Şubat ayının gelmiş olmasına, okullarda ikinci dönemin bitmesine hatta sömestr tatilimizin su gibi akıp geçmesine hayretler içinde bakıyorum. Çok hızlı geçiyor hayat arkadaşlar! Saatler geçmiş gibi geliyor ama haftalar bitmiş yeni bir ay yeni bir mevsim gelmiş oluyor. Zamana yetişemiyorum, böyle sürekli olması tat bırakmıyor ne yaşadığımı idrak edemez hale getiriyor. Zamanın amansız oluşu hayatı zehir ediyor, anlamsızlaştırıyor bende. Durmadan eskilere dönüp bir şeyleri özlüyor buluyorum kendimi.
Edebiyat ruhumu sakinleştiriyor, anlam katıyor hayatıma, yardım ediyor zorluklara. Hiç bir zaman bıkmayacağım bir şey edebiyat, kitap kokusu, sıra sıra duran kitaplar... Güzel bir seyahat sonrası dinlenmeye çekildiğimizde kendimi yoğun bir okumanın içinde buldum. Uzun saatler kitaplar okudum, düşündüm, hayal kurdum. Bir kahve ya da çay eşlikçisi kitap gibi güzel bir şey var mı bu dünya da?
Bağ evine gittik tatilin ikinci yarısında ve tam 8 gün burada kaldık. Biraz uzak kaldık teknolojiden, haberlerden, gürültüden. Kulübe diyorum evime çünkü bu kavramı çok seviyorum. Kulübemde tv yok, internet yok tabi böyle olunca dünyadan haberlerde yok. Zihnim öyle temizlendi ki anlatamam, bakmayı tercih etmesek de kötü bilgiden ya da haberden bir göz ucuyla bulaşma bile insanı ne kötü etkiliyormuş anlamış oldum. Sadece cep telefonumda çok az internet var, onu da gün içinde mesajlar için açtım ya da instagramda kısa hikayeler paylaşmak için.
O hafta çok soğuktu. Sabah kalktığımız gibi sobayı yakıyorduk, tabi yakana kadar buz gibi evde donuyor soba için hazırlıkları tamamlamak için en az bir saatimiz geçiyordu. Geceden kalmış sobayı temizle, külleri bahçeye dök, odun ve tahta taşı, günlük harcayacağımız odun için büyük sepeti doldur, şansın varsa tütmeden sobayı yak, evi havalandır ve tutuştuysa soba üzerine çay için su koy. Her gün tekrarlanan ve soğukta zorlandığımız bu işleri öyle keyifle yaptım ki anlatamam. Kulübemiz öyle dağın başında değil. Hem şehir hem köy gibi bir yerde. Yürüyerek ekmek almaya fırına gidip gelebildiğimiz bir yerde. Ama etrafta fazla ev olmayınca ortalık sessiz. Bu sessizliği yıllardır duymamıştım. Gecenin ve sabahın sessizlikleri farklı. Sabah dah bir canlı hayat. Kuşlar etrafta çok koşturuyor. Bu sessizlikte kulaklarımın çın çın çınladığını farkettim. Meğer iki kulağımda aşırı ses varmış, şehir gürültüsünde hiç duymuyormuşum. Sessizliğin ağır bir yükü var, ağır bir bedeli.
Artık okul zamanı gelince pazar günü şehirde ki evimize döndük. Denizi de özlemiştik. Deniz kenarında yürümeyi, o tuzlu havayı ciğerlerimizin her zerresinde hissetmeyi, o maviyi, kuşlarını, denizin berrak oluşuyla içinin kıpırtısını hep hep özlemişiz.
Annemle babama gidip kahvaltı yaptık. Ona aldığım gülleri hemen önümüze koyup ne çok çiçek sevdiğimizden bahsettik annemle. Canım ananeciğim Makbule hanımcım da böyleydi. Evinin önünde ve arkasında ki bahçede ayrı çiçekler, cam önlerinde duran saksı çiçekleri ayrı bir güzeldi. Genetik miras bu bence şimdi de bana geçti. Hem size sır vereyim böyle çiçek sevgisi ( hayvan da aynı ) olan insanlardan korkmayın, dünyanın en temiz yürekli insanlarıdır!
