15 Kasım 2024 Cuma

Cuma GİDİYOR !

             Sıcağı sıcağına gezi fotoğraflarım geldi!

            Eve yeni geldik. Ara tatil neredeyse bitiyor ve şöyle iki gün okul öncesi evde dinleneceğim. Pazartesi günü Abant'ta gittik ve otele yerleştik. Geçen sene de gidip memnun kaldığımız Abant Vonresort Otel'de konakladık bu sene de.  Başka otellere ve bungalovlara bakmıştık ama o kadar abartı fiyatlar var ki. Sadece oda kahvaltı verip neredeyse salaş yerlere çok ücret ödemek bana saçma geliyor. Bu gittiğimiz otel de yeni binasını yapıp hizmete girmiş. İki katlı villa tipi evleri de var ama onlar eski. Eski olmasına rağmen temizlikte sorun yok. Yarım pansiyon kaldığımız otelde yeme içme fiyat performans çok iyi. Yemekler oldukça lezzetliydi. Otel içinde spa ve havuzda eklenmiş, her şey yepyeniydi.



                              Sabah erken kalkıp uzun uzun kahvaltılar yaptık Kızımın online dersleri olduğundan erken kalktık ama iyi ki de böyle oldu. Çünkü gün ölmeden doya doya tatili yaşamış olduk. Kahvaltıdan sonra lobide oturup gazete, dergilerimizi okuduk.  Şöyle de bir gerçek var, tatil ile otel çocuk kaynıyordu. Tamam olacak ama lobiye elinde tabletlerle bırakılmış çocuklar o kadar çok gürültü yapıp kendi aralarında küfürlü konuşuyorlardı ki çok rahatsız olduk. O sırada anne babalar ortada yoktu.


                             Öğleden sonra Abant Gölü çevresinde uzun yürüyüşler yaptık. Sonbaharın en güzel zamanını yakaladık. Sizleri bu güzelliklerle bırakıyorum.





.
                         Bir gün de Bolu'ya 15 km uzaklıkta ki Gölcük Tabiat Parkına gittik. Burası da çok çok güzel. Kaç kere gitmişimdir buralara her zaman çok keyif alırım.





                                Göl kenarında oturup dinleneceğiniz güzel banklar da var..



                                 Bolu balkabağı meşhurdur, almadan olmazdı!




Şükürler olsun güzel bir tatil daha yaptık. Sağlıkla eve dönmek gibisi yok. Haftabaşı okula başlayabilirim :)

8 Kasım 2024 Cuma

Bugün Cuma



                                     Bugün cuma!

                                  Bugün ara tatil başlıyor! 

                                  Bugün çok sevinçliyim!

             Tam 9 günlük ara tatilimiz başlıyor. Birinci dönemin ortasına geldik, ha gayret! Milli Eğitim öğretmenlere ara tatilin online eğitim olacağını son anda bildirince bir yerlere gitmek için plan yapamadık. Aslında bu mevsimde hem de böylesine uzun tatilde yurt dışına gitmek ne iyi olurdu. Neyse bizde yakın çevreye bir bakacağız.

Geçen haftasonu öğretmen arkadaşlarla bizde oturduk, sohbet ettik, yedik içtik, eğitim sisteminin altından girdik üstünden çıktık :)

              

                    Evde ki sehpama pazardan aldığım Amasya elmalarına koydum, her okuldan gelip yorgunluk kahvemi içerken önümde ki görüntüden acayip huzur duyuyorum.
                  Bu hafta da Jan Troell filmlerine devam ettim. Bir de bloglardan Vnf'nin bahsettiği kısa filmi seyrettim.

                      

                         Geçen günlerde instagramda sinema haberlerini takip ettiğim bir sayfa Mubi'de oynayan The Substance  ( Cevher ) filmini anlatmış, bazı klasik filmlere de ( The Shining, Psycho, Carrie, The Fly ) göndermeler yaptığını yazmıştı. Filmde ki sahnelerin tahammülü zor sahneler diye yazınca bende yorum olarak ' çok lazımdı böyle filmler, her gün dehşeti yaşadığımız bir dünyada '  diye yazdım. Gerçekten de onca benzer filmler çok  seyretmişindir;  sinema sanatı sonuçta her konuyu işleyebilir, özgür bırakılmalı, sanat böyle bir şey engellenemez diye düşünürken artık kötülüğü gösteren hiçbirşeye tahammülüm yok. Yaş ilerledikçe iyice tutucu oldum işte ne yapayım. 

