Nisan ayının ortasına ulaştık. Bu cuma okullar ara tatile giriyor. İki bayramı bu tatil içinde kutlayacağız. Ramazanın son günlerini işe gitmeyerek evde geçirmek benim için büyük bir lüks olacak. Yapmak istediğim bir çok şey var, bakalım..
Bu haftam nasıl mı geçti? Hadi şöyle bir bakalım..
Cumartesi günü kasabamızın kütüphanesine doğru bir yürüyüş yapalım dedik, eşimle beraber yola çıktık. Her dışarı çıktığımızda gördüğümüz olumsuzluklar, insan çeşitliliği, kabalık, çevre kirliliği üzerine ikimiz arasında hep aynı yakınma oluyor. Niye böyle, nerede yanlış yapılıyor, nasıl bu hale geldik vs.. Güzellikler ne yazık ki azaldı, insanlar yozlaştı. Galiba bu gidişle insanların yoğun olduğu yerlere gitmeyi keseceğiz. Galiba iyice asosyal olma yolundayız.
Kütüphaneye gelince kitapların o sessiz dünyasında mutlu olduk kısa bir süre. Hele daha önce görmediğim hatta almak isteyince pahalı bulduğum Karl Ove'un mevsim serisine rastlayınca heyecanlandım. Ne yazık ki kütüphane de yoğun bir sigara kokusu vardı. Memur iç tarafta ki oda da sigara içiyordu muhtemelen. Niye bir adım ötede ki dış kapının önünde içmezler bilmem. En nefret ettiğim koku olunca anlık mutluluğum da yokoldu sayesinde.
Kütüphanede daha poşetleri açılmamış dergiler vardı. Kaç ay önce gelen dergilere 60 bin insanın yaşadığı bir ilçede hiç bir elin değmemiş olması çok kötü. İki dergi alarak eve döndük. Muhit dergiyi okudunuz mu hiç bilmiyorum ama kıymetli yazarlarımız var. İnançlı tarafınızı besleyen bir dergidir. Ara ara okumayı severim. Aldığım dergi de Rasim Özdenören sayısıydı. Yazarın bir kaç kitabını okumuştum, dergiyi okuyunca tekrardan başka kitaplarını bulmalıyım dedim.
İmkansız Öyküler kitabında ki 'Karartı' öyküsünden bir bölümde şöyle yazmış;
''Ucu ucuna gelmek, birbirine dokunur gibi olmak,teğet geçmek,ges gelmek.İpin iki ucunu bir araya getiremiyorsun,düğüm atacaksın fakat uçlar ancak birbirine dokunuyor. İstediğin kadar zorla, ip ges geldiği için düğümlenecek uçları bir arada tutamıyorsun. Az daha zorlarsan belki ip kopacak. İnsanın hayatı ges gelenlerle doludur.
Karl Ove mevsimler serisinim ilk olarak İlkbahar ile başladım. Aslında yanlış yapmışım, Sonbahar ile başlamalıymışım. İlkbahar kitabında yazar 13 aylık kızının bir gününü okuyoruz. Karl Ove Knausgård dilini biliyorsunuz, keyifli ve içten. Okul hayatını anlattığı kitabı hangisiydi, orada çok sinir olmuştum sansürsüz anlattıklarına ama tekrar dönüş yaptım bu kitaplarıyla. Doğal anlatımını seviyorum, erkek gözüyle yazdıkları ilginç geliyor. Bu kitabı en küçük çocuklarına yazmış ama karısıyla, çocuklarıyla ilişkisini, onlara olan özverisini okuyorsunuz. Okudukça şaşırdığım, üzüldüğüm yönleri oldu. Karısının psikolojik sorunlarına umut olsun diye yapılan bir çocuk bu ve insan ne kadar bencil olabileceğini düşünmeden edemiyor. Bir daha ki kütüphaneye gidişimde sonbahar ve kış kitaplarını alacağım.
Bir diğer okuduğum kitap Buzda Yürüyüş. Yönetmen Werner Herzog kitabında yakın arkadaşı Lotte Eisner Paris'te umutsuz bir şekilde hasta olduğunu öğrenince yanına gitmeye karar veriyor ve yola çıkıyor. Ama yürüyerek Münih'ten Paris'e yürüyor. Bir yol hikayesi olduğunu öğrenince heyecanla kitabı almıştım ama aradığımı bulamadım çünkü çok yüzeysel bir anlatımla karşılaştım. Ruhen de bir yolculuk yapacağını ve bunu sayfalarca anlatacağını sandım, değilmiş. Yine de okunur, zaten çok kısa .
Anacığımın penceresinden çektiği gün batımı fotoğraflarına bir yenisi eklendi bu hafta. İnstagramda paylaştığı bu fotoya hayırlı iftarlar yazarak paylaşmış. Çok seviyorum her paylaşımını, kalbi ve ruhu gibi öyle saf bir sevgi içeriyor ki tüm insanlara örnek göstermek istiyorum. Her gün batımı resiminde Olvido şiiri geliyor aklıma. Açıp açıp okuyorum;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Kayınvalidemin evine bir şeyler almak için gittik. Üç ay olmuş bu evde bir dönemin kapandığı, bir ailenin ocağının söndüğü. Hasta da olsa yaşam vardı üç ay önce. Geçen sene iki yaşlı birbirine destek olarak yaşıyorlardı. Herkes gibi .. Sabah kalkıyor, kahvaltı ediyorlar, kahvelerini içiyorlar, sonra da tüm gün tv karşısında oturuyorlardı. Çocuklar, torunlar geliyordu arasıra. Yaşam vardı yine de. Şimdi neredeler, ne ıssız bu boş ev. Hayatın geçici oluşu ve insan çaresizliğinin en çok hissedildiği bir ev şu an. Her gidişimizde içimizde kocaman bir delikle dönüyoruz, kendimizi toparlamamız çok zor oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder