29 Ağustos 2025 Cuma

Son Ağustos Çıkışı

                   Ağustosu da bitiriyoruz farkında mısınız?

                 Günler günleri kovaladı, yaz bitiyor ve üzerimizde ki sıcaklardan oluşan rehavet yavaşça kalkıyor sanki. Eylül kelimesi bile bir ferahlık veriyor. Yaz insanıydım, sıcak denizle birlikteyse mükemmel ama ondan uzak olmak tam bir kabus. Marmara Denizine özellikle bir çok fabrikayla çevrilmiş İzmit körfezine girip serinlemeyi bırakalı otuz sene olmuştur. Giren giriyor ama bol deniz analı, yosunlu ve fabrikalarla kirletilmiş düşüncesiyle benim içim kaldırmadı senelerce. Denize karşıdan bakıp girememek çok kötü bir şey. Ama akşam üstü yoğunlaşan kokusuyla deniz şehirleri bir başka canım!

              Denize girmeyince de bu yaz mevsimi tam bir işkenceye dönüştü son yıllarda benim için. Üstelik birden fazla yangına da denk gelince 'Aman bir esse de serinlesek ' diye dua da edemez olduk. Bu aşırı sıcaklarda gezmek yok, bisiklet sürmek yok, yürümek işkence ee ne diye bekleyelim ki bu yazı. Keşke tatilimiz eylül ekim gibi olsaydı ama yazında eğitim olacak gibi değil.

             Neyse sağlıkla eylüle de geldik ya çok şükür !

Ağustosun son haftası sevgili eşimin doğum günü. Başak insanı o ve ben bu başak burcundan çok memnunum :) Nasıl düzenli, temiz ve istikrarlı oluyorlar. Belki ben kurallara, düzene ve temizliğe bağlıyım ya bu yüzden iyi anlaşıyoruz. Sadece kendine zarar verecek düzeyde olan titizliği, mükemmeliyetçiliği olmasa iyi olurdu.



               Babamızın yaz günü doğumu olunca tatile denk geliyordu her seferinde. Bu sefer yeni bir şehirde yeni bir işte biz bizeyiz.

           Küçük bir pastayla yeni dilekler tutuldu, yeni yaşına bizimle girdi. Son iki yılda hayatında büyük değişimler oldu eşimin. Anne babasını üç ay arayla kaybetti, iki ay geçmeden işten çıkardılar istemeyerek emekli oldu. Zaten insanın başına bir şey gelince üst üste olurmuş ya, bizde de üzüntülü günler arka arkaya sıralandı. Kendine gelmesi ne yazık ki uzun sürdü,şimdi bile bir çok zaman bu konularda mahsun olduğunu hissediyorum ama hayat devam ediyor ve her geçen gün daha çok tutunuyoruz birbirimize. 


         Uzun zamandır beklediğim bir kitabı satın aldım. Linn Ullman'ın üçleme dediği serinin ikincisi Genç Kız, 1983. Huzursuzlar'ı da büyük bir iştahla okumuştum. Öyle edebi değeri olan bir kitap değil bunlar bence ama Bergman ve eşi Liv Ullman'dan ipuçları taşıdığı için çok merak ediyordum. Aslında ünlü anne-babaların çocuklarında ki o duygusal, psikolojik süreci okumayı seviyorum. İlk kitapta babasıyla olan ilişkisine, anılarına fokuslamıştı bu sefer daha çok kendisini etkileyen, hayatını şekillendiren hatta evlenip çocuğu da olsa içinde ki derin uçurumların nedeninin izini sürüyor ve 16 yaşında yaşadıklarıyla şimdi ki yaşına gelgitler yaparak kendini bulmaya çalışıyor. 

Ünlü ya da başarılı anne babaların çocukları çoğunlukla sorunlu ve yolunu bulamamış oluyor. İnsanın kendini bulma ve ispat etme dönemlerinde yaşadıkları bir de göz önünde olan bir ebeveyne sahipsen daha da zorlaşıyor. 

