27 Aralık 2024 Cuma

Yılın Son Cuması

 


                            Hayalleriniz bitebilir
                            Yüreğiniz incitebilir
                            Umudunuz yara alabilir
                            Ama hiç bitmez umut.
                            Kendini onarmayı başarır bir şekilde.
                            Nefes aldığımız müddetçe
                            Umudu taşırız yüreğimizde.
                            Dünler bizden çok şey götürse de
                            Gözümüzü açtıysak yeni güne
                            Yaralı da olsa sarıl umuduna.
                            İyileştir onu sabırla şükürle
                            Güven sevmenin gücüne...
                            Umut belki de gelecek sayfadadır.
                            Kapatma kitabı.

                    Cemal SÜREYA'nın bu şiiri denk geldi geçenlerde. Bir şiir nasıl gününüzü aydınlatır, karalar bağlamış yüreğinize iyi gelir değil mi? İnsanız biz, sorunlar, meseleler, can sıkıntıları bitmez. Çok şükür gerçekten büyük bir sorunumuz olmadıkça da çok dibe batmaya değmez, olumsuzluğun sizi ele geçirmesine imkan vermemek lazım. Ne derseniz deyin, ister sevgi pıtırcığı, ister Pollyanna bana iyi geliyorsa her sıfata razıyım.
                     Neler yaptım, neler yaşadım anlatacağım birazdan. Her hafta bir yazıya evrildi bu blog ama ne yapalım hiç yoktan iyidir. Hayalim şu iş güç hayatı bittiğinde uzun uzun yazı -okuma işlerine kendimi vermek..

                           Cuma günü benim için çok yorucu oluyor. Sabah okula gidiş, öğleden sonra pazar ve alışveriş, eve gelince bunları yerleştirme, yemek hazırlama derken gece olmuş oluyor. Ben de o kadar yorgun oluyorum ki! Ama hazırladığım bir fincan kahve, hissettiğim o sonsuz cuma gecesiyle gelen tatil sıcaklığıyla yorgunluğum tatlı bir hale geliyor.
Cuma pazarı tezgahlarına bayılıyorum. Ben pazar olayına bayılıyorum asıl 😉
Fırınımız cuma günü tahinli simit çıkarıyor, enfes!


                      Otogara gittiğimde geçen hafta size anlattığım wc çalışanını görüyorum her sabah. Sonunda gidip tanıştım. Hikayesini öğrendim. Şehir merkezinde yaşarken ailesini terketmiş, ben intihar edeceğim gidiyorum demiş, hiç bilmediği buralara gelmiş. Nasıl denk geldiyse bu işi bulmuş. Bu tuvaletin yanında ki tek oda da yaşıyor artık. Ailesi uzun aramalar sonunda bulmuş izini, gelmişler yanına ama ikna edememişler. Artık o burada mutlu. 45 yaşında ama torunu bile var. 
Burada ki işinde çok mutlu. Her gün süslü iş yerine yeni birşeyler ekliyor; ışıklar, satılık tesbihler, küçük bir kedi ve yuvası oyuncağı.. Sigara ile tuvalete girmek yasak, her saat çamaşır sularıyla yıkıyor paklıyor. Etrafta bir çöp görmesin aman ne söyleniyor. Hatta işte ki ilk gününde pasta almış, kendi kendinen kutlama yapmış, gelene geçene ikram etmiş. 
Çok seviyorum böyle farklı insanları. Tam belgesellik bir adam..


                   Sabah aydınlanmadan yola çıkan tüm emekçilere selam olsun..
Sonra okula gidiyorum ve ilk işim köy çeşmesinden günlük suyumu doldurmak oluyor.



Zamanım varsa biraz manzaraya bakıyorum. Sabah o soğuk havayla ciğerlerimi dolduruyorum, köy sesleriyle zihnimi dinlendiriyorum bir kaç dakika. Çünkü az sonra 6 saatlik hiç durmayan çocuk sesine maruz kalacağım. Şöyle bir gerçek var; yıllar ilerledikçe çocukların volümlerinde artış oldu. Ne yazık ki normal konuşmaları bile bağıra bağıra. Birbirlerini de dinlemiyorlar.




