25 Ekim 2019 Cuma

Bugün Cuma

                   Bugün Cuma. Çok sevilen ve beklenen gün. Arkasından kocaman iki gün geliyor ve tatil.. Cuma şükür günümüz. Sağlığa,aileme,hayatıma, işime..Zaman hızlıca akıp gidiyor tamam ama güzel ve dingince geçiyor. Her an her şey değişebilir tabi ki.. Üzüntü ve sıkıntı kaplar belki günlerimizi. Ama şu an iyiyiz ya şükürler olsun..
           Bakalım nasıl geçmiş şu yedi gün. Sevinç Çokum Rozalya Ana da diyor ya ; 
''İnsan yeryüzünde nereye giderse gitsin, yanında bir parça gün ışığı, bir avuç yeşillik, kulağına çarpmış birkaç kahkahayı götürebilirdi'' diye. Ben de bloguma biraz 
huzur getirip okuyanları gündelik kaostan koparmayı hedefliyorum.
               Neler kalmış aklımda ve fotoğraf karelerinde..Had bir bakalım..



                    Cumartesi haftanın diğer günleri olduğu gibi hava ılık ve sakindi. Balkonda Azam Ali dinleyip sütü köpürtüp keskin bir kahve yapıp güzel saatler geçirdim.


Bu hava kaçmaz deyip atladık tabi ki bisiklete. 


Arı olmak, karınca olmak veya gül olmak, ağaçlarda çiçek olmak, bir rüzgar esintisinde düşen elma olmak.
Ufuk olmak, ay olmak, şafak olmak...
Gün doğuşu olmak, gün batışı olmak.
Kuşluk olmak, ikindi olmak ve öğle olmak. Büyük öğle olmak. Sıcak yaz günlerinde eşyada gölgeyi kaçıran sıcak aydınlık olmak. Ve sonunda güneş olmak. Hayır! İnsan olmak. Aklın çetinliği içinde toprağa yakınken gökte nar bahçesi düzenleyen insanoğlu olmak. 
SEZAİ Karakoç Ruhun Dirilişi kitabından not etmişim..


Okulda bazı zamanlar gözüme öyle kareler takılıyor ki nedensiz mutlu oluyorum..


                           Çocuklarla elbirliği ile ilk kekimizi yaptık. Ne zaman pişecek, ben çok acıktım, kokusu çok güzel cümlelerini inanın yüz kez dinleyip geçirdiğim kekin pişme süresi bitince büyük bir alkış koptu..


                       Okul çıkışı köyde gezme saati. Kabaklar da evlerin bahçesinde boy boy varsa çocuklarla bir anı fotoğrafı çekeriz  tabi..


Annemin yeni yaşını güllerle kutladım..


Sonra da beraber alışveriş yaptık çılgınca..


                      Hafta içi köyde gezmeye çıktığımda yaşlı bir teyzeyle tanıştık.Fazla anlaşamadık, boşnakça konuşuyordu ve ben az anlıyorum ne yazık ki. Boşnakların çiçek sevgisi meşhurdur, onun cam önü güzellerine bir bakın..


Bahçeden toplanan turuncu domatesler eşliğinde kahveler içildi.


                           Bizim kızlardan biri glutensiz yaşama başladı. Bize yaptığı sağlıklı yiyeceklerle tam not aldı. Keksiz pastasız yaşamak istemiyorum. Çok önemli bir hastalık olmadıkça böyle bir diyette yapamam ama onun şekersiz brovnisi, siyez unlu poğaçası, fırında pişmiş fallafeli öyle lezzetliydi ki anlatamam.


                 Tabi  bir de dostlarla yenen içilen her şey yararlı bence. Mutlaka güzel bir arkadaş grubunuz olmalı, hafta da bir gün en azından bir araya gelmeli, sohbet edip gülmeli, güzel zaman geçirmeli.
                   Kendi açımdan harika bir hafta geçti. Her ne kadar sonbahar ayını çok sevsem de yoğun bir yorgunluk ve bitkinlik beraberimde oluyor. Yine de pozitif düşünmeyi, huzuru getirecek etkinliler yapmayı ihmal etmiyorum.
Herkesin güzel, mutlu ve keyifli hafta sonu geçirmesi dileğiyle...
















