19 Temmuz 2020 Pazar

Yaz Yürüyüşleri



Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın *

Sabah yürüyüşü gibisi yok. Erken kalkmanın zor tarafı çok hele bir de yıllarca iş hayatından dolayı kalkmış olup sabah istediğin saatte kalkma özgürlüğünü özleyenler için hiç cazip değil. Ama pandemiden dolayı aylarca hareketsiz kalmış 78 yaşında ki halamın ricası üzerine saat 5.30 da çıkmaya başladık yollara. Başta nasıl olacak bu kadar erken diye düşünmedim değil. Ama çıktığımızda öyle güzeldi ki hava, gökyüzü ve deniz. İnsan soluğunun karışmadığı bu saatlerde atmosfer bile ne temizdi.


Seksenine merdiven dayamış halamın temposu beni şaşırttı ilk yürüyüşümüzde. Gerçekten sağlık ve esneklik yaşla fazla alakalı değil bence. Halam hem kilolu değil hem az da olsa devamlı yürüdüğünden baya bir fit. Kız halaya çeker demişler ya ayıptır söylemesi ben de öyleyim. Devamlı hareket etmeye dönük bir huyumuz var hatta biraz da tez canlıyız.


Bedia Ceylan Güzel dergide ki bir yazısında yaz mevsimini orta yaşlarında ki kadınlara benzediğini söyler. '' Ve artık hiç bir genellemenin muhatabı değildir .Erkenden başlar güne, öğle sıcağında tüm işlerini bitirir ve eli boşa çıkar, işte o zaman, o zaman. ''
Yaz sabahlarını öyle seviyorum ki uykuyla geçmesini istemiyorum bu yüzden. Durgun denizin kokusu, kuşluk vakitlerinin güneşi,esneyen köpekler, etrafa saçılmış sandalyeler, terkedilmiş son haliyle kıyı masaları öyle güzeldir ki. 


          Yavaş yavaş rengini doğan güneşle boyayan gökyüzü ruhunuzu sarmalar, tedavi eder, şükretme ihtiyacı hissedersiniz. 


Kıyıya dayanmış sandalların yalnızlığı, yürüdüğüm yolun palmiyeleri sabahın ilk saatlerinin sakinliği içindeler her gün. Her gün aynı yolda yürüsek de bu manzaradan hiç sıkılmıyorum. Etrafta bir kaç insana da denk geliyoruz genelde şişman kadınlar hızlı hızlı yürüyorlar. 




Sabah bir de bulutlu havaya denk gelirsem daha mutlu oluyorum. Durgun denizde ki yansımasına bakın ne güzel..


         Yürüdüğümüz rotanın başkası doğu tarafı. Kasabamızın doğu tarafına doğru giderseniz yaklaşık 5-6 km sonra küçük bir beldeye geliyorsunuz. Burasını da çok seviyorum çünkü kendi halinde bahçeleriyle önünde deniz arkasında yemyeşil dağlarıyla harika bir yer.


Yıkılmak üzere olan evleri ah bir restore olsa ne güzel olur buralar dediğimiz yer burası.


       Belki bir gün Kocaeli belediyesi el atar burada ki tarihi evlere..


Yaz mevsiminin sembolü begonviller..



Yavaş yavaş güneş yükselmeye başlıyor ve saat 7 ye yaklaşıyor. Bu saatte bile sıcak bastırıyor ve hemen eve dönmeye bakıyorum. Boş parklardan geçip yeni açılan fırından yeni çıkmış ekmeklerden alıyorum eve dönmeden. Sabah bunca şey yapmanın dayanılmaz hafifliğiyle güne başlamak ayrıca motive edici. Şimdi sıra eve gidip çayı ocağa koymakta..

                                                                       *Gülten Akın..
















12 Temmuz 2020 Pazar

Gürültü Çağında Sessizlik

               Şu salgın döneminde insanların etrafta olmaması, uçakların bile gökyüzünden çekilmesi, yollarda arabaların gitmemesi büyük bir sessizlik oluşturdu hayatımızda, farkında mısınız? Bu huzurun niteliğini belki bu sayede farkettik. Sokaklar sessiz, gökyüzü sessiz, mahalle sessizdi. Sizin orada durum nasıldı bilmiyorum ama çoğalan gürültülerle bunun değerini şimdi daha iyi anlıyorum. Blog dünyasının kazandırdığı değerli arkadaşım Zeynep in hediyesi kitapla bu konu daha bir pekişti.Norveçli kaşif yazar Erling Kagge'nin yazdığı Gürültü Çağında Sessizlik sizi hemen içine alan şu cümlelerle açılış yapıyor:
'' Yürüyerek, tırmanarak veya yelkenleri açarak dünyadan uzaklaşamıyorsam eğer, onu tamamıyla dışarı da bırakmayı öğrendim.'