Yazar yaşadıklarının ağırlığından kurtulmak için bu kitapları yazmış sanki, zaten şöyle diyor kitabın bir yerinde; 

''TIpkı Annie Ernaux'nun yazdığı gibi bütün bunlar anlatayım diye başıma geldi.''

16 yaşında annesini ( Liv Ullmann) dinlemeyerek Amerika'dan Paris'e gidiyor. Buraya kendisinden 30 yaş büyük bir fotoğrafçının davetiyle fotoğraflarının çekilmesi ve Vouqe dergisine basılma vaatlerinin peşine düşerek annesinin rızasının olmamasına rağmen gidiyor. Bile isteye ilk geceden birlikte oluyorlar ve sonrasında gelişen olaylar ne yazık ki tüm yaşamını etkileyen durumu tetikliyor.

Çocukluk aslında ne çok yükü de beraberinde getiriyor yaş aldıkça. Her insanın yüklendiği olaylar, durumlar, ilişikler ne farklı. Aile olmak çok zor, berber yaşadığın adamla evlenip bir çocuk dünyaya getirmeden önce milyon kez düşünmek lazım. Hele kendimizi onarmak, yalnızlığımıza deva olsun diye çocuk dünyaya getirmek ne büyük bir hata. Şöyle diyor kitapta;

'' Çocukken böceklerden ve karanlıktan korkardım, bir de içip içip sarhoş olan yetişkinlerden

-ve nükleer savaştan ve annemle babamın öfke nöbetlerinden-

ve ölümden kendi ölümümden değil de annemin ölümünden-

ve topla oynanan sporlardan ve yüksek seslerden-

ve dokunulmaktan ve sıkı sıkı tutulmaktan- ''




              Hafta içi iki dizi önerisi yazmıştım, ilk olarak Beyond Goodbye.  Bir yas hikayesi ama fazla sizi üzmeden -belki gençlerin yası olduğundan böyle-. Birbirini seven çiftten birinin ansızın ölmesiyle kızın o yası yaşaması, paralelinde kahve çekirdeği ve hikayesi ve muhteşem bağlar, manzaralar. Japonların saygılı ve abartısız yaşamları bu yası hafifletiyor belki de. Üç bölüm izledikten sonra bıraktım çünkü bildik klişelere döndü benim için. Kahvenin o rahatlatıcı görüntüsünden kopamadım daha çok ama o da kurtarmadı.
İkinci dizi yine öneri bir diziydi, ilginçtir bu da bir yas hikayesi hatta daha dişli daha yaşımıza uygun.  Dead To Me.. Ama bunu da iki bölüm izleyip bıraktım çünkü yine konu klişeleşti. Bana böyle gelebilir ama siz yine de bir deneyin derim. Galiba artık dizi izlemeyeceğim çok vakit kaybı. Filmler bana göre daha çok..


           Ev yerleştirme işimiz bittiğine göre bu yaz ilk tatilimizi - hatta son - yapalım dedik. Çarşamba erken yola çıkıp Karadeniz'e doğru yol almaya başladık.




               İğneada upuzun kumsalları ve köpük köpük dalgalarıyla çok güzel bir yermiş. Rüzgarı da eksik değildi bizim olduğumuz süre boyunca. Sinop günlerimi hatırladım, orada da gurbette ilk öğretmenken Karadeniz'e kıyı evimde özellikle kış aylarında dalga seslerini duyar, geceleri bu dalgalar ninni gibi uyumama yardımcı olurdu.


                        İğneada'da bir çok pansiyon,apart ve oteller var. Biz ilk olarak görsellerini beğendiğimiz Nayu İğneada Otelde kaldık. Oda kahvaltı hizmet veriyor, restoranında yemek de yiyebilirsiniz ama otel olduğundan iki katı fiyatlar. Merkeze bir kilometre olduğundan biz akşam yürüyüşü yaparak çarşıda yemeğimizi yedik. Merkez küçük ama bir çok kafe ve lokanta var. Biz Rumeli Köftecisinde yedik meşhur köftelerinden. Porsiyon 300tl, piyaz 150 tl. Böyle bakınca makul fiyatlar.



Akşamları meşhur dondurmalarından yedik ama fazla bir özelliği yoktu.