18 Ekim 2019 Cuma

Cuma Gelmiş!


Merhaba !
Bir cuma daha gelmiş durumda. Şükürlerimi sunmak istiyorum tekrar tekrar. Hayat devam ediyor sağlıkla, tamam rutin bir şekilde gidip geliyorum herkes gibi ama daha ne olsun. Yaşamak güzel ve değerli ne olursa olsun. Bu hafta okuduğum kitap bir taraftan beni üzerken diğer taraftan da düşündürdü ve motive etti. Yazar psikoterapist Viktor Frankl  Auschwitz toplama kampında geçen yıllarını anlatırken hayatı sorguluyor. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey bu olsa gerek. Yine de hayatta kalmanın güzelliğini bize gösteriyor.
Yazar şöyle diyor ;
“İstediğim tek şey somut bir örnek yoluyla okura, yaşamın her durumda, hatta en acınası durumlarda bile potansiyel bir anlam taşıdığını anlatabilmekti” 
İnsan olarak şu dünya da her yönüyle varız, iyiliği seçenler gibi kötülüğün peşinde olanlar da mevcut. Bunu şöyle dile getiriyor:
“Bizim kuşağımız gerçekçi bir kuşak, çünkü insanı gerçekte olduğu şekliyle tanımaya başladık. Her şey bir yana, insan, Auschwitz’in gaz odalarını icat eden varlıktır; ama dudaklarında duayla ya da Shema Yisrael ile gaz odalarına dimdik yürüyen varlık da insandır.”


                  Kitaplar demişken bu hafta okul kütüphanesinde bulduğum şu iki kitap yüzümü güldürdü..


                           Eve dönüşte geçtiğim yolda bir zamanlar içinde lise arkadaşlarımızla oturduğumuz apartmanı görüyorum. Ne var bunda diyeceksiniz. Üzülüyorum tabi ki çünkü aslında bu apartman 3 katlıydı, bahçesi, ağaçlarıyla gençliğimizin bir parçasıydı. Sonra yerine kocaman bu apartman dikildi yalnızca geriye önünde ki çınar ağacı kaldı. Onu da diğerleri gibi katletmediklerine seviniyorum her geçişimde. 


                              Beni mutlu eden saatler... Okulda çocuklarla. Bu hafta içi okula geldiğimde beni bir süpriz karşıladı. Elinde bir kabak ve Miranaz :)


                 Sınıfta geçirdiğim çoğu zaman güldüğüm bir çok olayın olduğu, etkinliklerin yapıldığı sıra bol sohbetin olduğu zaman dilimi..


Arada bana yapılan küçük hediyeler ..


Okul sonrası köyde küçük yürüyüşler...


Karşıma çıkan süprizler..


    Doğada geçirdiğim her an benim için çok değerli. Şükürler olsun ki buna sahip olduğum işim var. Bahçesine çamaşır asılmış ev..


Bir kamyonun arkasında ki resim ..


                                            Son olarak Gökhan Özcan'ın sorduğu ve üzerinde çok düşünmemiz gereken yazıyı paylaşmak istiyorum. 
                           ''Her gün yapıp ettiklerimize bir bakalım... Bir soralım kendimize... Yaptıklarımız arasında ona harcadığımız vakti hak eden bir şey var mı? Onun için gözden çıkardığımız dakikaların karşılığında bize değer atfedeceğimiz herhangi bir şey kazandıran var mı? İnsanlığımızı zenginleştiren, bildiklerimize yeni bir şey ekleyen, yeni bir ufuk açan, hayatımızdaki, kişiliğimizdeki, zihnimizdeki, duygularımızdaki bir boşluğu dolduran ufacık bir kazanım elde ediyor muyuz? Bütün bu meşguliyetlerden sonra elimizden kalanlar, elimizden kayıp giden vaktin yerini tutuyor mu? Harcadığımız bütün bu vaktin ağırlığını çekecek bir birikim elde ediyor muyuz? Dağarcığımıza, hafızamıza, idrakimize sadra şifa, derde deva yeni bir şeyler ekleniyor mu? Yoksa az sonra unutup yenisine geçeceğimiz uçucu kaçıcı şeylere mi gidiyor bizim bütün kıymetli vakitlerimiz? Günü gülüp eğlenerek, itişip kakışarak geçirip gecenin sonunda kendimize eli boş mu dönüyoruz? Bir soralım kendimize: Vaktimizi alan ne? Her şeyin sonunda elimiz boş kalıyorsa, her bir anı ömürden düşülen vaktimizi çalan kim?''




















