27 Kasım 2020 Cuma

Bir Cuma Daha

                                        Kasım ayının son cuması geldi işte. Sonbahar da bitmek üzere. Dönemler, devirler bitiyor. Televizyonda çocukluğumuza ait görüntülerin yavaş yavaş kayıp haberlerini görünce içimde bir şeyler eksiliyor. İnsanoğlu çocukluktan sonra gençliğe geçiyor bir hevesle, umutla ama ne kadar da kısa sürüyormuş. Orta yaşa geldim ama büyük bir bıkkınlıkta var üzerimde. Hayatın neşesini kaybetmemeye çalışıyorum ama duyduklarım, gördüklerimle eksiliyorum işte.

                                    Çok moralsizim arkadaşlar, şen bir cuma yazısı yazmak içimden gelmiyor nedense. Dünyanın gittikçe kötüleşmesi, hastalıklar, sürtüşmeler, beklentiler , aldığımız ani haberler, evlere tekrar kapanmaya başlamak, belirsizlik , her şey canımı sıkıyor bugünlerde. Gökhan Özcan geçen günlerde köşesinde de şöyle belirtiyordu;

''Gözümüzün önünde cereyan eden şeylere bir kamera gibi objektif, soğuk, önyargısız baktığımızı düşünüyoruz nedense. Oysa yaşanan her şey, ona şahit olan insan sayısınca farklı yoruma tâbi tutuluyor.''

                              Bu hafta da okul ev arasında gidip gelmeyle geçti. Anasınıfları kapanmayınca okullara bir tek bizler gider olduk. Koca okulda hizmetliyle beraber yalnız olmak da bir garip. Allahım ne günler görüyoruz. Veliler çocuklarını göndermek istemiyorlar. Yalnızca iki öğrencim geliyor ama ben günlük programıma devam ediyorum tabi ki..


                     Bir taraftan da iyi ki kapanmadı sınıf; az da olsa gelen çocuklarla neşemi buluyorum. Onların enerjisi çok güzel. Konuşmalarına bir şahit olsanız şaşar kalırsınız. Sabah ilk işimiz çiçeklerimize günaydın demek..


Sonra da biraz sanat etkinlikleri yapıyoruz..


Okul çıkışı mutlaka yürüyüş yapıyorum sahilde. Bu hafta soğuk ve rüzgarlıydı.


Bu hafta iki kitap okudum.


                             Okulda kek yaptık. Sabah bahçemden bir portakal kopardım ve yaptığımız kek için kullandık. Geçen sene ektiğim portakal fidesinde bu yıl 4 tane portakal oldu. Çok tatlı olmasa da güzeldi tadı.


                Bu hafta okuduğum kitaplardan birini kızım için aldım aslında. Gençlere sohbet eşliğinde faydalı olabilecek bir kitap. Keşke okusa kızım ama bu yıl kitap okumayı tamamen bıraktı ne yazık ki. Ben yine de bir ümit bekliyorum ..


Son olarak Fatma Bayram hocanın iyilik yazısından bahsetmek istiyorum. İlk önce kendinden başlayarak çevreni iyileştirme çalışmalarından bahsetmiş. 
'' Madem ki iyilerden olmakve bu düzeyi korumak çoğumuz için, ancak iyi bir çevre içinde mümkün, o halde ''ben her çevre de kendi çizgimi korurum'' iddiasını gözden geçirip hiç olmazsa en yakın halka da iyileri çoğaltmaya bakmalıyım . ''
Benim  de savunduğum bir şey bu ; ilk önce kendimiz sonra da yakın çevremiz için iyisi için çabalamak. 
Fatma Bayram'ın harika yazısına bir göz atın derim.
 İyi Haftalar !
