                                                          Okulda eğlence dakikalar 😊




Okuldan eve dönüp bahçeme girdiğimde hep beni karşılayan yeni dostum ..




                                    Bu hafta içi seyrettiğim bir belgesel Brandy Hellville. Tüketim dünyasında moda markalar ve onların en büyük kurbanları genç kızlar..
Biraz kafa dinleyeyim, biraz nostalji olsun diye To Catch A Thief seçtim. Ah o eski Nice manzaraları öyle güzeldi ki. 


Bir gece kardeşime yeni yıl oturmasına gittik. Odasını süslemiş ışıklarla. Erkek olmasına rağmen çok sever keyif ortamları yaratmaya. Genlerde var galiba :)


Benim için çok önemli bir olaydan bahsetmek istiyorum. İlçemizde ki belediye de kent konseyi oluşturulmuş. Çeşitli başlıklarda konseyler oluşturulmuş. Kültür-sanat, spor, turizm gibi. Tarım ve hayvancılık diye bir bölümde belirlenmiş. Özellikle organik tarım yapan, tarlalarında bir şeyler eken biçen, hayvan yetiştiren insanlardan seçim yapmışlar. Bu gruba beni sosyal medyadan takip eden biri de önermiş. Çok şaşıırdım duyunca çünkü bu çaplı bir çalışmam yok. Sadece okulda iki üç marul ekiyooruz. Ama duyunca da çok mutlu oldum. 
İlk toplantımızı belediyede yaptık. İlçede tarımla hayvancılıkla ilgili neler yapabiliriz konulu ön toplantıydı.




                         Cumartesi pazar bağevimize gittik. Ne zamandır gidememiştik, aile de ki hastalıklar sıra sıra olunca evden çıkamamıştık. Evimi çok özlemişim. Nasıl sakin nasıl durgun bir hayat burada geçirdiğimiz günler de çok enerji depoluyorum. 
                       Kurabiyesiz kahvesiz olmaz tabi ki. 




                              Bahçemde ektiğim lahanalar, karnabaharlar büyümüş ama anlamadığım bu pazarda satılanlar hangi ara büyüyüp satışa sunuluyor. Ben de ağustos ayında ektim ama kaç ay geçti çok az büyüdüler. Öğrenecek çok şey var aslında..


Geçen hafta ektiğim ıspanak ve baklalar çıkmış..


Büyülü Dağ devam ediyor. 



Çarşamba günü kuaföre gidip dip saç boyatayım dedim. Yeni bir kuaför denemeye karar verdim çünkü fiyatları baya bir iyiydi. Gittiğimde fazla dolu değildi ama müşterilerden birinin çocuğu için tv de çizgi film son ses açılmıştı. Okul sonrası duymak isteyeceğim son ses gürültülü çocuk kanalları. Üstelik çocuğun ilgisi kaybolmuş saçlarını boyatmış annesine sarmakla meşguldü. Beklerken kitap okumaktı niyetim ama o kadar ses arasında sinirlerim iyice bozuldu.
Saçlarımı boyattım evet ama tam bir arap bacı oldum, dipler simsiyah uçlar sarı :(

Bu umumi yerlerde ki gürültülere sadece ben mi kafayı takıyorum. Köy minibüsünde sabahları kimse olmaz genelde. Bazen işten dönen gençler oluyor. Saniye boş kalmıyorlar, ellerinde hep telefon bir şeyler izliyorlar. Tam da arkama oturup son ses komedi videoları ne diye seyreder bu millet. Öyle saçma şeyler seyrediliyor ki. Kimseye aldırmadan sonuna kadar ses açıp milleti rahatsız etme aldırmazlığına ne diyeyim..