14 Ekim 2019 Pazartesi

Şu Sıralar..

                           Okuyorum...
              Tabi ki her daim okuyorum. Hayatta en saplantılı olduğum, hiç ara vermediğim ve hiç bıkmadığım eylem okumak. İnsan içinde okuma geniyle ya doğuyor ya doğmuyor. Bu sevgi ya var ya da yok. İçinde kitap okunan bir aileden gelmedim ama okumayı öğrenir öğrenmez delicesine başladım okumaya. Annem elimden alır yasaklardı hatta aşırıya kaçıyorum diye. Şimdi kızıma bakıyorum, doğduğundan beri beni ve babasını elinde kitapla görüyor ama bu sevgi onda yok. Tamam okuyor ama benim gazabımdan korktuğundan. Bilmiyorum kitap okuma alışkanlığı nasıl kazandırılıyor. Benim gözlemlerime göre ya vardır ya da yoktur. İçinden gelen bir dürtü okumaya yönlendirir.
               Ne mi okuyorum şu sıralar. Thomas Bernhard'ın otobiyografik serisinin ilk kitabını almamıştım. Onu alıp bitirdim. Biraz Norveç havası almak istedim, beni sıkmayacak yazar Karl Ove bu. Kavgam serisinin 4. kitabında 18 yaş civarında ki halini anlatıyor. Tüm ergen erkekler mi böyle bilmiyorum ama ayrıntıları sık sık vermesi tiksinti yarattı bu tür üzerine. 



                         İzliyorum...
          Tabi ki hep izliyorum. Film, belgesel, söyleşiler en sevdiklerim. Çocukluğumun ilk beş yılında yaşadığımız ev kasabamızın sinemasının tam yanındaydı. Biz de ikinci katta otururduk. Yazlık sinema oynarken balkondan bizde seyrederdik. Demek 3-4 yaşında ki bu zamanları hatırlıyorum. Balkonda küçük teyzem, annem ve ben oturur özellikle İnek Şaban filmlerini nasıl da büyük zevkle seyrederdik diye hatırlıyorum. Bir de elimde biberonumu hatırlıyorum. Annem hatta her zaman şu anımızı anlatır. Bir gece ev de süt kalmamış, bana da hatırlatmamaya çalışıyorlar sonra balkona oturup filmi beklemişler. Filmde süt çocuğu şaban diye bir söz söylenir söylenmez başlamışım ağlamaya süt isterim diye..
           Şu sıralar Alice Grace adlı diziyi izliyorum. Çokta özellikli değil bence ama başladım bir kere devam ediyorum. 1800’lü yılların sonunda yaşamış ve iki kişinin ölümüyle suçlanıp, bir süre akıl hastanesinde, otuz yıl da hapishanede yatan Grace Marks’ın hikayesini, The Handmaid’s Tale’in de yazarı olan Margaret Atwood kaleme almış.



Mutlu Oluyorum..
Her sabah dünyanın en temiz ve saf yüzlerini görmek, onlarla vakit geçirmek, aralarında ki ilişkiyi keyifle seyretmek belki bu dünyanın en zevkli işi. Her zaman diyorum, sınıfının çok kalabalık olmaması öğretmenin verimi ve mutluluğu açısından çok önemli. Şükürler olsun ki bunu yıllar sonra bir köy okulunda yakaladım.