22 Kasım 2020 Pazar

Karavanla Karasu

 

                               Okullara verilen bir hafta arayı fırsat bilip tekrar çıktık yola karavanla. Aslında Domaniç Dağlarına gitmek o bölgeyi gezmek istiyorduk çünkü tam zamanıydı. Sonbaharın eşsiz anlarını yaşayacağınız cennet yerlerden biri. Bize kısmet olmadı çünkü gitmeden önce hava durumuna baktığımda 3 gün üst üste bulutlu ve güneşsiz olduğunu gördüm. Karavanımızda ısıtıcı sistem olmadığından bizim için güneş panellerinden yararlandığımız güneşli günler önemli. Küçük bir ısıtıcımız var gerçi paneller bunu çalıştırmaya yetmiyor ama ara ara açarak ortamın havasını yumuşatıyorduk. Orada ki gecelerin 1 lere kadar indiğini görünce rotamızı Batı Karadeniz'e çevirdik. Hem bize de 2 saatlik bir mesafede.



                     Düzgün ve geniş yollardan sisli bir sabah yola çıkarak geçtik. Hava sıcaklığı 7 derece gibiydi sabah ama öğle olunca 16 lara kadar çıktı ve güneşte olduğundan enerjimiz biraz oldu. Karasu'ya gitmeye karar vermiştik. Deniz kenarında bir kasaba. Yıllar önce yazın buraya gittiğimizde bu kadar büyük değildi, biz gideli çok şey değişmiş. 
Bir yere gitmeden önce google mapten oraya ayrıntılı olarak bakıyoruz. Özellikle camilere yakın ve şehrin içine fazla girmeden konaklayacağımız yerler arıyoruz karavanla kalırken. Çünkü su alabileceğimiz en güzel yerler camiler. Üstelik wc de bulunuyor. 
Karasu'ya haritadan baktığımda Sakarya Nehrinin döküldüğü yeri gördüm ve şehrin içi değildi. Bu mahalle küçük bir balıkçı köyü gibi gözüküyordu. Üstelik denize yakın yerinde de bir cami vardı. 


Bizde Karasu'nun Yenimahalle denilen yere gittik. Karavanla bir yere gittiğimizde yaptığımız bir şey de hemen konaklamamamız. Zaten araç çok uzun. Rahatça park edeceğimiz yer bulunca duruyoruz, inip o bölgeyi geziyoruz. Güzel bir yer bulunca oraya araçla gidiyoruz.


                  Bu sefer de böyle yapıp hem deniz kenarı hem nehir kenarı olan ve etrafında da güvenli bir yer olduğunu saptayıp  harika bir konumda konaklamak için aracımızı çektik ve arabayı ayırdık. 


                       Bu kadar yorgunluk sonrası çayımızı da demleyip yakınımızda bulunan fırından ilk çıkan ekmeklerden alıp kahvaltımızı yaptık. Konakladığınız ilk gün haliyle çok iş oluyor. Su taşıyorsunuz depoya, malzemeleri kutulardan çıkarıp yerleştiriyorsunuz, etrafı düzenliyorsunuz , aracı ayırıp sabitliyorsunuz en başta tabi ki ama ben bunları sorun etmiyorum. Çünkü normalde de çok hızlıyımdır ve karavan seyahatlerinde günbegün profesyonelleşiyorsunuz. 


                 Hava serin olmasına rağmen sonrasında çıkıp gezdik dolaştık. Karasu'nun gerçekten çok güzel yerinde konaklamışız çünkü nehrin Karadenize döküldüğü bu nokta çok heyecan verici. Nehirin iki yakasında balıkçı tekneleri sağlı sollu o kadar çoktu ki. Hele gece gündüz karavanın önünden balığa çıkan tekneleri görmek çok güzeldi.


Mahalle aralarında sonbahar esintileri ..


                    Evlerin, dükkanların bazıları nehrin üzerine yapılmış, kendimi Amsterdam'da hissettim bazen.


                              Deniz kıyısına gittiğimizde Karadenizin dev dalgalarına şahit oldum yıllar sonra , çünkü ilk öğretmenlik yıllarım yine böyle Karadenizin hemen kıyısında ki bir evde , Sinop'ta geçmişti. Hele kış aylarında sesi muazzam oluyor, öyle özlemişim ki. Etrafta bir çok balık tutan insan vardı onlara ne tuttuklarını sorunca 'kalkan' dediler. Yine Sinop aklıma geldi çünkü bu mevsimde ne çok kalkan olurdu ne çok yerdik.


