26 Haziran 2020 Cuma

Cuma Hoşgeldin!

              Bir cuma daha tüm hızıyla, acısıyla tatlısıyla, umutlarıyla geldi. Hatta gitmek üzere. Her cuma yazısını yazışımda içimde bir burukluk oluyor; rutin yazıların tekrarında bile zamanın acımasızlığı hissediliyor. Cuma günleri benim için yoğun oluyor. Sabah erken kalkıp pazara gidiyorum; kasabamızın meşhur pazarı cuma kuruluyor. Sabah erkenden gidince pazarcıların tatlı telaşına ortak oluyorum, fazla insan da olmayınca etrafta rahat rahat gezip en taze meyve ve sebzeleri alıyorum. Sonra saat 10 gibi işim bitmiş oluyor, eve gidip hemen çayı koyuyorum ocağa. Pazardan aldıklarımı yerleştirip kahvaltıyı hazırlıyorum. Aslında eve geldiğimde hazır sofra, demlenmiş çayla karşılaşmak en büyük isteğim ama evde ki 16 yaşında ki kız hala uyuyor oluyor. Kendimi düşünüyorum bırakın 16 yaşı daha ilkokuldayken sabah ezanında kalkar, çiçekleri sular ve o erken saatte kahvaltı hazırlayıp anne babamın kalkmalarını beklerdim. Bunu benden isteyen yoktu ama o erken saatleri çok severdim. Var mı yahu böyle bir çocuk :)


Bu hafta nasıl geçmiş bir bakalım. Ev de geçen günlerimde en çok yapmayı sevdiğim sahilde ki yürüyüşler. Yine sabahları uzun yürüyüşler yaptım, her sabah olmasa da. 


Yasemin dönemi geldi geçti artık ortanca dönemi...


          Salgın diye herhalde sabahları plajda da kimse olmuyor. İlerleyen saatlerde hiç gitmediğimden durumu bilmiyorum ama bundan da çok mutluyum..


                Dönüş yolunda 30 yıllık sevgili dostumun evi var, ona uğrayıp camdan ne var ne yok diye konuşmayı seviyorum. Onlar benden de erkencilerdir. Sabah eşiyle bisikletlerini alarak çıkarlar ve eve dönerler. Benim geldiğim saat onların kahvaltı sonrası kahve saatleridir..
               Bu güzel cam önü onların..



Geçen gün yürüyüşüm sırasında annem aradı, kahvaltı da çiğ börek var gel dedi. Kaç aydır evlerine girmiyordum. İlk kez gidip uzak oturarak kahvaltı yaptık beraber. Onun cam önü kahvaltılarını çok özlemişim. Ama insan korkuyor, dışarda gezen benim, bir de bulaştırırsam diye. Çünkü annemin yüksek tansiyonu var.


Bu hafta boyunca gökyüzü böyleydi ama hiç şikayetim yok. Çünkü en sevdiğim havalar bunlar; yağışlı, rüzgarlı, bulutlu..



Bol yağış olunca bahçeyi sulamaya gerek kalmıyor...


Yağış olmadığı bir gün iki sevdiğim arkadaşımla bahçede buluştuk ,hasret giderdik aylar sonra..


Ve en güzel manzaralar akşam saatinde...

          
               Bir hafta sonu daha kısıtlama altında olacağız ve binlerce genç sınava girecekler. Allah yardımcıları olsun, nasıl heyeceanlıdır şimdi herkes. Emeklerinin karşılığını alırlar umarım herkes. 
             Mutlu ve sağlıklı yeni bir haftaya doğru...