                                                      Otelde dinlenme köşem 💙



                                                      Yattığım yerden gökyüzü 💙


Otel konsept olarak gerçekten güzel bir otel ama daha temiz olabilirdi. Odalarımız bahçeye bakıyordu ve önünde ki çakıllara ne yazık ki çok fazla sigara izmariti, içeride olan kahve kapsülleri kullanılıp atılmıştı. Bunları yapan müşteriler zaten artık yediden yetmişe yurdumun insanları çöpünü fırlatıp atma hastalığı var hadi bunu geçtim ama otelde çalışanların daha dikkatli olması gerekiyor bence. Havuz başına atılmış naylon kanepe örtüleri, deniz yataklarının kirliliği falan bir ben sorguluyorum muhtemelen.

            
        Üç kişi kahvaltıda böyleydi. Tamam serme kahvaltı çok ziyan oluyor ama biraz daha zengin olabilirdi o fiyata.
         Kahvaltıdan sonra deniz kenarında yürümek çok zevkliydi. Deniz çok dalgalıydı bu yüzden girme yasağı vardı ama yürüyüş bile çok iyi geldi bana.




                  İğneada Longozları ve gölleriyle çok ünlü. Longozlarını gezme şansımız olmadı çünkü otelden burnumuzu çıkarmadık. Öyle yorulmuşuz ki devamlı yattık, yedik içtik, havuza girdik, denizde yürüdük. Hala da tatilimiz devam ediyor. 
Bu otelden çıkarak merkezde ki başka bir otele geçtik. Kısmetse haftaya tatili anlatmaya devam ederim. Şimdilik bu kadar. Cumanın bitmesine az kala hemen yazımı yayınlayayım 💙

22 Ağustos 2025 Cuma

Ağustos Cuması

                            Hafta içi bankaya gidip sıra numaramı alıp beklemeye başladım bir köşede. İnsanları izlemeyi çok severim. Bankalara da her türlü insan gelir; oturanı, ayakta duranı, para çekeni .. 8-9 kişi vardı banka içinde ve ortada da koşturan iki küçük çocuk. Haliyle dikkatimi bu çocuklar çekti çünkü girmedikleri köşe, ellerinde ki tükenmez kalemle de çizmedikleri duvar kalmamıştı dakikalar içinde. Acaba nerede bu çocukların annesi diye bakınınca müşteri hizmetlerinde oturup işlem yapan karı kocanın çocukları olduğunu anladım. 25-30 Yaşları arasında ki bu ebeveyn gayet rahat çocuklarını salmışlar işlerini görüyorlardı, üstelik kucaklarında bir bebek daha vardı. 

                         Oradan oraya koşturan ve insanlara zor dakikalar yaşatan bu çocukları büyük sanmayın, her tehlikeye açık 3 ve en fazla 6 yaş çocuklarıydı. Banka içinde ki Atm'lerin arkalarına kadar giriyorlar, tuşlara vura vura ses çıkarıyorlar, kalemle sandalyeleri  çiziyor, insanlar da hiç tepkisiz onlara bakıyordu. Ne yazık ki artık kimseye bir şey diyemez olduk, ben zaten içimde ki öğretmen güdümü iyice bastırmaya çalışarak ne olacak bu işin sonu diye gözlemliyordum. Anne baba çocukların çığlıklarına tepkisiz işlerini gördüler, gişeden ayrılırken çalışan ''Allah kolaylık versin, üç çocuk zor olmalı'' dedi. Bunun üzerine baba '' evet evde ellerinden telefonu aldığımız an koşturmaya başlıyorlar, ne kurtarıcı şu telefon '' dedi. 

Biz de okullarda velilere aman şu yaş grubunda şu kadar ekran olmalı, daima telefon , tablete maruz kalan çocuklarda şu şu oluyor diye sıralayalım. Ne yazık ki artık her şey almış başını gidiyor. Çocuklarda ki bu başıboşluk, kontrolsüz davranışlar, serseri mayın gibi oradan oraya savrulmaları ne yazık ki bu ekran esareti. Bu yaş çocuklar tabi ki hareketli ve enerjisi boldur, nerede nasıl davranacaklarını da yavaş yavaş öğrendikleri yaşlardır ama yapılan en büyük kötülük evlerde iyice yaygınlaştı; eline verelim tableti kafamız ağrımasın, bi sussunlar otursunlar.