Üzülüyorum..
Tüm çocukların benzer haklara, imkanlara sahip olmadıklarını görmek her zaman beni üzmüştür. Para dilenen bir kadının kucağında ki bebek, çöpleri karıştıran adamın arkasında ki çocuk ya da bir tv programında seyrettiğim dünyanın bir ucunda evi olmadığı için akranlarıyla kıyıda köşede kalan 13-14 yaşında ki genç kızlar  öyle karanlık boşluklar yaratıyor ki ruhumda. Geçen Yalova pazarında çektim bu fotoğrafı. Ne düşünüyorsunuz.. Ev de ki bin bir çeşit ayıcıklarıyla oturan kızımı ve bu çocuğu düşündüm ben. Bilemiyorum...


Yemeyi seviyorum..
                     Hiç bıkmayacağım şey belki de bir dilim pasta ve sütlü kahve. Evde yaptıklarımı daha çok seviyorum. Hafta sonu mutlaka bir kek olmalı her evde ..


Hissediyorum..
                        Mevsim geçişlerini, bulutları, yaprakların renk değiştirme döngüsünü, rüzgarı,sıcağı soğuğu, denizin yaydığı iyot kokusunu, havada ki güz aromasını her zaman hissediyorum. Hissetmek, görmek zamanla oluyor. Gençken bastığı yeri görmez bu yüzden deniyor belki.


Yaşıyorum..
Ve son olarak yaşıyorum demek istiyorum. Şükürler olsun ki hayattayız ne olursa olsun. İnsan yaşadığı için varolduğu için umutlu olmalı, mutlu olmalı. Nazım Hikmet'in şiirini çok severim , bakın ne güzel anlatmış bunu..
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.









11 Ekim 2019 Cuma

Günaydın Bugün Cuma !


                 Cumanın gelişine sevinenlerden misiniz? İşimi sevmeme rağmen bu gün gelince tatilin başlangıcı olduğundan çok seviniyorum. Uzun uzun cuma gecesinde oturmak, dolu film seyretmek, abur cubur yemek istiyorum. Ee kırk yıllık evli olunca dışarı çıkmadan evde vakit geçirmeyi çok sever hale geliyorsunuz ya da ben böyleyim.
Bir haftayı daha geride bıraktık şükürler olsun sağlıkla. Evde okulların açılmasıyla ders çalış, tableti bırak, biraz kitap oku komutları havada uçuşmaya başladı ve her seferinde benim gibi her şeyin tam olmasını isteyen ve durmadan çalışan anneden nasıl böyle vurdumduymaz çocuk olur diye krizler geçirme günleri de başlamış oldu. 
Yine de olumsuzlukları yazmayacağım. Hep sevgi, huzur dolu şeyler yazıyor olmam her evde yaşanan sinir harplerinin bizde yaşanmıyor olması anlamına gelmiyor. Bunları görmezden gelerek bu hafta gözüme takılanlara bakalım şöyle bir.


Sabahları serin oldu bu hafta. Sardunyalar kurumaya yüz tuttu bahçede. Hayatın devri daimi öyle seyrettiriyor ki kendini bahçemde. Her gün hayret ve biraz buruklukla bakıyorum doğaya. Geçen ömrü ne güzel dile getirmiş Mevlana hazretleri..
 Hayat bir nefestir, aldığın kadar
    Hayat bir kafestir, kaldığın kadar 
       Hayat bir hevestir, daldığın kadar” 


                     Mandalinalar daha dün tomurcuktu şimdi ise sararmaya başlayan kocaman bir meyve.