24 Haziran 2020 Çarşamba

Sürüklenirken Hayatta

                           Javier Marias'ın Tüm Ruhlar kitabında bazı insanların çocukluklarından itibaren iniş duygusuna sahip olduklarını yazar. İniş durumunun ne olduğunu kitabı okudukça anlarsınız. Bir tür ölüme aşina olmak, ne türlü yaşarsa yaşasın içinde ölüm bilincini ve gerçeğini taşımak olduğunu farkedersiniz. Kendim için uzun uzun düşündüm bu duyguyu. Sanki bu töz hep içimdeydi, çocukken anlam veremesem de bu duygum gençlikte yaşam sevincinin onu bastırmasıyla gizil duruma geçmiş, bazı zaman dilimlerinde depreşmiş,son zamanlarda bariz ortaya çıkmış durumda. Erken mi yaşlandım bu yüzden bilmiyorum çünkü belki de 70li yaşlarda edineceğim tecrübeyi şimdi sırtıma almış gibi hissediyorum. Gökhan Özcan'ın yaşlılıkla ilgili sözlerini çok anlamlı buluyorum bu yüzden.       
      '' Tam aksine, her hareketlerinde bir duruluk, kabullenmeşlik, yüzlerinde, ifadelerinde bir teslim olmuşluk var. Bir şeyin peşinde koşuyor değiller hiç. Bu sadece fiziksel kısıtlılıkları ile ilgili bir şey değil; bundan çok daha fazla, daha genç olanların hayata dair beklentilerinden doğan dalgaların artık onların kıyılarına vurmuyor olmasıyla ilgili bir şey... Yaşamak, uzunca sayılabilecek şekilde ömür sürmek bazı şeylerin boşunalığını öğretiyor insana. Onlar, dünyanın kargaşasından uzak bu dinlenme yerlerinde, hayatlarının son randevusuna erkenden gelmiş gibi telaşsızca bir kenarda oturup bekliyor gibiler. Geç kalabilecekleri herhangi bir yerleri kalmamış sanki hiçbirinin. Bu hali tecrübe etmeyenlere ürkütücü, korkutucu, rahatsız edici gelebilir belki bu manzara. '''


             Aynı bu ruh hali içindeyim. Dışarıdan bakmaya başladım her şeye.  Hayatta ki günü kurtaran ama uzun vade de bir şey etmeyen çabaların değersizliğini anladım, herkesin en bilen, en haklı, en adil olduğu bu dünyaya yalnızca dışarıdan bakıyorum varsın onlar bilsin her şeyi diyorum. böyle olmanın boşunalığını bir ben mi görüyorum, bir ben mi farkındayım diye sorular hep benle. Belki yazarın dediği o duygu yüzünden. Her yaş bizimleydi, zamanla daha yoğunlaştı. Zamanla tepkisiz kalmayı öğrendim, yaşamın kıyısında oturup yalnızca seyreden yaşlılar gibi..
          







19 Haziran 2020 Cuma

Bugün Cuma


Merhabaaa!
         Geldi haftanın kraliçesi canım cuma..Kendimi hala çalışıyor hissedip cumanın gelişine sevinmem acaba yıllarca süren iş hayatı mı bilmiyorum. Emekli olunca böyle olacak demek ki. 25 Yıllık çalışma hayatımda aralıksız 3 ay evde kalmadım, acaba nasıl olur insan sıkılır mı diye düşünüp dururdum ama inanın günler su gibi akıp gidiyor. Yapacaklar listesi hala kabarık ve bir gün yetmiyor insana. Yıllardır erken kalkmanın acısını çıkarıyorum, sevdiğim sabah saatlerinde uyuyorum ama keşke daha erken kalksaydım bugünün de yarısı geçti demekten de kendimi alamıyorum.


            Hafta içi sürülen bisikletle denize ilişmiş ağaçları seyrettim yine. Büyüyorlar onlar tabi ki, ne de güzel oldu doğa diye bu bahar da şaşırdık her sene ki gibi. Ne güzel bir şey bu tekrar eden hayretler, rutin duygular.. Denizin mavisi, esen hafif rüzgar, yaza ait o koku, bisikletimi sürdüğüm yollar, altından geçtiğim ağaçlar yine aynı, yine bilindik. Zamanında nasıl sıkılırdım, hep isyan ederdim ; bıktım bu küçük yerden, boğuluyorum derdim ama her şeyin bir yaşı varmış meğer. Dinimiz de üç yaşın önemli olduğunu dinledim geçen gün bir konuşma da. 23, 33 ve 40 diyordu anlatan. 23 tam fiziki olgunluğa erişilen yaş, 33 malum cennette ki ebedi yaş, ruhi olgunluğun da simgesi diyordu. 40 artık olgunlukla bir çok bakış açısının değiştiği, hayatın iyice şekillendiği bir yaş, peygamberlik yaşı.


