemek istedim. Lokanta değilde deniz kıyısında şimdi adını unuttuğum ( üzerinde gözleme, çay, kumda kahve falan yazıyordum ) bir kafeye girip söyledik. 


Teyzelerden örtüler aldık..



Assos'tan tekrar otostopla Ayvacık'a gidip burda minibüse binip Küçükkuyu'ya döndük. Otelden çantalarımızı alıp otobüs saatimize kadar Akçay'da gezelim dedik. Akçay'da sahile inip yemek yiyecek yer olarak tekne haline dönüştürülmüş tekneleri seçtik. Buraların meşhur balığı papalina ısmarladık .


Çarşı ve sahilinde gezerek birazda olsa Akçay'ı görmüş olduk.


Akşam kahvemizi denize sıfır bir kafe olan Efe Kafe de içtik. 


Otobüse az bir zaman kaldığı için tekrar Edremite döndük. Gece olduğundan merkezinde bulunan Faruk Serpil Parkında gezerek zaman geçirdik.



İki güne bir çok şeyi sığdırarak gece otobüsüne bindik. Aradan 3 gün geçti ve yorgunluğumuzu hala atamadık . Üstüne otobüste ki klimadan dolayı  sesim kısılıp grip oldum ama bunlar geçici seyahat kalıcı diyerek yeni rotaları şimdiden hayal etmeye başladık bile.




Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...