                     Bahçeme sonbahar iyice geldi yerleşti. Yıllarca gözümün önünde olan döngüyü görmeye başladım şükür. Bakıpta görmeyenlerden olmadığım için memnunum. Kitabını okurken Platonov'un şu satırları not almışım;
“Eskiden, hayatının ufak tefek ve hatta önemli olaylarının çoğunun ebediyen unutulduğunu, üzerlerinin müteakip olgularla sonsuza dek örtüldüğünü düşünürdü; şimdiyse içinde her şeyin değerli bir hazine gibi, onun bunun bıraktığı gereksiz şeyleri saklayan hırçın bir dilencinin malı gibi tastamam, sapasağlam durduğunu, asla da yok olmayacağını görebiliyordu” diye yazmış ‘Can’da, Andrey Platonov.


                          Hala balkonda oturup çayımı içiyorum ve serin havaya çayın yakıştığını düşünüyorum. Ocakta kaynayan demliğin buğusu artık camları sarıyor. İçimiz mi üşüdü dolduralım bir bardak çay!


Sonbahara yakışan bir şey şu elmalı kek. Herhalde hiç bıkmayacağım her hafta pişirip yemekten.


                    Yağmur bulutları gidip yerine gün batımı ışıklarıyla boyanmış bulutlar gelince onları seyrettim bu hafta . Yağmur çok kıymetli. Böylesine kıymetli bir nimeti sevgili peygamberimiz şöyle anlatmış. Buradan okuduğum bir hadisi paylaşmak istiyorum son olarak..               
Hz. Enes İbn Malik anlatıyor: “Bir gün Rasulullah (sav) ile birlikte iken yağmura tutulduk, Rasulullah (sav) hemen yağmurun altına çıkıp vücudunun bir kısmından elbisesini sıvazladı, nihayet orası yağmurla ıslandı. Bunun üzerine biz: ‘Ey Allah’ın Resulü, bunu niçin yaptın?’ diye sorduk. ‘Çünkü bu Rabbimin katından yeni geliyor’ buyurdu.”













7 Ekim 2019 Pazartesi

İyi ki Deniz Var Yakınımda..

                     

                           Enis Batur Su,Tüyün Üzerinde Bekler kitabında ;
''Denizleri düşünmek, anakarada bir masaya oturup, Saint-John Perse 'in şiirlerini okumak. Debussy dinlemek...'' demekte. Denize yakın olup Debussy dinleyeceğim bir gün, merak ettim çünkü.Denizi düşünmekten çok kavuşmak isterim, maviye kıyısı olmayan yerlerde yaşayamam diye düşünürüm. Köyde dağların arasında, bulutlara daha yakın yaşamakta en sevdiğim ama minibüse binip bizim kasabaya döndüğümde hızlı hızlı yürür, bir an önce ucunda denizi gören sokağıma sapar, o mis gibi iyot kokusunu içime çekerim. Hele ilk yaz akşamları ve sonbaharın serinliğiyle havaya karışan, herkesin bilmediği yalnızca çocukluğu denize kıyısı olan yerlerde yaşamışların farkettiği o kokuyu öyle severim ki..



                 Belki bu yüzden devamlı deniz fotoğrafları çekmem, haftasonu soluğu kıyısında almam, giremesekte içine uzun uzun kenarında yürümem..
                                           Deniz ufkunda batan güneş
                                           Ve keskin çığlığı kuşların;
                                           Rabbim bu uğultu, bu ateş
                                           Ve ümitsiz uçuşların
                                           Doldurduğu akşam havası,
                                          Akşamın mercan dallar gibi
                                          Suda olgunlaşan rüyası…

                      Ahmet Hamdi Tanpınar mısraları ne güzel yakışır ortama. Her gün çehresi değişen deniz ve gökyüzüne olan sevgim bu pazar günü daha bir arttı. Biraz serindi hava, Allahtan herkesi eve bağlamıştı. İğne atsan yere düşmez yaz geceleri yerini sonbaharın boşluğuna bırakmıştı. Hemen çıktık dışarı, hava ısınıp insanlar yavaş yavaş çıkabilirdi. Tahminimiz doğru çıkmış etrafta fazla kimse görmedik. Denizin dalgasız sakin haline sokulmuş iskeleler ne de güzeldi..