                    Bunlar bu yaşlarda başlayan denetimsiz internetin zararları ve sonrası da yaşla birlikte çeşitlenip artıyor. Tüm dünya da büyük bir sorun oluşmaya başladı bence. İnternet bağımlılığı, akran zorbalığı, cinsel şiddet, denetimsiz ilişkiler, kumar ve oyun bağımlılığı. Bu olaylara maruz kalıp üzerine tesadüf iki film izledim. Biri diziydi gerçi ama dolaylı da olsa gençlerin sanal yoldan kötülükleri ne de kolay yapabildiklerini gösteren Reservatet dizisi. İskandinav dizisi biraz da Adolescence dizisiyle karşılaştırılıyormuş ama alakası yok bence. 6 Bölümlük dizi fazladan uzatılmış geldi bana, ne olacağını en baştan tahmin ettik ama yine de izlenebilir.




                 Uzun zamandır film izlemiyordum, bir yerden not almışım Mass filmini açtım. Tek mekanda, bol diyaloglu filmleri severim. Ağır tempoda olsa da yine ebeveynlik, yine ergen şiddeti, yine ekran bağımlılığı. Nasıl denk geldiyse bu olanları günlerdir düşünüyorum. Hem bir anne hem de bir eğitimci olarak. Başta kendi kızım oyun bağımlısı bir nevi. Çocukluluğundan itibaren tüm özeni, alakayı ve eğitimi vermemize rağmen böyle olması çok canımı sıkıyor. Çok kez bilir kişilerle de görüştüm ama bu tarz eğilimler dna'larına yazılmış sanki. Evde örnek alacağı bir model yok, lise ortalarına kadar sınırlı internet kullanımı oldu, sonrasında artık zaten ipler koptu ve durmadan sızlansam da beni dinlemiyor bile şu anda. 
Zamanını ekranda geçirenleri, oyun oynayanları, her daim elinde telefon olup işini gücünü etkileyecek kadar kullananları aşırı eleştirdiğim için sanki bu.
Neyse dönelim günlük işlere güçlere. Geçen hafta sonu eşim işten çıktığı gibi yola düştük. Kocaeli'ne doğru annemlerle ilk gurbet buluşmamızı yapacağımız için heyecan içindeydik.


                      Sonunda eve gelmiştik. İki hafta olmuş, özlemişiz birbirimizi. İleri de daha da uzun olacak ama bu seferde gece gündüz dolu dolu beraber olduk, eh bu da güzel. Annem biz geleceğiz diye boşnak börekleri yapmış, dolmalar, sarmalar her şey baba evinde ne de güzel. Balkonu ömre bedel zaten deniz kıyısında, özlemişiz denizi de kokusunu da . Ama kalabalık, kalabalık, kalabalık! 

Sevmiyorum artık bu kadar kalabalık yaşamayı. Balkonda oturduğumuzda sahil boyunca giden gelen arabalardan sesimizi duymaz oluyoruz. Yine de beraber içilen kahvelerin, demlenen çayların, yapılan kahvaltıların tadı bir başka.



                                               Memleketimin gün batımı da başka güzel !

           Cumartesi günü bazı arkadaşlarımla sahilde görüştük, deniz kıyısında tüm öğle sonrası oturmak çok iyi geldi. Beraber çaylar içildi, tatlılar yendi, neler yapmışız kaç haftadır anlatıldı, kim ne yapacak sonbaharda planlar aktarıldı. 