                    Kendimi bildim bileli tutumluyumdur. Çok şükür ki eşimde böyle. Gereksiz şeylere para harcamayız, son yıllarda eşya, kıyafet harcamalarımız da çok azaldı. Evde ki bir çok atığı akıllıca kullanıyorum. Buzdolabımız bile dolup taşmaz, o hafta ne yiyeceksek onlar alınır ve tüketilir. Hiç ekmek fazlalığımız olduğunu hatırlamıyorum. Evde ki bir çok fazlalığı kullanabilecek insanlara veririm mesela yumurta kartonlarını biriktirir , yumurta satan köylü pazarına veririm. Poşetleri toplar köyde kullananlara veririm, maydanoz lastiklerini bile biriktirir veririm, hiç çöpe atmam. Bunlar aklıma gelenler.
Okulda da beslenmesini getiren her çocuğun her gün bunları çöpe attığını farkettim. Gerekli açıklamaları yaparak geri eve gönderiyorum, diğer gün kullanmak üzere.
Gereksiz dolu şey deyip burun bükmeyin, kusura bakmayın ama bu küçük ayrıntılar dünyayı kurataracak..


Kızım doğduğunu takip eden iki yıl boyunca tek bir kitap bile okuyamamıştım. Tek bir çocuk ne olacak demeyin, ona harcadığım emek, zaman, enerjiyi üç beş çocuğa göstermiyor insanlar. Hele şimdi ne güzel yardımcı anne tablet, telefonlar var. Her çocuğun elinde, yeter ki anneler babalar rahat etsin. bilmiyorum belki doğrusu budur. Ben lise başlayana kadar telefon almadım çocuğuma. Etrafta o kadar örneğiyle savaşmak kolay değildi.
Şimdi büyüttüm kızımı, binlerce şükür diyerek artık rahat etme zamanı. Uzun kış gecelerini çok seviyorum, anca böyle yorgunluğumu atıyorum. Mumlar her gece yakılır, en sevdiğim kupalarda kahve içilir, mutlaka kurabiye vardır ( inanmıyorum arkadaşlar yok şu bu diyetlere, yapan yapsın ) çikolata ama kalitelisi en sevdiğim 💜



Yeni bir video yükledim. Hadi buyurun arkadaşlar. Abone olmayı unutmayalım 💝

Herkese hayırlı cumalar 💖

20 Aralık 2024 Cuma

Aralık Cuması

                 Tolstoy şu sözleri söylemiş midir bilmem ama çok severim;

           ''Epey yaşadım ve mutluluk için neyin gerektiğini bulduğumu sanıyorum. Kırda sessiz, münzevi bir yaşam; iyilik yapmanın kolay olduğu ve buna hiç alışmamış insanlara yararlı olma imkânı; sonra biraz fayda sağlayacak kadar çalışmak, sonra dinlenmek, doğa, kitaplar, müzik ve yakınlara sevgi... İşte benim için mutluluk fikri bu.

Benim içinde budur formül. Fazla hiç bir şey istemiyorum. Artık şu rutin hayatımdan çok sıkıldım, işe git gel evde çalış, yemek bulaşık hep aynı hep aynı... diyerek sıkılmayı, bunca nimet ve sorunsuz hayat ikamesinde şımarıklık yapmayı hayatımdan çıkarmak istiyorum. Hatta böyle konuşan olursa hemen uzaklaşmaya kararlıyım. Sağlıkla nefes alıyoruz ya, güven içinde evlerimizde uyuyoruz ya daha sonrası kesinlikle şımarıklık..

             Niye mi böyle düşünüyorum?

             Dünya da bunca olan olaylar, savaşlar, açlık, sefalet varken nasıl bir aymazlık içindeyiz? Geçen günlerde Gazze' de dedesinin kollarında gördüğüm ölü bebek - binlerce benzeri gibi-  aklımdan çıkmıyor. Sudan'da patır patır insanlar ölürken koleradan, aklımdan çıkmıyor. Büyükşehirlerde ne olduğu belli olmayan kadın cinayetleri... Hangi birinin yazacağım. Düşünmekten büyük bir çaresizlik içinde buluyorum kendimi.

