30 Ekim 2020 Cuma

Cuma Şükür Günü

                    Bu yıl Cumhuriyet Bayramını yalnızca çocuklarla kutladık, velilerimiz yoktu. Geçen sene oysa ki coşkuyla , kalabalıkla kutlanmıştı. Cumhuriyete kavuşalı yüzyıl olacak nerdeyse. Kıymetini bilmeli, onu korumalıyız. Okulda bayraklarımızı astık, panolarımızı süsledik, marşlar söyledik. Çocuklukta yaşanan bayramların yeri ayrı oluyor, pandemi nedeniyle coşkusuz geçsin istemedik bayramın.


                   Bu haftanın başında hava oldukça sıcaktı, sahilde yürüyüşler yapıldı tabi ki. Okul çıkışı soluk almak ne iyi geliyor denize karşı. Çınar ağaçları yavaş yavaş yapraklarını döküyor, sararıyor her yer. Öyle güzel ki doğa şükretmeden olmuyor. Yarım kalıyor sanki bir şeyler..


   Bu hafta okuduğum kitap Cemile Sümeyra'nın ”Kendi kalemini kıranlar” kitabı yazarın  tez konusunun genişletilmiş hali. Şule yayınlarından çıkan kitap birçok müntehir edebiyatçının hayatını, intihar nedenlerini derinlemesine inceleyen kaynak bir kitap nitelikte.


Hafta içi arkadaşlarla buluşma ve lezzetli tatlar eşliğinde sohbet etme ...


Doğada geçirilen zamanda karşımıza çıkan süprizler..


                      Hafta sonu çok güzel bir kamp yaptık.. İznik gölü kenarında 2 gece kaldık, tüm gölün çevresinde gezdik dolaştık. Ayrıntıları başka bir yazıda anlatacağım ama hava da öyle güzeldi ki şansımız bizle beraberdi.


                 Bu hafta içinde Mevlid Kandilini de kutladık. Mevlit Kandili alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa'nın dünyaya gelişinin yıldönümü biliyorsunuz. Sevgili peygamberimizin doğumgününü yine umut dolu dualarımızla andık, ona selam ve salavatlar getirdik.
Bu hafta da bir çırpıda geçip gitti, sağlıkla hafta sonuna ulaşmak öyle kıymetli ki. Yağmurların başladığı bir haftaya geldik, ekim ayı da sona ermek üzereyken herkese sağlık ve huzur dolu tatil dilerim...

23 Ekim 2020 Cuma

Cuma Geldi Bile!

                             Evet cuma geldi bile. Bu hafta nasıl geçti anlamadım. Okullar açıldı açılalı yine zamanın peşinde koşturuyorum, yapacaklarım dağ gibi yığılıyor, haftalar aylar elimizden kayıp gidiyor. Zamanın boşa geçtiğini farkettiğinizde ne yaparsınız diye sormuş Vnf, farketmemek elde mi? Ne yaparsan yap elimizde sanki bir şey kalmıyor, bizi tatmin eden bir şey yok gibi geliyor.  Zamanın hızlı geçtiğini bile belli bir yaşa gelince anlıyorsunuz, ona esir olmadan yaşamaya çalışırken yine de kurtulamıyoruz bu döngüden.  Gökhan Özcan şöyle yazmıştı bir köşe yazısına; 

''Eğer hayatın iç hikayesiyle bir aşinalık kuramamış, insan olmanın kaderiyle barışık hale gelememişsek; yolun yarısından sonra yaşıyor olmanın ağırlığını taşımakta zorlanıyor adımlarımız. Hüzünler kederlere ve acılara dönüşerek tortulaşıyor ve çürütüyor içimizi. Hayatından zevk alamayan, alamadığı için her geçen gün daha da öfkeli, daha da nefret dolu, inceliklerinden daha da yoksun kaba figürlere dönüşüyoruz. Sadece azaltmıyor bu insanlığımızı, önemsiz de kılıyor bizi. İnsan bu değil çünkü! İnsan, yaşadığı her anın içini, neyi yaşıyor olursa olsun insanlıkla doldurmaya memur ve mecbur...''