                                 Bağ evimize de gidip bakmak gerekiyordu. İki hafta boyunca gidip sulama yapmayınca durumun içler acısı olduğunu tahmin ediyordum. Artık ilgilenme imkanımda olmayacak bundan sonra, ne yazık ki bahçemi kaderine terk edeceğim. Hem içeri de bulunan buzdolabının da fişini çekeceğiz ve artık ne zaman gelirsek kalır mıyız, kalmaz mıyız bilmiyorum çünkü annemler onlarda kalmamızı istiyorlar. 
Bahçeye gidince çok üzüldüm, zaten yağmur yağmadığından toprak çöl gibi olmuş. Domates fideleri kurumuş gitmiş, ortancalarım hele sanki o güne kadar hiç bakılmamış gibi kurumuşlar.


                       İki tane kabak olmuş çok şükür. Üç beş domates de kuru dalların ucunda duruyordu. Asmam da baya üzüm vardı bu sene ama onlar da çok cılız ve çürük çoğu. Portakallar oluşmuş bakalım çürümeden yetişecekler mi kışa. Yine de olan sebzeleri fotoğrafladım şöyle..




                       Boşalttığımız evi de hala boş tutuyoruz. Aslında kiraya vermek istiyorum ama bahçe işlerini seven ve bununla ilgilenmek isteyen insanlar olsun istiyorum. Çok soran var, bazılarına tutuldu diyorum çünkü iyi bakacaklarına inanmıyorum. Şartlarımı kabul eden, doğayı seven hatta müstakil ev isteyen bir insan olana kadar da boş tutacağız.

Sahilde ki eve de gidip bahçeye bakım yaptık. İki hafta olmayınca orada da çoğu bitki büyümüş ve ormana dönmüş. Budama, sulama ve bahçe temizliği derken akşamı getirmişiz.



                      Pazar gecesi eve döndük yani Çerkezköy'e. Yanımda yine kaktüs, sardunya getirdim. Çünkü burada ki evin pencere kenarında baya bir boşluk vardı ve burasını bitkiyle doldurmalıydım. Özellikle sukulentler dayanıklı oluyor, cam önüne bir güzel dizdim. Boş yola bakacağıma canım çiçeklerime bakar çayımı içerim. 

Eve geldiğimizin ertesi gün dayanamadım aşağı inerek etrafta ki çöpleri topladım. Bitti mi dersiniz ? Hayır.. Ne yazık ki biz yokken yan tarafımız da ki boş arsaya gelip enikonu kamyonla moloz dökmüşler. Görünce şok oldum. Uçuşan naylonları saymıyorum zaten. Ben dışarı bakarken bir kadın da gelip elinde bir torba dolusu çöpü boş arsaya fırlattı. On metre ötede çöp kutusu var halbuki. Gözlerime inanamadım!

Ben böyle kafayı taktıkça daha çok rastlıyorsun diyeceksiniz ama yok öyle değil. Bu çöp bilinçsizliği ulusal sorunumuz. Bakın iddia ediyorum çevre bilinci olmadan hiç bir siyasi meselemizi çözemeyeceğiz.


                        Bu resimler bizim evin yanı değil, yanlış anlaşılma olmasın. Ama bu fotoları da merkeze doğru yaptığım yürüyüşlerde çektim. Bildiğiniz şehrin göbeği. Büyük bir çöp sorunu  var buralarda. Ben oturduğum evin etrafını adam etmeye çalışıyorum , hadi hayırlısı.


              4 yıl önce bugün bu fotoyu paylaşmışım, yine derdim aynı ama mekan farklı. Kuzey Ege'de bir sahil kasabasında bu sefer.





                           İki aydır evde oturuyordum, yürümeyi bırakmıştım. Buraya geldiğimden beri sabahları çıkıp sokaklarda yürüyüş yapıyorum. Hem yeni şeyler görme heyecanı hem de farklı bir kent havası insanı motive ediyor gerçekten. Yürümenin Felsefesi'nde ne diyordu yazar;

“Bir yazar şöyle diyordu; “hareket etmezsen acı üzerinde birikir!” Biriktirmek de hiç öyle insan harcı değil! Paylaşmak, bölüşmek, dindirmek varken neden çoğaltmak? Çoğalacaksa insan huzur ile çoğalmalı.”

Hareket etmek, yürümek nasıl güzel !
Aslında temiz olsa yollar, caddeler geniş ve öyle ferah ki. 


Kızımla bir kafede kahve keyfi. 