           İzlediğim bir belgeselde - Ibelin - o gencecik çocuğun adım adım ölüme gitmesi, yaşadıkları hep aklımda. Mats Steen 1989 yılında Norveç'te doğuyor. Anne babasının gözbebeği çocukları yaşıtları gibi büyürken bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyor ebeveynleri. İki yaşında yürürken düşmelere başlıyor ve kalkmakta zorlanıyor. Yapılan tetkiklerde kalıtsal bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Kasları günden güne eriyor ve zamanla hiç yürüyemiyor, solunum bile makinelere bağlı oluyor. Herkesin rahatlıkla yaptığı her şey onun için çok değerli. Ailesi bilgisayarda oyun oynamasına izin veriyor ve devamlı oyun oynuyor. 25 yaşına gelince de vefat ediyor. Ailesi son yıllarda yazdığı bloga https://musingslif.blogspot.com/ ) vefatını yazıyor. Sonrasında gelen mesajlarla aslında o sanal dünya da hiç te yalnız olmadığını keşfediyorlar. 

              Nasıl hüzünlendim nasıl üzüldüm bu belgeselde. Sonra da kendi hayatlarımızda ne çok şımarıklık yaptığımızı gördüm. Şikayet etmeden, bize verilmiş en büyük sağlıkla huzurla geçiyorsa günlerimiz içimiz dingin yaşamalıyız. Belgeseli izlemenizi tavsiye ederim.


                

                                 Bu hafta izlediklerimle devam edelim o zaman. Bir dizi bitirdim. Say Nothing. 14 kasımda Amerika'da yayınlanmaya başlayan ve beraberinde çok tartışmalar getiren dizi Kuzey İrlanda'nın 1968 de başlayan olaylarında bir kesit. 

Godland İzlanda coğrafyasında doğa, inanç, aile, ahlak kavramlarını ele alan bir film. Danimarkalı bir rahibin çıktığı yolculukta kendi inançlarından, değerlerinden uzaklaşmasını anlatıyor.

Memories of Murder uzakdoğu sinemasında bunama eşiğinde ki bir katilin gerçeklik sınırlarında dolaşması, eskiyle hesaplaşması ve son sahnelerde ki gerilimiyle kafaları yakan bir filmdi.


Büyülü Dağ 1. cilt bitti nihayet. Genç bir Almanın iyileşmek için gittiği İsviçre dağlarında ki durumunu uzun uzun anlatması okurken sabır gerektiriyor. Ama zaman ve mekan kavramlarını kitap öyle güzel hissettiriyor ki. Dağda geçirilen zaman hem uzun hem ayları göz açıp kapayana kadar esir ederek kısalıyor. İnsan ömrünü genç bir adamın üzerinden hesaba koyuyor.
Kitabın ikinci cildini kütüphaneden yeni aldım. Bakalım önümde 450 sayfalık uzun bir okuma var.



                                  Bu hafta boyunca sınıfta ayraçlarımıza çalıştık, düzenledik ve almak isteyenlere postaladık. Sevgili blog arkadaşlarım ve instagramdan bir çok kişi talepte bulundu. Herkese çok teşekkür ederim. Umarım bu güzel resimler okuduğunuz kitapların sayfaları arasında uzunca beklerler..



Bu hafta muhteşem insanlar serimizde bir velim var. Kendisi evli ve 2 erkek çocuk sahibi kırk yaşlarında bir bayan. Kocası çalışmak istemeyen, evde oturan biri. Çocukların geçimi, evin idaresi onun üzerinde. Hep başkalarının yanında terzilik yapmış, asgari ücret bile alamamıştı. Geçen sene yine kendi gibi bir bayanla ortak küçük bir dükkan kiralayarak dikiş işlerine başladılar. Yavaş yavaş işler almaya başladılar, çok çalıştılar, müşteri edindiler. Kısa zamanda adlarını duyurdular. Sık sık ben de birşeye diktirmeye gidiyorum. İki kadının çalışmasını gördükçe mutlu oluyorum.