Bu hafta başladığım kitap işte bu. Yazarın kendi hikayesi de çok üzücü. Yazdığı romanda ne yazık ki bir çok ülkede sevgisiz büyüyen ve hayatın sillesini yemiş mutsuz kadınların öyküsü, çok üzücü çok zor hayatlar. Annesiz büyümüş, babasının sevgisini alamamış bir kızın büyüme zorlukları sömürge ülke kaderiyle ve siyahi olmanın zorluklarıyla da birleşince yaşam bazı insanlar için çok zor. Kitap okumalarımı her yerde özellikle minibüste bir tepki bir eylemi olarak yapıyorum artık. Çünkü artık kitap okuyan kalmadı, herkesin başı önünde ve telefonlarının üzerinde. Bu kadar ekrana secde eden insan toplulukları bilim kurgu filmlerinde gibiymiş geliyor.
Bu hafta okulun açıldığı ilk hafta olunca dönem başı toplantımız oldu dün . Havada güzel olunca çıkışta yürürken bu devasa ağaca rastladım . Mahalle içi apartmanlar arasında bir vaha.
Bugün cuma ve yarın haftasonu tatili güzel bir havayla geliyor. Yazımı kapatmadan iki önerim olacak. Tabi ki Fatma Barbarosoğlu'nun cuma yazısı .. Ben bir çok yazısını çok beğeniyorum. Linkini bıraktığım yazıyı da çok doğru bularak okudum. Bir de geçen akşam Youtube'da çok ilginç bir kıza denk geldik. Otostopla gece demeden gündüz demeden Türkiye'de bir çok yere gidiyordu. Başta konuşma tarzı çok kaba geldi ama bir kadın olarak böyle cesur olması ilgimi çekti artık tek tek yaptığı videoları seyrediyorum. Dün gece mesela Afganistan'a gitmiş sokak sokak geziyordu ve çok tepki görüyordu.
Herkese mutlu ve huzurlu günler dilerim!
Kulübenizdeki tatili ve orada yaptıklarınızı imrenerek okudum, içinize sinsin. :)
YanıtlaSilŞehirde yaşayan herkese böyle ruh ve zihin arındırıcı zamanlar gerekiyor, kesinlikle.
Yorum spam düşmüş, blogunda okumasaydım görmezdim. Neyse iyi oldu böyle
SilBiz en azından kasabadayız ama marmara bölgesinde ki bir çok ilçe şehir ayarında. artık bizde de trafik, kaos var ne yazık ki. benim bağevimin olduğu yerde on yıla kalmaz evlerle dolar gibi geliyor.
Benim de hiçbir zaman bıkmayacağım şey okumak ve kitaplarım. Sizin yazılarınız da bana sakin yaşamı anlatan kitapları hatırlatıyor, Gülnar Onay'ın Bahçede Tek Başına Yaşam ve Mutluluk ilk aklıma gelen, okumuşsunuzdur belki. Kuş Evi, Sekiz Dağ da çok sevdiğim doğada geçen kitaplar. Sevgilerimle :)
YanıtlaSilGerçekten mi :)
SilNe mutlu bana böyle hissetirebiliyorsam. Yazdığınız kitapları okumadım ve çok
merak ettim. Tam benlik sanki. Hemen not alıyorum..
Yorumda bahsi geçen Sekiz Dağ'ın filmi de var, şahanedir :)
YanıtlaSilSekiz Dağ'ı film olarak görüyordum evet, seyretmem lazım onu da..
SilKulübeye ve bahçeye, orda yapılan işlere bayılıyorum. Hep Gülten Akın' ın toprakta, saksıda bir şeyler yetiştirmenin keyfini anlattığı Sardunya şiiri geliyor aklıma.
YanıtlaSilHele internetsizlik mükemmel ötesi imiş, ben de yaşadım. :)
Ne güzeldir o şiir! Valla artık ben tamamiyle köy hayatını sever oldum. İstanbul'a uğradık Bulgaristan dönüşü. kalacaktık bir gün ama vazgeçtik o kalabalık, kaos aman Yarabbim ne olmuş bu şehir..
Sil