                      Kızımın adını yazdım dalgaların eşiğine yüreğim buruk olarak. Çünkü yine bizimle gelmek istedi ve gelmedi.. Canım öyle sıkılıyor ki bu duruma bu da başka bir yazı konusu. Karavanımızı aldık ve ailece güzel anlar biriktireceğiz derken hep bir şeyler eksik kalıyor :(


Orada kaldığımız 3 gün içinde Karasu merkeze de gittik. Sahil kısmı oldukça uzun, yürünecek güzel bir rotası var ama kalabalık bir şehir olmuş orası da. Başka bir günde Bize 8 km uzaklıkta Acarlar Longozuna gittik. Doğa muhteşem tabi ki. Nehir dolambaçlı gelmiş ormanı bölmüş, bir de sonbaharla birleşince harika olmuş ama...
Ama yurdumuzda ki klasik sorun böyle doğal güzellikleri bozan, yapısına uymayan ve doğanın canına okuyan insanlar. Orada ki işletmelerin saçma sapan halleri, çirkinlik abidesi kafeler, her şey çirkin. Sonra da durmadan Alp dağlarını falan övüyorum ama görmeniz lazım orada ki incelikleri. Böyle doğayla iç içe olan yerlerde doğal. Masalar, sandalyeler, merdivenler her şey ağaçtan, plastik fazla bir şey görmezsiniz. Onca da turist dolaşır dağlarda tepelerde çöp atmazlar. Bizim etrafa pet şişeler, ıslak mendiller, camlar, şişeler deryasına maskeler de eklenmiş, hadi gözümüz aydın!


Güzel yerlerini çektim ben de longozun. 


Burada 3 gün kalıp başka bir yere doğru yola çıktık. Isıtıcımız bizi fazla ısıtmadı özellikle sabahları karavan içi 10 derece olarak kalkıyorduk ama çay falan demleyip havayı yumuşatıyorduk. Güneşte doğmuş olduğundan içi hemen ısınıyordu. 
Sonrasında Adapazarı Poyrazlar Gölüne doğru yola çıktık. O da diğer yazı da ...






13 Kasım 2020 Cuma

Hoşgeldin Cuma

                                   Hoş geldin Cuma!

                               Hoş geldin Haftasonu  tatilimiz !

                                 Kasım ayının ortasına geldik bile. Hastalık vakaları arttı, yakın çevremizde ki insanları bile covid oldu diye duyar olduk, ölümler de o kadar çok ki morallerimiz bir yerine gelmedi bu yıl. Ekonomi, işsizlik, ülkede ki cinayetler, ahlaksızlık almış başını gitmiş. Bunları düşündükçe göğsüme bir ağrı çöküyor, hiç umudum kalmıyor, yaşayasım bile gelmiyor bu dünyada. Ama diyorum bunları bir de biz dile getirmeyelim; dünyanın sayısız güzelliklerini görelim artık, ruhumuzu iyileştirelim. 

                             Haydi şöyle gözümüzü güzel olana çevirelim. İsterseniz elinize mis gibi kokan bir çay alın hatta bergomatlı seviyorsanız ne güzel. Onun kokusunu kahve kokusundan sonra çok severim. Keyifli bir cuma yazısı okuyalım!


             Karavanla şu sıralar bir yere gidemiyoruz ama park ettiğimiz yer de çok güzel. Denize yakın, yeşillik önünde, gezen dolaşan insanların arasında bir yere park ettik. Bizim eve de yakın olunca işten geldiğimde fırsat buldukça gidiyorum. Orada bazen ıhlamur demliyorum bazen de kahve. Kitabımı okumak bile öyle iyi geliyor ki. Küçük evim diyorum ona. Manzarası hep değişen..


Bu hafta biten kitabım Dilan Bozyel'in Paris ve Beyrut'tan kitabına aldığı fotoğrafları ve bu iki şehre dair düşüncelerini içeren Mutluluk Hattı..


                      Sonbaharı iyice etrafımızda yaşıyoruz. Her sene bu görüntüye hayran olarak bakar mı insan. ''Yaprak sıkılmıştı ağaçtan, bahane idi sonbahar...'' demiş ya Necip Fazıl Kısakürek kasım ayı tüm yaprakların ağaçları terk ettiği aydır.