                    Olan olaylardan haberdar olup kirlenen ruhumu yatıştıran iyi ki bu mavilik var. Nereye gitsem dönmek istediğim kıyısı iyi ki bana kucak açıyor. Denize aşık herkese selam olsun buradan..
                                       Kıyısına tuz ileten rüzgarı
                                       balıkların yüzdüğünü duyarım
                                       Dinlerim yosunların konuştuğunu
                                       midyelerin ağladığını.
                                      Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır
                                      delinir
                                      kan akar.
                                      Bir kanadı var
                                      zehir yeşili…

                                                                        S.F. Abasıyanık.


















4 Ekim 2019 Cuma

Merhaba Cuma !

                            Yaz tatiliydi, okullar açıldı derken 4 koca ay geçmiş. Yıl içinde düzenli cuma yazılarını yazıyordum halbuki, komşu blogları okuyup bir kaç kelam ediyordum ama bu süre içinde ne yazık ki hiç birini yapamadım. Yaz nasıl geçti anlayamadık, dolu dolu geçmesine rağmen elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi hissediyorum. Dokunsanız ağlayacağım..
                         Bir taraftan da öyle moralim bozuk ki. Yazın gezdik dolaştık, ülkenin sorunlarından aldatıcı bir mutlulukla koptuk ama bir anda üzerime yığıldı her şey sanki. En son şu yaşadığımız küçücük kasabada bir genç kıza esnaftanda olan 11 erkek tecavüz etmiş, bunlarla alışverişte sokakta karşılaştık büyük ihtimalle,adam yerine koyup selam verdik . Öyle nefret doluyum ki, güzel şeylerden bahsedesim yok. Bu olay burada ilk değil, yurdun her yerinde oluyor ve çoğalıyor.
                      Böyle çirkin bir dünya da yazarın insanı sevmekle başlayacak her güzel şey dediğini hatırlıyorum ve ne kadar zorlasam da kendimi,insanları sevemiyorum artık. Neredeyse toplumdan kopma noktasındayım, kızım yüzünden bir çok gereksiz insanla muhatabım ne yazık ki ve hala çalıştığım içinde bu böyle. Az kaldı diyorum, emekli olursam çevremi iyice daraltacağım.
                      Yine de doğa ve çocuklarla hayata tutunmam kolaylaşıyor, bir çok şeyi unutuyorum. Masmavi gök altında sararmış ağaçlar altında yürümek ne de güzel..



                     Güz yaklaştı iyice, hava gündüz oldukça sıcak hala ama artık geceleri battaniyeleri çıkardık. Sosyal medyada 1 eylül itibariyle sonbahar fotoğrafları uçuşmaya başladı ama bence 1 ekimden önce gelmiyor hazan mevsimi. Ekim hatta kasım gerçek sonbahar ayı. Artık bu moda girebiliriz.
                                   Bu hafta nasıl geçti, gelin şöyle bir bakalım..



Sevgili öğrencilerimle kaktüsler ektik..


Ektiğimiz kaktüsleri cam önüne dizdik..


Sınıfımıza sonbahar köşesi hazırladık..



Kabak sever öğretmenleri olunca gelen hediyeler de böyle oluyor..


Okul sonrası köyde gezerken ..



 Thomas Bernhard'ın otobiyografik seri kitabının ilk kitabını alamamıştım.Serinin diğer 4 kitabını yazarı çok sevdiğimden bir solukta okumuştum. İlk kitabı da bu hafta okudum. Yine çok etkileyiciydi.


Arkadaşlarla deniz kenarında oturup sohbet ettik..


Hava güzel, çay güzel, manzara güzel...


Şimdi tek tek  yazınca ne güzel şeyler yaşamışım diyorum. Fazlasını istemiyorum yalnızca iyi ve güzel insanlarla yaşamak istiyorum . Kötü haberleri duymak istemiyorum, kendi  pembe dünyamda huzurlu olmaktan başka derdim yok.
Yeni bir ay başladı, hepimize iyilik getirmesi dileğiyle..
Hayırlı cumalar..

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...