Bu hafta iki Paul Auster kitabı okudum. Aslında zamanında ikisini de okumuştum ama kütüphanede görünce tekrar P.Auster okuyup zihnimi dağıtmak istedim. Bana Karl Ove gibi geliyor, sinir olduğum çok nokta var ama ara ara okumak iyi geliyor. 
İkinci kitap tam bitmedi ama hafta içi kütüphaneye iadeye götüreceğim. Bakalım hangi kitap kendini aldıracak?


Biraz mutlu olayım mı istiyorum pazara giderim. Şu renklerin güzelliği !
Arada umut veren insanlar ile karşılaşmasam hiç çekilmeyecek şu dünya. Pazar dönüşü evler arasında yürürken küçük bir boş arsaya pırasa ekmiş ve onları sulayan amca gördüm. Hemen selam verir, hikayesini öğrenmeye çalışırım. Ne kadar güzel dizi dizi ekmişsniz diyerek sohbete başladık. Samsun Alaçam'lı olduğunu, orada aslında hayvancılık yaptıklarını ama artık giderler yüzünden baş edemediklerini anlattı. Bu yüzden kalkıp buralara gelmişler. İnşaatçılık yapıyorlarmış oğullarıyla. Ev de yapmışlar kendilerine. 


                                 Evlerinin karşısında ki bu yer boş. Ektiği yerler nasıl tertemiz. Hatta iki ağaç ekmiş yolun kenarına, şimdi de incir veriyor. Dolu boş yer var, daha ekseniz dedim. Konu komşu ekiyor diye belediyeye şikayet etmiş, belediyenin yeri olduğundan gelip söktürmüşler. Fesuphanallah!
Memlekette onca şikayet edilecek konu var milletin yaptığına bakın. İnsanlar bunca molozu dökeni, gürültü yapanı şikayet etmez, üreten güzelleştiren bu amcayı şikayet eder.
Ah nasıl üzüldüm bu duyduklarıma. Pazar yolum burası, görüşürüz dedim, ayrıldım yanından.. 

Bir haftada böylece geldi geçti işte. Okula başlamama bir hafta kaldı ve hem heyecanlı hem de tatilin bitiyor oluşuna üzgünüm. 1 Eylül artık okul zamanı, hayırlısıyla başlarız İnşallah. Son tatil günlerimi de güzel dinlenerek geçirmeyi planlıyorum.
Bu hafta da herkese mutlu Tatiller !

















15 Ağustos 2025 Cuma

Bugün Cuma


                 Savaş ve Bariş'ta Tolstoy ,

'' Mutsuzluk yoksunluktan değil, fazlalıktan kaynaklanıyor,'' der. Romanın kahramanı Bezuhov üzerinden benimde hayatımda rol oynayan cümleyi söyletir;

''İnsanların bunca çabayla kazandıkları zenginliğin ve iktidarın bir değeri varsa, onlardan vazgeçme zevkidir.''

Taşınma haberimizi alan tüm akraba, eş-dost niye böyle bir şey yapmış olduğuma anlam veremeyerek merakla nedenini soruyor. Hak da veriyorum çünkü insan doğduğu, büyüdüğü güzel şehrini, bin bir emekle oluşturduğu cennetten köşe evini  -hatta bir de bağ evini- bırakarak yurdun dört bir yanından gelmiş insanların yaşadıkları sanayi kentine ne diye gider. Benim için ise, gittiğim yerden çok tüm sahip olduklarımı en tadında bir yerdeyken bırakabilme cesareti ve özgürlüğüne sahip miyim diye kendimi sınama dönemi bu. Bunca yaşam tecrübesi, üst üste okunan kitapların katmerleştiği ruhumda bazı yolların açıldığını anladım. Hep seyirci olarak baktığımız yol ayrımlarında artık yola çıkma vakti gelmişti. Hem eşyadan hem arkadaşlıklardan hem akrabalardan kopma, yani bizi esir eden bir çok bağdan kopma zamanı gelmişti ve nereye gittiğim önemli değildi.