          İnsanın yaşı ilerledikçe daha az sese ihtiyaç duyması, bir zamanlar dinlediği yüksek volümlü ve tempolu müziğe daha az katlanıyor oluşu, kalabalık yerlerde oturmak istememesi yani sessizliğe muhtaç olması neden acaba diye düşünürüm hep. Geçen gün bir yerlerde Franz Kafka'nın kendisine yazdıklarını gösteren genç bir yazara çöyle dediğini okudum ;
'' içlerinde çok fazla ses ve gürültü var, çünkü daha gençsin.'' demiş. 
Yaşın göstergesi belki ne kadar ses taşıdığı hayatının. Yıllara meydan okuyanlarının geliştirdiği tepkileri saymıyorum ama dinlediğim müziğin bile daha çok chill out müziğe evrildiğini farkediyorum artık. Böylemiydi aslında, Ankara da üniversite yıllarında sabaha kadar kafa sallardık Manowar eşliğinde.
Şimdi hem insan hem ses azlığı istiyorum hayatımda. Söylenmesi gereken şeylerinde sessizlikte saklı olduğunu mu anladık acaba?

             


      Tarkovski gençlerde ki sessizlik yoksunluğunu bir eksiklik olarak görüyor ve şöyle diyor;
   '' Bugünün gençlerinin hatalarından biri gürültülü, bazen neredeyse agresif etkinliklerde bir araya gelmeye çalışmaları. Kendini yalnız hissetmemek için bu başkasıyla beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge. Her insan çocukluktan itibaren kendiyle zaman geçirmeyi öğrenmeye ihtiyaç duyar. Yalnız olması gerekmez ama kendiyle kaldığında sıkılmamalıdır. Kendi kendine kaldıklarında sıkılan insanlar bana kendilerine verdikleri değer açısından bir tehlikenin içindeler gibi gelir.''
        Öyle bir çağda yaşıyoruz ki istediğimiz sessizliği bulmak neredeyse imkansız. Bulduğumuz zamanda neye uğradığını, neyle karşılaştığını anlamayan Tarkovskinin gençlerde gördüğü yalnız kalmanın değerini bilememenin telaşına düşmüş insanlara dönüştüğümüzü görüyorum. Gürültü çağında sessizlik bizi korkutuyor şimdilerde. Yazar kitapta bunca gürültü içinde bile sessizliği keşfetmemizi, ona yoğunlaşmamızı istiyor ve böylece asıl gerçek sesleri farkedeceğimizi söylüyor. Abramovic'in 2010 yılında New York'ta yaptığı performansa dikkat çekiyor. Eğer seyretmediyseniz bu performansı mutlaka youtube'dan bulup seyredin çünkü çok etkileyici ve öğretici bir belgesel. Bu performansta Abramovic sergi salonunda tam 736 saat oturmuş ve tek bir kelime etmeden 1545 ziyaretçiyle karşılıklı oturup doğrudan gözlerinin içine bakmıştır. Abramovic ilk günlerde dolu sergi salonunda olağan gürültüyü duyuyor. Bir kaç gün sonra binanın dışında arabaların geçtiğini duyabilmiş, bir kaç hafta sonra da belli belirsiz sokakta ki rögar kapağı üzerinden geçen arabaların vurma sesini farkeder hale gelmiş. 
              Abramovice göre sessizliğin karşıtı, çalışan bir beyindir. Huzuru bulmak istiyorsan düşünmeyi bırakacaksın der. Sessizlik dış dünyadan uzaklaşmak için bir araçtır. Abramovic'e göre insan bunu başardığında bu adeta ''beyin göçmesi '' gibidir. 
         Sessizliği bunca gürültü ve karmaşada yakalayabir miyiz bilmiyorum ama ona olan özlemim çok fazla. Bunu öğrenmem lazım. Yazarın dediğine katılıyorum ama; 
       '' Dünyayı dışarı da bırakmak, çevrene sırtını dönmek anlamına gelmez; tam aksine dünyayı biraz daha açık seçik bir şekilde görmek, bir yön tutturmak ve hayata aşık olmaktır.''

