                 Sonuçta ortaya fikrimi koymuştum, beğenen beğenmeyen olabilir ama şu sosyal mecrada hemen yargısız infazlar geliyor. Bana da hemen biri şöyle yazdı;

''He kurban bilmem ne köyünde yiğenine kızına tecavüz eden kişi de zaten bu filmleri izliyordu. Çiçeğini sula sen zikrini çek işine bak!

            Bana bunu yazana bakayım dedim 30 yaşında bir belgesel çekerek trt ödülü kazanmış bir kadın. Çok şaşırdım bu söylemine. Bende ona;

''sizde sanatınızla ne kadar güzel insansınız '' diye  yazıp alkış koydum sonuna. O da bana hemen cevabı yapıştırdı;

''ben güzel insanım demedim. Azıcık mantıklı düşün ve konuş.''

Devam eden ağız dalaşına kendimi sokmamak için sustum. Başka insanlarda olaya dahil oldu, birisi şöyle yazdı bu kadına;

''neden bu kadar saldırgan bir dil kullandınız ? Hanımefendi kötü bir şey söylememiş, hakaret etmemiş, karşısındakini rencide etmemiş.. sadece fikrini söylemiş. Şu üsttenci dilin çirkinliğinden ben utandım yahu.

Bu sefer ona şöyle yazdı;

''bu tür yorumlardan günde 937646 kere görüyorum. Sanat sadece çiçek böcek kırlı bahçe değil. İbret alınsın diye yapılıyor örnek alınsın diye değil. Siz toplumu simgeliyorsunuz bu tür anlatıların önü tıkanıyor. Zaten girişte sinopsis denilen yazıyla ne izleyeceğini gösteriyor ve fragman var izlemezsiniz olur biter! sen kızılcık şerbetini izle boş ver böyle filmleri

           Böyle uzayıp gitti olay. Niye anlattım bunu. Bunları yazan insanın bir belgesel çekip ödül olan bir nevi sanatçı aydın olması. Mesele sinema nedir ne değildir tartışması değil. Bana bir şey kanıtlamak zorunda değil ama benim gibi basit bir vatandaşa tepeden bir bakış. Belli ki profilime girdi baktı; örgüler, saksı saksı çiçekler, kurabiye, kekler. ( maşallah zikri de nereden anladıysa ) sonra bu nereden bilecek sanatın anlamını dedi verdi veriştirdi. Üzüldüğüm nokta bu dil. İnsanın birbirine yaptığı bu acımasız küçümseme. O tabi ki daha iyi biliyordur sinopsisi, body horror filmleri. Bize söz düşmez!

         Bunun gibi bir aşağılamayı yıllar önce Satantango filmini seyredip burada yazınca biri yazmıştı. Sana düşmez bu tarz filmleri yazmak, sen otur kekini yap demişti. 

       Yaa arkadaşlar böyle işte, her kavramın tapusu var, her kavram birilerinin tekelinde. 

         Döneyim ben börtü böceğime :)


                              Bahçemin renkleri, bereketi, güzelliğine ne demeli!


Bizim kasabadan bol bol sonbahar manzarası çektim sizin için..


                                      Köyümüzde de serin ama güneşli bir hafta vardı . Yapraklar iyice sarardı, dökülmeye başladı. Kasım ayı öyle güzel ki! Okul çıkışı yürüyüşlerim devam etti çok şükür..
                      Bir sabah okula geldiğimde zil çalmasına 15 dakika vardı, orada olan öğrencilere hadi çocuklar gelin biraz ormanda yürüyelim dedim. Çevreyi inceleyerek kısa bir tur attık.


                                  Okul bahçesinde ki hurma ağacından olmuş meyveleri topladık, püre yaptık ilk olarak sonrasında da hurmalı muhallebi pişirdik.