                   Ben de insanım sonuçta. Hiç bilmediğim, kültürüme, sosyal alanıma ters insanların ortasına düşüverdim. Sudan çıkmış balık gibiyim. Ama olması gereken de buydu zaten diyerek her şeye sakin yaklaşmaya çalışıyorum. Seçtiğimiz ev daha doğrusu uzun uğraşlarca aradığımız iki katlı evi şehrin biraz çıkışlarında bulunca etrafta ki insan profli de beklenen gibi olmuyor. Gerçi şehrin göbeğinde olsak farklı mı olacaktı? Yurdum insanın özelliklerine hep yabancıyız biz karıkoca, belki de bizde vardır bir şey.

Deprem korkum ve uzun yıllar müstakil evlerde yaşamış bir insan olarak apartmanlarda ki dairelere hiç bakmadık ve şansımıza iki katlı bir evin ikinci katında bulduk. Öyle ki ev de kimse oturmamış henüz, her şeyiyle sıfır. Bu konu da çok şanslıyım. Minik bir balkonum var; daha doğrusu ince uzun. Buraya küçük bir sedir koyarak köşemi oluşturdum hemen.



                     Tabi olmazsa olmazlarım çiçeklerimi de getirmiştim biraz. Onlarda pencere önlerine yerleştirildi ve sıkışık falan demeden güzelce oturmaya başladık. Çevreye bakınca bol bol apartman görüyorum. Ekili bir ağaç yok. Sadece alt katta oturan ev sahibi teyze güzel bahçe yapmış, meyve ağaçları dikmiş. Ağrıyan bacaklarına rağmen yetişen domates, biberler arasında dolaşıp ilgileniyor. Amca da babam yaşında büyük ihtimal. Teyze beni yakaladığı yerde uzun uzun çoluk çocuk dertlerini, hastalıklarını anlatıyor. Amca biraz daha cool. Hem teyzeye göre çok dinç. Elinden düşürmediği sigarasının kokusu ne zaman balkona çıksam bize kadar geliyor. Derme çatma oturma yerleri yapmışlar, Karadenizlilerde görülen ne bulursan koy kapının önüne özelliği onlarda var. Bu kargaşayı görmemek için bahçe içinden hızlıca geçip ikinci kata çıkıyorum. Sonuçta aile evi gibi burası. Üstelik teyze apartman içine kilim koymuş merdivenlere. Bir şey demedik ama ayakkabıları da indirmiyoruz taa bahçenin önünde. Amca bahçede ki sedire uzanıyor dertli türküler dinliyor tüm gün. Yakında ayakkabılarınızı indirin kapı önünde derler mi acaba?



                   Beş tane çocukları olmuş, büyütmüşler evlendirmişler hatta iki tanesi Almanyaya gitmiş gurbetçi. Orada yaşam kurmuşlar, çoluk çocuğu olmuş onların da. Geçen hafta geldiler anne babalarının evine. Bahçede sabaha kadar oturup sohbetler, şarkılar, türküler. Tamam da benim kocam her sabah 7.30 da işe gidiyor ve bunu biliyorlar. Acaba Almanyada bu oluyor mu? Bahçelerde sabahlara kadar gülme, eğlenme.. Anılamıyorum bu insanlar neyin nasıl olması gerektiğini görüp yaşıyorlar ama Türkiye'ye gelince ne değişiyor?


                 Alışamadığım şeylerin başında etrafın bu kadar çok özensiz ve çöp içinde oluşu geliyor. Balkondan baktığımda boş arsanın üzerinde oradan oraya uçan naylonlar, kartonlar görüyorum. Bu durum bir beni mi rahatsız ediyor? Dayanamadım geçen gün çöp topladım mahallede. Ama temizlenecek gibi değil. Her yer inşaat olunca etrafa çok fazla atık atılıyor. Bu ustalar neden eline ne geçerse sokağa atıyor? Mesela pazarcılar da böyle, tezgah açarken tüm kağıtlarını, çöpünü yola atıyorlar, fark ettiniz mi bunu.