      

                                Hafta  boyunca fırsat buldukça köyde yürüyüş yaptım.





              Hafta boyunca yeni yıl hediyeleri, ayraç kargoları hazırlandı, postaya verildi. Güzel insanlardan bana da yeniyıl kartları geldi.


Evdeyken ansızın gelen arkadaşlar ve hediyeleri..


Hava güzelse bahçe de çalışılır, budama yapılır, bahçe süpürülür...



Bahçenin güzelleri..




                           Sabah gün başlarken yola çıkıp o pembe çizgiyi gökyüzünde görenler ...



                                Akşam üzeri sahilde yürümek. Aralık ayında şu havaya bakar mısınız?

                                                                 Hayırlı cumalar 💜💛

13 Aralık 2024 Cuma

Cuma Geldi

Merhaba cumaseverler!

Merhaba dört gözle haftasonu tatilini bekleyen emekçi kardeşlerim!

Şaka bir yana hızlıca geçen günler sonunda cuma geldi ve bu gece herhalde keyfine en çok vardığım gece oluyor. Tatile uzuun bir geceyle başlanır, kahveler yapılır, battaniyeler içine girilir, filmler açılır, bir de güzelse film iyice mest olunur. Bizim evde her haftasonu böyle başlar. 

Geçen haftasonu ne yazık ki tüm ev ahalisi hastaydı. Onlara bakım yap, yemek pişir, vitaminli meyveler soy, ıhlamur kaynat, etrafı temizle valla öyle yoruldum ki anlatamam. Kızımda kıku ve tat yoktu kesin corona oldu. Bana da biraz bulaşştı galiba pazar gününden itibaren acayip bir sırt ağrısı, mide bulantısı, baş ağrısı başladı. Ayakta geçirdim galiba çok şükür. Tüm hafta boyunca okula gittim buna rağmen. Sabahları serin ve dupduru bir hava vardı. Gökyüzü oyunları sabah güneşiyle nasıl da güzel...



                       Annem sirke yapmış yine, bana fotosunu gönderdi. Bizim aile böyle her şeyi güzelleştirmeye çalışırız. Koy kavanoza beklet olmaz, itinayla sirke yapılır, oyalı örtüsü olmazsa olmaz, sonra da beklet..

                  Sabah namazına kalktığında sokağının fotoğrafını çekip bize yani kardeşimle bana günaydın diye gönderen canım annem 💜


                       Aslında daha önce 1.kitabını okuduğum Büyülü Dağ'a tekrar başladım. Öyle keyif alarak okuduğum bir eser ki çok kalın olmasına rağmen bitsin istemiyorum. Zaman algısı üzerine okuduğum güzel kitaplardan biri. Baş kahraman Hans Castorp 24 yaşında çocukluğunda ebeveynlerini kaybetmiş mühendis bir genç. İsviçre Davos dağlarında bir sanatoryuma üç haftalığına kuzeninin yanına gider. Sağlıklı bir insanın bu dağ başında benzer dertlerle bir arada olmasına tanık olur. En başta bu izole yerde zaman algısı çok farklı gelir. Hem zaman geçmiyor hem kendisini yıllardır orada hissetmesine neden oluyordur. Sağlıklı insanın hasta dolu dünyanın en güzel köşesinde olan bakım evinde bozulan ruh hali sonrasında fiziksel sağlığına tanık oluyorsunuz.  Ağır temposu beni de o dağ başında hasta bir insana dönüştürdü. Zamanı hızlı bulan, hiç bir şeye yetişemeyen biz 'normal' insanlar için ufuk açıcı bir kitap..