          Havanın güzel olduğu bir hafta yaşadık ve fırsatı kaçırmadım tabi ki. Bisikletime atladığım gibi sahile indim. 


                  İlkokula gittiğimiz yıllarda şu büyük çınarın arka tarafında ki bahçeye gelirdik annem, 3 teyzem ve ananem. Torunlar 9 tane zaten ne curcuna olurdu ama en güzel yıllarımızdı. Ağacın ön tarafında deniz ve küçük bir iskele vardı. Yosunlu ve taşlı bir denizdi ama yine de girerdik. Ah ne eğlenirdik!


                        Yaşadığım kasabanın sahilinin gezdiğim bir çok yere göre çok temiz olduğunu farkediyorum son zamanlarda. İnsanların çok temiz olduğundan değil inanın, belediyemiz iyi çalışıyor. Hele gece gündüz yolları süpüren görevli bayanlar var ki çok minnettarım onlara.



                        Şimdilerde altından geçtiğim bütün ağaçlar yapraklarını döküyor. 
Havada hazan var, yüreğimde hüzün... 
                                           Cemal Süreya 



              Hafta  içi okuldan koşa koşa eve geliyorum. Evde kitap okumak, nakış ya da örgü yapmak ya da film seyretmek en sevdiğim şeyler. Beni de en dinlendirenler. 


                         Bahçemin kış meyveleri olgunlaşmaya başladı. Portakal ağacını 2 yıl önce ekmiştim. Geçen sene hiç meyvesi olmamıştı ama bu ay 4 tane birden oldu. Yemyeşildi, iyice sarardı bir hafta da . Minik bir ağaç size nasıl da mutluluk veriyor..


                      Muşmula ağacını annem ekmişti 6-7 yıl önce. Tam da çam ağacının dibine ekmiş. Fazla gelişemiyordu hatta çam ağacına da zarar vermeye başladı. Meyvelerini toplayalım keserim diyordum ama herhalde kıyamayacağım. 


Miniklerimle sanat çalışmalarımız..


Bu hafta balkabaklı kek yaptım. Güzel olunca ev de koca kek 2 günde bitti. 


                                                     Perşembe günü okuldan çıkınca kahvemin yanına bir küçük pasta aldım, bir taraftan da niye böyle sağlıksız besleniyorum diye de vicdan azabı çekiyorum.


                     Hediye vermeyi gerçekten çok seviyorum. Bu hafta da iki arkadaşıma nedensiz hediye hazırladım. Hazırlama sürecini de seviyorum. Her mevsim farklı insanlara hediye hazırlamayı amaçladım kendi kendime. Zaten yeni yılda yaklaşıyor bu da benim için bahane olacak.


Köyde ki sevdiğim manzarayı tekrar görmeye gittim :) 



           Bu cuma da herkese hayırlı olsun deyip güzel bir mısrayla kapatayım haftayı;
                 Kasım'ın son mısralarındayız, günlerden ne bilmiyorum; ama ben bugün de seviyorum seni... 
                          Cemal Süreya 

9 Kasım 2020 Pazartesi

Rita, Elias Rukla ve ben...

                              Oduncu gömleği, asi tavırlarıyla sıra dışı Rita'yı bilen var mı? Ben de bir bakayım şu diziye deyip ilk bölümde yaşantımıza oldukça ters aile hayatıyla, okul yaşamıyla Rita'ya gıcık olsam da öğretmen oluşu  diziyi merak etmeme neden oldu. Netflixin klasik eşcinselliği normalleştirme ve bol bol marlboro reklamı yapma çabalarını göz ardı edip evrensel okul-eğitim-gençlik ilişkilerini farklı bir coğrafya da seyretmek beni daha da diziye bağladı. Rita'nın sivri, kural tanımaz hallerine hayranlıkla bakmıyorum bir çokları gibi ama öğrencilerin tüm coğrafyalarda benzer olması incelenesi sosyolojik bir durum.
                          Geçen de izlediğim bölümde ergenlerin sorunlarına karşı Rita'nın tavsiyeleri benim için de yol gösterici oldu. Evde ki asi ergene karşı tahammülümün kalmadığı bir dönemde Rita'nın tutumu sinirlerimi bastırdı . 
                          Kuzey ülkelerinde ki yaşam ilgimizi çekiyor, bizlerden ne derece farklı olduklarını görmek istiyoruz gibi ama aslında insanoğlu her yerde aynı. Benzer ihtiyaçlarımız,duygularımız var gibi geliyor yaşantılarımız ve yaşadığımız yerler farklı olsa da. 