                Akrabalarımdan biri ayağını kırmıştı, geçmiş olsun paketi hazırladım. Ziyaretine gittim. Elma baskılı paketimi görünce çok sevindi..



              Minibüste gidip gelirken kitap okuduğumu gören bir öğrencimiz '' öğretmenim niye bu kadar çok kitap okuyorsun? '' diye sordu. Tabi bir öğretmen olarak uzun uzun nedenini anlattığımı tahmin edersiniz. 



En sevdiğim nakış işlerim devam ediyor..




                  Bugün güzel bir gazete yazısı okudum. Çok sevdiğim Fatma Barbarosoğlu bugün Paterson filmini seyretmiş, bazı noktalara dikkat çekmiş. Yazısında;
''Dış dünyanın verileri azaldıkça iç alemin sınırlarını genişletmek için bekler gönül.Fakat bazen gönül dahi kendi sesini duyamaz olur. İçinde birikeni yoluna koyamayınca kendinden kendine varan yolu kesmiş olur. Yolu düzenleyecek olan nedir? 
               diye soruyor. Yazıyı okumak isteyenler buraya

             Seyrettiği filmden ilham alarak İsmet Özel'den bir şiir okuyor. Bir parça bizde nasipleniyoruz, bakın şu mısraların anlam yüküne..

                         Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
                            taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
                               kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
                                 bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
                                    tütmesi gereken ocak nerde?
  
              Bu haftada böyle. Herkese sağlık ve huzur dolu günler dilerim!






























1 Kasım 2024 Cuma

Kasımın İlk Cuması


                            ''Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksi­niz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi .''

Ben demiyorum bunları Sait Faik Son Kuşlar hikayesinde diyor. Ümitsizlik bizim yıllara has değilmiş demek. İnsan olduğu sürece bu dünyada olaylar, hareketler bitmeyecek. Dünya döndükçe sorunlar, üzüntüler olacak. Yaşamın çok tatmin edici olduğuna inanmıyorum zaten. Ruhun huzuru tam anlamıyla bu dünyada bulacağına da inanmıyorum. Sadece anlam arama, yetkin olmaya yürüme, insan olmaya çabalama dünyası bu dünya. Mecbur elimizden geleni yapacağız.

                    Basit dünya işlerininin önemini çok daha iyi kavrar oldum bu yaşlarımda. Artık bir çok şeyde gözüm yok, bir çok dünyevi şeyin de önemi yok. Bir çok konu öyle saçma geliyor ki, bunlar yaşanırken gözümün önünde kaçasım var dağlara tepelere. İnsandan kaçasım var, doğaya, hayvana, toprağa sığınasım var. Ama mecburuz yaşamaya.

                  Evimde ki hayatım sıradan, herkes gibi. Ama mükemmelliğini hissediyorum yeni yeni. Daha genç yaşlarda hep özenmeyle geçti, daha çoğunu, farklısını istemekle geçti, hatta ailede birbirimizi hırpalamakla geçti. Ama şimdi.. Ne saçmaymış diyorum her bir şey. Mesela beraber evde ki kahvaltılarımızı çok seviyorum. Bir bardak çayı yudumlarken ne mutluyum daha fazlasına hiç ihtiyacım yok diyorum. Bakın yumurta soyan emekli baba, yanında devamlı bir şeyleri örnek gösteren, yaşıtlarının sahip olduklarını  isteyen bir genç kız..Her şey olması gerektiği gibi.. Yuva böyle bir şey çok şükür, bunca sapıtmış insan arasında...


29 Ekim Cumhuriyet Bayramını da bu sene şenliklerle kutladık. Nasıl önemli bir şey bu, farkında mısınız? Barış ve güvenlik içinde hep beraberiz. Millet , vatan olma bilinci çok önemli. Ortak payda çok önemli, tüm dış etkenlere karşı beraber durmak çok önemli.



         Geçen hafta okumaya başladığım kitap hala bitmedi. Yavaş yavaş, sindire sindire okuyorum. Zaten 530 sayfa ve minik yazılarla okuması güç bir kitap ama kahramanı Bardamu hayatta ki yeriyle beni fazlasıyla şaşırtıyor. Yaşamı boyunca hayatta karşılaşılabilecek en kötü olaylara şahit olmuş biri. Doktor kimliğiyle bakış açısında ki uçurum ve nedenleri çok çarpıcı.