7 Temmuz 2020 Salı

Geldi Geçti Yaseminler


Haziran ile her tarafı güzel bir koku kaplamıştı kasabamda. Yasemin ve hanımeli zamanıydı çünkü. Benim bahçe kapımı saran bir yasemin ağacı var. İlk Büyükadayı gezerken görüp çok sevmiştim yaseminleri, eğer bahçem olursa bir gün ilk iş ekeceğim ben de demiştim. Oldu da bahçem; kapısı bomboştu, yan tarafına ektim ben de küçük bir yasemin fidanı. Ve zaman geçtikçe her yeri sardı, çiçekler açtı her haziran, mahalleye neşe oldu. 
Bu haziran ayı boyunca yürüyüşler yaparken bir çok evin bahçe kapısında rastladım yaseminlere.











Bu da benim bahçenin kapısı. Haziranın bitmesiyle çiçekleri de bitti ama her zaman yemyeşil. Çok seviyorum yaseminin doladığı kapıları görünce. Çok fazla yaprağı , çiçeği dökülüyor ama kokusuna, görüntüsüne değer diyorum. Her güzelin bir kusuru var, ne yapalım..













3 Temmuz 2020 Cuma

Cuma Geldi!

                    Geçen cuma yazısını sanki yeni yazmış gibiyim. Evde de zaman su gibi geçiyor, çalışıyorken işlere yetişemiyordum sanıyordum ama tüm gün de olsa hızlıca geçen zaman karşısında hiç bir şey yapamıyorsunuz. Biraz derin düşünseniz kafayı bozarsınız bu fanilik haline. Yine cuma geldi, yeni bir yazı yazıp hemen çıkacağım. Şu sıralar diğer blogları da okuyamıyorum, büyük bir tembellik içindeyim. Sabah kalkma, kahvaltı, biraz evi toplama, akşam yemeğini yapma falan derken bir bakıyorsunuz gün bitmiş. Herkes koşturmaca halinde. 
                  Oysa bir nevi emeklilik provası olan bu günlerde doya doya sevdiğim işleri yaparım sanıyordum. Hep bir şey çıkıyor beni oyalayacak. Ya da o gün moralim gayet iyi durumdayken bir an da aldığım haberle allak bullak oluyorum ama hayat bu, her an her şey olabiliyor.
               Yine de sağlığa, dostluğa, güzel karşılaşmalara, ailemin yanımda oluşuna, büyüklerimizin bizlerle oluşuna, yaşadığımız haftanın rutinini bozacak kötü bir olayın olmayışına şükrediyorum.

              Bakalım bu hafta neler yapmışım..


Sabahları artık çok geç kalkmamaya dikkat ediyorum yani en azından saat 9 geçsin istemiyorum. Yoksa yıllardır erken kalkmaktan sabah uykularını çok özlemiştim ama eğer öğlene kadar da uyursam günün bereketinin kalmadığını gördüm. Sabah 8 gibi kalkıp bazen yürüyüş yaptım bu güzel deniz kenarında.


Bazen de kasabamızın doğu yönünde ki bu yolu kullandım. Bisiklet sürmek gibisi yok. Yolum denize paralel. Sağ tarafta ana yol var, vızır vızır arabalar geçiyor ama Türkiye şartlarında buna da şükür.


Sessiz iskelelerde mola verdim..


Parklarımız çok güzel ama çekirdek yiyen insan sürüsü yüzünden yerler çok kötü. Devamlı süpüren görevliler var ama niye bunu yapar insanoğlu diye çok canım sıkılıyor her defasında.


Marmara Ereğlisi burası. Minik bir balıkçı köyü. Sık sık buraya gidiyoruz. Eski o kadar çok ev var ki, restore olması lazım ama belediye de tık yok..


Bahçelerin ortancayla coşma zamanı..


 Nihayet benim de kaktüsüm açtı, çok mutluyum ama bunların ömrü bir gün. İnsan nasıl bir güzellik bu diye düşünmeden edemiyor.



Yalova da bir çok sera var, bir tanesine gidip kaktüslere bakayım dedim. Ev aslında kaktüs dolu ama yine de dayanamayıp aldım. Bunlar da oldukça büyük kaktüsler ve pahalı. Aslında şöyle korunaklı bir bahçem olsaydı paraya kıyar alırdım ama geçen hafta içine biber ektiğim koca saksım bahçeden çalındığından gözüm korktu. 


Bazı saksıları boyayıp kullanmak çok zevkli, tavsiye ederim..


Balkondan gökyüzü halleri...


Bugünler de ne mi izliyorum. Fazla ekranla işim yok ama ara ara bu diziyi seyrediyordum ve 9. sezona gelmiştim şimdi de devam ediyorum. Gülümseten keyifli dizilerden biri.



Bu haftasonu hepimize güzellik, esenlik ve keyif getirmesi dileğiyle diyerek ayrılıyorum. İnşllah yarın fazla işim olmaz biraz blog okurum :)












Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...