                         Yaşla oluşan güzelliklere büyük yüklerde biniyor, en başta insan olmanın ağırlığı. Kendini tartma, hesaplaşma, ne aradığını sorgulama. Bu yüzden bu kadar çok yürümek, doğa da yalnız kalmak ve seyretmek istiyorum belki dünyayı.


''İyi bir şeydir insanın uzaktan bakabilmesi hayata,
Ve anlayabilmesi hayatın kendini nasıl algıladığını.''
Diyor ya Hölderlin. Uzakta ki bir kayık, sonsuzluğa giden sular ve içinde ki insanla birleşen kayık yalnızlığını, tek başına oluşunu nasıl hissettiriyor insana. Kıyıda durup seyrettiğimiz, düşündüğümüz o anlar mutlu olduklarımız mı acaba?
Güneşin olmadığı zamanlar da deniz kenarında yaptığımız bir gün rastladım bu yalnız kayığa.


Deniz kıyısında yapılan geziler kadar evime dönen yolu da çok seviyorum. Bahçemin kapısıyla açılan kendi dünyamın değeri ve içeri her geçen yılla çoğalıyor ve beni daha çok içe döndürüyor.


Lale Müldür'ün dizeleri ne güzeldir ;
''Herkesin küçük bir bahçesi olmalıydı
üzerinde fikir teatisinde bulunabileceği saatlerce..''



          Şükür bahçem var, yine sonsuz şükür diyorum bu ülke şartlarında buna sahip oldum. Çok istedim evet oldu. Var böyle bir şey. Bir şeyi çok istersen oluyor. İlk önce yıllarca kirada oturduk ama sonra evren hizaya geldi ve dileğim gerçekleşti. Bahçemde ki bir kiraz ağacından çıkan kiraz, limonlar da kalın kabuklu ama olsun; zamanında iyi ki ekmiş annem diyorum. Şimdi gölgesinde oturuyoruz.


              İnstagram da gördüğüm basit bir tarifi yaptım bu hafta içi. Muzlu bisküvili pasta. Çok güzel oldu bence siz de Özge'nin blogunda bu tarifi bulup deneyin derim.


             Ev yapımı limonatamın tarifini sevgili arkadaşım Esmanur'dan aldım. İnstagramda çok güzel iki sayfası var; Gezgincibulut diye bulabilirsiniz. Güzel kitaplar okumaya devam ediyorum şu sıralar. Tarık Buğra kitaplarını bitirmeye niyetliyim. Yağmuru Beklerken şu an okuduğum.


Balkonda ki çiçeklerim coştu :)


Kaktüsün estetik haline bayılıyorum.



Yeni alınan yumaklar, yeni örgüler...



Bahçede bir takım boyama çalışmaları...


             İnstagramda ördüğüm battaniyeleri satıyorum. Aslında satışı hiç düşünmedim hiç bir zaman ama yaptıkça birikti. Hiç birini elden çıkarmak istemiyordum hepsi çok kıymetli benim için. Yapanlar bilir.. Ama Peygamberimiz en sevdiklerinizden feragat edin diyor. Düşündüm ve vermeliyim dedim böyle biriktir biriktir nereye kadar. İlk önce hediye edecektim ama sonra piyasa fiyatının biraz altında satıp hayır kurumlarına verme fikri gelişti. Özellikle çocuklara yardımcı olan kuruluşlara. 