''Sonuçta varoluşun neden olduğu en büyük yorgunluk belki de insanın yirmi yıl, kırk yıl boyunca, hatta daha bile uzun süre, aklı başında kalmak için harcadığı o olağanüstü çabadır, basitçe, derinden kendi, yani tiksindirici, dehşetengiz, saçma olmamak uğruna.''
''Herkesin derdi kendine, dünyanınki de hepimize.''

''Savaş kimilerini yakmış kimilerinin içini ısıtmıştı, nasıl ki ateş bazen işkence eder bazen de ihya, bu içinde mi önünde mi olduğunuza göre değişir.''


Sonbahar renkleri hep iyi gelmiştir..
Islak sokaklarda dökülmüş yapraklar..
Rüzgarın yardımıyla ayrılmış sarı, turuncu yapraklar..



                      
                              Okula girmeden minibüsten indikten hemen sonra sabah 8.45 civarı uğradığım sessiz köşe. Sadece horoz ötüşleri, arada sırada köpek havlamaları duyduğum, rüzgarı bolca hissettiğim köşe..
Karşı kıyıda İstanbul başlıyor neredeyse. Uğultusu buraya kadar geliyor..



                       
                Okulda yenilen meyvelerden geriye kalanlarla hep bir şeyler yapıyoruz. Elma kabuklarından sirke yapmaya başladık. 



Dünyanın en saf ve masum hali. Çocukların dünyası..


               Bu hafta yönetmenim 1931 doğumlu Jan Troell.Bu hafta boyunca Troell filmleri seyretmeye karar verdim. İlk olarak Utvandrarna sonrasında da Nybyggarna seyrettim. İki film de neredeyse üçer saat. Birbirinin devamı niteliğinde İsveç'ten başlayıp Amerika'da son bulan hayat hikayesi bir dönemi de yansıtıyor. Oyunculuklar mükemmel, Liv Ullman zaten tartışılmaz. Nasıl bir yaşam mücadelesi, dönemlere has ahlak ve din anlayışı, doğanın o mevsimsel görüntüleri yavaş ilerleyen bu uzun filmlerde çok şey buldum ben. Ama her saniyesi bol atraksiyonlu filmlere alıştıysanız sizi sıkar, baştan söyleyeyim.



                 Diğer filmleri de sırada. Arada iki günde beş bölüm seyrettiğim yine harika bir Cate Blanchett oyunculuğu. Dizi arıyorsanız ne zamandır güzel bir dizi bulamadım diyorsanız bir bakın derim. İşlenen konuyu oturup konuşsak, çok eleştirdiğim unsurlarda var ama ben beğendim. Disclaimer adı , galiba sezonu bitirmemiş. 5 bölüm yayınlanmış. İnternetten bulabilirsiniz.





              Geçen hafta köşe yazısında Fatma Barbarosoğlu'nun çok güzel bir teşpiti var;

''Toplumsal görgünün ortadan kalkması hukukun yükünü arttır. Olması gerekenler ile olmakta olanlar arasındaki mesafe açıldıkça insanlar sağduyusunu yitirir. Kör bir savunma ve kör bir saldırı ortamında toplumsal denge yara alır.''

Sağduyu yavaş yavaş köreliyor toplumda. Ne yapmalıyız deme zamanı değil. Harekete kendi yaşamımızdan başlayarak geçmeliyiz. Eşimiz, çocuğumuzdan başlayarak komşuya doğru çıkmalı iş çevremiz ve akrabalarımıza kadar ulaşmalıyız. Artık bireyciliği bırakmalıyız, kendini  mutlu etme yollarıyla kafayı bozmuş durumda günümüz insanı. Mutluluk belki de yanlış adreste. Mutluluk ve huzur hizmetten geçiyor, insana hizmet.
Söyeleyecek çok şey var ama bugünlük bu kadar. Güzel bir aya başlamak umuduyla!






Cuma GİDİYOR !

             Sıcağı sıcağına gezi fotoğraflarım geldi!             Eve yeni geldik. Ara tatil neredeyse bitiyor ve şöyle iki gün okul öncesi...