                      Okulda ki öğrenciler, öğretmenler ve onun çevresinde velilerle olan ilişkiler ve sorunların çok tanıdık gelmesi Rita dizisiyle ilgimi çekmişti. 50 yaşında ki Elias Rukla ise Dag Solstad'ın Mahcubiyet ve Haysiyet romanının kahramanı. Okumaya başladığımda ilk sayfalarından itibaren beni yakalıyor çünkü girdiği lise son sınıfta Ibsen'den Yaban Ördekleri'ni ilgisiz gençlerle işlemeye çalışması benimde evde ki ergene belli başlı yazarları tanıtmaya çalışmam ve bu konu da hiç bir zaman başarılı olamamamla benzerlik gösteriyor. Elias Rukla Rita dizisinde ki erkek öğretmenlerden birini hatırlatıyor bana. Yılların verdiği yorgunlukla çocuklar üzerinde ki etkisini kaybetmiş, onların tepkilerinden çekinen ve dersini hep aynı düz çizgi de anlatıp bitirmeye bakan biri.
''Gerçek şuydu, çok iyi eğitim almış yetişkin bir adam, yirmi beş yıldır masrafları kamu tarafından karşılanmak suretiyle bu sınıfta oturuyor ve öğrencilerin sıkılıp sıkılmadıklarını dikkate almaksızın ortak kültür mirasımıza ait edebi eserlerin bir bölümünü ders olarak işliyordu." diyordu yazar.
               Elias Rukla'yla özdeşim kurmam Rita'ya göre daha kolay oldu. Rita'nın yıllara rağmen cabbar oluşu, okulun belkemiği haline gelmesi, çocuklar üzerinde ki otoritesi aslında artı özellikler ama Elias'ın uzun yıllar kendini bu sisteme vermiş olmasına rağmen mutlu olamayışı, gençlik yıllarında düşünsel dünyasını besleyen tek bir dostun varlığıyla o yıllarda ki mutlu ve doygun geçen yaşları ve sonrasında bundan kopuşla gelen umutsuzluk ve sıradanlık.. Öğretmenler odasında yapılan sohbetlerin can sıkıcılığı. Ama bir gün öğretmenler odasında kulağına çalınan '' Bugün kendimi Hans Castorp gibi hissediyorum '' cümlesi. Kendimle özleştirdiğim tarafı da en çok bu oldu. Ben bu tür cümleler duyamayacağımı gayet iyi biliyordum, çalışma hayatımın 25 yılı boyunca her türden öğretmenler geldi geçti bırakın Hans Castorp'u bilen elinde kitap okuyan çok azına şahit oldum. Elias Rukla gibi  kendimi çok yalnız hissediyorum artık. Bir gün bizim de odaya biri girer ve onun şahit olduğu cinsten bir cümle kurar mı bilmiyorum . İnsanı besleyen unsurlar o insanın ihtiyaçlarıyla beliriyor. Benim de Elias gibi ihtiyacım okuduklarımı, izlediklerimi paylaşacak bir dost. Sonum onun gibi olmasın şemsiyemi parçalamak istemiyorum okul bahçesinde bir çok şeyden intikam alırcasına..