Burada bir de çöp konteynırların kapakları devamlı açık. Bizim evin önünde ki sadece öyle sanıyordum sonra çarşıya giderken farkettim ki her yerde bu böyle. Bazılarında kapak bile yok. Evde çöpleri plastik, cam diye ayıran ben burada tek bir çöpe hepsini birden atmak zorunda kalıyorum ve bu beni acayip rahatsız ediyor. Yakında belediyeye dilekçelerimi veririm, durun bakalım. 


                 Hafta içi evden çarşıya yürüyeyim dedim, zaten dümdüz yollar bu güzel işte. İlerde bisikletimle gezerim. PTTye gittim geldim tam 8 bin adım olmuş. Aman ne iyi geldi. Yol üzerinde ilçe kütüphanesini gördüm, en sevdiğim mekanı bulma heyecanını görecektiniz. Sokaklarda her gördüğüm yere girip çıkarak şehri tanımaya ve keşfetmeye çalışıyorum. Yabancı bir yerde böyle keşfetme duygusunu seyahat sırasında yaşarım. Yürümek heyecanlandırır, her sokak farklı şeyler barındırır, etrafı izlerim, insanları izlerim. Bu duyguyu yaşamayalı çok oluyor. Yaz tatilinde kendi şehrimde bile yürüyememiştim.

                  Hafta boyunca neredeyse her sabah çıkıp 6-7 bin adım yürüdüm en azından.



Hafta boyunca okuduğum kitaplar. Thomas Mann Tonio Kröger kısa ama güzel bir kitap. Hatta bir yerinde kahramanımız Kröger yolculuk yaptığı Danimarka'nın bir şehrinde halk kütüphanesine gidip kitaplara bakıyor. Orada çalışan görevli yanına gelerek ne istediğini sorunca kısaca bir bakmak istedim ne var ne yok diyor ve ensesinde bu adamla inceliyor kitapları. Giderken adamın rahatsız edici bakışlarını hissediyor arkasında. 
Bu satırları ben de burada ki kütüphaneye gidişimden sonra okudum ve ilginçtir yaşananlar yer, zaman ve kültürden bağımsız aynı şekilde oluyor. Ben de büyük hevesle kütüphaneye girdim, camsız kocaman karanlık bir salon, masalar ve üzerinde ders çalışanlar, duvarlar boyunca kitapları gördükten sonra bir masanın başına oturmuş irice bir kadın görevlinin delice bakışlarıyla karşılaştım. Halbuki neler hayal ediyordum. Gidip nasıl üye olacağımı fısıltıyla sordum ama bana yüksek sesle karşılık verdi orada çalışan onca insana rağmen. Yine oldukça alçak sesle konuştum ama kadın umarsızca birazda başına iş açmışım tavırlarında yüksek perdeden adımı soyadımı tekrarladı zoraki tavırlarla kaydetti. İçerisinin kasveti ve çalışanın olumsuz enerjisiyle şöyle bir bakıp iki kitap alıp çıktım.
Diğer okuduğum kitap Nurdan Gürbilek Sessizin Payı oldukça iyi bir kitap. Mutlaka okuyun çok beğendim.



Safiye Erol diğer kitabını da bitirdim Ülker Fırtıması. Çok beğendim onu da.




                Ailece burada ki Samsun Pidecisine gittik. Samsun ya da Bafra'ya gitmeye gerek yok buranın iyi tarafı pide konusunda çok ustalar. Özlediğim Sinop mantısını bile buldum burada. Artık devamlı yeriz :)


Güzel kafelerde kahve keyfi..



Haftanın süprizi. Marketten aldığım yumurtalar böyle çıktı. Acaba bu kutuyu yerleştiren bir şaka mı yapmak istedi :)



Denizden uzağım ama gökyüzü de mavi 😀

Hayırlı cumalar, iyi tatiller !



































 Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.


Bir yola çıkan kişi,
bir yerden bıkandır;
bir yerde konaklayan ise,
bir yolda yorulan -- bu
iki konum böylesine farklı..."

Yürüme | Oruç Aruoba

Son Ağustos Çıkışı

                    Ağustosu da bitiriyoruz farkında mısınız?                  Günler günleri kovaladı, yaz bitiyor ve üzerimizde ki sıcakla...