             Örüp satan bir kaç kişiden fiyat aldım. Her çeşit fiyat var tabi ki, ben de ortalama birşey belirleyip satışa çıkardım. Şükürler olsun ki bu niyetim yerini bulmak üzere. 4 tane battaniyem satıldı. İnşallh alan arkadaşlar da memnun kalır, benimkiler sonuçta oldukça amatör çalışmalar. Allah hepimizin niyeti olarak görsün dileğim..
Elim de 3 tane daha kaldı, ilgilenirseniz sayfama beklerim..


             Bir haftanın sonuna daha geldik sağlıkla, afiyetle, ağız tadımızla çok şükür. Hasta olan, iyileşmek isteyen, hastanelerde olan herkese Allah kolaylık versin, şifa hepimizle olsun.
Mutlu cumalar herkese....




8 Haziran 2020 Pazartesi

Mayıs Kitapları



                 Mayıs ayında okuduğum kitaplar daha önce de okuduğum kitaplardı. Uzun zaman olmuş, her dönem okumalarda farklılık oluyor. Belki yirmi sene sonra tekrar okusam farklı bir tat bulacağımdan eminim. Vüs'at O. Bener kitaplarını okumuştum zaten. Buzul Çağının Virüsü Bener'in sivri dili, ince zekasıyla yazılmış güzel bir kitap. Romanın kahramanı Osman Yaylagülü'nün kendini anlatışı, iç döküşü, herkesi ince bir mercek altına alması farklı bir bakış açısı sunuyor size. Okuduğunuzu anlamak zorlayıcı, işaret ettiklerini yakalamak beceri istiyor. 



                 Peyami Safa kitaplarını tekrar okumaya başladım. İlk olarak Fatih-Harbiye okudum. Yazarın sanki şimdi ki durum değerlendirmesi gibi. Avrupa ilericiliği, modernitesi ve kültürü mü yoksa geleneklerimize bağlı kalıp kendi maneviyatımız mı önemli olan ikilemi arasında kurgulanan bir kitap.


             Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu şu salgın günlerinde daha çok etkiledi beni. 7 yıldır bacağında ki tümörlü yarayla yaşayan yazarın ağzından hastane ev arasındabki günlerini okuruz. Daha 15 yaşındadır ve umutsuzca bacağı için çare aramaktadır. Sonunda hastanenin 9 numaralı koğuşuna yatar. Psikolojisi burada ki oda da daha da alt üst olur.


Diğer Peyami Safa kitabı Matmazel Noraliya'nın Koltuğu. Okumadıysanız ne duruyorsunuz, yazarın zengin zihin 
gücünün, dil zenginliğinin, karakterlerinin sizi çarpmasına izin verin.









5 Haziran 2020 Cuma

Cuma Gelmiş




              Neredeyse salgın günlerinin doksanıncı gününe geldik, durup hesaplamadım, öyle tahmin ediyorum. Ne kadar hızlı, olaylı, korku ve endişe dolu geçti günlerimiz değil mi? Siyasiler hadi normalleşelim dedi sanki bitti bunca olumsuz duygu birçoklarının kafasında. Kırk küsur yıllık yaşamımda 99 depreminden sonra bunu da gördüm, bakalım nelere şahit olacağız daha.
Son bir kaç gündür uzaktım haberlerden, gazetelerden, medyanın yıpratıcı yönünden. Bunlar hayatımın içinde olmayınca daha pozitif düşündüğümü ve hissettiğimi anladım.
Yağmur yağdı günlerce, eve kapanmadım çıktım sokağa. Yürüdüm ıslak yollarda,yazla beraber gürleşmiş ağaçların altında. Açtım pencerelerimi sesini dinledim, havayı içime çektim ve şükrettim çokca. Yarını düşünmek istemedim, ikinci dalga gelecek mi, corona bana da bulaşacak mı, niye maske takmıyorlar diye zihnimi doldurmadım elimden hiç bir şey gelmeyen konularla.



           Güneş açtı tekrar çıktım gezdim, dolaştım. Aslında kızımla gezmek isterdim hatta işe gitmemiş olsa eşim, ben ve kızım ama olmuyor. Hep bir şeyler engel mutluluğun paylaşılmasına. O yüzden deniyor belki beraber olduğunuz anı yaşayın, keyfini çıkarın diye.