''Zamanı yeni ve ilginç şeylerle doldurmanın onun geçmesini sağladığı, buna karşı tekdüzeliğin ve boş durmanın zamanı ağırlaştırdığı ve onun akışına engel olduğu kanısı yaygındır. ''


''Can sıkıntısı denen şey, aslında, zamanın tekdüzeliğinin neden olduğu sağlıksız bir kısalmadır ve kesintisiz bir değişmezlik, geniş zaman alanlarını , kalbi korkudan öldürecek denli daraltır ve her gün öbürünün aynı ise, tüm günler bir güne indirgenir ve kusursuz bir tek türlülük en uzun ömrün bile, göz açıp kapayana dek geçmiş bir kısalıkta algılanmasına neden olur. Alışkanlık, zaman duygusu uykuya yatarsa ya da en azından renksizleşirse ortaya çıkar; ve insana gençlik yılları yavaş, daha sonraki yıllar gitgide hzlanarak akıp gidiyor gibi gelirse bu alışkanlık yüzündendir. Yeni alışkanlıklar edinmenin ya da eskilerini değiştirmenin, yaşamı korumak, zaman duygumuzu yoğunlaştırmak, zaman deneyimimizi yavaşlatmak ve böylece yaşam duygumuzu yenilemek için yapıldığını biliyoruz. Yer ve hava değiştirmenin ve kaplıcalara gitmenin, yani dinlendirici küçük olayların deneyiminden geçmenin amacı budur. Yeni bir yerde geçirdiğimiz birkaç gün diri, yoğun ve rahat akar - altı ya da sekiz gün. Sonra, o yere alışıldığı oranda, zamanda, genel bağlamnda kısalma oluşmaya başlar ve yaşama bağlı olan ya da bunu umut eden birey, günlerin bir kez daha yoğunluğunu yitirmeye ve uçup gitmeye başladıklarını korkuyla fark eder.''



                                                             Bu hafta izlediğim filmler..

Louis Malle’ın Ascenseur pour l'échafaud’su ile karşılaştım. Harika bir filmdir bu. Hele müzikleri. Miles Davis’in yapmış. Müzik şöleniydi benim için. Cohen'in belgeseli de öyle, hayat hikayesi her hayat gibi hüzünlendirdi beni. Kiraz Çiçekleri filmi de çok sıcak, yürek parçalayan bir film.




Yeni yıl hediyelerimi hazırladım postaya verdim. Yaşadığım yerde ki arkadaşlarıma da hazırlayıp her gün biriyle bir kafede buluştuk, yoğun iş güç durumlarından bir parça kurtulup hediyeleştik. Hem bir araya gelmiş olduk iş sonrası. Sohbet edip keyifli, bir zaman ayırmış olduk kendimize.
        Uğraştığım, yapmaktan zevk aldığım el işlerimi kıymetini bilecek sevdiğim insanlara hediye etmekten çok hoşnut  oluyorum. Onların evinde de bir parçamı bırakmış hissediyorum.
       Buluştuğum arkadaşlarımdan biri taa ortaokuldan. Üniversite, çalışma yılları, evlilik derken uzun yıllar kopmuştuk. Ara ara memleketine annesine geldiğinde görüşürdük. Şimdiyse İstanbul'da ki işinden emekli oldu, eşinden boşandı, tek oğlunu da İtalya'ya üniversiteye gönderdi, tekrar annesinin yanına kasabamıza geri döndü. Ara ara buluşup dertleşmek, eskileri anmak ne iyi geliyor.



                       Diğer arkadaşımda neredeyse kızım yaşında. Bizim köyde Kuranı Kerim öğreticiliği yapmıştı bir yıl. Minibüsle gider gelirken sohbetler ettik ve zamanla birbirimizi çok sevdik. Gencecik olup böylesine kibar ve terbiyeli oluşuna bayılıyorum.
Buluştuk konuştuk, hasret giderdik. Çok ince bir kız demiştim, gelirken bana bu güzel çiçeği getirmiş..


Evde baş köşeye koydum 💚





                  Köy minibüsüyle her sabah yola çıkıyoruz. Geçen senelerde öğretmen arkadaşlar da olurdu ama artık benden başkası yok sabahları. Bazen boşnak adamlar biniyor, şöförle öyle bir muhabbet başlıyor ki görmelisiniz. Sabah sabah bu enerji nereden geliyor bilmiyorum. Bende manzarayı seyrederek yola devam ediyorum.