6 Kasım 2020 Cuma

Cuma Geldi

                      Haftanın en önemli olayı İzmir oldu hepimiz için. 99 depremini kanlı canlı yaşamış biri olarak artık herşey ben de korku yaratıyor, endişemi arttırıyor, üzüntü zaten kalıcı. Bu yüzden tv seyretmiyorum, deprem anı videolarına ben de baktım bir kaç kez ama yıllarca iyileştirmeye çalıştığım kaygılarım artıyor onu da bıraktım hemen. Olanın sonrasında yapılan eleştirilerin, tepkilerin  kimseye hayrı yok. Olmadan önce yapılmalı her şey. Binalar sağlam olmalı, elektrik, su , kalorifer için içine girip inşaata devam edenler usulune uygun yapmalı, işlerine geleni yapmamalı, bunları denetleyen mekanizmanın çalışması gerekiyor. Bu adamları da biz yetiştiriyoruz ana, baba, öğretmen olarak. O zaman biz de işimizi iyi yapacağız. Bizi kurtaracak olan herkesin işini iyi yapması, Kusura bakmayın ekran başına geçip elimizde çay göz yaşı dökmek değildir olması gereken.

              İnsanın hayatında tat bırakmayan olaylar arkası kesilmeden geliyor. Her şey öyle üst üste geldi ki ,  birbirimize ne oluyor böyle diye sormadan geçmiyor bir günümüz.


Bu hafta iki arkadaşıma sonbahar hediyesi hazırladım, içimden geldi bilmiyorum. Ne zamandır heddiye vermek istediğim kişilerdi. Küçük paketlerin büyük mutluluk içerdiklerini herkes bilir :)


                       Annem gibi babamda ekim ayı doğumlulardan. Ekim sonunda onunda doğum gününü kutladık. En sevdiği hediye de bu sene her yıl aldığımın aynısı; bir kutu çikolata!


Bu hafta okuduğum kitap Mahremiyet. Aslında Nazife Şişman yazmamış içinde bir çok yazarın mahrem alanımız, özel hayatımızın günümüzde yok olan yönünü internet üzerinden olumsuzluklarını anlattıkları oldukça güzel bir kitap.


                  Yaptığım yürüyüşler sırasında zeytin ağaçlarına rastlamak bizim burada oldukça olağan bir şey. Bu ağaçların bereketi, uzun yıllara kök salması göz önüne alındığında hiç bir zaman kesilmelerine izin verilmemesi gerektiğini savunanlardanım.


Orta sehpamı kabaklar ne zamandır süslüyordu. Onlara bakmak bir terapi inanın bana. Turuncu, sarı renkleri neşe içindeler sanki. Bir sepet kabak insanı rahatlatır mı? Evet, yapıyor...


Yürüyüş rotam bu hafta sonu balıkçı barınağındaydı...


Dinlenmek isteyenlere güzel bir köşe...


                      Yürüdüğüm yol öyle güzel ki. Her yürüyüşüm şükürlerle geçiyor. Bu dünya da cennetteyim diyorum her seferinde. 


                          Corona falan dinlemeyip evde iki arkadaşımla buluştuk, hepimiz farklı bir köşede oturduk ama bilmiyorum bu pandemi de artık iyice paranoyak olduk gibi geliyor. Bazen böyle her şeye boşveriyoruz bazen de sıkı tedbirler alıyoruz. Etrafta da o kadar çok hastalanan haberi almaya başladık ki bu daha başlangıç gibi geliyor.


                             Okulda az öğrenciyle eğitime devam ediyoruz . Çocukların yaşı küçük olmasına rağmen kurallara çok güzel adapte oldular. Aralıksız üç saat eğitimde maskeleri hiç çıkarmıyorlar.


                                  Herkes evden bir kaktüs getirdi bu hafta. Bu sene de küçük bir bitki alanımız oldu pencere önü. Çocuklar öyle sevdiler ki bitki bakımını, her sabah koşa koşa gidip günaydın diyorlar saksılarına.


Okul çıkışı köyde yapılan yürüyüşte karşıma çıkanlar...
Bu hafta böyle geçti şükürler olsun; ailem, arkadaşlar, konu komşu herkes iyi diyorum. Kasım ayına da girdik hatta ortası bile gelmek üzere. Koşarcasına giden aylara yenisi eklenecek, iyilik güzellik hayatımızdan eksik olmasın...
Mutlu hafta sonları!