                         İnancımdan dolayı boşa geçen zamanımın olmaması lazım. Hatalar, eksiklikler, yarım kalmış işler olsa da insanlara ve bana yararı olacak şekilde yaşamaya, Yüce Rabbimizin de razı olduğu kullardan olmaya, en önemlisi güzel ahlaklı olmaya çalışıyorum ve bu yolda yaptıklarımla hayatımın boşa geçtiğini sanmıyorum. Kıymetli alimlerden İmam Gazali ne güzel öğüt vermiş;

                “Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak, bunu saâdete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru.”


Bir haftamın notlarını dökmeye gelirsek..
Okulların açılmasına çok sevindim, her ne kadar da hastalık endişeşi taşısamda moralimi düzgün tutmaya çalışıyorum. Çocuklarla geçirdiğim zamanın tadına varmaya çalışıyorum. Bizlerin yozlaşmış dünyalarımızdan öyle uzaklar ki. Toplumda kaybolmuş bir çok güzelliği onlarda henüz var haldeyken görmek beni çok mutlu ediyor. 


Mutluluk belki bir tabak dolusu kakaolu kek bulundurmak evde...


Sokakta karşıma çıkan sonbahar temsilcisi; kasımpatı tomurcukları...


              Ne zaman yağmur yağsa Peygamberimiz  (sav) dışarıya çıkar, mübarek göğsünü açarak yağmurla adeta kucaklaşırdı. Bunu sahabelerine de öğütlerdi. Bunu niye yaptığını soranlara yağmura atfen: “Bu az önce Rabbiyle beraberdi, bunun Rabbiyle ahdi yeni!” derdi.
Bunu hatırlayarak yürüdüm bu hafta içi yağan yağmurda. 
Nereye baksak, ne görüyorsak öğreneceğimiz ne çok ders var. 

Al-i İmran suresi 189-191. ayetleri buna işaret ediyor: “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. O’nun her şeye gücü yeter. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, akl-ı selim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her vakit) Allah’ı ananlar (şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni teşbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru”


                     Çok sıcak geçen ve yazı aratmayan günlerden sonra serin geceler geldi. Yağmur yağdı bizim buralarda, yapraklar daha da sarardı, döküldüler cadde boyu. Böyle zamanlarda yürümek ne iyi geliyor, çok yorgunda olsam kendimi sokaklara atıyorum. Şemsiyeme vuran yağmurun sesi, biraz üşüme, eve dönünce içeceğim kahvenin kokusu burnumda ne de güzel yaşam !



                           Bu ay anne ve babamın doğum günü. İlk önce yani 20 ekim annemin ki. 68 yaşında artık, o da şaşırıyor zamanın hızlıca geçmesine, bunca şey yaşanmasına ama sonrasında hep şükrediyor. Sağlık öyle önemli ki hayatta, her dileğimizde artık o  var. Süpriz yaparak teyzemleri çağırdım bize, en küçük teyzem yok aramızda artık. Yeri hüzünle dolu, kalplerimiz buruk. 


                    Okuldan eve koşa koşa geliyorum her seferinde. Fazla görüşmek istemiyorum kimseyle, artık asosyal oldum diyorum kendime. Balkonuma çıkayım, çiçeklerime bakayım, nakışımı ya da örgümü alayım şöyle de bir dinleneyim istiyorum.


İyi ki renkler, çizimler, çiçekler var hayatımda. 


                           Çocuklar resim yaparken ben de onlarla sohbet ede ede bir şeyler boyuyorum. Anlattıkları şeyler öyle komik ve heyecanlı ki. Bu kış devamlı böyle olsun istiyorum, sağlıkla devam edelim okula. Bir hafta da geldi geçti ama olsun, yine güzelliklere değdik kendi çapımızda diyorum ve şükrediyorum her şey için.
Mutlu haftasonu hepimize !