               Johann Hari’nin  kitabı “Çalınan Dikkat”te, çocukların giderek arttığı söylenen odaklanma sorunu ile okulların değişen yapısı arasında bağlantıyı gösteren bir bölüm mevcut. Hari, “Çocuklarımızın Maruz Kaldığı Fiziksel ve Psikolojik Kapatılma” başlıklı bu bölümde, evde, sokakta ama en çok da okulda oyunun azalarak bitmesinin ne gibi sonuçlara yol açtığını sorguluyor. Dünyanın her tarafından epey örnek veren yazar, test öncelikli ve oyunsuz eğitimin, çocukların merakını doğru şekilde besleyemediğinden verimsiz sonuçlar doğurduğunu; bunların bir tanesinin de dikkat kaybı olduğunu açıklıyor.

Şöyle diyor mesela: “Öğrenmek için başlıca teknoloji oyundur.”
                Sınıfımda serbest ve kontrollü oyuna önem veririm. Ama ne yazık ki velilerin daha anasınıfından itibaren büyük bir hırsa kapıldıklarını, bunu hem öğretmene hem çocuklara yönelmiş baskı ve istekler şeklinde her sene daha arttığını gözlemliyorum. Geçen gün bir öğrencim sınıfta bir etkinlik sırasında şöyle bir şey dedi ( büyük ihtimalle evde duyduğu sözler) ;
               '' Öğretmenim hep oyun hep oyun ne zaman harfleri öğreneceğiz, biraz da yazı yazalım ! ''

               


                  Ama bizim sınıfta hayatın kendisi vardır. Deneyim vardır, bol oyun vardır. Geçen seneden beri yaptığımız resimleri ayraç haline getiriyoruz. Kaplamalarını da yaptırdım, bu hafta satışa çıkardım, duyurulur. Tanesi 30 TL. Eğer 10 tane alırsanız bir kitapla göndereceğim. 
Sadece bir kitap bile 200 tl den başlıyor biliyorsunuz. Ayraçları sizde sevdiklerinize hediye edebilirsiniz.
            Paramızla bahçemize kuş evi, böcek oteli yaptırmayı düşünüyoruz.
            Haydi arkadaşlar desteklerinizi bekliyoruz..



                  Perşembe günü eve dönerken sabahları da yeni açıldığını fark ettiğim küçük bir lokantaya uğradım. İsminden kadın elinin değdiğini anlamıştım. Yeni açılışa bir kampanya yapmış 3 çeşit yemek 100 Tl yazıyordu. Kadın dayanışması olsun dedim kendime, başlangıç yapanlara hep destek olmak isterim. Ben de girip bir şeyler yiyeyim dedim. Ve iyi ki girmişim lokantaya. Azimli, becerikli, çalışkan bir kadınla tanıştım. Yıllarca başkalarının yanında çalışmış ve artık kendi yerini açmanın zamanı geldi demiş. Daha fazla farkeden gelen yok ama olacaktır bence. Bu haftanın örnek kişisi bence bu kadın. Hacer Abla.. 




                             Sadettin Ökten hocanın da dediği gibi;
            ''Güzel insanlarla tanışın, bulamazsanız kitaplara başvurun..”



Bahçemde hala sonbahar esintileri var. Aslında kay yağmasını, havanın buz gibi olmasını, üşümeyi, soğuk ve karlı sokaklarda uzun uzun dolaşmayı, sonrasında sımsıcak evime dönmeyi öyle özledim ki..
Bugün sesim iyice gitti. Bir haftadır hasta mıyım değil miyim anlamadım. Sürünerek okula gittim geldim. Cumartesi  pazarı dört gözle bekliyorum.
Herkese sağlıkla huzurla dolu günler dilerim..











Martın Son Cuması

                              Mart ayı bitti bile. Ramazan sona eriyor yarın. Biraz beden dinlenmesi, biraz ruh temizliği, ümit ve korkuyla...