         ''Hayat, papağanı kuyruğundan çekerek aşağı sürükleyen kediydi; başı tüm basamaklara çarpıp duruyordu” diyor ‘Zamanın Uğultusu’nda Julian Barnes. Aslında zordur yaşamak,yıllar basamaklardan indikçe başımızı çarptığımız anlardan oluşur ama yine de isteriz hayatta kalmayı. Doğa her zaman şifa olur gibi geliyor bize. Yürümeyi belki bu yüzden çok seviyorum; bakmayı bir de sonra da uzun uzun düşünmeyi. 


             Kasabamızın sahili güzeldir. Bir de bana o yılları hayal kurduran tarihi binası vardır çok sevdiğim. Atatürk denizden 1933 yılında gelmiş, hemen bu binanın önünde ki limanda inmiş, kasaba halkını ziyaret etmiş, çok sevdiği kahvesini içmiş sonra küçük gemiye binip gitmiştir. Sahilde yürüyüş yaptığımızda hep önünden geçeriz,her yaştan çocuklar oyun oynarlar bu meydanda, gençler kay kaylara binerler.


Bazı elektrik binaları böyle güzel boyanmıştır bizim sahilde. Ağaçların arasında ne güzel duruyorlar, değil mi?


                   Bu hafta içinde neredeyse 4 günüm kitaplığımı bir odadan diğerine taşımakla, her kitabı silmek tasnif etmekle geçti. Tüm raflarım dolmuş ve 4 metre boyunca duvar kitaplarla kaplı. Fatma Barbarosoğlu bir yazısında şöyle der:
''Yaklaşık bir yıl önce odalar dolusu kitabın ortasında günlerce ağlamış niye bu kadar kitap biriktirdim diye kahrolmuştum. Kahrolup kendime  sınır koymuş, bir daha kitap almayacağım diye deliler gibi söz vermiş sözünü sadece ve sadece kırk gün tutabilmiştim.''
Benimde artık kitap almayacağım dediğim bir dönemdeyim. Şu salgın günlerinde kütüphaneler de açık olmadığından evdekileri tekrar okumaya başladım. Peyami Safa'nın üç kitabını yeniden okumak güzeldi benim için. 


Evde pişirme ve yeme olayını çok seviyorum. Pasta,kek, tatlı türlerini severim çok ama pastaneden fazla almam. Evde yaptıklarım daha bir leziz gelir. Bu hafta çikolatalı kek ve hazır baklavalık yufkadan burma tatlısı yaptım.



               Bahçemi bu hafta ihmal ettim çünkü yağmur yağdığından ne dışarı çıkıp oturabildik ne de bahçeyi sulama işi gerekti. Bugün elime süpürgeyi alıp bahçeyi süpürmeyi düşünüyorum, haftasonu otururuz büyük ihtimalle. 


İnstagram arkadaşlıkları yabana atılacak cinsten değil. Sanal da olsa kalpler arasında köprüler kuruluyor. Evime gelen bu kıymetli hediye o kişilerden birine ait..


            Dün uzun bir aradan sonra okula giderken sabah 8 de simit aldığım teyzeye uğradım. Sabah simitlerimi alıp hatıra canlandırdık beraber. Yıllardır bu işi yapıyor. İçeride fırını var; kendi yoğurup pişirip satıyor. Kadınlarımız her daim çalışkan vesselam !


İmam Gazali'ye bir kulak verelim istiyorum bu cuma ve onunla bitiriyorum yazımı;

“Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nimet ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennet''e ve Cehennem''e inanmıyorsan, bari ölümü inkâr etme! Bu nimet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim! Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız!”
Hayırlı cumalarımız olsun..

















Nisan Cuması

                        '' Dün bildik bir rüzgar esiyordu. Daha önce karşılaştığım bir rüzgar. Dışarıda mevsimsiz bir ilkbahar. Kara...