20 Ekim 2020 Salı

Sonbahar Çekilişi

         


                             Sonbahar hediyeleri hazırlayıp instagramda çekiliş yapıyorum. İşlediğim defter, kalpler, kuşlar ve mini sepet içi kabaklar belki size çıkabilir.                                İnstagramda sayfamda sizi bekliyor !


15 Ekim 2020 Perşembe

Karavanla Bilecik

                                  '' Çoğu insan onları mutsuz eden koşullarda yaşıyor ve gene de bunun değiştirmek için hiç bir şey yapmıyorlar. Çünkü güvenli, rahat, rutin bir hayata koşullanmış durumdalar. Tüm bunlar huzur veriyor gibi görünse de insanın içinde ki maceracı ruh için kesin olarak çizilmiş bir gelecekten daha yıkıcı bir şey düşünemiyorum. İnsanın yaşama arzusunun özünde macera tutkusu yer alır. yaşamın keyfi yeni deneyimlerdedir, bu yüzden sürekli değişen bir ufuktan daha büyük keyif olamaz. Her yeni gün yepyeni bir güneşin altında doğabilir. Hayattan daha fazlasını almak istiyorsan, monoton bir güvenlik hissine dair inadını bir kenara bırakıp , sana ilk başta çılgınca gelebilecek bir hayata adım atmalısın. Bu yaşama bir kez alıştıktan sonra , tüm anlamını ve inanılmaz güzelliği göreceksin.''
                           Yabana Doğru kitabında böyle anlatıyor gezme tutkusunu Jon Kralkauer..
Yollara çıkmamızın nedenini bu satırlarda bulup hemen paylaşmak istedim. Cuma günü dersimin olmamasını fırsat bulup yakın çevreye gitmeye karar verdik. Bize iki saat uzaklıkta ki Bilecik'e gittik. Aslında şehir içine değil de Bilecik'in ilçesi Osmaneli'ne gidip burada konaklayıp çevreyi gezmeyi planladık. Sonuçta Bilecik'in küçük bir bölümünü gezdik 3 gün boyunca.



                     Osmanlı Devletinin temellerinin atıldığı  Söğüt,  İnönü Savaşlarının yapıldığı Bozüyük ilçesiyle ünlü Bilecik ilinin bir diğer güzel ilçesi Osmaneli. Bilecik merkeze 34 km uzaklıkta. Sakarya nehrinin ikiye böldüğü Osmaneli'ne sabah erken saatlerde ulaştık. Nehrin kenarında Adapark adıyla düzenlenen gezme dolaşma için yapılan yere döndük ve kendimize konaklayacak bir yer bulduk.


Nehir sabah saatlerinde öyle güzeldi ki . Bir resim tablosu gibi karşımızda değişik açılarıyla duruyor, yeni yeni uyanan kasaba halkından bir kaç kişi yürüyüşe çıkmış bu yolda yürüyordu. Nehir gürül gürül sesiyle akıyordu sol yanımızda. Karavanın eşyalarını yerleştirip kahvaltı hazırladık bu görüntüye karşı.


                           Sabah yanımıza bir köpek geldi, diğer sabahlarda da kapımı açtığımda hep onunla karşılaştım.


Sabahları camı açıp nehrin sesini duymak, mis gibi havasını soluklamak öyle iyi geldi ki orada kaldığımız günler boyunca.


Kahvaltı sonrası içilen kahvelerin tadı..


Osmaneli tarihte ki yeri çok önemli. Osmaneli'nin adı 1913 tarihine kadar Melagina, Leukae, Lefke ve Pefka olarak geçmekteymiş. Lefke ve Pefka adlarının Rumca'da "Kavaklık güzel yer.", "Kavaklık ve çamlık güzel yermiş.  "Bağlık, bahçelik ve kavaklık güzel yer " anlamlarına da geliyormuş. İlçeden geçen Sakarya nehrinin kenarlarında bulunan kavaklıklar, çam ağaçlarının oluşturduğu ormanların bulunması ve üzüm bağlarının olması bu tanımları desteklemekte. 1913 yılında ilçenin adı Osman Gazi'ye izafeten Osmaneli olarak değiştirilmiş.


