Dışarıdan gelen seslerle uyanmaya başladığımda ilk gözüme takılan canlı renkli tüllerimden içeriye girmeye çalışan güneş oluyor. Bu her zaman ki sabah ritüelim. Ev de kimse yok. Eşim erken saatlerde işe gitti, kızım okula. Daha kalkmak istemiyorum yumuşak yorganımın içinden. Öyle çok seviyorum ki bu anı. Ev de olmanın verdiği sıradan bir sıcaklık ama bu beni besleyen en önemli duygu. Bir iki saat sonra evden dışarıya çıkacağım, bu sefer kendimi iyice yabancı hissedeceğim. Evin sarmalayan, iyi hissettiren güven duygusu yok olmaya başlayacak. Her nekadar gezginliği sevsem de ev sıcaklığı benim için çok önemli.
Alain de Botton Mutluluğun Mimarisi adlı kitabında şöyle diyor:
'' Bir binaya yuva derken , o binanın içimizden yükselen ezgiyle ahenk içinde olduğunu söylemek istiyoruz. Bir havaalanını, bir kütüphaneyi, bir bahçeyi, hatta otoyol kenarındaki bir lokantayı bile yuvamız olarak görüyoruz.''
Kahvaltıdan sonra sütlü kahve hazırlayıp camın kenarına oturdum. Bazen iyi gelir sessiz bir ev. Sevdiğiniz müziği açarsınız ya da bir tv programını. Kahvenizi de yapar sessizliği dinlersiniz, bu tüm yorgunluğunuzu alır. Elimde kahvem, uzun uzun dışarıya baktım. Öyle manzaram falan yoktur aslında, kışın çiçeklerimi camın önüne koyarım , onlara bakarım hep.
Uzun sessizlikte olmaz , az sonra sıkılarak , sevdiğim Dvorak tan Rosalka operasında bir su perisinin yaşadığı aşkı anlatan aryayı açtım ve büyük bir zevkle dinledim.
Bir taraftan da camın önünde masamda duran kaktüslerime bakıyorum .Bu mevsim açma
zamanları galiba. Oldukça canlı gözüküyorlar.
Gorki'nin Yol Arkadaşım öykü kitabında Makar Çudra adlı öyküsü vardır. Şöyle bir bölüm var :
'' Çok gülünç varlıklar senin şu insanların. İçiçe girmişler, birbirlerini eziyorlar. Oysa, bak, dünya ne kadar geniş. ( Eliyle bozkırı gösterdi. ) Herkes çalışıyor. Niçin ? Kimin yararına ? Kimse bilmiyor. Çift süren bir insan gördüğüm zaman, gücünü, ter damlaları halinde toprağa akıttığını , sonra da aynı toprağın içinde çürüyeceğini düşünürüm. Zavallı adam! Ondan hiç bir iz kalmayacak geriye . Dünyayı tarlasından ibaret sanarak , doğduğu gibi, boş bir kafayla ölüp gidecek. Peki , niçin doğdu bu adam? Toprağı kurcalamak ve kendisine bir mezar bile kazamadan ölmak için.. Özgürlük denen şeyden haberi var mıdır? Bozkırın sonsuzluğunu ne anlatır? Bu dalga dalga yayılan ezgi onun yüreğine de sevinç salar mı?
Bir yerlere not aldığım bu sözleri okuyorum tekrar.. Biraz sonra işe gitme zorunda olmanın sinir bozucu tarafı geliyor aklıma. İçim bir an da tekrar sıkılıyor. Müziğim , kahvem, çiçeklerimle keyiflenmiştim oysa. Öyküdeki gibi özgür olmak istiyorum, zorunluluktan yapmam gerekenleri düşünüyorum.. Neyse tatile 2 ay kaldı diyerek motive ediyorum kendimi. Kalkıp hazırlanmaya başlıyorum...
Pelinciğim aynı moddayım desem :) 14 haziranı iple, ip yetmiyor halatla çekmeye çalışıyorum inan.. ama "gelecekte bir gün gelecek" sözüne sarılıyorum :)
YanıtlaSilSevgiler,
neyse ki arada 1 ve 19 mayıs
Siltatilleri var :)
19 mayıs pazara geliyor ama :(
Silyaaa:((
Sil:)
YanıtlaSilçiçeklerinizde çok güzel
yazınızda
hayırlı akşamlar
teşekkür ederim :)
SilBir zamanlar ben...
YanıtlaSilYazın çok güzeldi yine.Sen okumayı seviyorum ben!