3 Kasım 2020 Salı

Karavanla İznik

                     Geçen hafta sonu harika geçmişti. Bize de yakın bir yer olan İznik Gölüne karavanımızla gittik. Karavanla yolculuk normal seyahatten daha uzun oluyor çünkü arkanızda bir yük olduğundan çok hızlı olamıyorsunuz. En fazla 90 yapmışlığımız var ama genelde 70 km civarında bir hızla sürüyoruz. Böyle olunca yol biraz uzuyor. İznik bize uzaklığı  50 dakika normalde, karavanla 70 dakika sürdü ama acelemiz yok. Ama nereye parkedeceğimizi bilmiyorduk. İznik içine girmemeye, yakınlarında bulunan bir köye eğer uygunsa parketmeye karar verdik. Bir yere gitmeden önce oranın fotoğraflarına bakıyorum özellikle instagramdan. 

                      İznik Gölü kenarında karavan kamping yeri var ama ücretli. Geceliğine en az 100tl vermek bizim için anlamsız. Güneş enerjisi olduktan sonra sorun yok. Suya da Türkiye de zaten sorunsuz ulaşıyorsunuz. Her yerde bol bol çeşme var ya da cami. 

                     Biz de İznik'e yakın olan Boyalıca Köyünde kaldık. Köyün göl kenarında çay bahçeleri ve oldukça büyük bir park alanı var. Özellikle çekme karavanlar için parketme de yolda gidişte geniş yerlere ihtiyacınız oluyor. Burası da rahatlıkla aracınızı sokabileceğiniz bir yer. 


                  Göl kenarına aracımızı çekip karavanı ayırdık. Hava da çok güzel olduğundan masamızı çıkardık. Arka tarafta evler olduğundan gece kalışlarında kendinizi güvende hissediyorsunuz. Yalnızca geceleri nerede konaklarsanız konaklayın içmeye, müzik dinlemeye aracıyla gelen erkekler çok oluyor. 


                      Sabahları güneşin doğuşunu sessiz gölün üzerinden izlemek öyle güzeldi ki. İnsanlar yavaş yavaş uyanırken camlarımızı açıp içeriye mis gibi temiz havayı doldurmak, sonrasında yatakları toplayıp köyün fırınına gitmek , sımsıcak ekmekle karavana dönmek.. Hayat böyle ne kadar güzel, hep bu şekilde yaşar gideriz diye aramızda emeklilik planları yapıyoruz eşimle her defasında. 


                     Gün boyu gezip dolaştıktan sonra akşam üzeri karavanımıza dönüp güneşi bir kahve eşliğinde batırmak diğer mutluluk sebebimiz.


Gün içinde İznik'e gidip gezdik. İznik tarihi, göl kenarı yürüyüş alanlarıyla, çinileri ve el sanatları ile hiç bıkmadan devamlı ziyaret edeceğiniz bir belde.


                  Yakın köylerine de gidip gezdik. Sölöz köyünün az kalmış tarihi evlerini görmeden olmaz.


Keramet Ilıcası
                                            Keramet Ilıcası, aslında Orhangazi’ye bağlı ama İznik’e de 25 kilometre 30 dakika mesafede yani oldukça yakın. Kükürtlü suyunun şifalı olduğu söyleniyor. Kaplıca çevresinde Orhangazi Belediyesince işletilen tesiste, bir çadır kampı alanı, piknik alanı, oturma alanları, park yeri, soyunma odası, tuvalet,  büfe gibi hizmetler var. Giriş ücreti 7 TL. 


                            Diğer gezdiğimiz köy Sansarak Köyü. Ve köye 3-4 km uzaklıkta ki Sansarak kanyonu. Kanyon içinde küçük bir dere akıyor, insanlar yürüyüş yaparak buraya gidiyorlar. Çadır kampı da var ama ne yazık ki burayı bile öyle kirletmişler ki gözlerimize inanamadık.


Sansarak Köyü de 500 yıllık bir Osmanlı köyü.



                              İki günde olsa karavanla bir yerlere gitmek çok iyi geliyor. Yakın bölgelerimizde bulunan bir köyde bile kalmak , sabah camınızı yeni bir yerde açmak dünyanın en güzel şeyi. 

Merhaba Cuma

                          '' Kendini sevmezsen başkasını nasıl sevebilirsin ?'' diye soruyor Tina Turner Mutluluk Sana Yakış...