Eski şehir denilen bölgede bulunan konaklar koruma altına alınmış. Sokaklarında gezip konakların sahiplerinden izin isteyerek içlerini gezdik bazılarının.


               Tarihi Rüstem Paşa Camisi..
Kanuni Sultan Süleyman’ın Veziri ve damadı olan Rüstem Paşa tarafından 1527 yılında inşa edilmiş. Ulu Camii ya da Cami-i Kebir olarak da anılan Rüstem Paşa Camisinin mimarı, Mehmet Paşa’dır. Kesme taştan yapılan cami; dikdörtgen planlı, ahşap tavan ve çatılı. 


Tarihi sokaklarında gezerken girdiğimiz konaklardan birinin sahibi. Bize Osmaneli'de ki çocukluk zamanlarını anlatıyor. Hatta bana küçük kabaklar hediye etti .


Hagios Georgios (Aya Yorgi) Kilisesi..

           İznik - Rum İmparatorluğu döneminde 19. yüzyılın sonunda inşa edilmiş. İlçede çıkan bir yangın sonucu yanan kilise yerine günümüzde mevcut olan kilise 1874 yılında Macarlı bir mimar tarafından yeniden yapılmış.


İlçenin mesire yeri nehir kıyısı..


İlçeye yakın Günüören Köyü.


Geleneksel sokakları, ahşap ve kerpiç kullanılarak inşa edilen konakları, doğal güzellikleri ile Yörük kültürünü halen yaşatmaya devam eden 700 yıllık bir köy burası. 


Eski ismi Güniviran olduğu bilinen 700 yıllık Yörük köyü Günüören çok sakin bir köy. Köyde zaten 40 kişi kalmış. Çoğu ev zarar görmüş ne yazık ki ama içinde yaşayan insanlar ile konuşunca bu köyde zamanında yapılan ipekböcekçiliğini öğreniyorsunuz.


Köyün bahçelerine su götüren tarihi su yolu..


Köyde yaşayan bir ev..


Bahçeden topladıklarını hemen size veren gönlübol insanlar..



Osmaneli'ne yakın bir yer de Vezirhan..


Vezirhan sokakları eski zamanlardan çıkmış gelmiş sanki..


Şansımıza merkezde ki tarihi saat çevresinde pazar kurulmuştu.


Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1070’te (1660) yaptırılan Vezirhan Külliye cami, han ve hamam yapılarından oluşmakta. Bunlardan hamam günümüze ulaşmamış.


Bir diğer gün doğa harikası Harmkaya Kanyonuna gittik.


İnhisar ve Yenipazar ilçeleri arasında konumlanan Harmanköy’deki Harmankaya Kanyonu 4 kilometre uzunluğunda. Bundan 5 yıl önce Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca tabiat parkı kabul edilen Harmankaya Kanyonu’nun içerisinde 20 ve 25 metrelik iki büyük şelale, birçok küçük şelaleler ve mağaralar yer alıyor.

 

 Belediyenin yaptığı patikadan yürüyerek 20-30 dakika erişebileceğiniz bir seyir noktası mevcut. Bu alanda kanyonun neredeyse hepsini görebileceğiniz 650 metre yükseklikteki noktaya eriştiğinizde karşınıza bir seyir kulesi çıkacak. Bu kuleye çıktıktan sonra Harmankaya Kanyonu’nun iki adet mağarayı görüyorsunuz.
Biz gittiğimizde etrafta kimse yoktu ve korkutucuydu. İşletme de açık mı değil mi anlamadık. 


Bir gittiğimiz yer de Çukurören Köyü..



                                      Bilecik merkeze 12 km uzaklıkta merkez köylerden biri olan Çukurören Köyüne bayıldık. Yeşilliği ve özellikle genetiği ile oynanmamış acı biberi (sivri biber) ile ünlüymüş. Acı biberden başka barbunya ve domates yetiştiriciliği yapılıyor köyde.



                             Köy halkı 150 yıldır ürettikleri acı kırmızıbiberi balkonlarında kurutup İstanbul başta olmak üzere birçok kente gönderiyormuş. Bilecik Çukurören köyüne girildiği zaman neredeyse her evin özellikle balkonu ile çatısı,  duvar ve bahçelerinde kurutulmak üzere asılı kırmızıbiberler göze çarpıyor.







Ne yazık ki Türkiye'nin bir çok küçük iline yapılacak geziler için  şu şehri gezmek için 2-3 gün yeter diye ibareler kullanıyorlar. Bilecik şehrine gelmeden yaptığım incelemelerde buna çok rastladım ama biz bir yere gittiğimizde içimize sinerek ve koşturmadan gezmeyi çok seviyoruz. 
Bilecik'in yalnızca Osmaneli ilçesini ve çevresini 3 günde ancak bu kadar gezdik ama eksik kalan yerler de oldu. Yine de dolu dolu gezmemiz, sonbaharın en güzel renklerine böyle bir şehirde tanık olmamız, insanların samimiyeti bizi oldukça memnun etti.
Keşke daha çok zamanımız olsaydı da diğer ilçelerini de görseydik..


















8 Ekim 2020 Perşembe

Cuma Geliyor

                                               Ve yine bir cuma

                                               Ve yine bir haftasonu

                                               Ve ekim ayı..

                   Ekimin ortasına bile geldik sayılır, mevsimler yıllar hızla geçerken bir cuma da tabi ki sanki dünmüş gibi gelecek. Geçen haftalarda cuma yazısı yazamayınca bunu kaçırmayayım dedim. Havaların güzel gitmesi beni ekran başında olmaktan alıkoyuyor. Ne yazı yazabiliyorum ne de takip ettiğim blogları okuyabiliyorum. Artık bundan sonra sonbaharla birlikte havalar soğursa evde ki zamanımda özlediğim blog okumalarına başlayacağım. Evet, özlüyorum blog dünyasını. Bunca yıldır sıkılmadan yazdım, kopmadım.. Kopan arkadaşları bir ümit bekledim. 


Geçen haftaların bir özeti olarak başlıyorum yazıma.
                          İki Hafta önce bize yakın bir yerde işte bu hasır şemsiyenin altındaydım. Gökyüzünün en güzel hallerini karşımda ki dağlara da bakarak seyrediyordum. 1 gece de olsa bu doğanın kalbinde kalmak , şehir gürültüsünden kopmak ne iyi geldi.


Doğum günümün üzerinden 6 ay geçti ama yeni hediyeler aldım bu hafta ...


                           Anneme uğradığım bir gün apartmanın çiçeklerinin dibinde uyuyan bir minnoş gördüm bu hafta..


Sonbahar gelince bu nakışlarıma da yansıdı..


Bahçeye gelen arkadaşlarla sohbet ettik bir gün..


Elmalı kek mevsimi başlamıştır!



Kitaplar bitirdim..


Dergiler okudum sabah kahvaltısı sonra...


Keyifli saatler yaşadım...


Okullar başlayınca köyde ki gezintilerim de başladı..



Kışa hazırlık yapan evlere konuk olup yufka pişirmelerine denk geldim. Ne kadar güzel fırın süslemişler değil mi?




Sonbahar manzaraları ..



         Ve artık okullar açıldı. Hafta da 2 gün de olsa miniklerime kavuştum ya çok mutluyum. Normal eğitime dönmek çok güzel . Kısmetse tam zamanlı eğitime başlarız.
Mutlu Haftasonu  hepimize...








Nisan Cuması

                        '' Dün bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar. Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kara...